İmam Cevad(as)’ın Hayatı
F.Altan
Doğumu
Ehl-i Beyt İmamlarından sekizinci İmam olan Hz. İmam
Rıza'nın (a.s) ömründen 40 küsur yıl geçiyordu. Ama
henüz İmam'ın evladı yoktu. Bu mesele Şiileri
endişelendiriyordu. Çünkü Peygamber (s.a.a) ve İmamlar'
dan (a.s) nakledilen rivayetlere göre, dokuzuncu İmam
sekizinci İmam'ın oğlu olacaktı. Bu yüzden, Allah-u
Teala'nın İmam Rıza'ya (a.s) bir erkek çocuk
bağışlamasının çetin bir bekleyişi içindeydiler, hatta
bazen İmam'ın huzuruna gidiyorlar ve Allah-u Teala'nın
kendisine bir erkek çocuk lütfetmesi için dua etmesini
istiyorlardı ve İmam (a.s) onlara teselli veriyor ve
şöyle buyuruyorlardı:
"Allah-u
Teala bana öyle bir oğul verecek ki, benim varisim ve
benden sonraki İmam olacaktır."
Nihayet H.K. 195. yılı Recep ayının onunda İmam
Muhammed Takî (a.s) dünyaya geldi. O Hazretin akı
"Muhammed" ve künyesi "Ebu Cafer" ve en meşhur
lakabları "Takî" ve "Cevad" dır.
İmam'ın doğumu Şia toplumu için sevindirici ve onları
iman ve inançlarının sağlamlaşmasına sebep olmuştu.
Çünkü İmam'ın doğumunun gecikmesi, bazı şiilerin
şüpheye düşmelerine yol açabilirdi. Bu şüpheler
İmam'ın doğumuyla yok oldu.
İmam
Cevad'ın (a.s) annesinin adı" "Sebike"dir ve İmam Rıza
(a.s) bu hanıma "Heyzaran" adını vermişti. Bu hanım
Resulullah'ın (s.a.a) eşi "Mariyet'ul Kıpti"nin
aşiretinden ve ahlak açısından kendi asrının en üstün
kadınlarındandı. Peygamber (s.a.a) bir rivayetinde onu
"Hayret'ul-İma'" yani cariyelerin en üstünü diye
adlandırmıştır. ve İmam Musa b. Cafer (a.s) yıllar
önce bu hanımın İmam Rıza'nın (a.s) evine geleceğini
ve bazı özelliklerini bildirmiş ve ashaplarından "Yezid
b. Selit" vasıtasıyla ona selam göndermişlerdir.
İmam
Rıza (a.s)'ın kız kardeşi "Hakime" der ki:
"İmam Muhammed Takî (a.s)'ın doğumunda kardeşim benden
"Heyzeran"ın yanında olmamı istedi. Bebek, doğumunun
üçüncü gününde gözlerini semaya doğru açtı, sağa ve
sola baktı ve dedi: "Eşhedu en lâ ilahe illallah ve
eşhedu enne Muhammed'en Resulullah" Ben böyle
şaşırtıcı bir olayı görünce korkarak kalktım,
kardeşimin huzuruna gittim ve gördüğüm şeyleri
arzettim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Bundan
sonra Ondan göreceğiniz hayret verici olaylar, şimdiye
kadar gördüklerinizden daha fazla olacaktır."
"Ebu Yahya San'ani" diyor ki: "İmam Rıza'nın (a.s)
huzurundaydım, küçük bir bebek olam İmam Cevad'ı (a.s)
O'nun yanına getirdiler, İmam (a.s): "Bu öyle bit
mevlud (çocuk) ki O'ndan daha kutlusu Şia için dünyaya
gelmemiştir."
İmam (a.s)'ın böyle buyurmasının sebebi önceden
değindiğimiz konulardan dolayı olabilir. Çünkü Şiiler
İmam Rıza'nın (a.s) yerine geçecek kimse yok diye
endişeleniyorlardı. İmam Cevad'ın doğumu bu endişeyi
giderdi ve onları şüpheye düşmekten kurtardı.
Nevfeli diyor ki: İmam Rıza (a.s) Horasan'a yolculuğa
çıktığı zaman O'na: "Bana bir emir ve buyruğunuz var
mı?" dedim.
İmam (a.s): "Benden sonra evladım "Muhammed"e uy.
Çünkü ben geri dönmeyeceğim bir yolculuğa çıkıyorum."
buyurdular.
İmam Rıza (a.s)ın katibi olan Muhammed b. Ebi İbâd
şöyle der: "İmam (a.s), oğlu Muhammed'i künyesiyle
anardı ve İmam Cevad'dan (a.s) mektup geldiği zaman: "Ebu
Cafer (a.s) yazmıştır..." buyuruyordu.
İmam Rıza (a.s)'ın emriyle Ebu Cafer'e (a.s) mektup
yazdığım zaman, O'na saygı ve ihtiramla hitap ederdi.
İmam Cevad'dan (a.s) gelen mektuplar fevkalade güzel
ve fasihti."
Yine Muhammed b. Ebi İbad, İmam Rıza'dan (a.s) şöyle
buyurduğunu duydum der: "Benden sonra Ebu Cafer benim
vasim ve ailem arasında vekilim olacaktır"
Muammer b. Hellad söyler ki, İmam Rıza (a.s) kendisine
bir meseleyi sorduklarında şöyle buyurdu: "Bu meseleyi
benden duymaya ne gerek var? Ben zaten Ebu Cafer'i
kendi yerime tayin etmişim, O benim vasimdir. Biz öyle
bir aileyiz ki, evlatlarımız –hakikat, maarif ve
ilimleri- tamamıyla babalarından miras alırlar." (Yani
ilim ve imamet makamı bütünüyle önceki İmam'dan
sonraki İmama geçer; onların diğer evlatlarına geçmez).
Hayrani, babasından şöyle nakleder: Horasan'da İmam
Rıza'nın (a.s) yanında idim. Birisi O Hazretten; "Eğer
başınıza bir şey gelecek olursa –sizden sonra kime
müracaat etmemiz gerekir?" diye sordu.
İmam (a.s); "Oğlum Ebu Cafer'e" buyurdular.
İmam Rıza (a.s) soruyu soran şahısın İmam Cevad (a.s)'ın
yaşını yeterli görmediğini ve bir çocuğun imamet gibi
bir görevi nasıl üstlenebileceğine akıl erdiremediğini
görünce şöyle buyurdular: "Allah-u Teala Hz. İsa (a.s)'ı
nebi ve resul seçtiğinde, Hz. İsa (a.s) yaşça Ebu
Cafer'den daha küçüktü."
Abdullah b. Cafer der ki: "Safvan b. Yahya ile
birlikte İmam Rıza'nın (a.s) huzuruna gittik, o zaman
üç yaşlarında olan İmam Cevad (a.s) da oradaydı.
İmam'dan; "Eğer başınıza bir olay gelecek olursa
vasiniz kimdir?" diye sorduk."
İmam (a.s) Ebu Cafer'i (a.s) göstererek: "Bu oğlumdur"
dediler.
Biz, "Bu yaşta mı?!" diye hayretle sorduk.
İmam: "Evet bu yaşta; Allah-u Teala (c.c.) İsa (a.s)'ı
kendine hüccet seçtiğinde üç yaşında dahi değildi."
buyurdular.
İmameti
İmamet de Peygamberlik gibi Allah Teala'nın, seçkin ve
liyakatli kullarına bağışladığı ilahî bir bağıştır. Bu
bağışta yaş önemli değildir. Küçük yaştaki birisinin
Peygamberlik ve imametinin mümkün olmadığını sananlar,
bu kutsal ve ilahî görevi normal meseleler ile
karıştırmış ve bunun imkânsız olacağını sanmışlardır.
Oysaki durum böyle değildir. İmamet ve peygamberlik
meselesi Allah-u Teala'nın isteğine bağlı olan bir
meseledir. Allah Teala bu mevkii, böyle bir makama
layık olan kullarına bağışlamaktadır. Bazen de bazı
maslahatlardan dolayı Allah-u Teala bütün ilimleri
küçük bir çocuğa bağışlayabilir veya onu küçük yaşta
peygamberliğe veya imamet makamına atayabilir. Bunun
hiçbir sakıncası yoktur.
Dokuzuncu İmam Hz. Cevad (a.s) sekiz veya dokuz
yaşlarında yüce imamet makamına eriştiler. Mualla b.
Muhammed diyor ki: "İmam Rıza (a.s) dünyadan göçtükten
sonra, İmam Cevad'ı (a.s) gördüm ve şiilere anlatmak
için O'nun boy ve biçimine dikkat ettim, bu sırada
İmam (a.s) oturup buyurdular:
"Ey Mualla, Allah-u Teala imamette de peygamberlik
gibi delil getirmiş ve "Küçük yaşta Yahya'ya
peygamberlik verdik" buyurmuşlardır."
Muhammed b. Hasan b. Ammar diyor ki:
"Medine'de iki yıl boyunca Ali b. Cafer'in huzuruna
gidiyordum ve kardeşi İmam Musa b. Cafer'den (a.s)
duyduğu rivayetleri benim için söylüyor ve ben de
yazıyordum. Bir gün Mescid-i Nebi'de onun yanında
oturmuştum, o sırada İmam Cevad (a.s) içeri girdi. Ali
b. Cafer ayakkabısız ve cübbesiz yerinden kalktı ve
İmam'ın elini öperek ağırladı."
İmam: "Otur ey amca, Allah sana rahmet etsin" buyurdu.
Ali b. Cafer: "Efendim, siz ayakta olduğunuz halde ben
nasıl oturayım?" dedi. Yerine döndüğü zaman, dost ve
arkadaşları onu kınayıp; "Sen onun babasının amcası
olduğun halde ona neden bu kadar saygı gösteriyorsun?"
dediler.
Ali b. Cafer: "Susun, Allah-u Azze ve Celle (elini
sakalına atarak) bu aksakallıyı imamet makamına layık
görmeyip de bu delikanlıyı layık gördü ve onu imam
kıldı; O'nun faziletini inkâr mı edeyim? Söylediğiniz
şeylerden Allah'a sığınırım, ben O'nun kuluyum." dedi.
Ömer b. Ferec diyor ki: "İmam Cevad (a.s) ile Dicle
nehrinin kenarında durmuştuk, ona dedim ki, şiileriniz
sizin Dicle suyunun ağırlığını bildiğinizi iddia
ediyorlar."
Buyurdular: "Acaba Allah-u Teala'nın Dicle suyunun
ağırlığını bir sivrisineğe öğretecek kadar gücü var mı?"
—Evet
Allah kadir'dir" dedim. Bunun üzerine:
—Ben, Allah'ın yanında sivrisinekten ve hatta
mahlûkatının çoğundan daha değerliyim" buyurdular.
Ali
b. Hisan-i vasiti diyor ki: (İmam (a.s)'ın yaşı küçük
olduğundan) İmam (a.s)'a hediye etmek için yanıma
birkaç tane oyuncak aldım! Huzurlarına gittim. Millet
mesele soruyor, O da cevap veriyordu. Soruları
bittikten sonra gittiler, onlardan sonra İmam da
kalkıp gitti. Ben de peşlerine takıldım ve
hizmetçisinin vasıtasıyla görüşmek için izin alıp
içeri girdim ve selam verdim, selamıma cevap verdiler,
ama üzgün görünüyorlardı, oturmama da müsaade
etmediler, öne gittim ve oyuncakları yanına bıraktım,
öfkeyle bana baktılar, oyuncakları fırlatıp:
"Allah beni oyun oynamak için yaratmamıştır, benim
oyunla ne işim var!" buyurdular.
Ben oyuncakları aldım ve İmam'dan özür diledim, O da
kabul edip affettikten sonra dışarı çıktım.
Evlenme Komplosu
İmam
Rıza'nın (a.s) hayatını anlatırken demiştik ki, Abbasi
halifesi Me'mun, halk arasında çıkan kargaşadan
kurtulmak ve Alevilerin ayaklanmalarından korunmak,
Şia ve İranlıların sevgisini kazanmak için, kendini
Peygamber (s.a.a)in Ehl-i Beyt'ini sevenlerden
göstermek ve İmam Rıza (a.s)'ya tahmil etmekle, ham
maksadını ameli yapmaya ve hem de İmam (a.s)'ı
yakından kontrol etmeye çalıştı.
Öte
yandan Abbasoğulları, Me'mun'un bu hareketi ve
hilafetin Abbasoğulları'ndan Alevilere geçme ihtimali
sebebiyle oldukça kızgın ve öfkeliydiler. Bu yüzden
ona muhalefet etmeye kalkıştılar. İmam (a.s), Me'mun
tarafından zehirlenerek şehid edilince rahatlayıp
sevindiler, yine Memun'a yöneldiler.
Me'mun, çok gizlice İmam (a.s)'ı zehirlemişti ve
halkın bu cinayetten haberdar olmamasına çalışıyordu.
Cinayetini örtbas etmek için kendisini üzüntülü ve
yaslı gösteriyordu. Hatta üç gün İmam (a.s)'ın
mezarının yanında kaldı, sadece ekmek tuz yedi,
kendini yaslı olarak tanıttı. Fakat bunca
ikiyüzlülüğüne rağmen yine de Aleviler, İmam (a.s)'ın
katilinin Me'mun’dan başka birisinin olmadığını
öğrendiler. Bundan dolayı çok rahatsız olup O'na karşı
kin beslemeye başladılar. Me'mun, saltanatının yine
tehlikede olduğunu görünce, bunun önünü almak ve bir
çare bulmak için yeni bir düzen kurmaya başladı. İmam
Cevad'a (a.s) güler yüz ve sevgi gösterip daha fazla
faydalanmak için kızını İmam (a.s) ile evlendirdi ve
veliahtlığı İmam Rıza (a.s)'a tahmil ederek elde etmek
istediği istifadeleri bu yolla da elde etmeye çalıştı.
Bu maksatla hicri 204'üncü yılda, yani İmam Rıza (a.s)'ın
şahadetinden bir yıl sonra, İmam Cevad'ı (a.s)
Medine'den Bağdat'a getirtti ve kızı "Ümmü'l Fazl'ın
nikahını O'na kıydı.
Reyyan b. Şebib der ki: "Abbasiler, Me'mun'un kızını
İmam Cevad (a.s) ile evlendirme kararını öğrendikleri
zaman, hükümetin Abbasilerin elinden çıkması ve İmam
Rıza'nın (a.s) zamanındaki durumun tekrarlanmasından
korktular! Bunun için Me'mun'un yanına gidip itiraz
ettiler ve bu işten vazgeçmesi için O'na yemin verip:
"...Sen uzak ve yakın geçmişte bizimle Aleviler
arasında geçenleri ve senden önceki halifelerin onları
sürgün ve tahkir ettiklerini bilmiyor musun? Biz
bundan önce veliahtlığı Rıza'ya (a.s) bıraktığın için
endişeleniyorduk, ama Allah o müşkülü halletti. Şimdi
seni Allah'a yemin veriyoruz ki bizi tekrar üzme, bu
evlilikten vazgeç, kızını uygun gördüğün Abbasilerden
birisiyle evlendir" dediler.
Me'mun şöyle cevap verdi: "Sizlerle Aleviler arasında
geçenlerin sebebi siz idiniz, insaflı düşünecek
olursanız, onlar sizden daha çok liyakatlidirler...
Rıza'nın (a.s) veliahtlığı konusunda da pişman değilim,
ben O'ndan hilafeti kabul etmesini rica ettim ama O
kabul etmedi ve ilahî takdire vaki oldu. Ebu Cafer
Muhammed b. Ali –İmam Cevad- (a.s) hakkında ise
söylemem gerekir ki, ben onun küçük yaşına rağmen ilim
ve fazilet sahiplerinden fazilette daha üstün olduğu
kanısındayım. Bundan dolayı onu, kızımla evlenmesi
için seçtim ve bu fevkalade bir tercihtir. Bu konunun
bana aydınlandığı gibi ve doğru olan görüşün de benim
görüşüm olduğunu bilmelerini ve bütün halkın da
aydınlanmasını umarım."
Abbasiler: "Her ne kadar bu delikanlıyı sevmişsen de O
henüz çocuktur, ilmi ve bilgisi yoktur, sabret, edep
ve dini ilimler öğrensin sonra maksadını ameli kıl"
dediler.
Me'mun: "Yazıklar olsun size! Ben bu delikanlıyı
sizden daha iyi tanırım. O, öyle bir ailedendir ki,
ilimleri Allah'tandır ve öğrenmeye ihtiyaçları yoktur.
O'nun babaları ilim ve edep öğrenmekte halka muhtaç
değillerdi. Eğer söylediğim şeylerin sizin için de
aydınlanmasını istiyorsanız onu imtihan edim" dedi.
Abbasiler: "Bu iyi bir öneri, O'nu deneyeceğiz ve
sizin huzurunuzda O'ndan fıkıh hakkında mesele
soracağız, eğer doğru cevap verirse artık itiraz
etmeyeceğiz ve herkese halifenin görüşünün doğru
olduğu aydınlanacak, ama eğer cevap veremezse bizim
meselemiz de hallolacak ve halife bu evlilikten
vazgeçecek" dediler.
Me'mun: "İstediğiniz zaman onu imtihan edebilirsiniz"
dedi.
Abbasiler, dönemin kadısı Yahya b. Eksem'e müracaat
edip, İmam Cevad'a (a.s) bilmeyeceği bir mesele
sorması için ona büyük vaatlerde bulundular. Yahya da
kabul etti, sonra Me'mun'un yanına geri döndüler ve
ondan bu iş için bir gün belirlemesini istediler.
Me'mun da bir gün belirledi ve herkes o gün toplandı.
Me'mun, meclisin başında İmam Cevad (a.s) için bir yer
ayırmalarını emretti. İmam içeri girdi ve önceden
kendisi için belirlenen yerde oturdu. Yahya b. Eksem
de İmam'ın karşısında oturdu. Me'mun, İmam'ın yanında
ve diğerleri de kendi yerlerine geçip oturdular.
Yahya b. Eksem, Me'mun'a; "Ebu Cafer'den (a.s) bir
soru sormama izin verir misiniz?" dedi.
Me'mun; "Onun kendisinden izin isteyiniz" dedi.
Yahya, İmam'a dönerek; "Kurban olayım, bir soru arz
etmeme müsaade ediyor musunuz?" dedi.
İmam (a.s); "Sorabilirsin" buyurdular.
Yahya; "Kurban olayım, hac töreninde İhram'a giren bir
kişinin avı öldürmesi hakkındaki şer'i hüküm nedir?"
diye sordu.
İmam (a.s) buyurdular ki: "Bu meselenin çeşitli
kısımları ve hükümleri vardır: Harem'in içinde miydi,
dışında mı? Bu işin haram olduğunu biliyor muydu,
bilmiyor muydu? Bilerek mi öldürdü, bilmeyerek ve
yanlışlıkla mı? Köle miydi, yoksa hür mü? Çocuk muydu,
büyük mü? Bu işi ilk kez mi yapıyordu, yoksa ikinci
kez mi? Av, kuş muydu, yoksa başka bir şey miydi?
Küçük müydü, büyük mü? Avı öldüren yaptığı işten
pişman mı, yoksa tekrar yapmaya kararlı mı? Gece mi
avladı, gündüz mü? İhrama Umre için mi girmişti, hacc
için mi?"
Yahya b. Eksem, o zaman henüz dokuz yaşında olan
İmam'ın, sorunun aslını böyle açıklamasına şaşırıp
kaldı, acizlik ve yenilgi eserleri yüzünden okunuyordu,
kekelemeye başladı, öyle ki orada bulunan herkes –İmam
(a.s)'ın ilmî kudreti ve Yahya'nın yenilgisinin
farkına vardılar.
Me'mun: "Allah'ın bu nimetine ve benim görüşümün doğru
çıktığından dolayı O'na şükürler olsun." (Sonra
Abbasilere dönerek): "Acaba inkar ettiğiniz şeyi
gördünüz mü?!" dedi.
Bu
mecliste Me'mun İmam (a.s)'a, kızıyla evlenmesini
önerdi ve nikâh hutbesini de kendisinin okumasını
istedi, İmam da kabul etti ve hutbenin başında şöyle
dedi:
"Allah'a, nimetine itiraf ederek hamdediyorum, O'nun
vahdaniyetine ihlâstan dolayı lâ ilâhe illallah
söylüyorum ve O'nun selamı mahlûkların efendisi
Muhammed'e (s.a.a) ve O'nun soyundan seçilenlere olsun.
Şüphesiz Allah'ın insanlara fazl ve ihsanından biri de
onları helalle haramdan müstağni kılmasıdır. Allah
buyurmuştur ki: "İçinizden evli olmayanları,
kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları
nikâhlayıp evlendirin; eğer fakir iseler Allah, kendi
fazlından onları zengin eder. Allah geniş nimet
sahibidir, bilendir."
İmam (a.s), Hz. Fatime'nin (a.s) mehriyesi (nikâh
bedeli)ne denk olan bir mehriyeyle (yani beş yüz
dirhemle) Me'mun'un kızıyla evlenmeğe razı oldu.
Me'mun, kızından taraf nikâh akdini okudu ve İmam
Cevad (a.s)da kabul ettiler. Me'mun'un emriyle orada
bulunanlara büyük hediyeler verildi... Yemekten sonra
herkes gitti, yalnız Me'mun'un yakınlarından bir grup
kaldı. Me'mun, İmam (a.s)'dan ihram halinde avlamanın
çeşitli hallerini açıklamasını istedi, İmam da kabul
etti ve açıklamaya koyuldu...
Me'mun bu izah karşısında İmam (a.s)'ı çık övdü ve bu
defa İmam (a.s)'ın Yahya b. Eksem'den bir mesele
sormasını rica etti.
İmam (a.s), Yahya b. Eksem'e dönerek buyurdular: "Sorayım
mı?"
Yenilgiye uğrayan ve İmam'ın ilminin üstünlüğünden
korkan Yahya: "Kurbanınız olayım, isterseniz sorun;
bilirsem cevap veririm, bilmezsem sizsen faydalanır ve
öğrenirim" dedi.
İmam (a.s) Yahya'ya şöyle bir soru surdular: "Bir adam,
günün başlangıcında bir kadına bakar, bu bakış ona
haram olursa, kuşluk vaktinde o kadın, aynı adama
helal olup zeval (öğle) vaktinde yine haram olursa,
derken ikindi vakti yine helal olup akşamleyin haram
olursa, yatsı zamanı, aynı kadın yine aynı adama helal,
geceleyin haram, gün ışırken helal olursa, buna ne
dersin? Aynı kadın, aynı adama, nasıl haram ve helal
oluyor? Açıkla."
Yahya: "Vallahi bu sorunun cevabını bilmiyorum.
Lütfeder söylerseniz, faydalanırız!" dedi.
İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
"O kadın, bir kişinin cariyesidir; ona, yabancının
bakması haram'dır, kuşluk vakti onu sahibinden satın
alır, bakması helal olur. İkindi vakti nikâhlar, helal
olur. Akşam, zihar eder kadın kendisine haram olur.
Yatsı vakti kefaret verir, helal olur. Geceleyin bir
talakla boşar, haram olur. Gün ışırken rücu eder,
helal olur."
Me'mun, meclistekilere; "İçinizden bu meseleye, şu
şekilde cevap verecek yahut önceki soruyu o tarzda
cevaplandırabilecek birisi var mı?" dedi. Mecliste
bulunanlar; "Vallahi yok!" dediler.
Dikkat edilmesi gerekir ki, Me'mun zahirde dost
görünmesine rağmen onun, bu evlilikten siyasi
hedeflerden başka bir maksadı yoktu. Şu hedefleri
takip ediyordu söylenebilir:
Kızını İmam (a.s)'ın evine göndermekle, her zaman için
İmam'ı kontrol altına almak ve bütün işlerinden
haberdar olmak istiyordu. (Gerçekte Me'mun'un kızı da
söz taşıyor ve babasına ispiyonculuk vazifesini
yapıyordu. Tarih de bu hakikate şahittir).
Bu
vesileyle İmam'ı (a.s) kendi şatafatlı sarayına
bağlamak, oyun ve eğlenceye çekmek, böylece İmam'ın (a.s)
azametini lekelemek ve O'nu, halkın nazarında imamet
ve ismet makamından aşağı düşürüp alçaltmayı
düşünüyordu.
Muhammed b. Reyyan der ki: "Me'mun her ne kadar İmam
Cevad'ı (a.s) oyun ve eğlenceye sokmaya çalışıyorduysa,
muvaffak olamıyordu. Me'mun, İmam'ın (a.s) evlilik
töreni adıyla düzenlediği bir mecliste, yüz tane
cariyeyi, ellerinde mücevherlerle dolu kadehler olduğu
halde İmam (a.s) içeri girdiği ve yerine oturduğu
zaman O'nu karşılamaları için görevlendirmişti. Onlar
da aynı şekilde bu işi yaptılar, ama İmam (a.s) onlara
hiç teveccüh ve itina etmedi ve hareketiyle bu
işlerden nefret ettiğini anlattı.
Bu
meclise okuyup çalgı çalmak için bir çalgıcı
getirmişlerdi. Çalgıcı işine başladığı zaman İmam (a.s)
ona; "Allah'tan kork" diye seslendi. Çalgıcı
maneviyatın derinliklerinden ve ilahî güçten
mayalanmış İmam'ın (a.s) emrinin sertliğiyle kendisini
öyle kaybetti ki, çalgı aleti elinden düştü ve artık
hayatının sonuna kadar çalgı çalmak için ellerinden
yararlanamadı.
Bu evlilikle, kendi aleyhine olan Alevilerin itiraz ve
kıyamını engellemeye ve kendisini; Alevilerin dostu
tanıtmaya çalışıyordu.
Me'mun yine bu vesileyle halkı aldatmak istiyordu.
Nitekim bazen şöyle diyordu: "Ben, Ebu Cafer'in (a.s)
kızımdan çocuk sahibi olması ve böylece Peygamber (s.a.a)
ve Ali b. Ebi Talib'in (a.s) soyundan gelen bir
çocuğun büyük babası olmam için bu işe teşebbüs ettim!"
Ama Me'mun'un bu hilesi neticesiz kaldı. Çünkü
Me'mun'un kızı asla bebek doğurmadı. İmam Cevad'ın (a.s)
"Hadi (a.s), Musa Muberka, Hüseyin, İmran, Fatıma,
Hatice. Ümmü Gülsüm, Hâkime" ismindeki evlatlarının
hepsi asil ve güzel ahlaklı bir cariye olan "Semane-i
Mağribiye" adındaki diğer eşinden türedi.
Me'mun'un bu kadar ısrar ettiği evlilik, tamamen
siyasi hedeflere dayanıyordu. Bu evlilik rahat bir
yaşayışla iç içe olduğu halde, babaları gibi dünyaya
önem vermeyen İmam (a.s) için değerli olamazdı. Hatta
Me'mun'la yaşamak İmam (a.s) için ıstırap vericiydi.
Hüseyin Mekari der ki: "Bağdat'ta İmam'ın (a.s)huzuruna
gittim, O'nun yaşantısını görünce aklımdan; "İmam (a.s)
rahat bir yaşama kavuşmuş, artık kendi vatanı
Medine'ye dönmez" diye geçti. İmam (a.s), bir an
başını aşağı eğdikten sonra üzüntüden rengi sarardığı
halde başını kaldırdı ve buyurdu: "Ey Hüseyin! Allah
Resulü'nün Hareminde arpa ekmeği ve iri taşlı tuz
benim yanımda şimdiki gördüğün bu halden daha iyidir."
Bunun için İmam (a.s) Bağdat'ta kalmadı ve eşi
Ümmü'l-Fazl ile Medine'ye döndü ve 220 yılına kadar
öylece Medine'de kaldı.
Me'mun hicri 218'de öldü ve onun yerine kardeşi
Mu'tasım geçti, hicri 220'de Mu'tasım, İmam'ı (a.s),
yakından gözaltında tutmak için Medine'den Bağdat'a
getirtti. Önceden de değindiğimiz gibi hırsızın elinin
nereden kesilmesi gerektiğinin belirlenmesi için
kurulan bir meclis'e İmam (a.s)'ı da çağırdılar. Bu
mecliste Bağdat kadısı İbn-i Ebi Duvad ve diğerleri
mahcup oldular, ondan birkaç gün sonra İbn-i Ebi Duvad,
İmam'a olan kin ve kıskançlığından Mu'tasım'ın yanına
gidip şöyle dedi:
"Hayrınızı istediğim için size öğüt vermeyi kendime
farz biliyorum. Birkaç gün önceki olay sizin
hükümetinizin lehine değildi. Çünkü fıkıh bilginleri
ve hükümetin ileri gelenleri huzurunda Ebu Cafer'in,
yani Müslümanların yarısının onu halife ve sizi ise
onun yerini gasbeden birisi olarak bildikleri bir
kimsenin fetvasını diğerlerin fetvasına tercih ettiniz.
Bu, halk arasında yayıldı ve onun şiileri için bir koz
oldu."
İmam'a (a.s) her yönden düşmanlık besleyen Mu'tasım,
İbn-i Ebi Duvad'ın sözlerinden daha fazla tahrik oldu
ve İmam'ı (a.s) öldürmeyi kararlaştırdı. Sonunda
iğrenç kararını uygulayıp hicretin 220. yılı Zil'kade
ayının sonunda İmam'ı zehirleyerek şehit etti.
İmam Cevad'ın (a.s) pak naşını, Bağdat'taki Kureyş
Mezarlığı'nda cedleri İmam Musa b. Cafer'in (a.s)
mezarlarının yanına defnettiler. Allah'ın rahmeti O'na
ve tertemiz babalarının üzerine olsun. Bu iki İmam'ın
(a.s) mezarları şimdi "Kazimeyn" adıyla meşhurdur.
Burası eskiden beri Müslümanların ziyaretgâhı olmuştur.
İmam Cevad (a.s) Mektebinin Öğrencileri
İmamlarımız da (a.s) Peygamber Efendimiz (s.a.a) gibi
halkın eğitim ve öğretimi için çaba harcıyorlardı.
Dikkat edilmesi gerekir ki, onların işi eğitim
müesseseleriyle kıyaslanamaz. Eğitim müesseselerinin
eğitim ve öğretimi için belli bir vakitleri vardır, o
vaktin dışında tatildirler ve hizmet etmezler. Ama
masum İmamlar (a.s), her zaman halkı eğitmeye ve
kılavuzluğa hazırdılar, onların hareketleri, sözleri,
dostlukları ve hatta günlük yaşantılarının her köşesi,
onlarla temasta olanlar için dersti. Onlarla oturup
kalkan herkes istediği zaman onların ahlak ve
ilimlerinden faydalanabilirdi. Onlara istedikleri
kadar soru sorup cevap alabilirlerdi. Her
sıkıntılarında onlara uğrayıp gereken yardımı
görürlerdi.
Böyle bir medresenin, Peygamber ve İmamlar'ın (a.s)
mektebinden başka hiçbir zaman ve hiç bir yerde
olmadığı besbellidir. Böyle özelliği ve faydası olan
bir mektebin ne kadar cezp edici ve çekici olduğu
malumdur. Bunun için Emevi ve Abbasi halifeleri,
halkın bu özellikleri tanıdığında İlahî lider ve hak
İmamların (a.s) etrafına toplanacaklarını ve o zaman
kendi hükümetlerinin de tehlikeye düşeceğini
bildiklerinden dolayı ellerinden geldiğince onların,
İslam'ın hakiki liderleriyle serbestçe temasta
bulunmalarını önlemeğe çalışıyorlardı. Yalnız birkaç
yıl, İmam Bakır'ın (a.s) zamanında insanca davranan
Ömer b. Abdulaziz hükümetinin iş başında olmasından
dolayı ve İmam Sadık'ın (a.s) zamanında Emevi
hükümetinin yıkılmağa başladığı ve Abbasi hükümetinin
ise henüz güçlenmediği için, halk o iki İmam'dan (a.s)
serbestçe yararlanabildiler. Bu yüzden İmam Sadık'ın
(a.s) öğrenci ve ravilerinin sayısının dört bine
ulaştığını görmekteyiz. Ama diğer dönemlerde
İmamlardan bazılarının öğrenci ve ravilerinin sayısı
pek azdı. Örneğin İmam Cevad'ın ravi ve öğrencileri
yaklaşık yüz on kişi idi. Bunun kendisi, İmam Cevad'ın
(a.s) zamanında halkın o Hazret ile temasının ne kadar
sınırlı olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte bu
sınırlı kişilerin arasında büyük şahsiyetler vardı.
Örnek olarak onlardan bazılarına değiniyoruz:
Ali b. Mehziyar (r.a)
Ali b. Mehziyar, İmam Cevad'ın (a.s) dost ve
vekillerindendi. İmam Rıza ve İmam Hadi'nin (a.s)
ashabından da sayılıyor. Çok ibadet ettiğinden ve uzun
secdelerinden dolayı alnı sertleşmiş ve kabuk
bağlamıştı. Şafak vakti, secdeye koyulup bin mü'mine
dua etmedikçe başını secdeden kaldırmıyordu. Allah-u
Teala'dan kendisi için istediği şeyi onlar için de
istiyordu.
Ali b. Mehziyar (r.a) Ahvaz'da yaşıyordu, otuzdan
fazla kitap yazmıştır, iman ve amel derecesinde öyle
bir makama ulaşmıştır ki, İmam Cevad (a.s) onu takdir
etmek için yazdığı mektupta şöyle buyuruyor:
"Bismillahirrahmanirrahim. Ey Ali! Allah sana iyi
mükafat bağışlasın, seni cennette sakin kılsın ve iki
dünyanın rezilliğinden korusun ve ahirette bizimle
haşr eylesin. Ey Ali! Ben, seni hayırseverlik, itaat,
saygı, hizmet ve sana farz olan şeyi yapmak hususunda
imtihan ettim ve hiç kimseyi senin gibi bulmadığımı
söylersem bu konuda doğru söylediğimi umarım (yalan
söylememişim). Allah Firdevs cennetlerini senin
mükâfatın kılsın. Senin makamın yine senin, sıcak ve
soğuktaki, gece ve gündüzdeki hizmetlerin de Ben'den
saklı değil. Allah'tan, kıyamet günü bütün milletin
toplandığı zaman seni, başkalarının imreneceği özel
rahmetine mahsus kılmasını niyaz ederim. "Şüphesiz
Allah duayı işitendir."
Ahmed b. Muhammed b. Ebi Nasr-i Bezenti (r.a)
Ahmed Kufe'li olup, İmam Rıza ve İmam Cevad'ın (a.s)
ashabındandı. O iki İmam (a.s)'ın yanında özel bir
yeri vardı. Başta "el-Cami" olmak üzere birçok kitap
yazmıştır. Onun büyük bir âlim olduğunu bütün Şia
âlimleri kabul eder ve güvenilirliğine inanırlar.
Bu değerli şahıs, diğer üç kişiyle İmam Rıza'nın (a.s)
huzuruna giden ve İmam'ın da ona özel bir saygı ve
sevgi gösterdiği kimsedir.
Zekeriyya b. Adem (r.a)
Zekeriyya, Kum ahalisindendi, şimdi de mezarı Kum
şehrinde Şeyhan mezarlığında belli ve meşhurdur. İmam
Rıza ve İmam Cevad (a.s)'ın çok yakın yaranlarından
sayılıyordu. İmam Cevad'ın (a.s) huzuruna gittiğinde,
İmam (a.s) gecenin evvelinden sabaha kadar yalnız bir
yerde onunla sohbet etmiştir. Ve yine; "Benim yolum
uzak, her zaman huzurunuza gelemiyorum, maarif ve
dinimin hükümlerini kimden öğreneyim?" diye soran bir
kişiye, İmam (a.s): "Din ve dünya işlerinde güvenilir
biri olan Zekeriyya b. Adem'den öğren" buyurdular.
Muhammed b. İsmail b. Bezî' (r.a)
Muhammed b. İsmail, İmam Kazım, İmam Rıza ve İmam
Cevad'ın (a.s) ashabından ve Şiaların yanında
güvenilir kimselerden sayılırdı. Salih, dürüst ve
ibadet ehli biriydi. Bir takım kitaplar da yazmıştır.
Aynı zamanda Abbasilerin sarayında da çalışıyordu. Bu
konuda İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teala'nın, zalimlerin sarayında bazı kulları
vardır ki, onların vasıtasıyla kendi delilini aşikâr
eder, dostlarını, zalimlerin zulmünden korumak ve
Müslümanların işlerini ıslah etmek için onlara
şehirlerde kudret verir. Onlar, hadise ve tehlikelerde
iman ehli'nin sığınakları olurlar ve bizim
şialarımızdan zorluğa düşen ve muhtaç olanlar, onlara
koşar, onlardan zorluk ve ihtiyaçlarının
giderilmesinin isterler. Böyle kişiler vasıtasıyla
Allah-u Teala mü'minlere zalimlerin korkusundan güven
bağışlar. Onlar hakiki mü'minler ve Allah-u Teala'nın
yeryüzündeki emin kullarıdırlar. Mahşer onların
nuruyla nurludur. Vallahi, cennet onlar için ve onlar
da cennet için yaratılmışlardır; mübarekleri olsun."
İmam (a.s) sonra bunu da sözlerine eklediler:
"Sizlerden her kim isterse bu makamlara nail
olabilir."
Muhammed b. İsmail; "Kurban olayım, nasıl bu makamlara
erişebilir?" dediğinde, İmam(a.s): "Zalimlerle görünüp
şiaları mesrur etmekle" buyurdular.
İmam
(a.s), bunları söyledikten sonra, Abbasî sarayının
vezirlerinden olan Muhammed b. İsmail'e; "Ey Muhammed,
sen de onlardan ol." buyurdular.
Hüseyin b. Halid nakleder: "Bir grupla İmam Rıza'nın
(a.s) huzurundaydık. Muhammed b. İsmail b. Bezî'
hakkında söz açıldı. İmam (a.s): "Aranızda onun gibi
birisinin olmasını isterim" buyurdular.
Muhammed b. Ahmed b. Yahya der ki:
"Muhammed b. Ali b. Bilal ile Muhammed b. İsmail b.
Bezi'nin mezarını ziyarete gittik. Muhammed b. Ali
mezarın baş tarafında kıbleye doğru oturdu ve dedi ki:
"Bu mezarın sahibi, bana İmam Cevad (a.s)'dan şöyle
bir hadis nakletti: "Kim mü'min bir kardeşinin
mezarını ziyaret eder ve onun mezarının yanında
kıbleye doğru oturup ellerini mezarın üstüne bırakarak
yedi defa "İnna enzelnahu fi leylet'il-kadr" suresini
okursa, kıyametin büyük korku ve vahşetinden güvende
kalır."
Muhammed b. İsmail b. Bezi' der ki: "İmam Cevad'dan
(a.s), gömleklerinden birini, kendime kefen yapmak
için bana göndermesini rica ettim, İmam (a.s) bana bir
gömlek gönderdi ve düğmelerini sökmemi emretti."