KISACA
HZ. FATIMA (A.S)’IN
HAYATI, FAZİLETİ VE SİRESİ
Doğum Tarihi
Hz.
Fatıma (a.s)’ın doğum tarihi hakkında İslam alimleri
arasında birçok ihtilaflar vardır. Fakat Şia alimleri
arasında, Hz. Fatıma (a.s)’ın, bi’setin beşinci yılı
Cemadi’us- Sani’nin yirmisinde Cuma günü doğduğu
meşhurdur.
Kevser Oluşu
Allah-u Teala, Hz. Peygamber (s.a.a)’e; “Sana bol
hayırlar vereceğiz” buyurarak O’nu müjdeledi.
Düşmanlara cevap olarak da “Kevser” suresini
göndererek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana
Kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve
kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana
kin duyandır.”
[1]
Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın vaadinin kesin
olduğuna ve bütün hayırların kaynağı olacak tertemiz
ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine
kesin olarak inanıyordu. Allah’ın vaadi Hz. Fatıma’nın
dünyaya gelmesiyle gerçekleşti ve dünyanın ufukları
onun veladet nuruyla aydınlığa kavuştu. Allah-u Teala,
kadının değerini bütün aleme göstermek istediğinden
dolayı Peygamber (s.a.a)’in tertemiz neslini, O
Hazretin kızının vücudunda karar kıldı ve İslam
dininin imam ve önderlerinin Hz. Fatıma’nın soyundan
vücuda gelmesini takdir etti.
Küçük Yaşta Babasının Yardımına Koşması
Bir
gün müşriklerden biri, Resulullah (s.a.a)’i sokakta
görünce, Hazretin başına bir miktar çer-çöp ve pislik
attı. Resulullah (s.a.a) bir şey söylemedi ve haliyle
eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini
görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının
başını ve yüzünü yıkadı. Resulullah (s.a.a) şöyle
buyurdu: “Kızım ağlama, mutmain ol ki, Allah (c.c)
babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip
kılacaktır.”
[2]
Bir gün Hz. Fatıma (a.s), müşriklerin Mescid’ul-
Haram’da oturup babasının katli için komplo
düzenlediklerini gördü ve ağlar bir gözle eve dönüp
müşriklerin aldığı kararı babasına haber verdi.[3]
Bir
gün Hz. Peygamber (s.a.a), Mescid’ul- Haram’da namazla
meşgul iken müşriklerden bir grup kimseler, Hazreti
alay edip incitmek istiyorlardı. Onlardan biri yeni
kesilmiş bir devenin rahmini götürüp kan ve pisliği
ile birlikte, Resulullah secde halinde iken O’nun
sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya
şahit olan Fatıma (a.s) bu durumdan çok rahatsız olup
ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin
rahmini kaldırıp uzak bir yere attı. Resulullah (s.a.a)
secdeden kalkıp namazını bitirdikten sonra o insanlara
beddua etti.[4]
Fatıma (a.s) bu küçük yaşlarında bu çeşit hadiseleri
görüp babasının yardımına koşuyor ve babası için adeta
annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a)
ona, “Ümm-ü Ebîha” (babasının annesi) lakabını
vermiştir. Rivayetlerde nakledildiğine göre;
“Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın yüzünü öpmedikçe
uyumuyordu.”
[5]
Ev İşlerine Bakması
İslam’ın en büyük şahsiyetinin yegane kızı Hz. Fatıma
(a.s) iş yapmaktan utanmıyordu, eve bakmanın ağır
sorumluluğundan kaçmıyordu. Ev işlerinde o kadar
zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) kendisine acıyor ve
hizmetlerini takdir ediyordu.
Hz. Ali (a.s) bir gün ashaptan birine şöyle buyurdu:
“Kendim ile Fatıma’nın durumunu sana anlatmamı istiyor
musun? Fatıma o kadar evime su getirdi ki, bedeninde
kırba iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday
öğüttü ki, elleri nasır bağladı; o kadar evde temizlik
yaptı, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardı; o kadar
kazanın altında ateş yaktı ki, elbiseleri kararmaya
başladı. Bu yüzden Fatıma’ya; “Peygamber’in huzuruna
gidip hadiseyi beyan edecek olursan ev işlerinde sana
yardımda bulunacak bir hizmetçi verir” dedim.
Bunun üzerine Fatıma Resulullah’ın huzuruna gitti;
Hazretin bir grup sahabeyle sohbet ettiğini görünce
ihtiyacını izhar etmekten utanıp bir şey söylemeksizin
geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın bir hacetten
dolayı geldiğini anlamıştı. İşte bundan dolayı o günün
sabahı evimize teşrif buyurdular, selam verdiler, biz
de cevap verdik. Eve girip yanımızda oturarak şöyle
buyurdular:
“Fatımacığım, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?”
Fatıma hacetini arz etmekten utandı. Bu sırada ben
şöyle dedim: “Ya Resulellah! Fatıma eve o kadar su
taşımış ki, kırbanın başı göğsünde iz bırakmış, o
kadar el değirmeni çevirmiş ki, elleri nasır bağlamış...
Bu durumu görünce ona; “Eğer babanın yanına gidip bir
hizmetçi istemiş olursan seni bu durumdan kurtarır”
dedim.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Fatımacığım,
hizmetçiden daha hayırlı bir ameli sana öğreteyim mi?
Her gün otuz üç defa “Subhanellah”, otuz üç defa
“El-hamd’u lillah” ve otuz dört defa da “Allah-u Ekber”[6]
zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla değildir;
fakat bunun amel defterinde bin sevabı vardır.
Fatımacığım, eğer bunu her gün sabahleyin söylersen,
Allah Teala dünya ve ahiret işlerinde sana kifayet
eder (yeter)”
Fatıma (a.s), babasının cevabında üç defa şöyle dedi:
“Allah ve Resulünden razı oldum.”
[7]
Evet,
Hz. Fatıma (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a) gibi saygın ve
büyük şahsiyete sahip bir babası ve Arap
kahramanlarının burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir
kahramanın eşi olmasına rağmen evde bir hizmetçi gibi
çalışmaktan arlanmıyordu. Hz. Fatıma (a.s) da en iyi
bir şekilde geçinebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden
bunu beklemek yanlıştır. Çünkü onlar Allah’ın rızasını
hiçbir şeyle değişmez ve çalışmayı ibadet bilirlerdi.
Kocasına Hizmeti
Hz.
Fatıma (a.s) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması[8]
olduğunu ve evin, erkeğin dinlenme ve huzur yeri
olduğunu çok iyi biliyordu. Bundan dolayı Hz. Ali (a.s),
savaş alanından yorgun argın eve döndüğünde onu
karşılayıp yaralarını pansuman ediyor ve savaşla
ilgili haberleri ondan öğreniyordu. Kocasını daima
teşvik ve tahsin ediyordu, onun cesaret ve
fedakarlığını övüyordu. Bu vesileyle kalbini hoşnut
ediyor, yorgun ve yaralı olan bedenini rahatlatıyordu.
Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve
üzüntülerim yok oluyordu.”
[9]
Hz. Fatıma (a.s) kesinlikle Hz. Ali (a.s)’ın müsaadesi
olmaksızın evden dışarı çıkmıyor ve hiçbir zaman onu
öfkelendirmiyordu. Çünkü İslam’ın şöyle buyurduğunu
biliyordu: “Allah Teala, kocasını öfkelendiren her
kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı
etmedikçe kabul etmez.”[10]
Hz. Fatıma (a.s) hayatı boyunca, kesinlikle yalan
söylemez, hıyanet etmez ve hiçbir zaman Hz. Ali’nin
emrinden çıkmazdı. Yine Hz. Ali (a.s) şöyle
buyurmuştur: “And olsun Allah’a ki ben, kesinlikle
Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma da
hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.”
[11]
İşte Hz. Ali (a.s), evin dahili durumundan tamamıyla
rahat ve huzurlu olduğundan dolayı onca muvaffakiyet
ve fetihler elde etmiştir.
Çocuk Eğitmesi
Hz.
Fatıma (a.s)’ın çok önemli ve ağır vazifelerinden biri
de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz.
Fatıma (a.s) beş çocuk sahibi olmuştur, onların
isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü
Gülüsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, henüz
dünyaya gelmeden anne karnında öldürülmüştür.
Hz. Fatıma (a.s)’ın kendisi vahiy evinde eğitilmişti,
İslamî terbiye ve eğitimden habersiz ve gafil birisi
değildi. Anne sütü ve annenin çocuğunu öpmesinden tut,
bütün hareket, amel ve sözlerine kadar hepsinin
çocuğun hassas ruhunda eser bıraktığının bilincinde
idi. Hz. Fatıma çocuklarıyla oynarken de onlara şecaat,
hakkı savunmak ve Allah’a perestiş etme dersi
veriyordu. Örneğin İmam Hasan’la oynarken şöyle
buyuruyordu:
Babama benze ya Hasan
Hakkın boynundan yuları çıkar
İhsan sahibi Allah’a ibadet et
Kinli ve öfkeli kimseyi sevme[12]
İşte
bu eğitimler neticesinde, dini savunmak, zalimlere
karşı mücadele vermek yolunda can ve mallarından
geçerek zulüm saraylarını sarsan evlatlar yetiştirdi.
Hz. Fatıma, İmam Hasan gibi İslam’ın hassas durumunda,
İslam’ın menfaatlerini korumak, esasi bir inkılaba
zemin hazırlamak için canını dişine takıp susabilecek
ve İmam Hüseyin gibi Kerbela vakıasında can, evlat ve
malından geçerek İslam’ı diriltebilecek, Zeynep ve
Ümmü Gülüsüm gibi ateşli hutbe ve konuşmalar yaparak
Beni Ümeyye’nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil
edecek evlatlar terbiye etti.
Faziletleri
Hz.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın
kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı
Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”
[13]
Yine Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Fatıma, cennet kadınlarının en üstünlerindendir.”
[14]
Resulullah (s.a.a), Fatıma (a.s)’a şöyle buyurdular:
“Allah Teala senin gazabınla gazap eder, senin
hoşnutluğunla da hoşnut olur.”
[15]
İmam Sadık (a.s) da buyurmuştur ki:
“Fatıma (a.s), Allah katında dokuz isimle çağrılır:
“Fatıma, Siddika, Mübareke, Tahire, Zekiyye, Raziye,
Merziyye, Muhaddese, Zehra.” Fatıma denilmesinin
sebebi, şer ve kötülüklerden masum ve mahfuz olduğu
içindir. Eğer Ali (a.s) olmasaydı, Fatıma için layık
bir eş bulunmazdı.”
[16]
Yine Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Fatıma bedenimin bir parçasıdır; ona eziyet bana
eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur.”
[17]
İbn-i Abbas şöyle diyor: Bir gün Ali, Fatıma, Hasan ve
Hüseyin (aleyhim’is- selam) Peygamber (s.a.a)’in
yanındayken Hazret şöyle buyurdular:
“Allah’ım, biliyorsun ki bunlar benim Ehl-i Beytim ve
(nezdimde) insanların en değerlilerdirler. Onların
dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman ol; onlara
yardım edene yardım et; onları bütün kötülüklerden
münezzeh kıl; onları bütün günahlardan koru ve Ruh’ul-
Kudüs vasıtasıyla onları teyit et.”
Daha
sonra buyurdular ki:
“Ya Ali! Sen ümmetin İmamı ve benim vasimsin.
Müminleri cennete doğru hidayet edeceksin. Kızım
Fatıma’nın kıyamet günü nurdan olan bir bineğe
bindiğini, sağ tarafında yetmiş bin melek, sol
tarafında yetmiş bin melek ve arkasında yetmiş bin
melek olduğu halde hareket ettiğini ve ümmetimin mümin
kadınlarını cennete götürdüğünü görür gibiyim. Beş
vakit namazlarını kılan, Ramazan ayında oruç tutan,
Allah’ın evini ziyaret eden, malının zekatını veren,
kocasına itaat eden ve Ali’yi seven her kadın,
Fatıma’nın şefaati vasıtasıyla cennete girecektir.
Fatıma dünya kadınlarının en üstünüdür.”
Ya
Resulellah! Fatıma sadece kendi asrının mı en
üstünüdür? dediklerinde Hazret şöyle buyurdular:
“Kendi asrının üstünü olan Meryem’dir. Kızım Fatıma,
geçmiş ve gelecekteki bütün kadınların en üstünüdür...”
[18]
Mübahele Olayına Katılması
Hz.
Fatıma (a.s) mübahele olayında hazır bulunan beş
kişiden biridir. Hicretin onuncu yılında Necran
Hıristiyanlarından bir grup kimseler, tartışma ve
tahkik yapma kastıyla Resulullah (s.a.a)’in huzuruna
vardılar. Hz. İsa’nın yaratılış niteliği gibi çeşitli
meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara
Âl-i İmran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçını
tilavet etti. Konuşma inada vardı, bu esnada şu ayet
nazil oldu:
“Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında
seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki; gelin,
oğullarımızı ve oğullarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın
lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.”[19]
Resulullah (s.a.a) Allah Teala’nın emri gereğince,
Necran Hıristiyanlarını mübaheleye (karşılıklı beddua
etmeye ) davet etti, fakat onlar bu işin yarına
ertelenmesini önerdiler.
Ertesi gün Necran Hıristiyanları vaat edilen yere
geldiler. Bu sırada Hz. Peygamber’in, bir genç, bir
kadın ve iki çocukla birlikte vaat edilen yere doğru
geldiğini gördüler... Nihayet İlahî azabın korkusundan
dolayı mübaheleden vazgeçip Resulullah’ın huzuruna
giderek müsalaha (sulh ve anlaşma) yapmalarını rica
ettiler, bu ricaları Resulullah’ın tarafından kabul
edildi...[20]
Mübahele olayı meşhur bir olaydır. Mezkur ayetler de
bu olay hakkında nazil olmuştur. Resulullah (s.a.a)’in
Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimseyi
mübahele için götürmediği hususunda Şia ve Ehl-i
Sünnet alimleri görüş ittifakı içerisindeler. İşte bu
mesele Hz. Fatıma, eşi Hz. Ali ve evlatları Hasan ve
Hüseyin için büyük bir fazilettir.
İman ve İbadeti
Resulullah (s.a.a), Fatıma (a.s) hakkında şöyle
buyuruyordu:
“Allah-u Teala, kızım Fatıma’nın kalp ve azalarını,
imanla öyle doldurmuştur ki, Allah’ın itaati için
kendisini bütün meşguliyetlerden uzak tutmaktadır.”
[21]
İmam
Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dünyada annem Fatıma’dan daha abide bir kimse yoktu.
Allah’a ibadet etmede o kadar ayak üstü dururdu ki,
ayakları şişerdi.”
[22]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
“Kızım Fatıma alemdeki kadınların en üstünüdür,
bedenimin bir parçasıdır, gözümüz nurudur, kalbimin
meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir
huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığında yıldızlar
yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun nuru da gökteki
meleklere nur saçmaktadır. Allah (c.c) meleklerine
şöyle buyuruyor: “Ey meleklerim, cariyelerimin en
üstünü olan cariyem Fatıma’ya bakın, (bakın görün)
nasıl karşımda namaz için ayağa kalkmıştır, benim
korkumdan bedeninin azaları titriyor, kalbiyle bana
ibadete yönelmiştir. Ey melekler şahit olun ki ben,
Fatıma’nın şiilerini cehennem ateşinden amanda kıldım.”
[23]
Bağış ve Cömertliği
Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor:
Bir gün ikindi namazını Hz. Peygamber’le birlikte
kıldık. Aniden eski bir elbise giymiş olan yaşlı ve
güçsüz bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna geldi.
Resulullah (s.a.a) ona dönüp halini sordu. Cevaben
şöyle dedi: “Ya Resulellah, acım beni doyur, çıplağım
bana bir elbise ver, fakirim bana bir şey bağışla.”
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Benim şimdi sana
verecek bir şeyim yoktur. Ama bir hayra kılavuzluk
yapan, o işi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin
evine git ki, Allah ve Resulünü sevir, Allah ve Resulü
de onu sevir ve Allah’ı kendisine tercih edir. Git
kızım Fatıma’nın evine, umarım sana yardımda bulunur.”
Resulullah (s.a.a) daha sonra Bilal’a şöyle buyurdu:
“Ya Bilal! Kalk bu güçsüz kişiye Fatıma’nın evini
göster.”
A’rabi kişi Bilal’la birlikte Hz. Fatıma’nın evine
gittiler, eve vardıklarında ihtiyar adam yüksek sesle
şöyle dedi: “Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil
olduğu merkez, selamun aleykum” Hz. Fatıma (a.s)
cevaben: “Aleyk’es selam, sen kimsin?” diye
buyurdu. Fakir adam şöyle dedi: “Ben fakir birisiyim,
babanın huzuruna gittim beni size gönderdi. Ey
Peygamber’in kızı, açım beni doyurun, çıplağım beni
örtün (bana bir giysi verin), fakirim bana bir şey
bağışlayın.”
Hz. Fatıma (a.s) evinde yiyecek bir şey olmadığından,
Hasan ve Hüseyin’in üzerinde yattıkları bir koyun
postunu o fakir adama verdi, fakir adam şöyle dedi:
“Ey Muhammed’in kızı, ben açlıktan sana şikayet ettim,
sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç olduğum
halde onu ne yapacağım!”
Hz. Fatıma (a.s) bunu duyunca, amcası kızının ona
hediye etmiş olduğu gerdanlığı o adama bağışlayarak
şöyle buyurdu: “Al bunu sat ve kendi ihtiyacını
karşıla, umulur ki Allah ondan daha hayırlısını sana
verir.”
Fakir adam onu alıp Hz. Peygamber’in huzuruna gitti ve
macerayı O’na anlattı. Peygamber (s.a.a) duygulanıp
ağladı ve şöyle buyurdu: “Gerdanlığı sat, umulur ki
Allah Teala kızımın bağışı bereketiyle sana bir
genişlik verir.”
Bu gerdanlık çok bereketli oldu. Onunla bir köle
özgürlüğe kavuştu, bir aç doydu, bir fakir müstağni
oldu ve tekrar sahibine geri döndü.[24]
Hikayesi çok uzun olduğundan dolayı biz onun özetini
naklettik.
Kadir Gecesine Önem Vermesi
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Fatıma (a.s) kadir gecesinde ev halkından hiç
kimsenin yatmasına müsaade etmezdi; az yemek vermekle
onların yatmamasını sağlıyor, kendisi de bu gecenin
ihyası için hazırlanıyordu ve buyuruyordu ki: “Mahrum,
bu gecenin bereketlerinden mahrum kalan kimsedir.”[25]
Duanınİcsticabet
Vaktini Gözetmesi
Hz. Fatıma (a.s) buyurmuştur ki:
“Ben, Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu duydum:
“Cuma günü öyle bir saat vardır ki, kim onu gözetler
de o anda Allah’tan hayır dilerse, Allah-u Teala
istediği şeyi ona bağışlar... O vakit, güneşin
yarısının battığı andır.”
Hz. Fatıma (a.s) hizmetçisine şöyle buyuruyordu:
“Git tepenin üzerine çık, güneşin yarısının battığını
gördüğünde dua etmem için bana haber ver.”[26]
Topraktan Olan
Tesbihi
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Resulullah (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s)’ın tesbihi,
tekbirler (34) sayısınca düğümlenen bir yün ipinden
ibaretti. Hz. Fatıma (a.s), Hz. Hamza şehit oluncaya
dek bu ipi elinde döndürerek tekbir ve tesbih diyordu.
Hz. Hamza şehit olduktan sonra onun kabrinin
toprağından bir tesbih yaptı. Artık ondan sonra tespih
yapmak halk arasında yaygınlaştı.”[27]
Doğruluk ve Sadakati
Aişe
diyor ki:
“Fatıma’dan -babası hariç- daha doğru konuşan ve daha
sadakatli olan bir kimse görmedim.”[28]
Resulullah (s.a.a)’e Benzerliği
Aişe
diyor ki:
“Vakar, hal-hareket, davranış ve oturup kalkma
açısından Fatıma kadar Resulullah’a daha çok benzeyen
bir kimse görmedim.”[29]
Meleklerin O’nunla Konuşması
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Hz. Fatıma (a.s)’ın “Muhaddese” lakabıyla
adlanmasının sebebi şudur ki, meleklerin gökten inip
İmran kızı Meryem’i çağırdıkları gibi onu çağırarak
şöyle derlerdi:
“Ey Fatıma! Allah Teala seni seçmiş, seni arındırmış
ve seni bütün kadınlardan üstün kılmıştır. Ya Fatıma!
Rabbine ibadet ve itaat et; O’na secde et ve rüku
edenlerle beraber rüku et.”
O, meleklerle konuşuyor ve melekler de onunla
konuşuyorlardı.”[30]
Çok Ağlayanlardan Biri Olması
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Çok ağlayanlar beş kişidir: Adem, Yakub, Yusuf,
Fatıma ve İmam Zeyn’ul-Abidin (aleyhim’us- selam)...
Hz. Fatıma’ya gelince; o, Resulullah (s.a.a)’in
ölümünden dolayı O’na o kadar ağladı ki, Medine halkı
onun ağlamasından rahatsız olarak: “Çok ağlamanla bizi
rahatsız ediyorsun” demeye başladılar. Fatıma (a.s)
onların bu sözlerinden dolayı Uhud şehitlerinin
mezarlarına doğru gidip orada istediği kadar ağlayıp
sonra evine dönüyordu.”[31]
Masumiyeti
Şia
alimleri, peygamberleri ve on iki İmam’ı masum bildiği
gibi Hz. Fatıma’yı da her çeşit günah ve isyandan
masum bilmektedir. Bunun ispatı için bir kaç delille
istidlalde bulunmuşlardır. Onlardan biri şu ayettir:
“Ancak Allah, her çeşit çirkinlik ve pisliği siz Ehl-i
Beyt’ten gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.”
[32]
Şia
ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda
hadisler, mezkur ayetin hz. Peygamber, hz. Ali, hz.
Fatıma, hz. Hasan ve hz. Hüseyin hakkında nazil
olduğunu ifade etmekteler.
Ömer bin Ebu Seleme şöyle diyor: Mezkur ayet, Ümmü
Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a)
Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi yanına çağırarak
elbisesini onların üzerine atıp şöyle buyurdu:
“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir, her çeşit
pislik ve çirkinliği onlardan gider ve onları tertemiz
kıl.”
Ümmü Seleme: “Ya Resulellah, ben de onlardan mıyım?”
dediğinde Resulullah (s.a.a); “Sen de hayır
üzeresin” buyurdular.[33]
Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt’i tanıtması ve mevzuu
tespit etmesi için altı ay, bir rivayete göre
yedi ay, diğer bir rivayete göre de sekiz ay
boyunca sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde
Fatıma (a.s)’ın evinin önüne gelerek, her türlü su-i
istifadenin ve sonradan ben de Ehl-i Beyt’tenim diye
iddia edebilecek herkesin önünü alması için mezkur
ayeti okuyordu.[34]
Siyasi Mücadelesi
Hz.
Ali ve Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in tekfin ve
tedfin işlerini bitirdikten sonra, olup bitmiş bir
işle karşılaştılar. Ebu Bekir hilafete tayin edilmiş
ve Müslümanlardan bir grup da ona biat etmişti.
Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın bu durum karşısındaki
yaptıkları ilk iş çağrıydı. Şöyle ki Hasan ve
Hüseyin’in elinden tutarak Medine’nin ileri gelen
kişilerinin evlerine gidip onları yardıma çağırdılar,
Peygamber (s.a.a)’in tavsiyelerini onlara anlattılar.[35]
Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyuruyordu: “Ey insanlar!
Acaba babam Hz. Ali’yi hilafete tayin etmedi mi? Onun
fedakarlıklarını unuttunuz mu? Babam; “Aranızda iki
emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe asla
sapmazsınız; biri Allah’ın kitabı, diğeri ise Ehl-i
Beyt’imdir” diye buyurmadı mı? Bizi yalnız bırakmanız,
yardımınızı bizden esirgemeniz sizlere yakışır mı hiç?!”
Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s) bundan netice
almayınca menfi mücadeleyi başlatmaya karar verdiler.
Bir kaç gün böyle geçti. Bir gün Ömer, Ebu Bekir’e;
“Ali ve yakınlarının dışında herkes sana biat etti,
onlar biat etmezlerse, senin hükümetin sağlam bir
temele oturmuş sayılmaz. Ali’yi çağır, onu biat etmeye
zorla” dedi. Ebu Bekir, Ömer’in sözünü beğendi; bunun
üzerine Konfoz’a şöyle dedi: “Git Ali’ye de ki;
Resulullah’ın halifesi! biat etmen için mescide
gelmeni istiyor!”
Konfoz, bir kaç defa Hz. Ali (a.s)’ın yanına gittiyse
de Hz. Ali (a.s) Ebu Bekir’in yanına gitmekten imtina
etti. Ömer çok sinirlendi, Halid bin Velid, Konfoz ve
diğerlerini yanına alarak Hz. Fatıma’nın evine doğru
gitti. Kapıyı çaldı ve; “Ya Ali! Kapıyı aç” diye
bağırdı.
Hz. Fatıma (a.s) çok rahatsız olduğu halde kapının
arkasına gelerek; “Ey Ömer! Bizimle işin olmasın.
Bırak kendi işimizle uğraşalım” dedi.
Ömer; “Kapıyı aç! Yoksa evi yakarım!!” dedi.[36]
Fatıma (a.s); “Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun?
İzinsiz olarak evime mi girmek istiyorsun?!” dedi.
Hz. Fatıma (a.s) her ne ettiyse Ömer’i kararından
caydıramadı. Bilakis, Ömer, kapıyı açmadıklarını
görünce; “Odun getirin de kapıyı yakayım!” dedi.[37]
Nihayet kapı açıldı, Ömer içeri girmek istedi. Hz.
Fatıma (a.s) tehlikenin yakın olduğunu görünce erkekçe
Ömer’in karşısında durdu. Halk gaflet uykusundan
uyanır ve Ali’yi savunurlar diye ağlayıp feryat etmeye
başladı.
Hz. Fatıma’nın ağlayıp yardım talebinde bulunması, o
taş yürekli insanlara hiç tesir etmedi. Hatta kınında
olan kılıçla kaburgasına bile vurdular ve kamçıyla da
kolunu morarttılar![38]
Sonuçta Hz. Ali’yi tutup mescide götürmek istediler.
Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’nin tehlikede olduğunu
görünce ileri atılarak sıkıca Ali’nin elbisesine
yapıştı ve “Kocamı götüremezsiniz” diye
bağırdı. Konfoz, Hz. Fatıma’nın, Ali’nin elbisesini
bırakmayacağını görünce kamçıyla onun nazenin koluna o
kadar vurdu ki, pazısı feci bir şekilde şişti!
Fatıma (a.s), halkın izdihamı neticesinde kapı ile
duvar arasında öyle bir sıkıştı ki, kaburga kemikleri
kırıldı ve rahminde olan çocuk da sıkt oldu![39]
Kendine geldiğinde baktı ki, Ali’yi mescide doğru
götürmüşler. Durmak câiz değildi, Ali’nin canı
tehlikedeydi, onu savunması gerekirdi. Tüm
yorgunluğuna rağmen kaburgası kırılmış olduğu halde
evden dışarı çıktı ve Beni Haşim kadınlarından bir
grupla birlikte mescide gitti. Ali’yi tuttuklarını
görünce halka yüz çevirerek; “Amcam oğlunu serbest
bırakın, yoksa Allah’a and olsun ki, saçlarımı dağıtır,
Peygamber’in gömleğini başımın üzerine atar, sizi
Allah’a şikayet ederim!” diye seslendi.
Sonra yüzünü Ebu Bekir’e çevirerek şöyle dedi:
“Kocamı öldürüp çocuklarımı yetim bırakmak mı
istiyorsun? Onu bırakmazsan saçlarımı dağıtır ve
babamın kabrinin üstünde Allah’ı imdada çağırırım!”
Bu sözü söyledikten sonra Hasan ve Hüseyin’nin
ellerinden tutarak Resulullah (s.a.a)’in kabrine doğru
hareket etti... Nihayet Hz. Ali (a.s) durumun çok
tehlikeli olduğunu görünce, Selman’a, gidip Fatıma’yı
bu işten vazgeçirmesini söyledi... Fatıma (a.s) Hz.
Ali’nin emrini duyunca; “O Emrettiği için itaat
ediyorum ve sabredeceğim” dedi.[40]
Geceleyin Defnedilmesi
Hz.
Fatıma (a.s), mücadelesinin kıyamete kadar sürmesi
için Hz. Ali’ye şöyle vasiyet etti: “Beni geceleyin
kefenle ve gizli olarak toprağa ver. Kaburga
kemiklerimi kıran, çocuğumun düşmesine sebep olan ve
malıma el koyan kimselerin cenazemin başında
durmalarını istemem; kabrim de bilinmesin!”
Hz. Ali de Fatıma (a.s)’ın vasiyeti üzerine onu
geceleyin defnedip kabrini yerle bir etti. Kabri
tanınmamasın diye de kırk tane sembolik kabir yaptı![41]
Vefat Tarihi
Hz.
Fatıma (a.s) babasından sonra bir kaç aydan fazla
yaşamadı. Bu konuda görüş ihtilafı vardır. Hz. Fatıma
(a.s) babasından sonra Kuleyni’nin naklettiğine göre
75 gün, İbn-i Şehraşub’un nakline göre 72
gün, Ebu’l Ferec’in nakline göre 3 ay, Allame
Meclisi’nin rivayetlerine göre 40 gün veya 6
ay, İbn-i Cevzi’nin nakline göre 70 gün ve İmam
Bakır (a.s)’dan naklolan bir rivayete göre de 95
gün yaşamıştır. Ama hicretin 11. yılında vefat etmiş
olduğunda şüphe yoktur.
Hz. Fatıma’nın kaç yaşındayken vefat ettiğinde de
ihtilaf vardır. 18, 28, 30 ve
35 yaşları olmak üzere beş görüş vardır.
Kabrinin nerede olduğuna gelince; o da ihtilaflıdır.
Bazıları, Resulullah (s.a.a)’in ravza-i mutahharasında
metfun olduğunu söylemişlerdir. Meclisi, İbn-i
Babeveyh’den şöyle nakletmiştir: “Bana göre sahih olan,
Fatıma (a.s)’ın kendi evinde defnedildiğidir. Beni
Ümeyye, Mescid-i Nebevi’yi genişlettikten sonra Fatıma
(a.s)’ın kabri mescidin içerisinde kaldı.”
Keşf’ul- Ğumme’nin müellifi de şöyle yazıyor: “Fatıma
(a.s)’ın Bakî’de defnedildiği meşhurdur.” İbn-i Cevzi
ise şöyle yazıyor: “Bazılarına göre Hz. Fatıma (a.s)
Akil’in evinin yanında defnedilmiştir...”