Bismillahirrahmanirrahim
KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT
Fahrettin ALTAN
Müslümanlar, çeşitli mezheplere mensup olmalarına
rağmen Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’ini sever
ve bu sevginin imanın bir parçası olduğuna inanırlar.
Bizce bu sevginin sebebini Kur’an’da ve Resulullah’ın
sünnetinde aramak gerekir. Çünkü yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de, onlardan her türlü pisliği uzaklaştırmayı ve
onları tertemiz kılmayı irade ettiğini açıklamış ve
Resulüne, peygamberliğinin ücreti olarak
Müslümanlardan Ehl-i Beyt’ini sev-melerini istemesini
emretmiştir. Dolayısıyla Müslümanların Ehl-i Beyt’e
karşı özel bir sevgi beslemelerinden daha doğal bir
şey olamaz. Ancak bizce bu sevgi sırf dilde ve kalpte
kalmamalıdır. Bu sevginin belirtileri Müslümanların
amellerinde görülmelidir. Eğer bir Müslüman Ehl-i
Beyt’i sevdiğini söylüyorsa, onların Kur’an ve
sünnetteki özgün yerlerinden habersiz olmamalıdır.
Onların Allah katındaki makamlarını bilmelidir.
Onların dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman
olmalıdır. Kur’an ve sünnette onlara tanınan
ayrıcalığın hikmeti üzerinde düşünmeli ve bunun
sırrına vâkıf olmalıdır.
Biz bu kısa önsözde Ehl-i Beyt’in Allah ve Resulü
indindeki makamlarını daha iyi tanıyabilmek için
Kur’an ve sünnette Ehl-i Beyt’le ilgili ayet ve
hadislerden bazı örnekler aktarıp kısa bir açıklama
yapmayı uygun gördük. Umarız, değerli okuyucular bu
kitapta aktarılan hadislerin nasıl berrak ve zülal bir
kaynaktan geldiğini bilip onları daha bir dikkatle
okur ve amellerine yansıtırlar.
Önce
Kur’an’da Ehl-i Beyt’le ilgili bazı ayetlere bir göz
atalım.
KUR’AN’DA EHL-İ BEYT
1- Tathir Ayeti
Ehl-i Beyt’in üstün makamını bildiren ayetlerden biri,
Tathir ayetidir. Yüce Allah, bu ayette onların her
türlü pislikten (günah ve kötü işlerden) tertemiz
olduklarını vurgulayarak insanların onlara
yönelmelerini ve her konuda onları kendilerine örnek
edinmelerini istemektedir. Ömürlerinin bir bölümünü
puta tapmak veya diğer günahlarda sarf etmekle geçiren
lekeli insanlar, diğer insanlara önder ve örnek
olamazlar. Allah’ın halifesi ve hücceti olacak kişiler,
mutlaka lekesiz, tertemiz ve her yönden mükemmel
insanlar olmalıdırlar. İşte bu yüzden yüce Allah,
halkın, gönül rahatlığıyla Ehl-i Beyt’e uymaları ve
her konuda onlara başvurmanın gerekliliğini anlamaları
için şu ayet-i kerimeyi nazil buyurmuştur:
“Gerçekten ancak Allah, siz Ey Ehl-i Beyt’ten ricsi (günah
ve hata pisliğini) gidermek ve sizi tertemiz kılmak
ister.”[1]
Ehl-i Beyt’ten maksat, Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i
Beytidir. Onlar da Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve
Hz. Hüse-yin’dir. Allah’ın selâmı onlara olsun. Eğer
Ehl-i Beyt’ten maksat, Hz. Peygamber’in hanımları
olmuş olsaydı, ayetteki zamirlerin müzekker olarak
değil, müennes olarak zikredilmesi gerekirdi. Yani,
“ankum” ve “yutahhirekum” yerine
“ankunne” ve “yutahhirekunne” buyrulmalıydı.
Ehl-i Beyt’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim’us-selâm)
olmasıyla ilgili pek çok hadis ve rivayet
nakledilmiştir. Örneğin, bir hadiste Resulullah (s.a.a);
Hz. Ali, Hz. Fatıma, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e
işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beytimdir; onlardan
ricsi (günah ve hata pisliğini) gider ve
onları tertemiz kıl.”[2]
Bir
rivayette de şöyle geçer:
“Resulullah (s.a.a), sabah namazı vakitlerinde Hz.
Fatı-ma’nın evinin önüne gelerek şöyle buyuruyordu:
“Ey Ehl-i Beyt! Namaz! Şüphesiz Allah ricsi sizden
gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[3]
Birçok rivayette Resulullah (s.a.a)’in 6 ay, bazı
rivayetlerde ise 9 ay boyunca Hz. Fatıma (a.s)’ın
evinin önüne gelerek; “Ey Ehl-i Beyt! Namaz! Namaz!”
diyerek mezkûr ayeti okuduğu nakledilmiştir.
Resulullah (s.a.a)’in bu konuya bu kadar önem vermesi
ve Ehl-i Beyt’inin kimler olduğunu tanıtmasına rağmen
yine de bazı insanların, onca hadis ve rivayetleri
görmezlikten gelerek; “Ehl-i Beyt’ten maksat,
Resulullah’ın hanımlarıdır.” demelerine şaşırmamak
elde değildir. Ama Allah’a çok şükürler olsun ki,
artık Ehl-i Beyt dostları kendi yollarını bulmuşlar ve
bu gibi sözlere kulak asmak bile istemiyorlar.
2- Meveddet Ayeti
Yüce Allah, Ehl-i Beyt’in ne kadar yüksek bir makama
sahip olduğunu halka bildirmek için onları her çeşit
günah ve pislikten arındırmanın yanı sıra, onları
sevmenin gerekliliği hususunda da Resulullah (s.a.a)’e
şöyle buyurmuştur:
“De
ki: Ben, buna (tebliğime) karşılık yakınlarıma sevgi
dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.”[4]
Resulullah (s.a.a), ayette geçen yakınların kimler
olduğunu ve bu ayet gereğince kimlere sevgi duyulması
gerektiğini kendi sözlerinde açıklamıştır. Müfessirler,
muhaddisler ve siyer yazarları, kendi kitaplarında, bu
ayetteki yakınlardan maksadın; Hz. Ali, Hz. Fatıma,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (aleyhim’us-selâm) olduğunu
bildirmişlerdir. Örneğin, Ahmed b. Hanbel, kendi
Müsned’inde Said b. Cübeyr’den, o da İbn-i Abbas’tan
şöyle nakletmiştir:
“Meveddet ayeti nazil olduğunda ashap; “Ya Resulullah!
Sevgileri bize farz olan yakınların kimlerdir?” diye
sordular. Resulullah (s.a.a); “Ali, Fatıma ve
onların oğullarıdır.” buyurdular.”[5]
Böylece bu ayet gereğince, Ehl-i Beyt’i sevmek, bütün
Müslümanlara farzdır. Fakat daha önce de değindiğimiz
gibi, bu sevgi sadece dilde ve kalpte kalmamalı, amele
de yansımalıdır. Yüce Allah, bir ayetinde şöyle
buyuruyor:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[6]
Allah’ı sevip de Peygamber’in düşmanlarına uymak
düşünülemeyeceği gibi, Peygamber’i ve yakınlarını (Ehl-i
Beyt’ini) sevip de onların düşmanlarının peşice gitmek
de düşünülemez. Aksi takdirde sevginin gerçek olmadığı
ortaya çıkar.
3- Mübahele Ayeti
Mübahele olayını tarihçiler, müfessirler ve
muhaddisler genişçe nakletmişlerdir. Olay özetle
şöyledir: Necran Hıristiyanlarından bir grup, bazı
konularda Resulullah (s.a.a) ile görüşüp konuşmak için
Medine’ye geliyorlar. Fakat Resulullah (s.a.a)’in
haklı ve delilli sözleri karşısında teslim olmayıp
tartışmalarını sürdürünce, Allah Tealâ şu ayeti nazil
ediyor:
“Artık sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle
çekişip tartışırlarsa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve
oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı
lânetleşelim de Allah’ın lânetini yalan
söylemekte olanların üstüne kılalım.”[7]
Necran Hıristiyanları Resulullah (s.a.a) tarafından
müba-heleye (karşılıklı beddua etmeye) davet edilince,
düşünüp taşındıktan sonra nihayet mübaheleyi kabul
ediyor ve mübahele yapmak için vaatleşiyorlar. Vaat
edilen gün ve saat gelip çatınca, Hıristiyanlar,
Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali, Hz. Fatıma ve onların
iki evladı Hasan ve Hüseyin ile geldiğini görüyorlar.
Resulullah (s.a.a)’in kararlılığını ve yanındaki nurlu
simaları görünce, korkuya kapılarak müba-heleden
vazgeçip sulh anlaşması önerisinde bulunuyorlar.
Resulullah (s.a.a), birtakım şartlarla onların
önerisini kabul ediyor.
Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Canım elinde olan Allah’a ant olsun ki, Necran
ehlinin helâk olması yaklaşmıştı. Eğer mübahele etmiş
olsalardı, maymun ve domuz oluvereceklerdi...”
Bu
olayı birçok müfessir nakletmiştir. Örneğin; Zemahşerî,
Tefsir-i Keşşaf’ta; Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’de ve
Allâme Tabatabaî, el-Mizan’da.
Ehl-i Beyt’in Allah’ın emriyle Resulullah (s.a.a) ile
birlikte mübahele olayına katılması, onlar için çok
büyük bir makam ve fazilettir. Eğer onlar, Allah
katında çok sevilen ve duaları kabul olan şahsiyetler
olmasalardı, Allah Tealâ, kesinlikle Peygamberine
onları mübaheleye götürmesini emretmezdi. Böyle bir
makama sahip olan Ehl-i Beyt’e sahip çıkmak, onları
savunmak, onları halka tanıtmak ve onların sözlerinden
yararlanmak her Müslümanın kaçınılmaz bir vazifesidir.
Allah Tealâ bizleri, vazifelerini tanıyan ve onları
yerine getirmek için gayret gösteren Ehl-i Beyt
takipçilerinden kılsın, inşaallah.
4- Salât Ayeti
Salât ayetinde, bütün Müslümanlar, Hz. Peygamber’e ve
onun tertemiz Ehl-i Beyt’ine salât etmekle görevli
kılınmışlardır. Ayetin meali şöyledir:
“Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât
etmekteler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve
tam bir teslimiyetle selâm edin.”[8]
Tefsir-i Kebir’deki nakle göre; ashap Resulullah’ın
yanına gelerek; “Ya Resulallah! Biz sana nasıl salât
edelim?” dediklerinde Resulullah (s.a.a) şöyle
buyuruyor:
“Şöyle deyin: Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ
âl-i Muhammed; kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i
İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed;
kema
barekte alâ İbrahime ve âl-i İbrahim; inneke hamîdun
mecîd.”[9]
Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’e salât etmek isteyenin,
onun Âl’ine (Ehl-i Beyt’ine) de salât etmesi gerekir.
Şafiî mezhebine göre teşehüdde salâvat getirmek
farzdır. Şia mezhebine göre de öyledir. Teşehüdde Hz.
Peygamber’e ve onun Ehl-i Beyt’ine salâvat getirmek,
namazın bir cüz’üdür.
Bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Bana kesik salâvat getirmeyin; (bana salâvat
getirdiğinizde) Ehl-i Beyt’ime de salâvat getirin.
Salâvat getirdiğinizde onları kesip atmayın. Çünkü
kıyamet günü bütün nesepler
kesilip atılacak, sadece benim nesebim korunacaktır.”[10]
Yine
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim bana salât eder de Ehl-i Beyt’ime etmezse, cennet
kokusunu koklayamaz.”[11]
Cennet kokusunu almaya liyakati olmayan bir kimsenin,
cennete girmesi nasıl düşünülebilir? Bu ayet ve
hadislerden anlaşıldığına göre, Ehl-i Beyt’in Allah
katındaki makamı düşünebildiğimizden çok daha yücedir.
Kur’an’da Ehl-i Beyt’in fazileti ile ilgili pek çok
ayet vardır. Ancak biz bu kadarıyla yetinerek, şimdi
de Ehl-i Beyt’le ilgili önemli bazı hadislere göz
atmak istiyoruz.
HADİSLERDE EHL-İ BEYT
1- Sekaleyn Hadisi
Sekaleyn hadisi, Şia ve Ehl-i Sünnet kanalıyla
nakledilen çok meşhur ve mütevatir bir hadistir. Bu
hadis, çeşitli senet ve lafızlarla nakledilmiştir.
Resulullah (s.a.a) bu hadiste şöyle buyuruyor:
“Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum;
biri Allah’ın kitabı, diğeri ise öz soyumdan olan
Ehl-i Beyt’imdir; onlara sarıldığınız müddetçe, asla
sapıklığa düşmezsiniz; onlar havuzun başında bana
gelinceye dek birbirinden ayrılmayacaktır.”[12]
Görüldüğü gibi, Resulullah (s.a.a) bu hadiste, Kur’an
ve Ehl-i Beyt’in kıyamete kadar birlikte devam
edeceğini bildirmiştir. Bu hadisten, diğer hadislerde
olduğu gibi, yeryüzünün hiçbir zaman hüccetsiz
kalmayacağı anlaşılmaktadır. Kur’an var olduğu
müddetçe, onun müfesirleri olan Ehl-i Beyt de var
olacaktır. Zamanımızın hücceti de, Ehl-i Beyt
İmamlarından olan Hz. Mehdi (a.s)’dır. O, birtakım
sebeplerden dolayı insanlar arasında gizli bir şekilde
yaşamaktadır. Eğer bu ilâhî hüccetler olmasalardı,
hadisler tabirince, yeryüzü ehlini yutardı. Şu hadis
de, Ehl-i Beyt İmamlarından birisinin her zaman için
var olduğunu ispatlamaktadır:
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim kendi zamanının imamını tanımadan ölürse,
cahiliye ölümüyle ölmüştür.”[13]
Acaba bu zaman veya gelecek zamanlarda cahiliye
ölümüyle ölmemek için Müslümanların kime biat etmesi
gerekir. Eğer; “Kendi zamanlarındaki iş başında olan
yöneticilere, Ulü’l-Emr olarak biat etmelidirler.”
diyecek olursak, o zaman büyük bir hata veya daha
doğrusu büyük bir günah işlemiş oluruz. Çünkü onların
hemen hepsi İslâm düşmanıdırlar; onlara biat etmeden
ölen kimse, cahiliye ölümüyle ölerek cehenneme gitmez;
aksine onlara biat ederek ölen kimseler onlarla
birlikte cehenneme gitmeyi hak etmiş olurlar.
Hadislerde de vurgulandığı gibi Ulü’l- Emr’den maksat,
yine Ehl-i Beyt İmamlarıdır. Bunlar, her zaman için
vardır, kıyamete kadar Kur’an’la birlikte hayatlarını
sürdüreceklerdir. İşte bunlara biat etmeden ölen
kimseler, cahiliye ölümüyle ölmüş olurlar.
2- Sefine Hadisi
Resulullah (s.a.a), Sefine hadisinde Ehl-i Beyt’ini
Nuh’un gemisine benzetmektedir. Nuh’un gemisi nasıl
ona binenleri gark olmaktan kurtardıysa, Ehl-i Beyt de
dinî ve dünyevî meselelerde kendilerine uyanları
sapıklıktan kurtarırlar.
Resulullah (s.a.a) bu hadiste şöyle buyuruyor:
“Sizin aranızda benim Ehl-i Beyt’imin durumu, Nuh’un
gemisinin durumu gibidir; kim o
gemiye bindiyse, kurtuldu; kim de ondan geri kaldıysa,
boğuldu.”[14]
Buna
göre, sapıklık ve cehennem ateşinden kurtulmak isteyen
herkes Ehl-i Beyt’e uymak zorundadır. Çünkü Allah ve
Resulü, Ehl-i Beyt’in tertemiz olduğunu, hata ve
yanlışlığa düşmeyeceklerini bize bildirmişlerdir.
Onların yolu ve sözü, Resulullah’ın yolu ve sözüdür.
“Kur’an bize yeterlidir.” demek doğru değildir. Çünkü
Kur’an’ı hakkıyla anlayıp uygulayacak âlimlerin olması
da şarttır. Kur’an’ı Ehl-i Beyt İmamlarından daha iyi
anlayıp uygulayacak kim vardır? Öyleyse haddi aşarak
onlardan öne geçmek veya akılsızlık ederek onlardan
geri kalmak, büyük bir hatadır. Ehl-i Beyt, ilim
madenidir; onların ilimlerinden yararlanmak gerekir.
İlim peşinde olanlar, onların kapılarını çalmalıdırlar.
Nitekim Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben
ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o
kapıya gelmelidir.”[15]
3- İhtilâftan Kurtulma Hadisi
Resulullah (s.a.a), bu hadiste ümmetinin, ancak Ehl-i
Beyt’e sarılarak ihtilâf ve tefrikadan
kurtulabileceğini buyurmuştur. Denizde veya çölde olan
bir kimse, nasıl yıldızlarla yolunu bulup sapmaktan
kurtulabiliyorsa, İslâm ümmeti de Ehl-i Beyt
vasıtasıyla, fikrî, amelî ve siyasî meselelerde
onların söz ve davranışlarından yararlanarak ihtilâf
ve sapmaktan kurtulabilirler. Hadis şudur:
“Yıldızlar yeryüzü ehli için boğulmaktan kurtulma
vesilesi olduğu gibi, Ehl-i Beyt’im de
yeryüzü ehli için (ihtilâftan) kurtulma vesilesidir.”[16]
4- Kisa Hadisi
Tirmizî, kendi Sahih’inde, Ömer bin Ebî Seleme’den
şöyle rivayet etmiştir:
Tathir ayeti (Ahzab Suresi, 33) Ümmü Seleme’nin (bir
rivayete göre de Safiyye’nin) evinde nazil olduğunda,
Resulullah (s.a.a) Hasan, Hüseyin ve Fatıma’yı
çağırtıp onları önünde oturttu ve Ali’yi de çağırtıp
onu da arkasında oturttu. Sonra onları ve kendisini
bir kisayla örtüp şöyle buyurdu:
“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir; bunlardan
her türlü ricsi (günah ve hata pisliğini) gider ve
bunları tertemiz kıl.”[17]
Bu
hadisi İbn-i Asakir de rivayet etmiştir. Fakat İbn-i
Asakir’in nakline göre hadisin sonunda şu ilâve de
mevcuttur:
“Bunun üzerine Ümmü Seleme; “Ya Resulallah, beni de
onlarla birlikte kıl.” dedi. Resulullah (s.a.a);
“Sen kendi mevkinde dur, senin sonun hayırdır.”
buyurdu.
Kisa hadisi, muhtelif tabirlerle birçok senetle
rivayet edilmiştir. Bu yüzden bu hadis senet yönünden
sahih ve kesindir.
Ehl-i Beyt hakkında pek çok hadis vardır ki, biz
onlardan bu birkaç tanesiyle yetinerek bu bölüme şu
hadisle son veriyoruz:
“Hiçbir kimse biz Ehl-i Beyt’le kıyaslanamaz.”[18]
Ehl-i Beyt Şiilerinin Vazifesi
Ehl-i Beyt Şiilerinin önemli vazifelerinden biri,
Ehl-i Beyt’in (Allah’ın selamı onların üzerinde olsun)
ilmini ve hikmet dolu güzel sözlerini insanlara
aktarmaktır. Çünkü eğer Ehl-i Beyt’in hikmet dolu
sözleri insanlara iletilirse, insanlar o sözlerdeki
güzellikleri görerek Ehl-i Beyt’e uyarlar. Nitekim
Abdüsselâm b. Salih el-Herevî şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’dan şöyle buyurduğunu duydum:
“Bizim meselemizi ihya edene Allah rahmet etsin!”
“Sizin meseleniz nasıl ihya edilir?” dediğimde şöyle
buyurdular: “Bizim ilmimizi öğrenip onu halka
öğretmekle. Şüphesiz, eğer halk sözlerimizdeki
güzellikleri bilmiş olsalar, mutlaka bize uyarlar.”[19]
Hadiste de vurgulandığı gibi, Ehl-i Beyt’in sözlerini
ilk önce kendimiz iyice okuyup öğrenmeli ve daha sonra
onu başkalarına aktarmalıyız. Şunu da hatırlatalım ki,
bazı hadisleri anlamak pek kolay olmadığından dolayı,
onları fakih ve müçtehit bir kimsenin açıklaması
gerekir; yerinden kalkan herkes kendi kafasına göre
yorum yapmamalıdır. Çünkü Kur’an’da olduğu gibi,
hadislerde de muhkem ve müteşabih hadisler vardır.
Hatta birbirleriyle çelişen bazı hadisler de vardır.
Bunları ancak büyük âlimler açıklayabilirler. Nitekim
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bizim hadislerde de, Kur’an’ın muhkem ve müteşabih
ayetleri gibi, muhkem ve müteşabih hadisler vardır. O
halde müteşabihleri (ehline) bırakın ve muhkemleri (hükmü
açık seçik olanları) tutun.”[20]
Bir
hadiste de İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Anladığın bir hadis, (anlamayarak) rivayet ettiğin bin
hadisten daha hayırlıdır. Sizden hiç kimse,
sözlerimizin mefhumunu anlamadıkça, fakih olamaz.
Şüphesiz, sözlerimizden bir kelime, yetmiş şekilde
yorumlanabilir; oysa bunların hepsinde bizim için
sadece bir çıkış yolu vardır.”[21]
Bunları yorumlayabilecek bir güce sahip olmayan
kimseler, hadisler arasında bir çelişki olduğunu
zannetmiş olabilirler. Ayrıca hadisler arasında
birtakım uyduruk hadisler de vardır ki, onların
teşhisi çoğu insanların haddini aşmaktadır. Buna göre,
anlamadığımız veya yararımıza olmayan bir hadisi görür
görmez, hemen; “Bu hadis yalandır.” demeye
kalkışmayalım. Zira bu gibi sözlerin büyük bir
sorumluluğu vardır.
Vesselamu
aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh