Bismillahirrahmanirrahim
HACC
F.
Altan
Hacc
“Yoluna
gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmesi Allah’ın
insanlar üzerinde bir hakkıdır.”[1]
“İnsanları
hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak
yollardan sana gelsinler.”[2]
İmam
Ali (a.s), vefat esnasında ettiği vasiyetinde şöyle
buyurmuştur:
“Allah için, Allah için
Rabbinizin evinin hakkını gözetin! Hayatta olduğunuz
müddetçe onu boş bırakmayın. Şüphesiz eğer terkedilirse
sizlere (ilahi azap hususunda) mühlet verilmez.”[3]
İmam
Ali (a.s):
“Hac her zayıfın cihadıdır.”[4]
İmam
Ali (a.s):
“Hacda bir dirhem harcamak
bin dirheme eşittir.”[5]
İmam
Ali (a.s):
“Hac ve Umre ziyaretçisi
Allah’ın misafiridir. Ona hediye olarak mağfiret verir.”[6]
Haccın Felsefesi
İmam Ali (a.s):
“Allah insanlara kıble kıldığı Beyt’ül Haram'ını (Kâbe’yi)
ziyaret edip haccetmeyi farz kıldı. İnsanlar, (suya
koşan susuz) hayvanlar gibi oraya koşuşurlar, güvercin
kafilesi gibi oraya sığınırlar. Münezzeh olan Allah
Beyt’ül Haram'ı kendi azameti karşısında insanların
tevazu ve alçak gönüllülüğüne bir işaret ve izzetini (yüceliğini)
kabul için bir gösterge kıldı.” [7]
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s):
“Haccedin ve Umre yapın ki bedenleriniz sağlıklı kalsın,
rızıklarınız genişlesin, imanınız düzelsin. İnsanların
ve kendi evinizin masraflarını temin edesiniz.”
[8]
İmam Bakır (a.s):
“Hac
kalpleri sakinleştirir.”[9]
İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Allah her kimi saptırırsa ve kalp gözünü kör
ederse hakkı tatsız bulur ve hakkın tatlı tadını asla
alamaz. Şeytan dostu olur, onu helaket kaynağına götürür
ve artık, asla geri döndürmez. Bu ev Allah’ın kullarını
orada hazır bulunmakla, itaatlerini denemek için o ev
vasıtası ile ibadete yönlendirdiği bir evdir. Bu yüzden
onları onu ululamaya ve ziyaret etmeye teşvik etmiş;
Peygamberlerin yeri ve namaz kılanların kıblesi karar
kılmıştır. Bu ev Allah’ın rızasından bir dal ve
mağfiretine uzanan bir yoldur. Kemal üzere dikilmiş ve
azamet merkezi haline gelmiştir.”[10]
İmam
Sadık (a.s):
“Münezzeh olan Allah
nezdinde hiçbir yer mes’adan (sa’y edilen yerden) daha
sevimli değildir. Zira şüphesiz her kibirli zorba orada
zelil duruma düşer.”[11]
İmam
Rıza (a.s):
“Eğer, “Neden hac
emredilmiş?” diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir:
“Aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varmak ve artış
dilemek için... Ayrıca hacda dini meselelerden haberdar
olmak, imamların (a.s) rivayetlerini her tarafa ve her
bölgeye ulaştırmak da vardır.”[12]
Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması
Resulullah (s.a.a):
“Hac
fakirliği yok eder.”[13]
İmam
Sadık (a.s):
“Her kim üç defa hacca
giderse ebedi olarak fakirliğe düşmez.”[14]
İmam
Sadık (a.s):
“Çok çabuk zengin olmak ve
fakirliği gidermek hususunda bu evi ziyaret etmek gibi
bir şey görmedim.”[15]
İmam
Sadık (a.s), “Ben her yıl hacca gitmeye veya kendi
ailemden birini kendi paramla hacca göndermeye
hazırladım” diyen İshak b. Ammar’a şöyle buyurmuştur:
“Bu hususta kesin kararlı
mısın?” O, “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Eğer böyle
yaparsan servetinin çoğalacağına yakin et ve sana
zenginliği müjdeliyorum.”[16]
Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey
“(Başladığınız) hac ve umreyi Allah için tamamlayın.”[17]
İmam
Ali (a.s):
“Allah’ın evini ziyaret
için çıktığınızda Haccınızı Resulullah (s.a.a) (ziyareti)
ile tamamlayın. Zira bunu terketmek cefadır ve buna
emredilmişsiniz. Haccınızı aziz ve celil olan Allah’ın
sizlere hakkını ve ziyaretini gerekli saydığı kabirleri
ziyaret ederek tamamlayın ve bu kabirlerin (bereketi ile)
rızık taleb edin.”[18]
İmam
Bakır (a.s):
“Hacc’ın tamamı (kemali)
İmamla görüşmektir.”[19]
İmam
Bakır (a.s):
“Şüphesiz insanlar bu
taşlara gelip onları tavaf etmekle, sonra bize gelip
velayet ve dostluk izharında bulunmakla ve bize
yardımlarını açıklamakla emrolunmuşlardır.”[20]
Haccı Terketmenin Akıbeti
Resulullah (s.a.a):
“Her
kim ölünceye kadar sürekli Hacc’ı ertelerse Allah onu
kıyamet günü Yahudi veya Nasranî (Hıristiyan) olarak
haşreder.”[21]
İmam
Ali (a.s):
“Her kim haccı dünya
hacetlerinden bir hacet sebebiyle terkederse hacıları
görmediği müddetçe (hacılar hacdan dönmedikçe veya
bizzat hacca gitmedikçe) ihtiyacı giderilmez.”[22]
Haccı Tatil Etmek
“Allah,
hürmetli ev Kâbe’yi, insanların işlerinin düzene girmesi
için sebep kıldı.”[23]
İmam
Sadık (a.s), kendisine bu hikâyecilerden bir grup, “Eğer
birisi bir defa hacca giderse ve sonra (yeniden hacca
gitmek yerine) sadaka verip sıla-i rahimde bulunursa
daha iyi iş yapmıştır” demektedir diyen Abdurrahman’a
şöyle buyurmuştur:
“Yalan söylüyorlar, eğer
halk bunu yapacak olursa bu ev tatil olur. Şüphesiz
Allah-u Teala bu evi insanların işinin düzene girmesi
için bir sebep kıldı.”[24]
Gerçek Hacılar Azdır
Abdurrahman b. Kesir:
“İmam Sadık (a.s) ile hacca gittim. Bir yoldan geçerken
İmam (a.s) dağın başına çıktı ve o yukarıdan insanlara
bakarak şöyle buyurdu: “Bağırıp çağıranlar ne çok ve
gerçek hacılar ne de azdır!”
[25]
Hacca Gidenin Edebi
“Hac
bilinen aylardadır. O aylarda hac farizasını eda eden
kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, günah
sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.”
[26]
İmam
Bakır (a.s):
“Her kim bu evi ziyaret
eder de onda şu üç haslet olmazsa hiç bir değeri yoktur:
Allah-u Teala’ya isyandan alıkoyan bir ver’a, öfkesini
dizginleyecek bir hilim ve kendisi ile arkadaşlık edene
güzel arkadaşlık etme.”[27]
İhram Giymenin Adabı
Resulullah (s.a.a):
“Her kim haram bir mal ile
hacca gider ve “lebbeyk Allahumme lebbeyk” derse Allah
da ona şöyle der: “Lebbeyk değil, sa’deyk değil. Haccın
reddedilmiştir.”[28]
İmam
Sadık (a.s):
“Hac iki çeşittir: Allah
için hac ve insanlar için hac. Her kim Allah için hac
ederse Allah katındaki sevabı cennettir. Her kim de
insanlar için hac ederse kıyamet günü sevabı insanlara
kalmıştır.”[29]
Malik b. Enes:
“İmam Sadık (a.s) ile bir
yıl hacca gittim. Bineği ihram yerinde durunca her ne
kadar telbiye (lebbeyk) söylemek istediyse de sesi
boğazında kesildi ve neredeyse bineğinden yere düşecek
oldu.” Ben şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Lebbeyk
demek gerekir.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey
İbn-i Ebi Amir! Nasıl cesaret edip de “lebbeyk Allahumme
lebbeyk” diyeyim? Zira aziz ve celil olan Allah’ın bana
cevap olarak “lebbeyk değil, sa’deyk değil!” demesinden
(davetimi reddetmesinden) korkuyorum.”[30]
İmam
Rıza (a.s):
“Şüphesiz insanlar
Allah’ın haremine ve güvenlik bölgesine girmeden önce
kalpleri huşu içine girsin, dünya işleri, süsleri ve
lezzetlerine gönül vermesin, içinde bulundukları halde
ciddi ve gayretli olsun, O’na yönelsin, tüm
varlıklarıyla ona teveccüh etsinler diye ihrama girmekle
emrolunmuşlardır.”[31]
Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı
İmam
Sadık (a.s):
“Her kim giderken veya
gelirken Mekke yolunda ölürse kıyamet günü büyük
korkudan güvende olur.”[32]
İmam
Sadık (a.s):
“Her kim ihramda iken
ölürse Allah onu lebbeyk diyen bir halde diriltir.”[33]
Hac Mevsiminde Gaip İmamın Hazır Oluşu
İmam
Sadık (a.s):
“İnsanlar imamını
kaybedecektirler. Ama o hac mevsiminde hazır bulunur ve
insanlar kendisini görmediği halde o insanları görür.”[34]
Hac
ve Umre
Resulullah (s.a.a):
“Bu umre, o umreye kadar
ikisi arasındaki günahların kefaretidir. Makbul olan
haccın sevabı cennettir. Bazı günahlar sadece Arafat’ta
bağışlanır.”[35]
İmam
Ali (a.s): “Allah’ın evini ziyaret etmek cehennem
azabından güvende olmaktır.” (c.4, s.110)
Hacdan Döndükten Sonra Yemek Vermek
Velime bir kaş şey için verilir. Allah Resulü bu konuda
şöyle buyurmuştur: “Velime, sadece beş şeydedir: Düğün,
çocuğun doğumu, sünnet, ev almak ve Mekke’den (hac ve
umreden) döndükten sonra.”[36]
İBRETLİ ÖYKÜLER
1-
Hatam-i Esemm’in İlginç Hikâyesi
Hatem-i Esemm kendi zamanındaki zahitlerden ve takvalı
ariflerden bir kimseydi. Halk arasında sahip olduğu
konumuna rağmen ailesinin geçimini çok zor temin
ediyordu. Ama Allah’a karşı sonsuz bir itimat ve
tevekkülü vardı.
Bir
gece dostlarıyla birlikte hac ve Ka’be ziyaretinden söz
ettiler, ziyaret şevki, Ka’be aşkı ve Allah Resulü’nün
ibadet için secdeye kapandığı yerlere gitmek sevgisi,
kalbini büyük bir istek ve şevke boğdu. Eve dönünce
eşine ve çocuklarına şöyle hitap etti: Eğer sizler de
benimle aynı görüşte iseniz, ben gerçek sevgili olan
Allah-u Teala’nın evini ziyaret etmek istiyorum. Orada
sizlere de dua edeceğim. Eşi şöyle dedi: “Sen bu
fakirlik, perişanlık, yoksulluk, dağınıklık, ağır aile
yükü ve geçim darlığına rağmen nasıl olur da bizleri
bırakıp Ka’be’nin ziyaretine gidebilirsin? Bu ziyaret
zengin ve güçlü olan kimseler için farzdır. Çocukları da
annelerinin sözlerini onayladılar. Sadece küçük kızı
kendine has tatlı bir dille şöyle dedi: “Babamıza bu
yolculuğa gitmesi için izin verirsek bunun ne sakıncası
var ki? Bırakın o istediği yere gitsin, bize rızk veren
Allah’tır. Babam sadece bu rızkın vesilesi ve aracı
konumundadır. Güçlü olan Allah bizim rızkımızı başka
yoldan ve babamızın dışında başka bir vesileyle de bize
ulaştırabilir. Onların tümü akıllı kızın sözleri
sebebiyle hakikati anladılar ve babalarına Hak Teala’nın
evini ziyaret edip kendilerine dua etmesi için izin
verdiler.
Hatem çok sevindi, yolculuk için gerekli şeyleri
hazırladı, hacılar kervanıyla birlikte ziyaret için yola
koyuldu. Komşuları Hatem’in gidişi ve bu gidişine sebep
olan küçük kızın sözlerini işitince kızı görmeye
geldiler ve; “Neden bu fakirliğe rağmen ona yolculuk
için izin verdin? Bu yolculuk kaç ay uzun sürecektir. Bu
müddet boyunca sizin geçiminizi kim temin edecektir?”
diyerek kınamaya başladılar. Hatem’in ailesi de küçük
kızı kınayarak şöyle dediler: “Eğer sen bir şey dememiş
ve dilini tutmuş olsaydın biz ona yolculuk için izin
vermezdik. Küçük kız çok üzüldü. Hüzün ve gamdan dolayı
masum yüzüne ihlâs dolu gözyaşları döküldü. O melekuti
ve ilahi durumda ellerini duaya kaldırarak şöyle dedi:
“Ey Rabbim! Bunlar senin ihsan ve keremine adet
etmişlerdir. Sürekli olarak senin nimetinden istifade
etmişlerdir. Onları zayi etme ve beni de onların yanında
utanç duyacağım bir hale düşürme.”
Hatem’in ailesi büyük bir şaşkınlık içinde kalmışlardı.
Geçimlerini temin edecek, rızkı nereden elde
edeceklerini düşünüyorlardı. Aniden şehrin hâkimi avdan
geri döndü, şiddetli bir susuzluğa duçar olmuştu. Bir
grubu o muhtaç ve fakir kimselerin evine göndererek
kendisine su getirmelerini emretti. Onlar evin kapısını
çaldılar. Hatem’in eşi kapının arkasından; “Kimsiniz? Ne
istiyorsunuz?” diye sordu. Onlar şöyle dediler: “Hâkim
burada durmuş sizlerden su istiyor.” Kadın şaşkın bir
halde gökyüzüne baktı ve şöyle dedi: “Ey Rabbim! Biz dün
akşam aç olarak uyuduk. Bugün de bölgenin hâkimi bizlere
muhtaç olmuş ve bizden su istemektedir.”
Daha
sonra bir tası suyla doldurarak Hâkim’in yanına götürdü.
Su götürdüğü kap, basit bir seramik kap olduğu için
ondan özür diledi. Emir ve yanındakiler; “Bu kimin
evidir?” diye sordular. Oradakiler şöyle dediler:
“Zahitlerden ve takvalı ariflerden biri olan Hatem-i
Esemm’in evidir. Duyduğumuza göre yolculuğa çıkmıştır ve
ailesi de şiddetli bir yoksulluk içindedir.”
Hâkim şöyle dedi: “Biz bunlara zahmet verdik, onlardan
su istedik, bizim gibi kimselerin bu fakirlere zahmet
vermesi ve onlara yük olması yüceliğe aykırıdır.” Bunu
söyledi ve belindeki altın kuşağını açarak evin içine
attı ve etrafındakilere şöyle dedi: “Her kim beni
seviyorsa belindeki altın kuşaklarını bu evin içine
atsın.”
Hakim ile birlikte olan herkes altın kuşağını belinden
açarak evin içine attılar. Geri dönmek istedikleri zaman
hâkim şöyle dedi: “Allah’ın selamı sizlerin üzerine
olsun. Şimdi benim vezirim bu kuşakların parasını
getirip size verecek ve o kuşakları alacaktır.
Çok
geçmeden vezir kuşakların parasını getirip Hatem’in
eşine verdi ve kuşakları ondan alıp götürdü. Küçük kız
bu olayı görünce gözyaşlarını tutamadı. Ona şöyle
dediler: “Sen ağlayacağına sevinmelisin! Zira merhametli
Allah bize lütfünü gösterdi ve hayatımızda böylesine bir
genişlik ortaya çıktı.”
Küçük kız şöyle dedi: “Ben şundan ağlıyorum ki dün akşam
aç olarak uyuduk, bugün ise bir yaratık bizlere baktı ve
bizleri müstağni kıldı. Oysa merhamet sahibi Allah
bizlere teveccüh edecek olsaydı o zaman halimiz ne
olurdu?” Daha sonra da babası için şöyle dua etti: “Ey
Rabbim! Bizlere merhamet edip işlerimizi düzene koyduğun
gibi babama da teveccüh et ve işlerini düzene koy.”
Hatem, kervan ile birlikte Hacc’a doğru ilerliyordu.
Kervan’da ondan daha fakir bir kimse yoktu. Ne üzerine
bineceği bir bineği ve ne de rahat bir şekilde yolculuğu
onunla katedeceği bir azığı vardı. Kervanda onu tanıyan
kimseler ona az da olsa bir yardımda bulunuyordu. Bir
gece Hac Emiri bir hastalığa kapıldı. Kafile doktoru onu
tedavi etmekten aciz kaldı. Hac Emiri şöyle dedi:
“Kafile içinde benim için dua edecek bir hal ehli var
mıdır? Belki de bana dua eder de o duası vesilesiyle bu
beladan kurtulurum.” Etrafındakiler, “Evet, Hatem-i
Esemm vardır” dediler. Emir şöyle dedi: “Bir an önce onu
benim yanıma getiriniz.”
Hizmetçiler koşarak onu Emir’in yanına getirdiler. Hatem
selam vererek Emir’in yanına oturdu. İyileşmesi için
ellerini kaldırarak dua etti. Duasının bereketiyle emir
iyileşti ve bu sebeple de Emir’in teveccühüne mazhar
oldu. Ona bir binek ve de Hac yolculuğundan dönünceye
kadar gerekli harçlığı vermelerini emretti. Hatem emire
teşekkür etti. O gece özel bir hal ile merhamet sahibi
olan Allah’a raz-u niyazda bulundu. Uyumaya çalıştığı
bir sırada rüya aleminde şöyle bir ses işitti: “Ey Hatem!
İşlerini bizimle düzenleyen ve bizlere itimat eden
kimseye, biz de lütfederiz. Artık çocuklarını ve eşini
merak etme. Biz onların geçim vesilesini temin ettik.”
Hatem uykudan uyandığı zaman Allah’a hamd-ü senada
bulundu ve Hak Teala’nın bütün bu inayetleri karşısında
şaşkınlığını izhar etti.
Yolculuktan döndüğü zaman çocukları onu karşılamaya
geldiler ve onu görmekle sevindiler. Ama o herkesten
daha çok küçük kızına sevgi gösterdi. Onu kucağına aldı,
öptü ve şöyle dedi: “Nice zahirde küçük kimseler,
batında toplumun büyükleridir. Allah sizin yaş açısından
büyüklerinize bakmaz. Aksine kalbinde Hak Teala
hakkındaki marifeti çok olan kimselere teveccüh eder. O
halde Allah hakkında marifet elde ediniz ve Allah’a
itimat içinde olunuz. Zira her kim Allah’a tevekkül
edecek olursa Allah onu kendi haline bırakmaz.”[37]
2- Babanın Bedduası
İmam
Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor:
“Ben
babamla birlikte karanlık bir gecede Ka’be’yi tavaf
ediyorduk. Ka’be’nin etrafı sakinleşmişti, ziyaretçiler
uykuya dalmışlardı. Aniden yürek yakan bir ses duyduk.
Biri Allah’ın dergâhına yönelerek insanı etkileyici
içten bir acıyla yalvarıp ağlıyordu.”
Babam bana şöyle buyurdu: “Ey Hüseyin! Allah’ın
dergâhına sığınan, kırık kalple pişmanlık gözyaşı döken
günahkâr bir kulun sesini duyuyor musun? Git onu bul
benim yanıma getir.”
İmam
Hüseyin (a.s) şöyle devam ediyor: Gecenin karanlığında
Ka’be’nin etrafını gezdim, o adamı rükünle makam
arasında namaz halinde buldum. Selam vererek şöyle dedim:
“Ey Allah’ın pişman olan kulu! Babam Emir’ul-Muminin
seni çağırıyor.” Bu sözü duyunca aceleyle namazını
tamamladı. Onu babamın huzuruna götürdüm. Babam onun
temiz elbise giymiş, güzel simalı bir genç olduğunu
görerek şöyle buyurdu:
“Sen
kimsin?”
Genç: “Ben bir Arab’ım.”
Emir’ul-Muminin: “Durumun nasıldır? Neden öyle yakıcı
bir şekilde ağlıyordun?”
Genç: “Ey Emir’ul-Muminin! Babama isyan etmenin cezasını
çekiyorum; onun bedduası yaşantımın temelini sarstı,
sağlık ve huzurumu elimden aldı.”
Emir’ul-Muminin: “Olay nedir?”
Genç: “Ben laubali bir gençtim, sürekli günah işliyordum,
Allah’tan da hiç korkum yoktu. Bana karşı şefkatli olan
yaşlı bir babam vardı. Bana her ne kadar nasihat
ediyorduysa, sözlerini dinlemezdim. Bana nasihat ettiği
zaman, onu azarlıyordum, sövüyordum, bazen de onu
dövüyordum.
Bir
gün, bir yerde bir miktar para vardı, onu alıp harcamak
için o paraya doğruilerledim. Babam o parayı almama mani
oldu. Ben de parayı zorla elinden alarak onu sert bir
şekilde yere vurdum; o esnada babam ellerini dizlerine
koyup kalkmak istedi, ama acı ve eziklikten yerden
kalkamadı. Paraları alıp işimin peşice gittim. O anda,
babam bütün arzularının yok olduğunu görünce, Allah’ın
evine (Ka’be’ye) giderek bana beddua edeceğine dair
yemin etti.
Birkaç gün sonra da oruç tutup namaz kıldı. Daha sonra
yolculuk için hazırlığını tamamlayıp Ka’be’ye yani
buraya doğru hareket etti. Ben onu izliyordum; tavaf
ettikten sonra Ka’be’nin perdesinden tutarak kırık bir
kalp ve yakıcı bir ahla bana beddua etti.
Allah’a ant olsun ki! Bedduası sona ermeden, bu
bedbahtlığa yakalandım, böylece sağlık (nimeti) elimden
alınmış oldu.”
Genç
adam bu sırada gömleğini açarak bedeninin bir tarafının
felç olduğunu gösterdi. Genç sözlerinin devamında şöyle
dedi:
“Bu
olaydan sonra bütün yaptıklarıma çok pişman oldum.
Babamın yanına giderek özür diledim. Ama o kabul etmedi,
kendi evine doğru gitti. Üç yıl bu durumla yaşadım,
nihayet hac mevsiminin üçüncü yılı, babamdan, Ka’be’ye
giderek bana beddua ettiği yerde benin için hayır dua
etmesini ısrarla istedim.
Babam lütfederek benim bu ricamı kabul etti. Mekke’ye
doğru hareket ettik. Seyyak çölüne yetiştiğimizde artık
karanlık çöktü. Caddenin kenarından bir kuş aniden
kanatlarını (çırparak) uçunca deve ürktü ve babamı yere
attı. Babam taşların üzerine düştü, düşür düşmez de can
verdi. Babamı o bölgede defnedip buraya geldim.
Biliyorum benim bu kötü kaderim, babamın bedduası ve
benden razı olmaması sebebiyledir.
Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s), gencin bu dertli
hikayesini dinledikten sonra şöyle buyurdular: “Senin
feryadına koşacak olan, şimdi yetişmiştir; Resulullah (s.a.a)’den
duymuş olduğum duayı sana öğreteceğim; içerisinde
Allah’ın ism-i a’zamı olan bu duayı kim okursa, Allah
Teala onun duasını kabul eder; gam, üzüntü, hastalık ve
fakirlik onun yaşantısından uzaklaşır, günahları ise
bağışlanmış olur...”
[38]
İmam
Hüseyin (a.s), sözünün devamında şöyle buyuruyor:
Genç
adam duayı alıp gitti. Zilhicce ayının onuncu gününün
sabahı, sevinçli bir halde yanımıza geldi. Sağlığının
düzelmiş olduğunu gördük.
Genç
şöyle dedi: “Allah’a ant olsun ki, Allah’ın ism-i a’zamı
bu duadadır. Allah’a ant olsun ki, duam kabul oldu,
hacetim karşılandı.”
Emir’ul-Muminin (a.s) ondan, nasıl şifa bulduğunu
açıklamasını istedi.
Genç
şöyle dedi: “Zilhicce’nin onuncu gecesinde, karanlık her
tarafı sardığı ve herkesin uykuya daldığı bir vakitte,
duayı elime alıp Allah’ın dergâhına yakararak göz yaşı
döktüm. Kısa bir süre uyudum; uykuda Resulullah (s.a.a)’i
gördüm; mübarek elini omzuma koyarak şöyle buyurdu:
“Alah’ın ism-i a’zamı hürmetine sağ-salim ol ve güzel
bir yaşantın olsun.”
İkinci kez gözlerim uykuya dalınca şöyle bir ses
kulağımda çınladı: “Ey genç! Kalk artık. Allah’ın ism-i
a’zamı ile yakardın ve duan kabul oldu.” Ben uykudan
uyandığımda kendimi sağ-salim gördüm.[39]
3- Onu Mekke Ve Mina Tanıyor
Hişam bin Abdulmelik (Abbasi halifelerinin onuncusu) hac
merasimine katılıp Allah’ın evini tavaf etmekle meşgul
olduğu bir sırada, Hacer’ül-Esved’e elini sürmek
istediğinde halkın izdihamından dolayı eli ona yetişmedi.
Daha
sonra Hişam için oraya bir minber bıraktılar; o da Şam
halkı etrafını sardığı halde minberin üzerinden tavaf
edenleri seyretmekle meşgul oldu. Bu sırada Hişam’ın
gözü Ali bin Hüseyin (a.s)’a ilişti. İmam (a.s) ihram
bağladığı ve alnının nasırı gözüktüğü bir halde gelerek
tavafa başladı. Hacer’ül- Esved’e ulaştığında, halk onun
heybet ve azametini görerek saygı için ona yol verdiler.
İmam (a.s) da kolaylıkla Hacer’ül- Esved’i istilam etti
(ona elini sürdü).
Hişam, İmam (a.s)’ın azamet ve halk arasındaki
ihtiramını kendi gözleriyle gördüğünden dolayı çok
rahatsız oldu. Şamlı birisi Hişam’a dönerek: “Ey
Emir’el- Müminin! Bu şahıs kimdir?” diye sordu.
Hişam, Şam halkının İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ı
tanımamaları ve ona rağbet etmemeleri için, tanıdığı
halde tanımıyorum dedi.
Orada bulunan Ferazdak, hiç çekinmeden: “Ben onu çok iyi
tanıyorum” dedi.
Onun
bu sözü üzerine Şamlı adam ona dönerek: “Ey Eba Faris! O
şahıs kimdir?” diye sordu.
Ferazdak tam bir şecaatle İmam (a.s) hakkında güzel bir
şiir inşat etti. O şiirin birkaç beytinin manası
şöyledir:
Bu
öyle bir şahıstır ki, Mekke toprağı onun ayak izini
tanıyor.
Ka’be evi, haremin dışı ve içi de onu tanıyor.
Bu,
Allah’ın en iyi kullarının oğludur.
Bu,
Allah’tan korkan, tertemiz ve Allah’ın yeryüzündeki
nişanesidir.
Bu,
öyle bir kimsedir ki, seçkin Ahmed (s.a.a) onun
babasıdır.
Rabbim sürekli ona salat ve selam etmektedir.
Eğer
Rükün (Hacer’ül- Esved), kimin ona el sürdüğünü bilmiş
olsaydı,
Mutlaka yere kapanıp onun ayak yerini öperdi.
Bu,
Resulullah babası olan Ali (Zeyn’ul-Abidin)’dir;
Ki
onun hidayet nuruyla ümmetler hidayet olmaktadır.
Bu,
öyle bir kimsedir ki, Cafer-i Tayyar onun amcasıdır.
Diğer amcası ise, sevdiklerinden dolayı kendisine yemin
ettikleri şehit olmuş kahraman Hamza’dır.
Bu,
kadınların hanım efendisi Fatıma’nın oğludur.
Ve
kılıcında kâfirler için azap olan vasi (Ali)’nin oğludur.
Bu
şahıs kimdir? diye sorman, ona zarar vermez;
Çünkü
Arap Acem herkes onu tanımaktadır.[40]
Hişam, Ferazdak’ın bu şiirinden dolayı sinirlenerek onun
Beyt’ul-Mal’dan hukukunun kesilmesini emretti. Sonra:
“Neden bizim hakkımızda böyle bir şiir söylemedin?” diye
itirazda bulundu.
Ferazdak cevaben şöyle dedi: “O’nun ceddi gibi bir ced,
O’nun babası gibi bir baba ve O’nun annesi gibi bir anne
getir, O’nun hakkında söylediğim gibi senin hakkında da
söyleyeyim!”
Hişam, sonra onu Mekke ile Medine arasında olan Osfan’a
sürerek orada hapse attırdı.
Bu
olay Ali bin Hüseyin (a.s)’a ulaşınca, İmam (a.s) on iki
bin dirhem ona göndererek şöyle dedi: “Ey Eba Faris!
Bizi mazur gör. Eğer yanımızda bunda fazla olsaydı, daha
fazla gönderirdik.”
Farazdak bu parayı geri çevirerek şöyle dedi: “Ey
Resulullah’ın oğlu! Ben bu kasideyi, sadece Allah ve
resulü için olan gazap ve öfkemden dolayı söyledim.”
İmam
(a.s) aynı parayı geri çevirerek şöyle buyurdular:
“Benim hakkım için bu parayı kabul et. Şüphesiz Allah
Teala senin niyet ve bize olan batini sevginden
haberdardır.”
Ferazdak İmam (a.s)’ın bu sözünü duyunca, İmam (a.s)’ın
göndermiş olduğu hediyeyi kabul etti. Ferazdak hapiste
olduğu halde Hişam’ı hiciv ediyor ve onun aleyhinde
şiirler söylüyordu. Hişam bunu duyar duymaz onu serbest
bıraktı. Diğer bir rivayete göre ise, onu oradan çıkarıp
Basra’ya sürgün etti.[41]
4- Batında Maymun Ve Domuz Olan İnsanlar
İmam
Sadık (a.s)’ın muhlis ve samimi Şiilerinden olan Ebu
Besir, İmam (a.s)’la hac merasimine katıldı.
İmam
(a.s)’la birlikte Ka’be’yi tavaf ederken İmam’a şöyle
dedi: “Canım sana feda olsun, acaba Allah Teala hac
merasimine katılan bu kadar toplumun hepsini affediyor
mu?”
İmam
(a.s), “Ey Ebu Besir! Gördüğün bu toplumdan çoğu
insanlar, maymun ve domuzdur!”buyurdu.
Ebu
Besir, “Onları bana gösterir misiniz?”dedi.
İmam
(a.s) elini onun gözlerine çekti, bir takım kelimeler
söyledi. Aniden o insanlardan çoğunu maymun ve domuz
görerek vahşete kapıldı! İmam (a.s) daha sonra yine
elini onun gözlerine çekti. Derken onları zahirde
oldukları şekliyle gördü.
Daha
sonra İmam (a.s) Ebu Besir’e şöyle buyurdular: “Üzülme!
Siz cennette hoşnut olacaksınız, cehennemin tabakaları
sizin yeriniz değildir. Allah’a ant olsun ki, siz hakiki
Şiilerden üç, iki, hatta bir kişi bile cehennem ateşinde
olmayacaktır.”[42]
5- Cazip Bir Münazara
İmam
Cevad (Muhammed Taki -a.s-) küçük yaşla (takriben sekiz
yaşında) imamet makamına ulaşan ilk İmam’dır. Küçük
olmasına rağmen, ilmi Allah tarafından olduğundan dolayı,
bütün ilim ve fazilet sahibi kimselerden üstündü.
O
Hazretin muhalifleri, O’nunla tartışıp münazaralar
yapıyorlardı. Bazen kendi batıl hayallerince, O’nu ilmi
sahnede mağlup etmek için zor sorular söz konusu
ediyorlardı. O münazaralardan bazıları çok heyecanlı ve
gürültülü idi; onlardan biri, İslam ülkelerinin baş
kadısı olan Yahya bin Eksem’le olan münazaradır.
Abbasi halifesi olan Memun’un emriyle bir münazara
meclisi tertiplendi. İmam Cevad (a.s), o meclisde hazır
oldu, Yahya bin Eksem de oraya gelerek İmam’ın
karşısında oturdu.
Yahya bin Eksem: Halife’ye bakarak şöyle dedi:
“Ebu
Cafer (İmam Cevad -a.s-)’den bir soru sormama izin
veriyor musunuz?”
Memun: “O Hazretin kendisinden izin al” dedi.
Yahya bin Eksem: “Fedan olayım, bir mesele sormama izin
veriyor musunuz?” dedi.
İma
Cevad (a.s): “Sormak istediğin soruyu sor” buyurdu.
Yahya bin Eksem: “İhram halinde bir av öldüren şahıs
hakkında ne dersiniz?” dedi.
İmam
(a.s): “Avı haremin dışında mı öldürmüş, içerisinde mi?
Söz konusu kimse hükme alim miydi, cahil miydi? Kasıtlı
olarak mı bu işi yapmış, yoksa kısıtsız olarak mı?
Avlayan adem köle miydi, hür müydü? Çocuk muydu, büyük
müydü? İlk defası mıydı, yoksa daha önceden de bu işi
yapmış mıydı? Avlanan hayvan kuşlardan mıydı, yoksa
başka türben mi? Kuş ise yavru muydu, yoksa büyük müydü?
Avlayan adam, bu işi tekrarlamak isteyen birisi mi,
yoksa yaptığından pişman olan biri mi? Bu işi geceleyin
mi yapmış, yoksa gündüz mü? Bu adam hac ihramında mıydı,
yoksa Umre ihramında mı?”
Yahya bin Eksem, bu sorular karşısında şaşırıp kaldı,
acizliği yüzünde belirdi, dili tutuldu; öyle ki mecliste
bulunanlar, onun zaaf ve acizliğini iyice anlamış
oldular.
Bu
galibiyetten sonra Memun şöyle dedi: “Bu nimet
karşısında ve görüşümde yanılmadığımdan dolayı Allah’a
hamt ediyorum...”
Daha
sonra ailesine dönerek: “Kabul etmediğiniz şeyi şimdi
öğrenmiş oldunuz mu?” dedi.
Meclisteki sohbetlerden sonra halk dağılıp gittiğinde
halifenin akrabalarından bir grup kimse yalnız kalınca,
Memun İmam (a.s)’a şöyle dedi:
“Fedan olayım! Eğer uygun görüyorsanız, ihram halinde av
öldürmekle ilgili söz konusu edilen meselelerin hükmünü,
yararlanmamız için açıklayın.”
İmam
(a.s) buyurdular ki:
“Eğer ihram halinde olan şahıs, haremin dışında bir av
öldürürse ve av büyük kuşlardan olursa, kefaret olarak
bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bu amel haremin
dâhilinde yapılmış olursa, kefareti iki kat olur.
Eğer
haremin haricinde bir kuş yavrusunu öldürmüş olursa, o
zaman kefaret olarak sütten kesilen bir kuzu kurban
kesilmelidir. Ama eğer bu işi haremin dâhilinde yaparsa,
bir kuzu kurban kesmeli ve ayrıca kuş yavrusunun
kıymetini de vermelidir. Eğer (haremin dışında avladığı)
yabani hayvanlardan olursa, vahşi eşek için bir inek,
deve kuşu için bir dişi deve, zebra için ise kefaret
olarak bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bunları haremin
dâhilinde yapmış olursa, kurbanlığı Mina’da kesmelidir.
Ama bu işi Umre ihramında yapmış olursa, kurbanlığı
Mekke’de kesmelidir.
Avın
kefareti âlim ve cahile eşittir. Ama kasıtlı olarak bu
işi yapmış olursa (kefaretten ilave) günah da işlemiştir;
fakat yanlışlıkla yapmış olursa, günah işlemiş sayılmaz.
Kefaret hürrün kendisine farzdır; kölenin kefareti ise
efendisinin üzerinedir (onun ödemsi gerekir). Küçük
çocuğa kefaret farz değildir; ama büyük adama farzdır.
Eğer yapmış olduğu işten pişman olup tövbe ederse, (kefaret
verdikten sonra) ahiret azabı ondan kalkar, ama eğer bu
işten vazgeçmezse (kefaretin yanı sıra) ahiret azabını
da hak etmiş olur.”
Memun, İmam (a.s)’ın bu izahını duyunca şöyle dedi:
“Aferin ey Cafer! Allah sana hayır versin. Eğer uygun
görüyorsanız, siz de Yahya bin Eksem’den onun sorduğu
gibi bir soru sorun.”
Bunun üzerine İmam (a.s) Yahya bin Eksem’e: “Sorayım mı?”
diye buyurdu.
Yahya bin Eksem de cevaben: “Sana feda olayım, onu artık
kendiniz bilirsiniz; eğer bilirsem cevabını veririm,
bilmediğim takdirde sizden istifade ederim” dedi.
İmam
Cevad (a.s) ona şöyle bir soru yöneltti:
“Söyle bakalım, sabahleyin bir kadına bakması haram,
kuşluk vakti helal, öğle vakti haram, ikindi vakti helal,
akşam haram, yatsı vakti helal, gece yarısı helal, şafak
vakti haram olan bir erkek hakkında ne dersin? Bu nasıl
bir kadındır; neden bazen o erkeğe helal, bazen de haram
oluyor?”
Yahya bin Eksem: “Allah’a and olsun ki, bu sorunun
cevabını bilmiyorum; hangi sebebe göre helal ve haram
olduğunu da bilmiyorum; uygun görüyor iseniz,
faydalanmamız için kendiniz onu izah ediniz?” dedi.
İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
“Bu kadın bir adamın
cariyesidir; sabahleyin yabancı bir erkek ona bakıyor,
bakması haram olur; kuşluk vakti cariyeyi sahibinden
alıyor, böylece ona helal olur; öğle vakti onu azad
ediyor, neticede haram olur; ikindi vakti onunla
evleniyor, böylece ona helal olur; akşamleyin zihar
ediyor (senin sırtın bana, annemin sırtı gibidir diyor),
böylece ona haram olur; yatsı vakti ziharın keffaretini
vererek tekrar ona helal olur; gece yarısı onu boşuyor,
böylece ona haram oluyor; şafak vakti rücu ediyor
böylece kadın ona helal oluyor.”
[43]
6- İmam Mehdi (a.f) İle Mülakat
Allame Meclisi (r.z) babasından şöyle naklediyor:
Bizim zamanımızda Emir İshak Esterabadi (r.z) isminde
çok mümin ve salih bir şahıs vardı. Kırk defa yaya
olarak hacca gitmişti. Halk arasında tayy’ül arz (bir
anda kaç fersah yolu kat eden) lakabıyla meşhur olmuştu.
Bir yıl İsfahan’a geldi. İsfahan’a geldiğinden haberim
olunca görüşüne gittim. Hal hatır sorduktan sonra ona:
“Acaba gerçekten sizin tayy’ül arz’ınız mı vardır? Çünkü
halk arasında böyle meşhur olmuştur” dedim.
Cevaben şöyle dediler:
Bir
yıl Mekke’ye azim oldum, hac kafilesiyle bir konağa
vardık, o konaktan Mekke’ye yedi veya dokuz konak (elli
fersahtan fazla) bir mesafe vardı. Ben bazı sebeplerden
dolayı kafileden geriye kalmıştım, yavaş-yavaş tamamıyla
onlardan ayrı düştüm. Asıl caddeyi kaybettiğimden dolayı
şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Susuzluk beni öyle
etkilemişti ki, diri kalacağımdan artık ümidimi
kesmiştim. Bir kaç defa: “Ey Salih! Ey Eba Salih! (Ey
İmam-ı Zaman!) Beni caddeye hidayet et” diye feryat
ettim.
Bu
sırada uzaktan bir şebeh (karartı) gördüm, düşünceye
daldım! Kısa bir süreden sonra o şebeh yanımda hazır
oldu. Buğday renkli, güzel simalı ve temiz elbiseli bir
genç olduğunu gördüm. Siması büyük bir şahsiyet olduğunu
gösteriyordu, bir deveye binmişti, yanında da bir su
kabı vardı. Ona selam verdim, o da selamın cevabını
verdikten sonra “Susuz musun?” diye sordu. Ben de; Evet
susuzum dedim. Su kabını bana verdi, ben de o sudan
içtim. Sonra: “Kafileye yetişmek istiyor musun?” diye
sordu.
Sonra beni devenin arkasına bindirdi, birlikte Mekke’ye
doğru hareket ettik. Ben her gün “Hırz-i Yemani” duasını
okurdum, yine o duayı okumakla meşgul oldum. Duanın bazı
cümlelerinin yanlış olduğunu tezekkür verip şöyle oku
diyordu.
Bir
kaç dakika geçmeksizin bana: “Burayı tanıyor musun?”
diye sordu. Bakınca Mekke olduğunu gördüm. “İniniz!”
diye emrettiler. İndiğimde geri dönüp gözlerden kayboldu.
Bu esnada onun İmam Mehdi (a.s) olduğunun farkına vardım.
Ondan ayrılmama ve onunla birlikte olup da onu
tanımadığımdan dolayı çok üzüldüm. Yedi gün geçtikten
sonra, bizim kafilemiz Mekke’ye ulaştı.
Kafilemizde olanlar, benim sağ kalmamdan ümitlerini
kestikten sonra birden beni Mekke’de gördüler. İşte bu
yüzden halk arasında tayy’ül arz’a sahip olmakla meşhur
oldum.
Allame Meclisi (r.a) bu
hikâyeyi nakl ettikten sonra, babasının şu sözünü de
ekliyor: “Hırz-ı Yemani” duasını onun yanında okudum,
yanlış yerlerini düzeltti, onu nakil ve tashih etmeyi
bana icaze verdiğinden dolayı da Allah’a şükür ediyorum.[44]
-
Nehc’ul-Belağa, 47. Mektup
-
Nehc’ul-Belağa, 1. Hutbe
-
Emali es-Seduk, 493/4; et-Tevhid, 253/4
-
Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/119/1
-
Emali et-Tusi, 694/1478
-
Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/262/29
-
el-Hisal, 167/219; İlel’uş-Şerayi’, 235/4
-
İzdivac der İslam, 114, Mustedrek Bab’un Nikah, 31.
bölüm
[38]
- İmam (a.s)’ın ona öğrettiği dua, “Meşmul” adındaki
meşhur bir duadır; merhum Şeyh Abbas-i Kummi, o
duayı “Mefatih” kitabında nakl etmiştir.
[39]
- Bihar, c. 41, s. 225; c. 95, s. 295
[40]
- Bu kaside, kırk beyittir; bunların hepsi
Bihar’ul-Envar kitabının, c. 46, s. 125’de
nakledilmiştir. Biz sadece birkaç beytini aktardık.
[41]
- Bihar, c. 46, s. 125
[42]-
Bihar’ul-Envar, c. 47, s. 79 ve c. 68 s. 118
[43]
- Bihar, c. 50, s. 75-78
[44]
- Bihar’ul-Envar, c. 52, s. 175
|