1. FATİHA SÜRESİ
Mekkidir, yedi âyettir.
Rahman ve rahim Allah adiyle
1- Hamd, alemlerin rabbi Allah'a:
2- Rahmandır, rahîmdir,
3- din gününün sahibidir.
4- Ancak sana ibadet ederiz ve
ancak senden yardım dileriz.
5- Bize doğru yolu göster,
6- nimetlendirdiğin kişilerin
yolunu;
7- gazebe uğramışların da değil,
sapıkların da
2.BAKARA SÜRESİ
Medenidir, ikiyüz seksen altı
âyettir.
Rahman ve rahîm Allah adiyle
1- Elif lâm mîm.
2- Bu, bir kitaptır ki onda
şüphe yok. Takvâ sahiplerine yol göstericidir.
3- Onlar, gaybe inanırlar, namaz
kılarlar, rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını
yoksullara harcarlar.
4- Onlar, sana indirilene de
inanırlar, senden önce indirilenlere de; ahirete de
iyice inanmışlardır.
5- Onlardır rablerinden doğru
yolu bulanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler.
6- Kâfir olanlara gelince: İster
korkut onları, ister korkutma, birdir; inanmazlar.
7- Allah kalplerini, kulaklarını
mühürlemiştir, gözlerinde de perde var, pek büyük azâb
onlara.
8- İnsanlardan Allah'a ve son
güne inandık diyenler de var, inanmamışlardır.
9- Allah'ı ve inanları
kandırırlar sanki Halbuki haberleri yok, ancak
kendilerini kandırırlar.
10- Kalplerinde hastalık var,
Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan
söylediklerinden dolayı onlara elemli bir azap var.
11- Onlara, yeryüzünde fesat
çıkarmayın dendi mi, derler ki: Biz ıslâh edicileriz.
12- Bilin ki onlardır fesatçılar
ama anlamazlar.
13- Onlara, inanan insanlar gibi
siz de inanın dendi mi, derler ki: Akılsızlar gibi biz
de mi inanacağız? Bilin ki aklı az olanlar onlardır ama
bilmezler.
14- İnananlarla buluştular mı
inandık derler. Şeytanlarıyla yalnız kaldılar mı şüphe
yok ki derler, biz sizinleyiz, biz ancak alay etmekdeyiz.
15- Allah onlarla alay eder,
taşkınlıklarında, azgınlıklarında başı boş dolaşsınlar
diye mühlet verir onlara.
16- Onlardır doğru yolu satıp
azgınlığı alanlar. Alış-verişlerinden faydalanmadıkları
gibi bir kazanç yolu da tutmamışlardır.
17- Onlar, bir ateş yakıp
ışıklanmak isteyen kimseye benzerler. Ateş,
çevrelerindeki şeyleri aydınlattı mı Allah, nurlarını
alıverir de onları karanlıklarda bırakır, görmezler.
18- Sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler, doğru yola dönemezler.
19- Yahut da gökten boşana
boşana yağan yağmura tutulmuşa benzerler; orada
karanlıklar var, gök gürlemede, şimşek çakmada. Ölüm
korkusuyla yıldırımların sesini duymamak için
parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Allah'sa
inanmayanları çepçevre kaplamış, kavramıştır.
20- Şimşek neredeyse gözlerini
alacak onların. Çakıp etraf aydınlandı mı yürürler,
karanlıkta kaldılar mı dururlar. Allah dilerse
duymalarını da alır, gözlerini de kör eder. Şüphe yok ki
Allah'ın her şeye gücü yeter.
21- Ey insanlar, sizi de, sizden
öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin de takvâ
sahiplerinden olun.
22- Öyle bir Allah'tır ki size
yeryüzünü döşek etmiştir, gökyüzünü tavan. Gökten yağmur
yağdırır, o yağmurla meyveler yetiştirir. Sizi
rızıklandırır. Ona eşitler var demeyin, zâten olmadığını
bilirsiniz de.
23- Kulumuza indiregeldiğimiz
Kur'ân'da şüpheniz varsa ona benzer bir sûre getirin,
doğrucuysanız Allah'tan başka tanıklarınızı da çağırın.
24- Bunu yapamazsanız, kesin
olarak da yapamazsınız ya, sakının odunu insanlarla
taşlar olan ve kâfirlere hazırlanan ateşten.
25- İnananlara ve iyi işlerde
bulunanlara müjde ver: Onlar içindir kıyılarından
ırmaklar akan bahçeler. Orada bir meyveyle rızıklandılar
mı bundan önce de bunu tatmıştık derler, onları
dünyadakilere benzetirler. Onlara, dünyadakilere benzer
rızıklar sunulur. Orada tertemiz eşler de var onlara,
orada ebedî kalırlar.
26- Şüphe yok ki Allah,
sivrisineği de örnek getirmekten çekinmez, ondan üstün
olanları da. İnananlar bilirler ki bu örnek, yerindedir
ve Rablerindendir. Fakat inanmayanlar, Allah bu örnekle
ne demek istiyor ki derler. O, bununla çoklarını
şaşırtıp azdırır, çoklarını da doğru yola getirir.
Azdırıp şaşırttıkları, ancak kötü işler yapanlardır.
27- Kötülükte bulunanlar
onlardır ki Allah'la ahdettikten sonra ahitlerini
bozarlar. Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi
keserler, yeryüzünde bozgunculuk ederler. Onlardır
ziyankârlar.1[1]
[1] Âyette bahis konusu olan
Allah ahdi hakkında çeşitli sözler var. Ahid bir şeyi
korumak anlamına gelir. İnsanların akıllarıyla,
eserlerini görüp, peygamberlerle, kitaplarla doğruluğunu
anladıktan sonra gene Tanrının varlığını, birliğini
inkâr etmeleri; peygamberlerin sözlerini, buyruklarını
duyduktan sonra itaat etmemeleri, Tanrı ahdini
bozmalarıdır denmiştir. Eski kitaplarda Hz. Muham-med (s.a.a)'in
Peygamber olarak gönderileceği yazıldığı halde
inanmayanların, Tanrı ahdini bozmuş olduklarını
söyleyenler de olmuştur ki Tabari, bunu kabûl eder.
Allah'ın, ulaştırılmasını buyurduğu şey de, insanların,
Peygamberlere ve inananlara ulaşmaları, onlara
katılmalarıdır. Yakınları görüp gözetmek, bütün
peygamberlere inanmak, inanca ibâdetleri katmaktır
diyenler de vardır.
28- Allah'ı nasıl inkâr
edebilirsiniz ki ölüydünüz, diriltti sizi. Sonra öldürür,
sonra gene diriltir, sonra da gerisin geriye ona
dönersiniz.
29- Öyle bir Allah'tır ki
yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra
iradesini yücelere yöneltti de gökleri nizam ve intizam
üzere yedi kat olarak yarattı. O, her
şeyi bilir.2[2]
[2] 38. Ahd-i
Atıyk, Tekvin, 1. 26 ve devamı, 2-3. Bu kitapta aynen
Kur’ân'daki gibi Âdem Peygamber yaratılır, yalnız
cennete değil de doğu tarafında Aden'de kurulan bir
bahçede konaklar. Her şeyden yiyip içmesine izin verilir,
yalnız hayrı, şerri bilmek ağacından yememesi emrolunur
ve yediğin gün ölürsün denir. Tanrı, Hz. Âdem'e bütün
hayvanların adlarını koydurur. Yalnız olduğunu görüp ona
bir uyku verir, eğe kemiklerinin birini alıp ondan
Havva'yı yaratır. İkisi de çırçıplaktır, fakat utanmayı
bilmezler. Kur’an'daki Şeytan yerine Ahd-i Atıyk'te
hayvanların en zekisi olan yılan geçer. Yılan, bu ağaçtan
yerseniz gözleriniz açılır, hayrı şerri tanır, Tanrılar
gibi olursunuz diyerek önce Havva'yı kandırır, ağacın
meyvesinden yedirir, sonra Adem de yer. Çıplak
olduklarını anlarlar, utanıp incir ağacının yaprağıyla
edep yerlerini örterler. Tanrı, yılana, sen karnının
üstünde sürüneceksin, insanoğlu, topuğuyla başını ezecek
der. Kadına, sen de doğururken zahmet çekeceksin der.
Adem'e de rızkını güçlükle kazan deyip her üçünü de
bahçeden çıkarır. Ahd-i Atıyk'te meleklerin Adem'e secde
etmesi yoktur. Ahd-i Atıyk'teki hikayelerin çoğu, halk
rivayetlerine girmiştir.
30- Hani Rabbin
meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım
demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan
dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek
noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni
kutlamadayız ya; ben, sizin bilmediğinizi bilirim
demişti.
31- Âdem'e bütün
adları bildirmişti de meleklere o adlarla anılan şeyleri
gösterip hadi demişti, doğrucuysanız bunların adlarını
haber verin.
32- Demişlerdi
ki: Noksan sıfatlardan seni arı biliriz, bize bildirdiğin
şeylerden başka bilgimiz yok. Şüphe yok ki sen, her şeyi
bilirsin, hüküm ve hikmet sahibisin.
33- Demişti ki:
Ey Âdem onlara, yaratıkları adlarıyla haber ver, Âdem,
her şeyi adlı adınca haber verince demişti ki: Ben size
demedim mi, göklerdeki gizli şeyleri de bilirim,
yeryüzünde ki gizli şeyleri de. Açığa vurduğunuzu da
bilirim, gizlediğinizi de.
34- Hani
meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de İblisten başka
bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten
çekinmiş, ululanmak istemişti de kâfirlerden olmuştu.3[3]
[3] İblis
kelimesinin, şiddetli sıkıntıya, kedere uğramak anlamına
gelen "iblâs" kelimesinden geldiği söylendiği gibi bu
sözün Arapça olmayıp yabancı bir dilden Arapça'ya geçtiği
de söylenmiştir (al-Müfredât, s. 59, Mecma'-ül-Beyan, c.1,
s.35).
35- Demiştik ki:
Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, dilediğinizi bol
bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa haddini
aşanlardan olursunuz.
36- Şeytansa
oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları
makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bâzınız, bâzınıza düşman
olarak inin buradan. Bir zamana kadar yeryüzünde
oturmanız, oradan rızıklanmanız mukadder.
37- Âdem,
Rabbinden bâzı sözler belledi de Allah tövbesini kabul
etti. Şüphe yok ki o, bütün tövbeleri kabul eder,
rahîmdir.
38- Dedik ki:
Hepiniz de cennetten inin. Fakat benden size bir doğru
yol gösterici geldi mi o doğru yolu gösterenin izinden
gidenlere ne korku vardır, ne hüzün.
39-
İnanmayanlarla delillerimizi yalanlayanlara gelince:
Onlardır ateş ehli; onlar, orada ebedî kalırlar.
40- Ey
İsrailoğulları, anın size verdiğim nîmeti. Vefa edin
ahdime de vefa edeyim ahdinize ve ancak benden korkun
artık.
41- İndirdiğim
Kur'ân'a inanın. Sizdeki kitabı da doğrulayıcıdır o. Ona
ilk inanmayan siz olmayın. Delillerimi az ve değersiz
bir parayla değişmeyin, ancak benden sakının.
42- Doğruyu
bâtılla karıştırıp da bile bile gerçeği unutup
gizlemeyin.
43- Namaz kılın,
zekât verin, rükû edin rükû edenlerle.
44- İnsanlara
iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor
musunuz? Ve kitabı okumaktasınız siz. Aklınız mı yok,
düşünmez misiniz?
45- Sabretmek ve
namaz kılmak hususunda Allah'tan yardım dileyin. Bunlar
ağır ve büyük şeylerdir ama saygılı kimselere göre
değil.
46- Saygılılar,
öyle kimselerdir ki Rablerine ulaşacaklarını iyiden
iyiye umarlar, ona döneceklerini iyiden iyiye bilirler.
47- Ey İsrail
oğulları, anın size verdiğim nîmetlerimi, anın sizi
bütün âlemlerden üstün ettiğimi.
48- Korkun o
günden ki hiç kimse, bir başkasının yerine bir şey
ödeyemez o gün; kimsenin kimseye şefaati kabul edilmez,
kimseden karşılık da alınmaz, onlara yardım da edilmez.
49- Hatırlayın o
zamanı ki sizi Firavun'un soyundan kurtardık. Onlar,
size kötü bir sûrette azâp ediyorlar, oğullarınızı
kesiyorlar, kızlarınızı diri bırakmak istiyorlardı. Bu
işte Rabbinizin bir sınaması vardı.
50- Bir vakit
sizin için denizi yardık da kurtardık sizi; Firavun'un
soyunu sopunu sulara boğduk; siz de buna bakıp
duruyordunuz.
51- Bir vakit
Mûsâ'ya kırk gecelik vâde verdik. Sonra siz, o yokken
tuttunuz da buzağıya kapıldınız, böylece zulmediyordunuz
işte. 4[4]
[4] Kırk gece.
Bu bahis Ahd-i Atıyk'ın Huruc bölümünde geçer (24, 32).
Yalnız Ahd-i Atıyk'te buzağıyı yapan, Hârûn'dur, Kur’ân'sa
20. sûrenin 94. âyetinde Hârûn'un bunu yapmadığını,
hattâ bu hususta İsrailoğullarına öğütler verdiğini,
fakat Samîri'nin onları kandırarak bu işi yaptığı
anlatılır.
52- Bundan sonra
gene sizi affettik, şükretmeniz gerekti.
53- Doğru yolu
bulasınız diye bir vakit Mûsâ'ya kitap ve doğruyla eğriyi
ayırt eden hükümler verdik.
54- Hani Mûsâ,
kavmine, siz buzağıya kapılmakla gerçekten kendinize
zulmettiniz; tertemiz yaratıcınıza tövbe edin de
nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin
için çok hayırlıdır demişti de Allah, bu yüzden
tövbenizi kabul etmişti. Şüphe yok ki o, tövbeleri kabul
eden rahîmdir.
55- Bir zamanlar
yâ Mûsâ demiştiniz, Allah'ı apaçık görmedikçe inanmayız
sana. Derken bakınıp duruyordunuz, bir yıldırım düşmüş
de sizi yakıvermişti.
56- Sonra da
gene şükredesiniz diye ölümünüzden sonra sizi dirilttik.
57- Bulutla
gölgelendirmiştik sizi. Rızıklandırdığımız tertemiz
şeylerden yiyin diye size kudret helvasıyla bıldırcın
indirmiştik. Onlar, zulmü bize etmediler, kendilerine
ettiler.
58- Bir vakit şu
şehre girin, nîmetlerinden, nerede dilerseniz orada
bol-bol yiyin, kapısından secde ederek girin, burası
yurttur deyin, yarlıganma dileyin de suçlarınızı örtelim;
iyilikte bulunanların sevabını daha da arttıracağız
demiştik.5[5]
[5] Bahsedilen
şehir Kudüs'tür demiştir.
59- Fakat
zulmedenler, sözü, kendilerine söylenen şekilden başka
bir şekle sokmuşlar, değiştirmişlerdi. Biz de
zulmedenlere, kötülükte bulunduklarından dolayı gökten
bir azap indirivermiştik.
60- Gene bir
zaman oldu ki Mûsâ, kavmi için su diledi de ona, sopanla
vur taşa demiştik. Vurunca taştan on iki pınar
fışkırmıştı. Halkın her bölüğü, su içeceği kaynağı
bilmiş, anlamıştı. Allah'ın rızkından yiyin, için de
haddinizi aşıp yeryüzünü fesada vermeyin. 6[6]
[6] ) Ahd-i
Atıyk, Huruc, 17, 5-6.
61- Bir zaman
demiştiniz ki: Yâ Mûsâ, biz bir türlü yemeğe
dayanamayız. Rabbinden bizim için iste de bize
yerin yetiştirdiği şeylerden versin. Yerden yeşillik,
kabak, sarımsak, mercimek, soğan bitirsin. Mûsâ demişti
ki: Daha hayırlı olanı, ondan daha aşağılık bir şeyle
değiştirmek mi istiyorsunuz? Mısır'a inin, orada
dilediğiniz şey var. Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk
çullanmıştı, Allah'ın da gazabına uğradılar. Evet, öyle
de oldu; çünkü Allah'ın delillerine inanmamışlardı,
haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet, öyle de
oldu; çünkü isyana boğulmuşlardı, çünkü aşırı
gidiyorlardı.
62- Şüphe yok ki insanlarla
Yahûdi olanlardan, Nasrânîlerden, Sâbiî-lerden, Allah'a
ve son güne inanan ve iyi işler gören kimselere, Rableri
katında ecir var. Onlar için ne korku vardır, ne
hüzün.7[7]
[7] Sâbie'ye Hanif de denir.
Bunlar, İbrahîm Peygamberin dinine salik olanlardır
denmiştir. Ansiklopedya Britanika'ya göre Babil'de, yarı
Hıristiyan bir mezhebe tabi olanlardır. Bunlar, Yahya
Peygambere uyanlara benzerlerdi. Habib-i Neccâr,
Ebu-Zerr, Selman ve saire gibi bâzı kişiler, bu
mezhepten sayılmışlardır. Şehristanî, "al-Mileli
ven-Nihal" inde bu fırkayı Sâbie ve Hunefâ diye ikiye
ayırıyor. Ona göre Sâbie, cismani bir mutavassıtla değil
de ruhani bir vasıtayla Tanrı bilinebilir ve ona
ulaşılır derler. Hunefa ise bir insan vasıtasıyla
ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri
kabul ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis
ederlerdi (Beyrut, al-Matbaat-al-Ananiyye, taş basması,
s. 136-137). Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema
felsefesini geliştiren ve tasavvufu besleyen esaslar,
hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı
eser, s. 151 ve devamı). Bunlara, Mandeens denirdi. Bu
ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis
kelimesinin müradifi olan Manda sözünden alınmıştır.
Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap’tan bir fırka sayar.
Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar.
No'man-İbn-i-Sabit'e isnad edilen bir rivayete göre
Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar.
Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa'nın
güneyindeki eski Haran şehriydi. Hille ve Kerbela'da da
hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların Ginza
denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar
vaftizi de kabul ederler. Bunlarca İsa yalancıdır,
gerçek peygamber Yahya'dır. Manihaizmin kurucusu Mani de
önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar
ve Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası,
1. sene, sayı. 3, İst. Evkaf Matbaası, 1926, s. 113-176.
Sabie hakkındaki kısım, s. 164-166). Buharı, Kureyş'in,
Ebu-Zerr-i Gıfari'ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-Tecrid,
c. 2, s. 48).
Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara
denir, sonradan, puta tapan ve Kitap Ehli olmayanların
hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine uyanlar
kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in Yemen'deki Mecusilerden cizye aldığına
tanıklık edinceye dek onlardan cizye almamıştı (al-Tecrid,
Kitabu Bed'il-halk, 2, 39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in Mecusilerden Kitap Ehli'nden aldığı gibi
cizye aldığını göstermesi bakımından pek önemlidir.
63- Gene bir vakit sizden söz
almıştık, Tur dağını üstünüze yüceltmiştik. Size
verdiğimiz kitabı azimle alın, sakınanlardan olmak için
de içindeki emirleri anın demiştik.
64- Bundan sonra gene yüz
çevirmiştiniz. Allah'ın ihsânı ve rahmeti ol-masaydı
ziyankârlardan olurdunuz ya.
65- Bilirsiniz elbet, içinizde
cumartesi gününe hürmet etmeyip emirden çıkanlara
aşağılık maymun olun demiştik.8[8]
[8] Mücalid, kalplerinin
çarpıldığını söyler (Mecma'ül-Beyan 1, 56).
66- O zaman bunu görenlerle
sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak
üzere onları maymun şekline sokmuştuk.
67- Gene bir zaman Mûsâ, kavmine
demişti ki: Şüphe yok ki Allah, size bir inek
boğazlamanızı emrediyor. Kavmi, bizimle alay mı
ediyorsun demişti. Mûsâ, Allah'a sığınırım bilgisizlere
katılmaktan demişti.
68- Peki demişlerdi, Rabbine dua
et de ne biçim inek keselim, açıklasın bize. Mûsâ, Allah
diyor ki demişti, ne işten kalmış kart olacak, ne genç.
İkisi arası dinç bir inek olmalı. Hadi, size emredilen
şeyi yapın.
69- Demişlerdi ki: Rengi nasıl
olsun? Rabbine dua et de açıklasın bize.
Mûsâ, Allah diyor ki demişti, sapsarı, lekesiz olacak,
bakanlara sevinç, neşe verir bir renk.
70- Demişlerdi
ki: Bu nasıl inek? Bizce inek ineğe benzer. Rabbine dua
et de bize bildirsin. Allah dilerse buluruz elbet.
71- Mûsâ, Allah
diyor ki demişti, ne çifte koşulup tarla sürmüş olacak,
ne ekin sulamış olacak. Ayıpsız, lekesiz, alacasız
olmalı. Hah demişlerdi, şimdi gerçeği söyledin. İneği boğazladılar,
boğazladılar ama az kaldı bu emri yerine
getiremeyeceklerdi.
72- O vakit
birisini öldürmüş, çekişip suçu üstünüzden atmıştınız
hani. Allah'sa gizlediğinizi açığa vuracaktı.
73- Demiştik ki:
O adama, ineğin bir uzvuyla vurun işte Allah, aklınız
başınıza gelsin diye ölüleri böyle diriltir, delillerini
size böyle gösterir.
74- Ama bundan
sonra kalpleriniz katılaştı, taşa döndü, Hattâ taştan da
katı bir hale geldi. Çünkü öyle taşlar var ki içinden
nehirler kaynar. Öylesi var ki çatladı mı bağrından su
fışkırır. Öylesi de var ki Allah korkusundan yerlere
yuvarlanır. Allah, yaptığınızdan gafil değil ki.
75- Bunların,
size inanıvereceklerini mi umuyor, buna mı tamah
ediyorsunuz? İçlerinde bir bölük var ki Allah sözünü
duyduktan, akılları o sözleri aldıktan sonra da
bile-bile değiştirirlerdi o sözleri.
76- Onlar,
inananlarla buluştular mı inandık derler de sonra
birbirleriyle yalnız kaldılar mı aklınız mı yok derler,
Rabbiniz indinde sizinle çekişsinler, aleyhinize delil
göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığı şeyi tutup
onlara söylüyorsunuz?
77- Bilmezler mi
ki Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa
vurduklarını da.
78- İçlerinde,
anasından doğduğu gibi kalan, okuma yazma bilmeyenler de
var ki onlar, kitap nedir bilmezler. Bildikleri
şey, ancak kuruntularıdır, onlar, ancak zanna kapılırlar.
79- Elleriyle kitap yazıp sonra
da az bir para almak için bu, Allah tarafından geldi
diyenlerin vay hallerine. Elleriyle yazdıklarından, o
kitabı, kendileri düzdüklerinden dolayı vay hallerine,
kazançları yüzünden vay hallerine.
80- Dediler ki: Ateş, bizi yaksa
bile birkaç gün yakar. De ki: Allah'tan bir söz mü
aldınız? Aldınızsa Allah sözünden hiç dönmez. Yoksa
Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?
81- Hayır, iş öyle değil; kim
bir günah kazandı, vebali kendisini sardı, kapladıysa
işte o çeşit adamlardır ateş ehli. Onlar, ateşte ebedî
kalırlar.
82- İnananlarla iyi işler
görenlere gelince: Onlar cennet ehlidir, onlar da
cennette ebedîdir.
83- Bir zaman İsrailoğullarından,
Allah'tan başkasına tapmamak, anaya, babaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara iyilik etmek üzere kesin söz
almıştık. İnsanlara güzellikle söz söyleyin, iyi şeyler
buyurun, namaz kılın, zekât verin demiştik. Sonra pek
azınız müstesna, sözünüzden dönmüştünüz, hâlâ da
dönmedesiniz zâten.
84- Bir zaman birbirinizin
kanını dökmemek, yerinizden yurdunuzdan çıkmamak
hususunda kesin söz almıştık sizden. Sonra siz de bunu
ikrar etmiş, siz de buna tanık olmuştunuz.
85- Sonra da sizler, o
kişilersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz. Bir
bölüğünüzü yerinden yurdundan çıkarıyorsunuz. Onların
aleyhinde, kötülükte, düşmanlıkta bulunmak üzere
birleşiyorsunuz. Elinize esir düşerlerse onlara karşılık
esirler veriyor, gene onları yurtlarına sokmuyorsunuz.
Halbuki onları yurtlarından çıkarmak bile haramdı size.
Yoksa kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmına
inanmıyor musunuz? İçinizde bunları yapanların kazancı,
dünya hayatında ancak horluktan ibaret, kıyamet günüyse
onlar daha çetin bir azâba atılırlar. Allah,
yaptıklarınızdan gafil değildir ki.
86- Onlar, ahireti dünya
yaşayışına satmış kimselerdir. Onların azâbı da
hafifletilmez, onlara yardım da edilmez.
87- Şüphe yok ki Mûsâ'ya
Tevrat'ı verdik, ardından birtakım peygamberler
gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verip onu
Rûh-ül-Kudüs'le kuvvetlendirdik. Nefsinizin hoşlanmadığı
bir emirle peygamber geldi mi demek ululanmak
isteyeceksiniz, kiminiz onları yalanlayacak, kiminiz
öldürecek ha.9[9]
[9] Rûh-ül-Kudüs, bu âyette ve
gene bu sûrenin 253., 5. sûrenin 110. âyetlerinde geçer
ve bütün bu âyetlerde İsa'nın Ruh-ül-Kudüs'le teyit
edildiği bildirilir. 16. sûrenin 2. âyetinde "Ruh" diye
adı geçer ve meleklerin, Tanrı kullarından dilediğine ve
emriyle, Ruh'la melekleri indirdiğini bildirir. Aynı
sûrenin 102. âyetinde Ruh-ül-Kudüs''ün, gerçek olarak,
inananları, inançlarında tespit için Rab tarafından
indirildiği söylenir. 26. sûrenin 193. âyetinde,
Ruh-ül-Emin diye anılır ve Hz. Peygamberin kalbine,
Kur’ân'la indiği söylenir. 40. sûrenin 15. âyetinde
Ruh'un, kullarından dilediğine, emriyle ilga edildiği,
58. sûrenin 22. âyetinde inananların Ruh'la teyit
edildiği, 70. sûrenin 4. âyetinde meleklerle Ruh'un,
uzunluğu elli bin yıl olan bir günde, göğe ağacağı, 78.
sûrenin 38. âyetinde Ruh'la meleklerin, kıyamette ayrı
birer saf teşkil edeceği, 77. sûrenin 4. âyetinde
Rablerinin izniyle meleklerle Ruh'un kadir gecesi yere
ineceği, 19. sûrenin 17. âyetinde Ruh'un, Meryem'e bir
insan sûretinde temessül ettiği bildirilir.
Matyus İncil’inin son babı olan
28. babının 19. ayetinde Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs
teslisine rastlarız. Yuhanna İncil’inde, İsa'nın
müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da
Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs'tür (14, 16-17).
Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve
Baba'yla Oğul'dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz.
Peygamberler ve erenler, olağanüstü şeyleri bu kudretle
yaparlar. Müslümanlarsa İncil'de geçen teselli ediciyi,
Paraklet (Arapça’da Firaklit) tarzında kabul edip Hz.
Muhammed (s.a.a)'in İsa tarafından müjdelendiğini iddia
ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i Şehristani:
Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i
Tebligat-i İslami yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri
1323, bilhassa s. 107-117).
88- Dediler ki: kalplerimiz
örtülü, kılıf içinde. İş öyle değil. Küfürleri yüzünden
Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onun için azı,
pek azı inanır.
89- Evvelce kâfir olanlara üst
gelmek için imdat isterlerken Allah tarafından, onların
inandığı kitabı tasdik eden bir kitap geldi, bildikleri,
tanıdıkları zuhur etti mi ona kâfir oldular. Hay
Allah'ın lâneti kâfirlere olsun.
90- Ne pis şeydir o kendilerini
satmaları, bu sûretle de Allah'ın indirdiği Kur'ân'a
kâfir olmaları, Allah'ın, kullarından dilediğine ihsân
edip kitap indirmesine haset ederek kâfirlikte
bulunmaları. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar.
Kâfirler için aşağılık bir azap var.
91- Onlara, Allah'ın indirdiğine
inanın denince biz, bize indirilene inandık derler de
ondan başkasına inanmazlar. Halbuki o, gerçektir, onlara
inen kitabın gerçekliğini söyler. De ki: İnanmışsanız
neden önceleri Tanrı peygamberlerini öldürdünüz?
92- Andolsun ki Mûsâ, size açık
delillerle geldi de ondan sonra tuttunuz, buzağıya
taptınız, siz o zâlimlersiniz işte.
93- De ki: O vakit sizden kesin
söz almıştık, Tur dağını üstünüze yüceltmiştik. Size
verdiğimizi azimle tutun, dinleyin demiştik. Onlar da
duyduk demişlerdi ve âsi olduk. Buzağı sevgisi,
küfürleri yüzünden tâ iliklerine işlemişti. İnanmışsanız
inancınız, ne de kötü ve pis şey emrediyor size.
94- De ki: Âhiret yurdu, Allah
katında başkalarının değil de bilhassa sizinse ve
sözünüzde doğrucuysanız ölümü dilesenize.
95- Fakat elleriyle kazandıkları
suçlardan dolayı hiçbir zaman dilemezler. Allah,
zâlimleri iyice bilir.
96- Andolsun ki onları,
insanların hayata en düşkünü olarak bulursun. Onlar,
müşriklerden de düşkündür hayata. Her biri bin yıl
yaşamayı arzular. Fakat yaşasa ne olacak? Onu azaptan
kurtaramaz ki. Allah, ne yapıyorlarsa görmede.
97- De ki: Kim Cibrîl'e düşmansa
iyi bilsin ki o, Allah'ın izniyle evvelce inen
kitapların doğruluğunu bildiren, inananlara doğru yolu
gösteren ve bir müjdeci olan Kur'ân'ı, senin kalbine
indirmiştir.10[10]
[10] Cibril, Cebreil, Cebrail,
Cibrâl tarzlarında da kullanılır. Bu sözün Arapça
olmayıp Süryaniciden geldiği ve Süryanicide cebr
kelimesinin kul, il, kelimesinin de Allah anlamını ifade
ettiği ve bu sözün Tanrı kulu demek olduğu söylenmiştir.
(Mecma'ül-Beyan, 1. 71). Tanrı kudreti anlamına
geldiğini söyleyenler de vardır. Ahd-i Atıyk'te,
Cebrail'in vahiy meleği olduğu, Danyâl bölümünden
anlaşılıyor (8, 16). Fakat aynı kitaptan,
İsrailoğullarının Mikâil'i daha çok sevdikleri
anlaşılmaktadır (12, 1) Fedekli Yahûdilerin bir kısmının,
Cebrail bizim düşmanımızdır, bize azapla, harple gelir;
Mikâl, bollukla, iyilikle gelir demişlerdi. Bu âyet,
bunun üzerine vahyedilmiştir. Cebrail, İslâm inancında,
peygamberlere vahiy getiren melektir.
98- Kim, Allah'a ve meleklerine
ve peygamberlerine ve Cibrîl'e ve Mîkâl'e düşman olursa
bilsin ki Allah da kâfirlere düşmandır.11[11]
[11] Mik kelimesinin, kulcağız
anlamına Süryanice bir kelime olduğu ve Mikâil'in Allah
kulcağızı anlamına geldiği söylenmiştir (Mecma'ül-Beyan,
aynı sahîfe). Mikâil, yelleri estiren, yağmuru yağdıran,
Tanrı dileğine göre rızıkları bölen, paylaştıran
melektir. Sur'u da bu melek üfleyecektir. Mikâil, Mikâl
tarzında da söylenir.
99- Andolsun ki sana apaçık
âyetler indirdik. Onlara, ancak kötü işlerde bulunanlar
kâfir olur.
100- Onlarla bir ahde girişildi
mi içlerinden bir bölüğü o ahdi bozacak ha. Bir
bölüğünün ahdini bozması şöyle dursun, zâten çokları
inanmazlar.
101- Allah tarafından onlarda
bulunan kitabın doğruluğunu bildiren bir peygamber geldi
mi kitap ehlinin bir kısmı, Allah'ın kitabını artlarına
atarlar, sanki de bilmezler.
102- Tuttular da Süleyman'ın
saltanatı aleyhine, Şeytanların kapıldıkları şeylere
uydular. Halbuki Süleyman kâfir olmamıştı, Şeytanlar
kâfir olmuşlardı. İnsanlara büyü yapmasını ve Babil'deki
Hârût, Mârût adlı iki meleğe indirilen şeyleri
öğretiyorlardı. O iki melek, hiçbir kimseye biz, ancak
ve ancak Allah tarafından bir sınamayız, sakın kâfir
olma demeden bir şey öğretmiyordu. Onlardan, karıyla
kocanın arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Öğrenenler
de Allah'ın izni olmaksızın hiçbir kimseye zarar
veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, fakat hiçbir
faydası olmayacak şeyleri öğrenmekteydiler. Andolsun ki
bu bilgiyi satın alanın âhiretten nasibi yoktur, bunu
iyice bilmişlerdi de. Fakat bir de canları pahasına
satın aldıkları o şeyin ne pis şey olduğunu bilselerdi.
12[12]
[12] Ahd-i Atıyk'te Süleyman'ın,
kadınlarının hatırı için putlara mabetler yaptırdığı ve
Tanrının, onun aleyhine gazebe geldiği anlatılır (Müluk-i
Sâlis, 11, 1 Y. d.). Kur’ân, bu rivâyeti reddeder. Hârut,
Mârut adlı iki melekten bahseden bu âyetteki "melekeyn"i,
"melikeyn" diye okuyanlar vardır ki bunlara göre Hârut
ve Mârut Babil'de hüküm süren iki padişahtır. Bunlar
Dâvut ve Süleyman Peygamberlerdir diyenler de vardır.
Dâvut ve Süleyman, Ahd-i Atıyk'e göre peygamber olmayıp
iki padişahtır, halbuki Kur’ân bunları peygamber olarak
kabul eder. Bu âyetler, "Süleyman kâfir olmadı, fakat
insana büyü belleten Şeytanlar kâfir oldular. İki meleğe
sihir indirilmedi, fakat Babil'deki Hârut ve Mârut'a
büyü bilgisi verildi" tarzında tevil de edilmiştir,
fakat bu tevil, nassın sarahatına uymaz. Bu melekler
hakkında türlü türlü rivâyetler ve hikâyetler vardır (Bakınız;
İslâm Ansiklopedisi, Azer: Garbi Asya ve Anadolu Akvam-ı
Kadimesinin Din Tarihi, Konya Mecmuası, sayı. 34, 5.
Konya - 1940, s. 1922-1936).
103- İman edip de kötülüklerden
korunsalardı elbette Allah'tan elde edecekleri sevap,
daha hayırlı olacaktı. Bir bilselerdi bunu.
104- Ey insanlar, "bizi de gözet,
bırak da anlayalım" demeyin. "Bize de bak, bizi de gözet"
deyin ve dinleyin. Kâfirlere pek elemli bir azap var.
13[13]
[13] Bizi de gözet anlamına
gelen "Râinâ" sözünü Yahûdiler, "Râinâ - çobanımız"
tarzına çevirdiler. Bu âyet, bu yüzden vahyedildi.
105- Ne kitap ehlinden kâfir
olanlar, ne de müşrikler, size Rabbinizden bir hayır
indirilmesini istemezler. Allah'sa dilediğini rahmetiyle
seçer de ona bir hususiyet verir. Allah büyük bir ihsân
sahibidir.
106- Bir âyetin hükmünü
değiştirir, yahut geri bırakırsak ya ondan hayırlısını
getiririz, yahut onun eşidini. Bilmez misin ki Allah'ın
her şeye gücü yeter.
107- Bilmez misin ki şüphesiz
göklerin saltanatı da Allah'ındır, yeryüzünün saltanatı
da ve sizin için Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne
bir yardımcı.
108- Yoksa siz de peygamberinizi,
evvelce Mûsâ'ya olduğu gibi sorguya mı çekmek istersiniz?
Kim küfrü imanla değişirse artık doğru yoldan sapmış,
azıtmış gitmiştir.
109- Kitap ehli olanların çoğu,
sizi imana geldikten sonra döndürmek ister, kâfir
olmanızı diler. Gerçek, kendilerince de besbellidir ama
sonra bunu, özlerindeki hasetlerinden isterler. Allah
emri gelinceye dek bırakın, aldırış bile etmeyin. Şüphe
yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
110- Namaz kılın, zekât verin.
Kendiniz için; Önceden ne hayırda bulunursanız onu,
Allah katında bulursunuz. Şüphe yok ki Allah,
yaptıklarınızı görür.
111- Cennete Yahûdi yahut
Nâsranî olmayan kesin olarak giremez dediler, kendi
kuruntuları bu. De ki: Doğrucuysanız hadi, delillerinizi
getirin bakalım.
112- Evet, kim, özü halis olarak
yüzünü tertemiz bir sûrette Allah'a çevirir, ona teslîm
olursa ecri Rabbinin katındadır. Onlara ne korku vardır,
ne de mahzun olurlar.
113- Yahûdiler, Nâsranîlere,
hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler. Nâsranîler de,
Yahûdiler, hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler. Halbuki
hepsi de kitap okurlar. Bilgisi olmayanlar da tıpkı
onların dediklerini dedi. Allah, aykırılığa düştükleri
şey yüzünden, kıyamet gününde aralarını bulur, gerçek
hükmü verir elbet.
114- Allah için yapılan
mescitlerde Allah'ın adının anılmasını men'eden ve
onların yıkılmasına çalışan kimseden daha zâlim kim var
ki? Bunlar, ancak oralara korka korka girebilirler.
Onlara dünyada horluk var, âhirette de pek büyük bir
azap.
115- Doğu da Allah'ındır, batı
da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah'a dönmüş
olursunuz. Şüphe yok ki Allah'ın lütfü, rahmeti boldur,
o her şeyi bilir.
116- Allah, kendisine oğul
edindi dediler, hâşâ. Belki göklerde de ne varsa onundur,
yeryüzünde de; hepsi de ona ram olmuştur.
117- Gökleri de eşsiz, örneksiz
yaratan odur, yeryüzünü de. Bir işin olmasını diledi mi
ona ancak ol der, o iş oluverir.
118- Bilgisi olmayanlar, Allah
bizimle konuşsa, yahut bize bir delil, bir mucize gelse
dediler. Önce gelenler de tıpkı onlar gibi söylemişlerdi.
Kalpleri, ne kadar da birbirine benzedi onların. Gerçeği
iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçık gösterdik.
119- Şüphe yok ki biz, seni
dosdoğru bir müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik,
zâten sen, o cehennemliklerden sorumlu da değilsin.
120- Onların dinine uymadıkça ne
Yahûdiler senden razı olurlar, ne Nasrânîler. De ki:
Ancak Allah'ın hidâyet yolu, doğru yoldur. Bilgi sahibi
olduktan sonra da onların nefsanî dileklerine uyarsan
sana Allah'tan başka ne bir dost vardır artık, ne bir
yardımcı.
121- Kendilerine kitap
verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla okurlar. İşte onlar
kitaba inanırlar. Ona inanmayanlarsa ziyankârların ta
kendileridir.
122- Ey İsrailoğulları, size
verdiğim nîmetimi ve sizi âlemlere üstün ettiğimi anın.
123- Sakının o günden ki kimse,
o gün kimsenin bir şeyini ödeyemez, kimseden bir
karşılık kabul edilmez, kimsenin kimseye şefaati fayda
vermez, onlara yardım da edilmez.14[14]
[14] Bu ve buna benzer âyetler,
Mûsâ Peygamber zamanındaki vahiyleri, hikâye yollu
tekrarlar, yoksa hüküm bakımından bütün devirlere şamil
değildir.
124- O zamanlar Rabbi, İbrahîm'i
bâzı sözlerle sınadı. O, bunları yerine getirip
tamamlayınca dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim.
İbrahîm, soyumu da imam et dedi. Allah, benim ahdime
dedi, zâlimler nail olamazlar.15[15]
[15] Hz. İbrahîm'in sınandığı
sözler, oğlunun kesilme emridir diyenler bulunmuş, 37.
âyette, Âdem Peygamberin bellediği sözler olduğunu
söyleyenler de olmuştur (Mecma-ül Beyan, 1. 84-85).
125- O sıralarda Kâ'be'yi sevap
kazanma yeri ve emniyet yurdu ettik. İbrahîm'in makamını
namazgâh edinin. İbrahîm'le İsmâîl'e de, evimi, dönüp
dolaşanlara, burada oturup ibadette bulunanlara, rükû ve
sücud edenlere tertemiz tutun diye kesin emir verdik.
126- O zaman İbrahîm, Yâ Rabbi
dedi, bu şehri emniyetli bir yer et. Buradakilerden
Allah'a ve son güne inananları meyvelarla rızıklandır.
Allah, kâfir olanı da bir müddet rızıklandıra-cağım da
sonra zorla onu, ateşle azâba uğratacağım. Oraya gidiş,
ne yaman bir sonuçtur, ne kötü bir gidiştir dedi.
127- O vakit İbrahîm ve İsmâîl
Kâbe'nin temel duvarlarını yükselttiler de Rabbimiz
dediler, bu evi yaptık, sen kabul et. Şüphe yok ki sen,
her şeyi duyansın, bilensin.
128- Rabbimiz, bizi sana teslîm
olmuş kullardan et, soyumuzdan da Müslüman bir ümmet
izhar eyle. İbadet yerlerini, ibadetimizin yolunu
yordamını göster bize. Tövbe ettikçe tövbemizi kabul et.
Şüphe yok ki sen, tövbeleri kabul eden rahîmsin.
129- Rabbimiz, onların içinden
bir peygamber gönder de onlara, senin âyetlerini okusun,
kitabı, hikmeti öğretsin, onları tertemiz bir hale
getirsin. Şüphe yok ki sen, yücelik, hüküm ve hikmet
sahibisin.
130- Kendini bilmeyenden, aklı
başında olmayandan başka kim, İbrahîm'in dininden döner?
Andolsun ki biz onu dünyada seçtik, âhirette de şüphe
yok ki o, sâlihlerdendir.
131- O zaman Rabbi, İbrahîm'e,
râm ol, teslîm ol dedi. İbrahîm dedi ki: Âlemlerin
Rabbine teslîm oldum.
132- İbrahîm de bunu oğullarına
vasiyet etti, Yakup da, oğullarım dedi, Allah şüphesiz
sizin için bir din seçti, siz de artık ancak Müslüman
olarak ölün.
133- Yoksa Yakup ölürken
oradaydınız da gözlerinizle mi gördünüz? Yakup, ölüm
haline gelince oğullarına, benden sonra kime
tapacaksınız dedi. Dediler ki: Senin Allah'ına tapacağız.
Babalarının, İbrahîm'in, İsmâîl'in, İshak' ın Allah'ı
olan bir Allah'a. Biz, ona teslîm olanlarız.
134- Onlar birer ümmetti, gelip
geçtiler. Onların kazançları kendilerine, sizin
kazancınız size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz.
135- Yahûdi, yahut Nasrânî olun
da doğru yolu bulun dediler. De ki: Hayır, küfürden,
şirkten uzak ve temiz olan İbrahîm'in dinindeyiz. O,
hiçbir zaman şirk koşanlardan olmadı.
136- Deyin ki: Allah'a, bize
indirilen kitaba, İbrahîm'e İsmâîl'e, İshak'a, Yakup'a,
Yakup'un oğullarına indirilenlere, Mûsâ'ya, İsa'ya ve
peygamberlere Rablerinden verilene inandık, onların
hiçbirini öbüründen ayırt etmeyiz ve biz, Allah'a teslîm
olanlarız. 16[16]
[16] Hanif sözü, bâtıl dinlerden
gerçek dine daha mail, doğru, düz anlamlarına gelir.
Yahûdilikten ve Hıristiyanlıktan meyledip doğruyu kabul
ettikleri cihetle bu inancı benimseyenlere denmiştir.
Hanif, doğru dinde sabit ve haniflik, doğruluk
anlamlarına gelir diyenler de vardır. Hanif dini,
Müslümanlıktan önce Araplar arasında bâzı kimseler
tarafından benimsenmişti. Haşimoğullarının çoğu bu
inançtaydı (62. âyetin izahına da bakınız).
137- Sizin iman ettiğiniz gibi
iman ederlerse mutlaka doğru yolu buldular demektir.
Fakat yüz çevirdiler mi onlar, ancak ayrılık, aykırılık
içindedir. Onlara karşı koymak için sana, Allah yeter ve
o, her şeyi duyandır, bilendir.
138- Allah'ın verdiği renk.
Allah'tan daha güzel renk veren kim? Ve biz ona
tapanlarız.17[17]
[17] Allah'ın verdiği renk.
İbn-i Abbas, Hasen, Katâde ve Mücâhid'e göre Allah
dinine yapışmaktır. İmam Ca'fer-üs-Sâdık (a.s), Allah
rengine, Müslümanlık demiştir. Ferrâ ve Belhi, bu sözü,
sünnet anlamına almışlardır. Tanrı yaratışı diyenler de
vardır (Mecma'ül-Beyan, 1. 92). Râgıb-ı İsfahanî'ye göre
Tanrının, insanları hayvanlardan ayırt etmek üzere ihsân
ettiği akıldır ve gene ona göre Hıristiyanlar, doğan
çocuğu, doğumunun yedinci günü Amudiyye suyunda Vaftiz
ederler ve böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna
inanırlardı, ayet, yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru
dine sahip oluş diye kabul ediyor (al-Müfredat, s. 275).
Hz. Muhammed (s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı
yaratışına uygun doğar, sonra dil beller de anası babası,
onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar"
mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık
olarak kabul etmiştir (Süyuti: al-Camii-al-Sakıyr fi
Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül-Hariyye- 1321 h. c.
2, s. 79).
139- De ki: Allah hakkında
bizimle mücadeleye mi girişiyorsunuz? O, bizim de
Rabbimizdir, sizin de Rabbi-niz. Bizim yaptıklarımız
bize ait, sizin yaptıklarınız size ve biz, bütün
kalbimizle Allah'a bağlıyız.
140- Yoksa İbrahîm de, İsmâîl
de, İshak da, Yakup da, oğulları da Yahûdi, yahut
Nasrânîydi mi diyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi
bilirsiniz, Allah mı? Allah'ın bildiği, bildirdiği şeyi
bilerek gizleyenden daha zâlim kim var? Allah,
yaptıklarınızdan gafil değildir ki.
141- Onlar birer ümmetti, gelip
geçtiler. Onların kazançları onlara, sizin kazancınız
size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz.
142- İnsanlardan aklı, idraki
olmayanlar diyecekler ki: Bunları, yöneldikleri kıbleden
döndüren sebep de nedir? Doğu da Allah'ındır de, batı
da. Dilediğine doğru ve düz yolu buldurur.
143- İşte böylece bütün
insanlara tanıklık etmeniz, Peygamberin de size tanık
olması için sizi, doğru yolun tam ortasında giden bir
ümmet yapmışızdır. Zâten evvelce yöneldiğin Kâ'be'yi
kıble yapışımızdan maksat da ancak Peygambere uyacak
olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye
döneceklerden ayırt etmektir. Bu, elbette Allah'ın doğru
yolu gösterdiği kimselerden başkalarına ağır gelecek.
Allah, imanınızı zayi etmez. Şüphe yok ki Allah,
insanları esirgeyicidir, rahîmdir.18[18]
[18] İman’dan maksat, gerçek
inancı belirten namazdır ve âyet önceden Kudüs'e karşı
kılınan namazın zayi olmayacağını bildiriyor.
144- Gerçekten de yüzünü göğe
çevirip arandığını görmekteyiz. Seni, razı olacağın bir
kıbleye yönelteceğiz. Hadi, yüzünü Mescid-i Harâm'a
çevir. Siz de Nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o
tarafa döndürün. Kendilerine kitap verilenler de
bilirler ki bu, Rablerinden gelmiştir, yerindedir,
gerçektir ve Allah, onların yaptıklarından gafil
değildir. 19[19]
[19] Kıble, ibadette dönülen
cihete ve mabede denir. Müslümanlıkta ilk kıble,
Kudüs'tü. Hicretten on altı ay sonra Kâ'be, kıble oldu
ve bir öğle namazında bu emir vahyedildi. Namaz kılınan
yere bir mescit yapılmış ve bu yüzden o mescide iki
kıble mescidi anlamına gelen "Mescid-ül-Kıbleteyn"
denmiştir.
145- Andolsun ki sen,
kendilerine kitap indirilmiş olanlara bütün delilleri
getirsen gene de senin kıblene uymazlar. Sen de onların
kıblesine uymazsın. Zâten onların bir kısmı da bir
kısmının kıblesine uymaz. Bunu iyice bildikten sonra
artık tutar, onların dileklerine uyarsan şüphe yok ki
zâlimlerden olursun.
146- Kendilerine kitap
indirdiğimiz kimseler, Peygamberi, oğullarını tanır gibi
tanırlar. Tanırlar ama gene de içlerinden bir kısmı
bile-bile gerçeği gizler.
147- Gerçek, Rabbindendir. Artık
sakın şüpheye düşenlerden olma.
148- Herkesin yöneldiği bir yer
var, oraya döner. Siz de hep hayırlara yönelin, hayır
yolunda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizi
toplar, birleştirir. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü
yeter.
149- Nerede bulunursan bulun,
hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir. Bu emir
şüphesiz gerçektir, Rabbindendir ve Allah yaptığınız
şeylerden gafil değildir.
150- Nerede bulunursan bulun,
yüzünü Mescid-i Harâm'a çevir. Nerede olursanız olun,
yüzünüzü o tarafa çevirin de insanlar, aleyhinizde bir
itirazda bulunamasınlar, ama haksızlık edenler ve
zulümde bulunanlar başka. Siz korkmayın onlardan, benden
korkun da hem size verdiğim nîmetimi tamamlayayım, hem
de bu sûretle hidâyete erişin.
151- Nasıl ki içinizden size bir
Peygamber gönderdik. Size âyetlerimizi okumada,
ahlâkınızı temiz bir hale koymada. Size kitap ve hikmet
öğretmede ve bilmediğiniz şeyler hakkında size malûmat
verip sizi bilgi sahibi etmede.
152- Artık siz de anın beni,
anın da ben de anayım sizi. Nankörlüğü bırakın da
şükredin bana.
153- Ey inananlar, sabretmek ve
namaz kılmakla Allah'tan yardım dileyin. Şüphesiz ki
Allah, sabredenlerledir.
154- Allah yolunda öldürülenlere
de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız.
155- Andolsun ki mutlaka sizi
birazcık korkuyla, açlıkla, mal, can ve meyve noksanıyla
sınayacağız. Müjdele sabredenleri.
156- O sabredenleri ki onlar,
bir musîbete uğradılar mı biz Allah'ınız, gene de
gerisin geriye ona döneceğiz derler.
157- Öyle kimselerdir onlar ki
Rablerinden yarlıganma ve rahmet onlara. Onlardır doğru
yolu bulanlar.
158- Şüphe yok ki Safâ ve Merve,
Allah alâmetlerindendir. Artık kim hac veya umre etmek
için Kâ'be'yi tavaf edip Safâ ve Merve arasında koşarsa
suçsuzdur. Kim gönlünden koparak hayır işlerse şüphe yok
ki Allah, ona mükâfatta bulunur ve her şeyi de bilir.
20[20]
[20] Safâ, düz taş anlamına
gelir. Toz toprak gibi başka bir madde ile karışmamış
taşa da derler. Merve de yumuşak bir hale gelmiş katı
taşa denir. Hac, lügatte, tekrarlamak niyetiyle bir şeyi
kastetmektir. Şeriatta, malla ve bedenle yapılan bir
ibadettir. Yol eminse ergenlik çağına gelen Müslüman,
hasta değilse, ailesinin geçimi yerindeyse ve kendisi
zenginse ömründe bir kere Mekke'de muayyen töreni yapmak
zorundadır. Safâ ve Merve, Mekke civarında iki tepedir.
Câhiliyye devrinde Safâ'da Üsâf, Merve'de Nâile denen
iki put vardı. Müslümanlıktan önceki Hac töreninde
Müşrikler Safâ ile Merve arasında sa'y yaparlarken, yani
yedi kere gidip gelirlerken bu iki puta ellerini,
yüzlerini sürerlerdi. Hac törenini, ekonomik bir zaruret
olarak teşri eden ve sa'y geleneğini de bırakan
Müslümanlık, Safâ ile Merve'den bu putları kaldırmıştır.
159- İndirdiğimiz apaçık
delilleri, bildirdiğimiz dosdoğru yolu, insanlara
Kur'ân'da tamamıyla anlattıktan sonra bunu gizleyenlere
gelince: Allah da onlara lânet eder, lânet edenler de.
160- Ancak içlerinden tövbe
edenler, hallerini düzeltenler ve doğruyu söyleyenler
müstesna. Onların tövbesini kabul ederim. Ben tövbeleri
kabul eden rahîmim.
161- Kâfir olup küfründe ısrar
ederek bu halle can verenler yok mu! Allah'ın lâneti de
onlara, meleklerin lâneti de, bütün insanların lâneti
de.
162- Ebedî olarak lânette
kalırlar. Ne azapları hafifletilir, ne yüzlerine bakılır.
163- Allah'ınız, bir Allah'tır
ondan başka tapacak yok, rahman ve rahîm odur.
164- Göklerin ve yeryüzünün
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca
gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp
giden gemide, Allah'ın, gökten yağmur yağdırarak
yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da
yeryüzüne, yürüyen hayvanları yaymasında, yelleri
dilediği gibi estirip değiştirmesinde, gökle yer
arasında emrine münkad olan bulutta, şüphe yok ki aklı
erenler için varlığına, birliğine deliller var.
165- İnsanların bir kısmı
Allah'tan başka ona birtakım eşitler edinirler de onları,
Allah'ı sever gibi severler. İnananlarsa, Allah'ı
onlardan daha kuvvetli bir sevgiyle severler.
Zulmedenler, bir görselerdi ki azâba düşecekleri vakit
bütün kuvvet, ancak ve ancak Allah'ındır ve Allah, çok
şiddetli azâp eder.
166- O vakit kendilerine
uyulanlar, azâbı görerek kendilerine uyanlardan kaçınır,
uzaklaşırlar, aralarındaki vesile ve sebepler de
tamamıyla kesilir gider.
167- Onlara uyanlar da muhakkak
derler ki: Keşke bir kere daha dünyaya dönseydik de
onlar bizden nasıl kaçındıysa biz de onlardan
kaçınsaydık, çekinseydik. İşte Allah, onlara yaptıkları
işleri, üstlerine çöken bir hasretten ibaret olarak
gösterir. Onlar, ateşten dışarı çıkamazlar.
168- Ey insanlar, yeryüzünde
helâl ve temiz olan şeyleri yiyin. Şeytan'ın izini
izlemeyin. Şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
169- O, size ancak ve ancak
çirkin ve kötü şeyler buyurur, Allah hakkında
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170- Onlara, Allah neyi
indirdiyse ona uyun dendi mi dediler ki: Hayır, biz
atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın
aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne
olacak?
171- Kâfirler, hiçbir şey duyup
dinlemeden, anlamadan bağırıp çağıran kimseye benzerler.
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da edemez
onlar.
172- Ey inananlar, size rızık
olarak verdiğimiz temiz şeyleri yiyin ve ancak ona
tapıyorsanız karşılık olarak şükredin.
173- Söz budur ancak. O, size
ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası
için kesilen hayvanı haram etmiştir. Fakat zorda kalan,
başkasının hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarını da
aşmamak üzere yerse günah etmiş olmaz. Çünkü Allah,
suçları örten rahîmdir. 21[21]
[21] Ölü eti, Mûsâ dininde de
haramdır (Lâvililer, 7, 24), kan (26 , 27) ve domuz da
öyle (11, 7).
174- O kimseler ki Allah'ın
indirdiği kitaptan bir emri, bir hükmü gizlerler de buna
karşılık değersiz bir miktar para alırlar, işte muhakkak
onlardır ateş yiyenler. Karınlarında ateşten başka bir
şey yoktur. Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne
de onları temizler. Onlara ancak elemli bir azap var.
175- Onlardır sapıklığı doğru
yola, azâbı yarlıganmaya karşılık olarak satın alanlar;
ateşe ne de sabırlı kimselerdir ya.
176- Bu, haksız da değildir.
Çünkü Allah, kitabı şüphe yok ki hak olarak, doğruyu
söylemek için indirdi. Allah kitabında ihtilafa
düşenler, elbette haktan uzak bir ayrılıktadırlar.
177- Yüzlerinizi doğuya, batıya
çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki. Hayır ve taat
sahipleri, Allah'a, son güne, meleklere, kitaba,
peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve
esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren,
ahdettikleri zaman ahitlerine vefa eden, sıkıntı ve
şiddet vakitlerinde sabreden kişilerdir. Onlardır
sözleri doğru olanlar, onlardır sakınanlar.
178- Ey inananlar, öldürülenler
hakkında size kısas farz edilmiştir: Hüre karşılık hür,
kula karşılık kul, kadına karşılık kadın. Fakat öldüren,
kardeşinden azıcık bir affa nail olursa o zaman kısas
kalkar; öldürülenin velîsinin, akla ve örfe uygun olarak
iyiliğe uyması, öldürenin de, öldürdüğü kişinin velîsine
güzellikle bir şey vermesi kalır. Bu, Rabbinizden hükmü
hafifletmedir, rahmettir. Bundan sonra da gene zulme
kalkan ve aşırı giden olursa artık ona elemli bir azap
var.
179- Ey aklı erenler, özü sözü
temiz kimseler, korunmanız, sakınmanız için kısasta size
hayat var.
180- Biriniz ölürken kendisinden
sonra bir hayır bırakacaksa anasına, babasına ve
yakınlarına, örfe uyarak vasiyette bulunmalı. Bu,
sakınanlara bir haktır, bir borçtur.
181- Vasiyeti duyduktan sonra
değiştiren olursa şüphe yok ki bu işin vebali, ancak
değiştirenedir. Muhakkak ki Allah, her şeyi duyar ve
bilir.
182- Vasiyet edenin
yanılmasından, suç işlemesinden ürküp aralarını bulana
suç yok. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
183- Ey inananlar,
kötülüklerden, şüpheli şeylerden korunmanız için oruç,
sizden öncekilere farz edildiği gibi size de farz
edilmiştir.22[22]
[22] Oruç herhangi bir şeyden
nefsi çekmektir. Şeriatta muayyen bir zaman içinde
nefsi, yemekten içmekten, cimâdan menetmektir. Oruç
Musevilerle Hıristiyanlarda da vardır.
184- Oruç, sayılı günlerdedir.
İçinizden biri hastalanır, yahut yolda bulunursa orucunu
yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç
tutar. Kime oruç zor gelirse her gün için bir yoksulu
doyurur. Hayır için verdiği şeyi çoğaltırsa bu da kendi
hayrına. Fakat bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha
hayırlıdır.23[23]
[23] Oruç tutmaya kudreti varken
yiyen kişinin her gün bir yoksulu doyurması, bir
rivâyete göre neshedilmiştir. Bunu kabul edenlere göre
bu âyetin hükmünü kaldıran âyet, bu sûrenin 185.
âyetidir ve o âyette yalnız hasta olanın, yahut seferde
bulunanın orucunu yiyebileceği bildirilmiştir. Bu, İbn-i
Abbas,ın sözüdür. Hasen ve Atâ'ya göre bu hüküm,
kaldırılmamıştır. Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok
yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan
neshedilmiştir. Bazılarına göreyse "Yutıykuunehu"
sözünde, bir "la" takdir edilmiştir ve oruç tutmaya gücü
yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki,
"Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır"
sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam
Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'a göre çok yaşlı, susuzluk
illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir.
Gene aynı hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu
yiyen kişi iyileşir, fakat öbür ramazan ayına kadar
yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince
yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir
yoksulu doyurur (Mecma'ül-Beyan, 1, 115).
185- Ramazan ayı, bir aydır ki
insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık
delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur'ân,
bu ayda indirildi. Sizden kim, bu aya erişirse orucunu
tutsun. Hasta olan ve yolcu bulunan, hastalığında,
yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği günler kadar
tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu
da sayıyı tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu
göstermesine karşılık onu ululamanız içindir, böylece de
ona şükretmiş olabilirsiniz.
186- Kullarım, sana beni
sorarlarsa bilsinler ki ben, muhakkak onlara pek
yakınım. Beni çağıran, bana dua eden kişiye çağırdığı,
dua ettiği anda icabet ederim. Artık onlar da benim
çağırmama koşsunlar, bana inansınlar da doğru yolu
bulsunlar.
187- Oruçlu olduğunuz günün
gecesinde kadınlarınızla buluşmanız, size helâl
edilmiştir. Onlar sizin için elbisedir, siz onlar için
elbisesiniz. Allah bildi ki nefsinizi yenemeyecek,
sabredemeyecek, bir iştir, işleyeceksiniz, bu yüzden
tövbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Gayri onlarla
buluşun ve Allah'ın size yazdığını dileyin. Fecir doğup
da aydınlığıyla kara iplik, sizce beyaz iplikten ayırt
edilinceye dek yiyin, için. Sonra orucu ertesi geceye
kadar tamam olarak tutun. Fakat mescitlerde ibadet için
niyetlendiniz, oturdunuz kaldınız mı kadınlarınıza
dokunmayın. İşte bunlar, Allah sınırlarıdır, yaklaşmayın
o sınırlara. İnsanlar, sakınıp korunsunlar diye Allah,
delillerini bu sûretle apaçık bildirir.
188- Mallarınızı aranızda boş
yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını da günah
ederek yemek için bile-bile hâkimlere mal vermeyin.
189- Sana yeni ayları sorarlarsa
de ki: Onlar, insanlara vakitlerini bildirir, hac zamanı
da onlarla bilinir. Sonra hayır, evlere arka
taraflarından girmek değildir. Hayır sahibi, Allah'tan
çekinendir. Evlere kapılarından girin. Allah'tan sakının
ki kurtulmuş kimselerden olup muradınıza eresiniz.24[24]
[24] İbn-i Abbas'ın, Katâde'nin
ve Atâ'nın rivâyetlerine göre Araplarda, hac için ihram
girenler, evlerine, kapılarından girmezler, arka
taraftaki duvarı aşmak sûretiyle girerlerdi. Çıkarken de
gene o sûretle çıkarlardı. Bunu Ebül-Cârûd, İmam
Muhammed-ül-Bâkır'dan da rivâyet etmiştir. Kureyş,
Kinâne, Huzâa, Sakıyf, Ceşm, Sa'saa oğlu Benû-Âmir
boylarının, bu işi yapmadıklarını söyleyenler olmuştur.
Bâzılarına göreyse bu âdete uyanlar, bu boylardır. Aynı
zamanda âyetten, bir işi, o işin başarılacak
yönlerinden, iyiliği ve hayrı, iyi ve hayırlı kişilerden
arayın anlamını da verdiğini söyleyenler vardır. "Evlere
kapılarından girin" cümlesinin tefsirinde Ebû-Câ'fer
Muhammed-ül-Bâkır (a.s), Muhammed'in soyu, Tanrı
kapılarıdır, Tanrı yoludur, onlar cennet davetçileridir;
hakkı oraya çekenler, halka kılavuzluk edenlerdir
demiştir. (Mecma'ül-Beyan, c. I, s.120).
190- Sizinle savaşıp
vuruşanlarla Allah yolunda siz de savaşın, vuruşun,
fakat haddi aşmayın, zulmetmeyin. Şüphe yok ki Allah,
haddini aşanları ve zulmedenleri sevmez.
191- Onları Nerede yakalarsanız
öldürün. Sizi yurdunuzdan çıkardıkları gibi siz de
onları yurtlarından çıkarın. Fitne, adam öldürmeden
beterdir. Yalnız onlar, Mescid-i Hâram yanında sizinle
savaşa kalkışmazlarsa siz de onlarla Mescid-i Harâm
yanında savaşmayın. Ama onlar, sizi orada öldürmeye
kalkışırlarsa öldürün onları. Budur kâfirlerin cezası
işte.
192- Fakat vazgeçerlerse şüphe
yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
193- Bir fitne kalmayıncaya, din
tamamıyla Allah'ın dîni oluncaya dek onlarla çarpışın.
Vazgeçtiler mi artık düşmanlık, yalnız zâlimleredir,
başkalarına değil.
194- Haram ay, haram aya bedel.
Saygı karşılıklıdır. Şu halde kim size tecavüz ederse
onun tecavüz ettiği gibi siz de ona saldırın, düşmanlara
tecavüzde bulunun. Sakının Allah'tan ve bilin ki Allah,
ancak kendisinden korunanlarla ve sakınanlarladır.
195- Mallarınızı Allah yoluna
sarfedin, kendinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın,
iyilik edin. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.
196- Haccı ve umreyi de Allah
için tamamlayın. Tamamlayamayacaksanız gücünüz yettiği
kadar bir şey kurban edin ve kurbanı, yerinde
boğazlayıncaya dek başınızı tıraş ettirmeyin. İçinizde
hasta olan, başında bir eziyet bulunan varsa tıraş olur
ve karşılığında oruç tutar, sadaka verir, yahut kurban
keser. Sonra emin oldunuz, muktedir bulundunuz mu hac
zamanına dek umre yapmak isteyen, gücü neye yeterse
kurban eder. Buna imkân bulamayan üç gün hacda, yedi gün
de dönünce oruç tutar, işte bu, tam on gündür. Bu da
ayali Mescid-i Harâm'da olmayan içindir. Allah'tan
sakının ve bilin ki şüphe yok, Allah'ın azâbı çok
şiddetlidir. 25[25]
[25] Umre, Arafat dağında
gecelemeksizin yapılan hac törenidir. Hac, muayyen bir
mevsimde yapılır, umrenin mevsimi yoktur. Ancak hacdan
önce veya sonra yapılması, yahut recep ayında edası
sünnet sayılmıştır. İmamiyye'de umre, hac gibi farzdır.
197- Hac, malûm aylarda olur.
Kim o aylarda hacca niyet ederse bilsin ki hacda ne
kadınla buluşma vardır, ne kötülükte bulunma, ne de
kavga ve dövüş. Hayra dair ne işlerseniz Allah bilir.
Yol azığı hazırlayın. Şüphe yok ki azıkların hayırlısı
da sakınıp çekinmedir. Ey aklı eren temiz kişiler,
sakının benden.
198- Rabbinizden rızık fazlalığı
isteyerek ticarette bulunmanızda bir beis yok.
Arafat'tan seller gibi boşanıp hep berâber inince de
Meş'ar-ül-Harâm'da Allah'ı anın. Hem de o, size doğru
yolu nasıl gösterdi, onu anmanızı nasıl bellettiyse öyle
anın. Bundan önce gerçekten de sapıklardandınız
ya.26[26]
[26] Arafat, Mekke civarındaki
dağdır. Hacılar, zilhiccenin dokuzuncu günü burada
toplanırlar. Meş'ar-ül-Harâm, Müzdelife civarındaki
yerdir. Arafat'tan inilirken buradan geçilir.
199- Sonra insanların, hep
birden Arafat'tan döndüğü yerden siz de dönün, Allah'tan
yarlıganmak dileyin. Şüphe yok ki Allah suçları örter,
rahîmdir.
200- Hacca ait ibadetlerinizi
bitirince babalarınızı andığınız gibi, hattâ ondan da
üstün bir sûrette Allah'ı anın. Çünkü insanlardan,
Rabbimiz, bize dünyada ihsânda bulun diyenler vardır ki
bu çeşit adama âhiretten nasip yoktur.
201- Öylesi de vardır ki
Rabbimiz der, dünyada da iyilik, güzellik ver, âhirette
de iyilik ve güzellik, bizi ateşin azâbından koru.
202- İşte kazançlarından nasibi
olanlar bunlardır. Allah'ın hesap görmesi de pek tezdir.
203- Sayılı hac günlerinde
Allah'ı anın. İki gün içinde acele edip de dönmek
isteyenlere suç yok. Geri kalanlara da suç yok ama
sakınmak şartıyla. Allah'tan sakının ve bilin ki siz,
şüphe yok onun tapısında haşr edileceksiniz.27[27]
[27] Sayılı günler, zilhiccenin
on birinci, on ikinci, on üçüncü günleridir; bu günlere
"Eyyam-ı Teşrıyk" denir. Bayram gününde ve bu günlerde,
namazlardan sonra tekbir getirilir. Âyet, bunu
emrediyor.
204- İnsanlardan öylesi var ki
dünya yaşayışı hakkında söylediği söz, seni şaşırtır,
imrendirir, kalbindekine de Allah'ı tanık tutar. Halbuki
o, düşmanların en yamanı, en inatçısıdır.
205- Bir işe koyuldu mu
yeryüzünde çalışır çabalar, orayı bozmak, ekini, soyu
sopu helâk etmek için uğraşır. Allah'sa fesadı sevmez.
206- Ona, Allah'tan sakın, kork
dendi mi suçla, günahla ululanmaya girişir. Cehennem
gelir onun hakkından. Orası, gerçekten de ne kötü, ne
pis yataktır.
207- İnsanların öylesi de var ki
Allah rızasına nail olmak için âdeta kendisini satar,
Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger.
208- Ey inananlar, hepiniz
birden sulha, selâmete girin, Şeytan'ın izini izlemeyin;
şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
209- Size bunca açık deliller
geldikten sonra gene de ayağınız kayarsa artık bilin ki
Allah, şüphesiz pek yüce ve üstündür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
210- Yoksa onlar, Allah'ın,
bulutların gölgelerinde, meleklerle gelivermesini ve
işlerinin olup bitivermesini mi gözetirler? Halbuki
bütün işler, döner, Allah'a varır. 28[28]
[28]
211- Sor İsrail oğullarına,
onlara nice apaçık deliller getirdik. Kim Allah'ın
nîmetini, ona nail olduktan sonra tebdil ederse yok mu.
Şüphesiz ki Allah'ın azâbı ve mihneti pek çetindir.
212- Kâfir olanlara dünya
yaşayışı, süslü gösterildi de inananların bir kısmıyla
alay ediyorlar. Fakat Allah'tan sakınan iman sahipleri,
kıyamet gününde onlardan üstündür. Allah, dilediğine
sayısız nîmet verir.
213- İnsanlar tek bir ümmetti.
Allah müjdeci ve korkutucu olarak peygamberler gönderdi.
İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında
dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap da indirdi. Onlara
bunca açık deliller geldikten sonra da gene ancak
ihtirasları yüzünden tuttular da ihtilafa düştüler.
Halbuki Allah inananları, onların ihtilâfa düştükleri
doğru şeye, kendi izniyle muvaffak etti, gerçeğe
ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru ve düz yola çıkarır.
214- Yoksa sizden öncekilerin
örnek olan, ibret veren halleri, başınıza gelmeden
cennete giriveririz mi sandınız? Onlar yoksulluklara
uğradılar, zararlara düştüler, çetin sıkıntılara
çattılar. Öylesine sürçtüler, öylesine kaydılar,
sarsıldılar ki peygamber ve onunla berâber bulunan iman
ehli bile, Allah yardımı ne vakit dediler. Bilin ki
şüphe yok, Allah'ın yardımı yakındır.
215- Ne gibi nafaka
vereceklerini, mallarını nereye sarfedeceklerini
soruyorlar sana. De ki: Hayra ait sarf edeceğiniz şey,
anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalanlaradır. Hayra dair ne yaparsanız şüphe yok ki
Allah onu bilir.
216- Hoşlanmazsınız, size ağır
gelir ama düşmanlarla savaşmak, size farz edilmiştir.
Bâzı şeyler vardır ki hoşlanmazsınız, fakat hayırlıdır
size. Bâzı şeyler de vardır, hoşlanırsınız, şerdir size.
Allah bilir, siz bilmezsiniz ki.
217- Sana, savaş haram olan ayda
savaşı soruyorlar. De ki: O ayda savaş büyük bir
günahtır. Fakat insanları Allah yolundan çıkarmak, onu
inkâr etmek, halkı Mescid-i Harâm'dan menetmek ve mescit
ehlini, oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük bir
günahtır. Fitneyse adam öldürmeden de beterdir. Gücü
yeterse sizi dininizden döndürmedikçe sizinle savaştan
geri kalmaz onlar. Sizden birisi dininden döndü de kâfir
olarak öldü mü işlediği hayırlı işler, dünyada da heder
olup gitmiş demektir, âhirette de. Onlardır ateş ehli,
orada da ebedîyen kalırlar.29[29]
[29] Bu ay, recep ayıdır.
Araplar, Müslümanlıktan önce Zilkade, Zilhicce, Muharrem
ve Recep aylarında savaş etmezlerdi .
218- İnananlar, Allah yolunda
muhacir olanlar ve savaşanlarsa, onlar Allah rahmetini
umarlar. Allah da suçları örtücüdür, rahîmdir.
219- Sana şarap ve kumarın
hükümlerini soruyorlar. De ki: İkisinde de hem büyük
günah var, hem insanlara faydalar var; fakat günahları,
faydalarından daha çok. Sonra mallarından neyi
vereceklerini soruyorlar. De ki: Kendilerini
sıkmayanını, sıkıntıya düşürmeyenini, fazlasını. İşte
Allah, delillerini size böylece bildirir, tâ ki
düşünesiniz. 30[30]
[30] Bu ayet henüz içki ve kumar
haram edilmeden vahyedilmiştir.
220- Dünyada da, âhirette de.
Yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların hallerini düzene
koymak, işlerine karışmamaktan hayırlıdır. Onlara
karışır, onlarla uzlaşırsanız sonucu onlar da
kardeşlerinizdir sizin. Allah, onların işlerini bozanı,
düzgün bir hale getirenden ayırt eder, bilir. Allah
dileseydi işinizi sarpa sardırırdı sizin. Şüphe yok ki
Allah pek üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
221- Allah'a şirk koşan
kadınları, imana gelmedikçe nikâhlamayın. İman sahibi
bir cariye bile sizi imrendiren bir müşrik kadından daha
hayırlıdır. Şirk koşan erkeklere de kızlarınızı
vermeyin. Müşrik, sizi imrendirse bile iman ehli bir
kul, ondan hayırlıdır. Onlar, sizi ateşe çağırırlar,
Allah'sa, izniyle cennete ve yarlıganmaya. Anarlar,
hatırda tutarlar diye de insanlara delillerini apaçık
bildirmededir.
222- Sana hayız hakkında da
soruyorlar. De ki: O bir pisliktir. Hayız vaktinde
kadınlardan çekilin, temizleninceye dek onlara
yaklaşmayın. Temizlendiler mi Allah size nasıl
emrettiyse öylece yaklaşın. Şüphe yok ki Allah,
adamakıllı tövbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever.
223- Kadınlarınız,
tarlalarınızdır. Tarlalarınıza dilediğiniz gibi girin ve
kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun. Allah'tan
sakının ve bilin ki ona ulaşacaksınız. Müjdele
inananları.
224- Ettiğiniz yeminlerden
dolayı iyilik etmenize, sakınmanıza, insanların arasını
bulmanıza Allah'ı engel etmeyin. Allah duyar ve bilir.
225- Allah, boş yere yemin
ettiğiniz için sizi suçlu tutmaz, kalplerinizde, niyet
yüzünden kazandığınız günah dolayısıyla sizi suçlu
tutar. Allah suçları örter, ceza vermede acele etmez.
226- Kadınlarına yaklaşmamak
için yemin edenler, dört ay beklerler. Erkekler, bundan
vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah suçları örter,
rahîmdir.
227- Boşamayı kurmuşlarsa şüphe
yok ki Allah duyar ve bilir.
228- Boşanan kadınlar, üç ay
âdet beklerler. Allah'a ve son güne inanmışlarsa
Allah'ın, rahîmlerinde yarattığını gizlemeleri helâl
değildir. Kocaları, bu müddet içinde barışmak isterlerse
tekrar kadınlarını almaya tam hakları vardır. Aşırı ve
eksik olmamak üzere kadınlar, kendi aleyhlerine olduğu
gibi, lehlerine de hak sahipleridir. Ancak erkekler,
kadınlardan üstündür. Allah yüce ve üstündür, hüküm ve
hikmet sahibidir.
229- Boşamak, iki defa olur.
Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya
hoşlukla bırakmak. Onlara verdiğinizden bir şey almak da
helâl değildir. Fakat erkek ve kadın, Allah sınırlarını
koruyamayacaklarından korkarlarsa o başka. Siz de
onların Allah sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden
korkarsanız kadının, hakkından vazgeçmesinde ikisi için
de günah yok. Bunlar, Allah'ın tâyin ettiği sınırlardır,
bunları aşmayın sakın. Kim Tanrı sınırlarını aşarsa o ve
o çeşit adamlar, zâlimin ta kendisi olurlar.
230- Erkek, kadını bir kere daha
boşayacak olursa bundan sonra kadın, başka bir kocaya
varmadıkça eski kocasına helâl olmaz. Kadını almış olan
adam, onu boşarsa o vakit Allah'ın sınırlarını
koruyacaklarına ümitleri varsa kadının, eski kocasına
dönmesinde, tekrar evlenmelerinde bir beis yoktur. İşte
bunlar, Allah sınırlarıdır ki bilen kavme
açıklanmadadır.31[31]
[31] Bu hüküm, boşamayı
sınırlamak içindir. Kadını alan kişinin, onunla
buluşması ve kadını boşadıktan sonra iddet zamanının,
yani üç hayız müddetinin geçmesini beklemesi hakkında
hadisler vardır. Ancak Hz. Muhammed (s.a.a), karısını
tekrar alabilmesi için bir başkasıyla evlendirene ve
kadını, tekrar boşayıp kocasına helal etmek için alana,
yani şeriatte helal kılmak anlamına gelen "tahlil-i
şer'i" yapana ve yaptırana lanet etmiştir
(al-Cami-üs-Sagıyr, 2, 103).
231- Kadınları boşadınız da
boşandıktan sonraki müddetlerini geçirdiler mi artık
onları ya iyilikle tutun, yahut hoşlukla salıverin.
Haklarında aşırı muâmelede bulunmak için zararlarına
olarak onları zorla tutmayın. Bunu kim yaparsa ancak
kendisine zarar eder. Allah'ın âyetlerini şaka sanmayın.
Size verilen Allah nîmetlerini, öğüt vermek için
indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti anın. Sakının
Allah'tan ve bilin ki o, her şeyi bilir.
232- Kadınları boşadınız da
zamanlarını geçirdiler mi aralarında güzellikle
uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu,
içinizde Allah'a ve son güne inananlara verilmiş bir
öğüttür. Bu, sizin için daha hayırlıdır, daha temiz bir
iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.
233- Analar, emzirme zamanını
tamamlamak isterlerse tam iki yıl, çocuklarına süt
verirler. Evlât sahibi olana da evlâdını emzirenin
rızkını, elbisesini, örfe göre, vermesi borçtur. Kimseye
gücünden fazla bir şey teklif edilemez. Ne ana
evlâdından zarar görmeli, ne baba. Mîrasçıya da hüküm
aynıdır. Anayla baba, birbirleriyle danışırlar da, razı
olurlar, çocuğu memeden kesmek isterlerse beis yok.
Çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz
vereceğiniz şeyi güzelce, yollu yordamlı verdikten sonra
artık size suç yoktur. Sakının Allah'tan ve bilin ki
Allah, ne yaparsanız görür.
234- İçinizden biri ölür de
arkasında kadın bırakırsa bu çeşit adamların kadınları
dört ay, on gün beklerler. Bu müddeti geçirdikten sonra
meşru bir sûrette kendiliklerinden dilediklerine
varabilirler, bu hususta size bir suç yoktur artık.
Allah, ne yaparsanız, hepsinden de haberdardır.
235- Alacağınız kadınlara,
onları alacağınızı anlatmanızda, yahut da bunu
gizlemenizde bir beis yok. Allah bilir ki siz, onları
anacak, hatırlayacaksınız. Yalnız onlarla gizlice de
sözleşmeyin, doğru ve yolunda bir söz söylerseniz o
başka. Farz olan müddet geçmedikçe nikah bağını
bağlamaya kalkışmayın. Şüphe yok ki Allah,
gönlünüzdekini de bilir, bundan dolayı çekinin ondan.
Bilin ki Allah suçları örter, cezada acele etmez.
236- Kadınları, onlara
dokunmadan, yahut nikâh parası kesişmeden boşadınızsa
beis yok. Ama onları da faydalandırın. Gücü yeten, gücü
yettiği kadar, kudreti olmayan da kendi miktarınca ve
örfe uygun olarak bir şey versin. Bu, ihsân sahiplerine
bir borçtur.
237- Onlara dokunmadan
boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdîrde kabul
ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek. Ancak kadın,
hakkını bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse
o, bu hakkı bahşederse bu ayrı. Sizin bağışlamanız,
takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.
Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür.
238- Koruyun namazları, hele
orta namazına çok dikkat edin ve Allah'a itaat ederek
namaz kılın. 32[32]
[32] Orta namazı, günün
ortasında olduğu için öğle namazıdır diyenler vardır.
Sabit oğlu Zeyd, İbn-i Ömer, Ebû-Saîd-ül-Hûdrî, Üsâme ve
Ayişe bunu riveyet etmişler, Hz. Muhammed-ül-Bâkır'la
Hz. Ca'fer-üs-Sâdık'tan da bu çeşit rivâyet edilmiştir.
Zeydi imamlarının bir kısmı, orta namazının, cuma
günleri cuma namazı, diğer günler öğle namazı olduğunu
kabul etmiştir. Sabahla öğle ve akşamla yatsı
namazlarının arasında bulunduğu için ikindi namazıdır
diyenler olmuştur ki İbn-i Abbas ve Hasen bunu kabul
ederler, Ali'den, İbn-i Mes'ud'dan, Katâde'den,
Dahhâk'ten bu kavil rivâyet edilmiştir. Ebû-Hanife de
bunu kabul eder. Rikatları uzun ve kısa olan namazların
ortasında, üç rikattan ibaret olduğu için akşam
namazıdır diyenler, orta namazını, sabah ve yatsı namazı
olarak kabul edenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1. s.
145).
239- Korkuyorsanız yürüyerek,
yahut hayvana binmiş olduğunuz halde kılın. Emniyete
çıktınız mı bilmediğiniz şeyleri size belleten Allah'ı
anın.
240- İçinizden ölüp de karısını
geride bırakacaklara gelince, onlara, evlerinden
çıkarmaksızın yılına kadar bir geçim vasiyet etmeleri
gerek. Yok, eğer karıları evlerini bırakıp giderlerse
yapacakları meşru bir şeyden dolayı size suç yok. Allah
üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
241- Boşanan kadınlar için de
artık ve eksik olmamak üzere bir şey vermek gerek. Bu da
sakınanlara bir borçtur.
242- İşte Allah, aklınız ersin
diye size âyetlerini böyle apaçık bildirir.
243- Görmez misin ki binlerce
kişi, ölümden çekinerek yurtlarından nasıl çıktılar da
sonra Allah onlara ölün dedi, sonra da diriltti onları.
Şüphe yok ki Allah, insanlara karşı ihsân sahibidir ama
insanların çoğu şükretmez.33[33]
[33] İsrailoğullarından bir
bölük halk, şehirlerinde çıkan taun hastalığından
kaçmışlardı, buna işaret edilmektedir.
244- Allah yolunda vuruşun,
savaşın ve bilin ki Allah, şüphesiz duyar, bilir.
245- Kimdir o ki Allah'a güzel
bir sûrette borç versin de Allah onu, o kimseye
fazlasıyla ve kat - kat ödemesin? Allah daraltır da,
ferahlatır da. Hepiniz de sonunda ona dönüp
ulaşacaksınız.
246- Görmez misin
İsrailoğullarının ileri gelenlerini? Hani Mûsâ'dan sonra
bir zaman geldi ki peygamberlerine, bize bir padişah
gönder de ona uyup Allah yolunda savaşa girişelim
demişlerdi. Peygamberleri, size savaş farz edilir de
savaşmayıverirseniz demişti. Neden savaşmayacakmışız
demişlerdi, yurtlarımızdan çıkarıldık, evladımızdan
ayırdılar bizi. Fakat savaş farz edilince pek azı
katlandı, öbürleri dönüverdiler. Allah bilir
zâlimleri.34[34]
[34] Bu peygamber, Samoil'dir
(Ahd-i Atıyk, Müluk-i evvel, 8).
247- Peygamberleri, Allah size
padişah olarak Tâlût'u gönderdi dedi. Nasıl olur da
dediler, bize buyruk yürütür o? Bizim ondan ziyade
padişahlığa hakkımız var, malca da bizden üstün değil.
Peygamberleri, şüphe yok ki dedi, onu Allah seçmiş
sizden üstün etmiş, ona bilgi ve vücut bakımından
üstünlük vermiştir. Allah, mülkünü dilediğine verir.
Allah'ın rahmeti boldur, her şeyi bilir. 35[35]
[35] Samoil'in, İsrailoğullarına
tâyin ettiği padişah, Saul'dur. Kur’ân, Saul'u, Tâlut
diye anıyor. Tâlut'a, çok uzun boylu olduğu için bu adın
verildiği söylenmiştir (Mecma'ül-Beyan, I, 149). Ahd-i
Atıyk'te de kavmin ortasında dururken omuzundan
yukarısı, herkesin başını aştığı anlatılır (Müluk-i
evvel, 10, 23). Zâten âyette de buna işaret vardır.
248- Gene peygamberleri demişti
ki: Onun padişahlığının apaçık alameti, Rabbinizden size
itminan ve sükûn veren, içinde, Mûsâ ile Hârûn soyundan
artakalanlar bulunan ve melekler tarafından taşınan
tabutla gelmesidir. İnanmışsınız işte bunda, size kesin
bir delil var. 36[36]
[36] Tevrat'ta, "Tâbut-ı
Sekiyne" diye birçok yerlerde geçer (Meselâ bakınız: 15
v. d.)
249- Tâlût, orduyla harekete
geçince dedi ki: Allah sizi bir ırmakla sınayacak. Kim o
ırmağın suyundan içerse benden değil, onu tatmayan
benden. Yalnız eliyle bir avuç su alana söz yok. Irmağa
gelince hemen hepsi içti, içlerinden pek azı içmedi.
Tâlût ve onunla berâber bulunan inananlar, o ırmağı
geçince, bizim bugün Câlût'la ordusuna karşı duracak
takatimiz yok dediler. Allah'a kavuşacaklarını umanlarsa
nice azlık taife vardır ki dediler, Allah'ın izniyle
çokluk taifeye üst olmuştur, Allah sabredenlerledir.
250- Câlût'la ordusuna karşı
çıkınca da Rabbimiz dediler, sen bize sabırlar ver,
ayaklarımızı diret, bizi kâfirlere üstün et.37[37]
[37] Câlut, Ahd-i Atıyk'te
Colyat diye geçer (Müluk-i evvel, 17, 23 v. d.). Dâvûd,
bu boylu poslu Filistin kahramanını, bir sapan taşıyla
alnından yaralayıp yere yıkmış, kendi kılıcıyla başını
keserek öldürmüştür
251- Allah'ın izniyle onları
bozdular. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah, kendisine
saltanat ve hikmet ihsân etti, dilediği bâzı şeyleri de
belletti. Allah insanları, birbiriyle savıp gidermeseydi
yeryüzü mutlaka bozulup giderdi fakat Allah'ın âlemlere
ihsânı var, lütfü var.38[38]
[38] Âyetteki "hikmet" ten
maksat, peygamberliktir. Musevilere göre Dâvûd,
peygamber değildir, Müslümanlık onu peygamber olarak
kabul eder.
252- İşte bunlar, Allah'ın
delilleridir. Onları sana hakkıyla okumadayız ve
muhakkak ki sen, gönderilenlerdensin,
peygamberlerdensin.
253- O peygamberlerden bâzısını
bâzısına üstün ettik. Onlardan Allah'la konuşan var,
bâzılarının da derecelerini yüceltmiştir. Meryemoğlu
İsa'ya apaçık deliller verdik, onu, Rûh-ul-Kudüs'le
kuvvetlendirdik. Allah dileseydi onlardan sonrakiler,
kendilerine apaçık deliller geldikten sonra artık
birbirlerini öldürmezlerdi. Ama gene de aykırılığa
düştüler. İçlerinde inanan var, inanmayan var. Allah
dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi, fakat Allah
dilediğini, dilediği gibi yapar.
254- Ey inananlar, sizi
rızıklandırdığımız şeylerden bir kısmını yoksullara
harcayın o gün gelip çatmadan ki o gün ne alış-veriş
var, ne dostluk, ne şefaat. Kâfirlere gelince onlardır
zâlimler.
255- Öyle bir Allah ki ondan
başka yoktur tapacak. Diridir, her an yarattıklarını
tedbîr ve tasarruf edip durur. Ne uyuklamaya kapılır, ne
uykuya dalar. Onundur ne varsa göklerde ve yeryüzünde.
Kimdir izni olmadıkça onun yanında şefaate kalkışacak?
Önlerindekini de bilir, artlarındakini de. Onun
bilgisinden, dilediği miktardan başka hiçbir şeyi
kavrayamazlar. Kürsüsü gökleri de kaplayıp
kucaklamıştır, yeryüzünü de. Göğü, yeri korumak, ona
ağır da gelmez. O'dur çok yüce ve çok ulu. 39[39]
[39] Bu âyette "kürsi" kelimesi
geçtiği için kürsü âyeti anlamına "Âyet-ül-Kürsi"
denmiştir. Hattâ bu sûreye "Kürsi sûresi" diyenler de
vardır. Kürsü, örfte, üstüne oturulan şey anlamına
gelir. Bu söz, kirs aslından gelmiştir, toplu
anlamınadır. Yapraklar forma haline getirilince, bir
araya toplandığı cihetle "kürrase" ve bunun yanlış
söylenişi olan "kerrase" adiyle anılır. Kirs, bir şeyin
aslı manasını da ifade eder. İbn-i Abbas'ın rivayetine
göre kürsi, Tanrı bilgisidir. Saltanat, tedbir ve
tasarruftur da denmiştir. Batlamyus mesleğine uyanlarca
yedi göğü kavrayıp kaplayan ve sabitelerin göğü olan
sekizinci kat göktür (al-Müfredat, s. 441. Kürsi
hakkındaki çeşitli rivayetleri anlamak için bakınız:
Mecma'ül-Beyan, 1. s. 154. Hasan Basri Cantay: Kur’an-ı
Hakim ve Meal-i Kerim, c.1. İst. 1372-1953, s. 71-72,
not. 213).
256- Dinde zor yok. Gerçekten de
doğru yolla azgınlık apaçık meydana çıkmıştır. Kim
putları inkâr edip Tanrı'ya inanırsa şüphe yok, öyle
sağlam bir kulpa yapışmıştır ki hiç kopmaz o ve Allah
her şeyi duyar, bilir.
257- Allah, dostudur
inananların. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır.
İnanmayanlarınsa dostları Şeytan'dır, onları ışıktan
karanlıklara götürür. Onlardır ateş ehli, onlardır orada
ebedî kalanlar.
258- Kendisine Allah'ın saltanat
verdiği kişinin, İbrahîm'le çekişmeye başladığını
görmedin mi? O zaman İbrahîm, benim Rabbim diriltir,
öldürür demişti. O, ben de diriltirim, öldürürüm dedi.
İbrahîm dedi ki: Şüphe yok ki Allah, güneşi doğudan
çıkarmada, sen batıdan doğdur. İnanmayan, bu söze
şaşırıp kalmıştı. Allah zâlim kavmi doğru yola sevketmez
ki.40[40]
[40] İbrahîm Peygamber'le davaya
girişen Nümrud'dur. Halk arasında bu padişaha Nemrut
denegelmiştir. Rivâyete göre Tanrılık dâvasına kalkışan
ilk adamdır.
259- Bir de hani yapıları
çökmüş, çatıları döşemelerinin üstüne yıkılmış şehre
uğrayan, Allah bu şehri, ölümünden sonra nasıl
diriltecek ki demişti. Allah, onu tam yüz yıl ölü bir
halde bırakmış, sonra diriltmişti de demişti ki: Ne
kadar yattın? O da bir gün, yahut günün birkaç saati
kadar bir müddet demişti. Allah, tam yüz yıl yata
kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak, henüz bozulmamış
bile. Eşeğine de bak; bu iş seni, insanlara bir delil
göstermek maksadıyla oldu; eşeğin kemiklerini nasıl
birleştiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz, hele
dikkat et demişti. Bu, ona apaçık belli olunca dedi ki:
Bilirim, şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü
yeter.41[41]
[41] Bu âyet, Ahd-i Atıyk'te,
Hızkıyâl Peygamberin bir rüyasına işarettir. (Hızkıyâl,
37).
260- An o zamanı da, hani
İbrahîm, Rabbim demişti, ölüyü nasıl diriltirsin? Allah,
inanmıyor musun demişti de İbrahîm, evet, inanıyorum ama
kalbim tam yatışsın, iyice anlayayım demişti. Allah da
demişti ki: Dört kuş al, onları kesip paramparça et,
parçalarını birbirine kat, sonra o karışık parçalardan
her birini bir dağın üstüne koy, sonra da onları çağır,
koşarak sana gelecekler. Bil ki Allah, şüphe yok ki pek
yücedir, hikmet sahibidir.
261- Mallarını Allah yolunda
harcayanlar, her başağında yedi yüz tanesi olan ve tam
yedi tane başak bitiren tek bir tohuma benzer. Allah
dilediğine kat kat verir, arttırır. Allah'ın ihsânı
boldur ve her şeyi bilir.
262- Mallarını verip ardından
da, verdiklerinin başlarına kakmayanların, onlara minnet
yüklemeyen ve eziyette bulunmayanların ecri, Rableri
katındadır. Onlara ne korku vardır, ne hüzün.
263- Güzel söz ve suç bağışlama,
ardında minnet olan sadakadan hayırlıdır. Allah
müstağnîdir, ceza vermede acele etmez.
264- Ey inananlar, malını
insanlara gösteriş için harcayan ve Allah'a, âhiret
gününe inanmayan kişi gibi sadakalarınızı, başa kakmakla
minnet ve eziyetle hiç verilmemiş bir hale getirmeyin. O
çeşit adam, sanki şiddetli bir yağmur altında kalıp
üstündeki toprağın kayarak sıvışmasıyla kaypak bir hale
gelen kayadır. O çeşit adamlar, kazançlarından hiçbir
sevap elde edemezler ve Allah, inanmayan kavmi doğru
yola sevk etmez.
265- Mallarını, Tanrı rızasını
kazanmak ve özlerindekini yerli bir hale getirip
kendilerine mâl etmek için verenlerse bir tepedeki
bahçeye benzerler; bol-bol yağan yağmur, o bahçenin
meyvelerini iki misline çıkarır. Hattâ bu çeşit yağmur
yağmasa bile mutlaka bir çisentiye kavuşur orası ve
Allah, bütün yaptıklarınızı görür.
266- Biriniz arzular mı ki onun
bir hurma fidanlığı, bir üzüm bağı olsun, kıyısından
ırmaklar aksın, o fidanlıkta, o bağda bütün meyveler
yetişsin, kendisi de ihtiyarlığa düşsün, küçük ve âciz
dölü-döşü bulunsun da tam bu çağda fidanlığına, bağına,
yakıp kavurucu bir sam yeli gelip çatsın, bahçe ve bağ,
yanıp mahvolsun? İşte Allah, düşünürsünüz diye size
delillerini böyle açıklar.
267- Ey inananlar, kazandığınız
temiz şeylerden, yeryüzünden sizin için çıkardığımız
nesneleri verin, görmemek için gözlerinizi yummadan ele
alamayacağınız bayağı ve aşağılık şeyleri değil ve bilin
ki Allah, müstağnîdir ve tam hamda lâyık olan odur.
268- Şeytan, sizi yoksulluğa
çağırır, size kötülüğü buyurur. Allah'sa yarlıgamasına,
ihsânına davet eder ve Allah'ın ihsânı boldur, her şeyi
o bilir.
269- Dilediğine hikmet ihsân
eder ve kime hikmet ihsân ederse şüphe yok ki o, çok
hayra nail olmuş demektir, fakat bunu, aklı başında
olanlardan başkaları düşünmez bile.42[42]
[42] Hikmet, Kur’ân bilgisi,
sözde ve işte doğruyu buluş, doğru akıl, İsabetli
tedbîr, her şeyi yerine koymak ve bâzı yerde de
peygamberlik anlamlarını ifade eder.
270- Ne sadaka verir ve ne adak
adarsanız şüphe yok ki Tanrı, bilir onu ve zâlimlere
hiçbir yardımcı yoktur.
271- Sadakalarınızı açık
verirseniz ne hoş, fakat gizlice yoksullara verecek
olursanız bu, size daha hayırlıdır ve bu, günahlarınızın
karşılığı olur; Allah ne yaparsanız hepsinden
haberdardır.
272- Onları doğru yola götürmek
sana ait değil. Fakat Allah dilediğine doğru yolu
gösterir. Hayra ait bir şey verirseniz bunun faydası
size. Zâten yoksullara vermeniz de ancak Allah rızası
içindir. Hayır yapmak için verdiğiniz şey, size
fazlalaştırılır ve siz zulüm görmezsiniz.
273- Verilen şeyler, kendilerini
tamamıyla Allah yoluna vermiş olup yeryüzünde
dolaşamayan yoksullara aittir. Bilmeyen kişi, onların
istiğnalarını görüp zengin sanır, halbuki sen,
yüzlerinden tanırsın onları. Yüzsuyu dökerek halktan bir
şey istemez onlar. Hayır için ne harcarsanız şüphe yok
ki Allah, onu bilir.
274- Mallarını gece ve gündüz,
gizli ve açık harcayanlar yok mu, onların ecirleri,
Rableri katındadır ve onlara ne korku vardır, ne de
mahzun olurlar.
275- Faiz yiyenler, ancak Şeytan
tarafından çarpılmış gibi bir hale geliverirler. Bu da
onların, alış-veriş de faiz almaya benzer, onun eşidi
demelerindendir. Allah, alış-verişi helâl etti, faizi
haram. Rabbinden kendisine öğüt verilen, faizden
vazgeçerse eskiden aldıkları ona aittir, işi de Allah'a
ait. Fakat bundan sonra gene tutup faiz alanlar, ateş
ehlidir, orada da ebedî kalırlar.
276- Allah faizi eksiltir,
sadakalarıysa arttırır ve Allah, fazlasıyla inkâra düşüp
çok suç işleyenlerin hiçbirini sevmez.
277- İnananlara, iyi işler
yapanlara, namaz kılanlara, zekât verenlere gelince:
Onların ecirleri Rableri katındadır, onlara ne korku
vardır, ne hüzün.
278- Ey inananlar, Allah'tan
sakının ve artık almadığınız faizleri bırakın inancınız
varsa.
279- Bunu yapmazsanız bilin ki
Allah'la ve Peygamberiyle savaşa giriştiniz. Tövbe
ederseniz anamalınız sizindir, ne zulmedersiniz, ne
zulüm görürsünüz.
280- Borçlu dardaysa
genişleyinceye dek mühlet verin ona. Borcunuzu sadaka
olarak bağışlarsanız bu, bilseniz, sizin için daha
hayırlıdır.
281- Sakının o günden ki dönüp
Allah'a ulaşacaksınız, sonra da herkese kazancının
karşılığı verilecek ve onlara zulmedilmeyecek.
282- Ey inananlar, muayyen bir
müddet için borçlandığınız vakit bunu mutlaka yazın.
Aranızda bir yazıcı bulunsun ve bunu dosdoğru yazsın.
Yazıcı, Allah kendisine nasıl bellettiyse öylece
yazmaktan çekinmesin borçlanan da yazdırsın, onu
geliştiren Allah'tan çekinsin de hiçbir noktayı eksik
bırakmasın. Borçlu, akılsız biriyse, yahut aklı azsa,
yazdırmaya gücü yetmezse velîsi, doğru olarak yazdırsın.
Adamlarınızdan iki erkeği de bu muâmeleye tanık tutun.
İki erkek olmazsa biri unuttuğu vakit öbürünün
hatırlatması için razı olacağınız kimselerden bir
erkekle iki kadın tanık olsun. Tanıklar da,
çağrıldıkları vakit kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun,
muayyen müddete kadar verilen borcu yazmaktan üşenmeyin.
Bu, Allah katında daha ziyade adâlete uyan, tanıklık
için daha sağlam olan, tereddüde ve şüpheye düşmemenize
daha ziyade yarayan bir şeydir. Ancak peşin alış-verişte
bulunuyor, malı, aranızda elden ele devrediyorsanız onu
yazmamakta bir suç yok size. Alış-verişte de tanık
bulunsun, yazan da hiç zarar görmesin, tanık da. Zarar
verirseniz bu, şüphe yok ki bir isyandır sizin için.
Sakının Allah'tan, Allah size öğretmededir ve Allah, her
şeyi tamamıyla bilir.
283- Eğer bir yolculuktaysanız,
kâtip de bulamadınızsa alınan rehin de kâfi. Birbirinize
emniyetiniz varsa emniyet edilen borçlu, kendisini
geliştiren Allah'tan sakınsın da emanetini tama-mıyla
ödesin ve tanıklığı gizlemeyin. Kim gizlerse şüphe yok,
kalbi günaha batar ve Allah yapıklarınızı tamamıyla
bilir.
284- Allah'ındır göklerde ne
varsa ve yeryüzünde ne varsa. İçinizdekini açıklasanız
da, gizleseniz de Allah, onunla sizi hesaba çeker.
Dilediğini yarlıgar, dilediğini azaplandırır ve Allah'ın
her şeye gücü yeter.
285- Peygamber de kendisine
Rabbinden indirilene inanmıştır, inananlar da. Hepsi de
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine
inanmıştır. Peygamberlerinden hiçbirini öbüründen
ayırmayız, duyduk demişlerdir ve itaat ettik, Rabbimiz,
yarlıganma dileriz senden, varacağımız yer, tapındır
senin.
286- Allah, hiç kimseye gücünün
yeteceğinden fazla bir şey teklif etmez. Herkesin
kazandığı sevap kendisine aittir, elde ettiği suç gene
kendisine ait. Rabbimiz, bizi muaheze etme unuttuysak,
yahut yanıldıysak. Rabbimiz, bize ağır yük yükleme
bizden öncekilere yüklediğin gibi. Rabbimiz, yükleme
gücümüzün yetmeyeceği şeyi. Bağışla bizi, yarlıga bizi,
acı bize, sensin yardımcımız, artık yardım et bize
inanmayanlara karşı.43[43]
[43] Sûrenin bu iki son âyeti
hakkında birçok hadisler vardır, fazileti anlatılır.
3- ÂL-İ İMRAN SURESİ
Medenîdir, iki yüz âyettir.(İki
yüz âyettir, bütün müfessirlerce Medenîdir. İçinde İmran
soyundan bahsedildiği için İmran soyu anlamına gelen
Al-i İmran adiyle adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm.
2- Öyle bir Allah'tır ki yoktur
ondan başka tapacak; diridir, daimî olarak mahlûkatının
işlerini tedbîr ve her şeyi tasarruf eder.
3- Kitabı, sana gerçek ve
ellerinde bulunanı gerçekleyici olarak indirdi, Tevrat
ve İncil'i de indirdi
4- Evvelce, insanlara hidâyet
olarak, gerçekle bâtılı ayırt eden kitabı da indirdi.
Tanrı âyetlerine inanmayanlardır çetin azap ve Allah
öyle üstün bir kudret sahibidir ki aman vermez.
5- Şüphe yok ki ne yeryüzünde
bir şey Allah'a gizli kalır, ne gökyüzünde.
6- O, size, daha analarınızın
karnındayken dilediği gibi şekil verir. Yoktur ondan
başka üstün, hüküm ve hikmet sahibi tapacak.
7- Öyle bir Tanrı'dır ki sana
kitap indirdi. Onun bir kısmı, mânası-apaçık âyetlerdir
ve bunlar, kitabın temelidir. Diğer kısmıysa çeşitli
mânalara benzerlik gösterir âyetlerdir. Yüreklerinde
eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onları tevil etmek
için mânaları açık olmayan âyetlere uyarlar. Halbuki
onların tevilini ancak Allah bilir. Bilgide şüpheleri
olmayacak kadar kuvvetli olanlarsa derler ki: Biz
inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir; bunu aklı tam
olanlardan başkaları düşünemez. 44[1]
[1] Muhkem, mânası apaçık
demektir. Müteşabih, çeşitli mânalara gelen anlamınadır.
8- Rabbimiz, bizi doğru yola
sevk ettikten sonra kalplerimizi saptırma ve kendi
katından bize rahmet bağışla, şüphe yok ki sen,
fazlasıyla bağışlayansın.
9- Rabbimiz, muhakkak sen,
geleceğinde şüphe bulunmayan günde insanları
toplayansın. Şüphe yok ki Allah, vaadinden dönmez.
10- Kâfir olanları, Allah
katında, ne malları birşeyden kurtaRabilir, ne
evlâtları. Onlardır ateşin yakacağı kişiler.
11- Firavun soyu ve ondan
öncekiler gibi hani. Âyetlerimizi yalanladılar, Allah da
onları suçlarıyla alıverdi ve Allah'ın cezası çetindir.
12- Kâfirlere de ki; Yakında alt
olacaksınız, cehennemde toplanacaksınız ve orası ne kötü
bir yatılacak yerdir.
13- İbretti size birbirleriyle
karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda
savaşmadaydı, öbürüyse kâfirdi ve inananları, gözleriyle
iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla
kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin
bir ibret var.45[2]
[2] Bu âyet, Müslümanların ilk
savaşı olan ve Hz. Muhammed (s.a.a)'in en büyük
düşmanlarından bulunan Ebû-Cehl'in öldürülmesiyle
sonuçlanan Bedir savaşını anlatmaktadır.
14- Kadınlara, oğullara, yığın
yığın biriktirilmiş altın ve gümüşlere, güzel ve cins
atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı insanların aşırı
sevgisi vardır ve bu sevgi, insanlar için bezetilmiş bir
sevgidir. Fakat bunlar, dünya yaşayışına ait birer
matahtan ibarettir. Sonucu varılıp gidilecek yerin
güzelliğiyse ancak Tanrı katındadır.
15- De ki: Size bunlardan daha
hayırlısını haber vereyim mi: O da, sakınanlar için,
ebedî olan ve kıyılarından ırmaklar akan, içinde
tertemiz eşler bulunan bahçelerdir ve Allah'ın sizden
râzı oluşudur. Allah, kullarını görür.
16- Onlar öyle kişilerdir ki
Rabbimiz derler, inandık, suçlarımızı yarlıga ve bizi
koru ateşin azâbından.
17- Onlar, sabredenler,
gerçekler, itaat eyleyenler, mallarını yoksullara
harcayanlar ve seher çağlarında, suçlarının
yarlıganmasını dileyenlerdir.
18- Allah, kesin olarak bildirdi
ki kendisinden başka yoktur tapacak. Meleklerle bilgi
sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler,
bildirdiler. O üstün Tanrıdan, o hüküm ve hikmet
sahibinden başka yoktur tapacak.
19- Allah katında din, ancak
İslâm dinidir. Kendilerine kitap verilenler, bunu
adamakıllı bildikten sonra aralarındaki azgınlık ve
haddini aşma yüzünden ihtilâfa düştüler ve kim Allah'ın
âyetlerine inanmazsa bilsin ki Allah, pek tez hesap
görür.
20- Seninle çekişirlerse hemen
de ki: Ben ve bana uyanlar, özümüzü Allah'a teslîm
ettik. Kendilerine kitap verilenlerle analarından
doğdukları gibi kalanlara de ki: Siz de teslîm oldunuz
mu? Özlerini Allah'a tapşırırlar, İslâm dinini kabul
ederlerse şüphe yok ki doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz
çevirirlerse sana düşen ancak bildirmedir ve Allah,
kullarını görür.46[3]
[3] Çekişenler, Necran
Hıristiyanlarıdır.
21- Allah'ın âyetlerini inkâr
edip haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan,
doğruluğu emredenlerin canlarına kıyanlara gelince:
Onları elemli bir azapla müjdele.
22- Onlardır bütün yaptıkları,
dünyada da boşa gidenler, âhirette de. Bir tek
yardımcıları bile yoktur onların.
23- Görmez misin kitaptan,
kendilerine bir pay verilenleri; aralarında hakemlik
etsin diye Allah'ın kitabına çağrılırlar da sonra
onların bir kısmı arkalarını çevirir; onlar zâten bunu
âdet edinmiştir.
24- Bu da, sayılı günlerden
başka ateşte kalmayız demelerindendir. Kendi uydurmaları
olan bu kanaat, onları dinlerinde de aldatmıştır.
25- Onları toplayıverdiğimiz gün
ne olacak halleri? O günün geleceğinde hiç şüphe yok ve
o gün herkese kazancının karşılığı verilecek,
zulmedilmeyecek onlara.
26- De ki: Allah'ım, mülkün
sahibi sensin, mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden
alırsın. Dilediğini yükseltirsin, dilediğini
alçaltırsın. Senin elindedir hayır, sensin her şeye gücü
yeten.
27- Geceyi uzatırsın, gündüzün
bir kısmı gece olur. Gündüzü uzatırsın, gecenin bir
kısmı gündüz olur. Ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü
izhar edersin ve dilediğini sayısız rızıklandırırsın
sen.
28- İnananlar iman edenleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Bu işi yapan,
Allah'tan bir şey beklemesin, fakat kâfirlerden
çekinmeniz gerekse o başka. Allah, kendisinden
sakınmanızı emretmektedir ve dönüp varılacak yer de
Allah tapısıdır.
29- De ki: Gönlünüzdekini
gizleseniz de Allah bilir, açığa vursanız da. Göklerde
ve yeryüzünde ne varsa bilir ve Allah'ın her şeye gücü
yeter.
30- O gün bir gündür ki herkes,
yaptığı hayrı hazırlanmış bir halde karşısında bulacak,
işlediği kötülükle de arasında pek uzun bir mesafe
olmasını arzulayacak. Tanrı, kendinden korunmanızı
buyurur ve Allah, kullarını pek esirgeyicidir.
31- De ki: Allah'ı seviyorsanız
bana uyun da Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı
yarlıgasın. Allah yarlıgayıcıdır ve rahîmdir.
32- De ki: Allah'a ve Peygambere
itaat edin. Fakat yüz çevirirlerse Allah da kâfirleri
sevmez.
33- Şüphe yok ki Allah, Âdem'i,
Nûh'u, İbrahîm soyunu ve İmrân soyunu seçti, âlemlere
üstün etti.47[4]
[4] İmran, Mûsâ ile Hârûn'un
babasıdır. Bu takdîrde buradaki İmran soyu sözüyle Mûsâ
ve Hârûn kastedilir. İmran'a Meryem'in babası diyenler
olduğu gibi bu hususta başka rivâyetler de vardır.
34- Birbirlerinden türemiş bir
soydur onlar ve Allah duyar, bilir.
35- An o zamanı ki İmrân'ın
zevcesi, yâ Rabbi demişti, karnımdakini, azatlı bir kul
olmak üzere sana adadım, kabul et. Şüphe yok ki sen
duyarsın, bilirsin.48[5]
[5] Bu âyetlerin meâli, aşağı
yukarı Luka İncili'nin I. bölümünde mevcuttur.
36- Doğurunca da yâ Rabbi
demişti kız doğurdum; zâten Tanrı, onun ne doğurduğunu
biliyordu; erkek kıza benzemez, ona Meryem adını verdim,
onu da, soyunu da sana ısmarladım, taşlanmış Şeytan'dan
sen koru demişti.
37- Rabbi, onu iyi bir sûrette
kabul etti, bir nebat yetiştirir gibi onu yetiştirdi,
geliştirdi, Zekeriyya'yı da onun hizmetine memûr etti.
Zekeriyya, ne vakit mihRaba girse yanında bir yiyecek
bulurdu. Yâ Meryem demişti, bunlar nereden geliyor sana?
Meryem, Allah'tan demişti, şüphe yok ki Allah dilediğini
sayısız rızıklarla rızıklandırır.
38- Zekeriyya, orada Rabbine dua
etmiş, yâ Rabbi demişti, sen katından tertemiz bir soy
ver bana, muhakkak ki duaları duyansın sen.
39- Mihrapta durmuş, namaz
kılıyordu ki melekler, gerçekten de Allah, sana Yahya'yı
müjdelemededir. O, Tanrıdan gelen sözü tasdik eden bir
erdir, uludur, kötülüklerden tamamıyla çekinmiştir,
iyilerden ve doğrulardan bir peygamberdir o diye nida
etmişti.
40- Zekeriyya, Rabbim demişti,
benim nasıl oğlum olabilir ki ihtiyarlık, üstüme
çökmüştür, karım da kısır. Böyle de olsa demişti, Allah
dilediğini yapar.
41- Zekeriyya demişti ki:
Rabbim, bana bir delil ver. Allah da, insanlarla
işaretleşmen ayrı, tam üç gün, konuşmaman onlarla,
delildir sana. Çok an Rabbini, akşam ve sabah
çağlarında, onun noksan sıfatlardan arı olduğunu söyle
demişti.
42- An o zamanı da, hani
melekler Meryem'e, yâ Meryem, Allah gerçekten de seni
seçti, arıttı ve âlemlerdeki kadınlara üstün etti.
43- Yâ Meryem, Rabbine itaat et,
secdeye kapan, rükû edenlerle rükû et demişti.
44- Bunlar, gaibe ait haberler
ki sana vahyetmekteyiz. Meryem'i yetiştirmeyi tekeffül
edecek kimdir diye kura çekmek için kâlemlerini
attıkları zaman da yanlarında değildin, bu hususta
çekiştikleri zaman da.
45- Hani melekler, yâ Meryem,
gerçekten de Allah seni, kendisinin bir kelimesiyle
müjdelemektedir adı da Meryemoğlu Mesîh İsa'dır onun ve
o, dünyada da kadri yüce bir erdir, âhirette de ve
yakınlardandır o.49[6]
[6] "Kelime", burada Tanrıyı
birleyiş sözü, yahut Tanrı kitabı, yahut da İsa'dır.
İsa, Tanrının ol sözüyle var olduğundan kelime diye
anılmıştır. Peygamber olduğu cihetle Tanrı kelimesi
denmiştir, nitekim Hz. Muhammed (s.a.a)'e de "Zikr"
denmiştir diyenler de vardır (al-Müfredât, s. 455).
Mesîh kelimesinin Süryaniciden Arapça'ya geçtiğini
söyleyenler olduğu gibi bir yere el sürmek anlamına
gelen mesh'ten geldiğini söyleyenler de vardır.
Yeryüzünde fazla gezdiğinden, yağla meshedilmiş olarak
doğduğundan, suyla vaftiz edildiğinden bu lâkapla
lâkaplanmıştır diyenler ve kelimenin İbraniceden
geldiğini söyleyenler bulunmuştur (Aynı kitap, s. 484).
Manen yomlulukla ve bereketle meshedildiği, suçlardan
arındığı, zeytin yağıyla, inananları meshettiği,
körlerin gözlerini, eliyle meshederek açtığı, hastaları,
eliyle sıvazlayarak iyileştirdiği için bu adla
anılmıştır diyenler, hatta doğduğu vakit Cebrail
tarafından, kanadıyla meshedildiği için bu adı aldığını
söyleyenler bile vardır (Mecma'ül-Beyan 1, s.189).
46- Beşikteyken de, olgunluk
çağındayken de insanlarla konuşacaktır ve o, temiz
kişilerdendir demişti de.
47- Meryem, yâ Rabbi demişti,
benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan
dokunmadı. Allah, öyledir ama demişti, dilediğini yapar
Allah ve bir işin olmasını diledi mi hemencecik ol der
ona ve o oluverir.50[7]
[7] Bu âyetlerin meâli, aşağı
yukarı Luka İlcili'nin I. bölümünde mevcuttur.
48- Tanrı ona bilgiyi, hikmeti,
Tevrat'ı, İncil'i öğretir.
49- İsrailoğullarına peygamber
olarak gönderir, o da onlara der ki: Ben, Rabbinizden
delille geldim size. Balçığı yoğurur, kuş şekline sokar,
ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş olur. Anadan doğma
körü körlükten kurtarırım, abraş illetine tutulmuşu,
Allah'ın izniyle iyileştiririm ve Allah'ın izniyle ölüyü
diriltirim, evlerinizde yediklerinizi, sakladıklarınızı
size bildiririm. İnanmışsanız şüphe yok ki, bunlar size
delildir. 51[8]
[8] İsa Peygamberin ölüyü
diriltmesi, körlerin gözlerini açması, hastaları
iyileştirmesi, Ahd-i Cedit'te de vardır. (Matyus. 9, 12,
Markus, 1. 40-41, 2, 3-11, 3, 1-5, 5, 25-43, 10, 46-52.
Diğer İncil'lerde de bu çeşit mûcizelerden
bahsedilmektedir). Ancak topraktan kuş şeklinde bir şey
yapıp üfürdüğü ve o şeklin kuş olduğu hakkında bir şey
yoktur.
50- Tevrat'ın gerçekliğini
söylemekte, size haram edilen bâzı şeyleri helâl
etmekteyim, Rabbinizden delillerle geldim. Sakının
Tanrıdan da bana itaat edin.
51- Şüphe yok ki Allah, benim de
Rabbimdir, sizin de Rabbiniz; ona kulluk edin, budur
doğru yol.
52- İsa, onların küfrünü duyunca
dedi ki: Kimlerdir Allah uğrunda yardımcılarım?
Havârîler, biziz Allah için yardım edenler dediler,
Allah'a inandık, sen de tanık ol ki, biz, ona teslîm
olanlarız. 52[9]
[9] Havâriyyun, İsa'ya inanan ve
onun adına dinini tebliğ eden on iki kişidir. Bunların
adları, Matyus İncil'inde vardır (10, 1-4).
Hıristiyanların inancına göre On ikilerden Yuda, İsa'yı
ele verdiği için lânetlenmiş, bunun yerine Mityas
seçilmiştir (A'mâk-i Rüsül, 1, 15-26). Bunlara,
elbiseleri temiz olduğundan, elbise yıkamakla,
avlanmakla, balık avıyla geçindiklerinden bu adla
adlanmışlardır diyenler vardır.
53- Rabbimiz, inandık
indirdiğine, uyduk Peygambere, bizi buna tanık olanlarla
haşret.
54- Düzene koyuldular, Allah da
düzenlerine karşılık cezalarını verdi. Allah,
düzencilere ceza verenlerin hayırlısıdır.
55- Hani o zaman Allah yâ İsa
demişti, seni öldürecek de benim, kendime yüceltecek de,
kâfirlerden kurtarıp arıtacak da. Sana uyanları kıyamete
dek kâfirlere üst edeceğim. Sonra, dönüp geleceğiniz
yer, benim tapımdır, aranızda, aykırılığa düştüğünüz
şeylerin hükmünü de ben vereceğim. 53[10]
[10] Bu âyete dayanarak İsa'nın,
maneviyat bakımından diri olup, madde bakımından ölmüş
bulunduğunu söyleyenler olmuştur ki Sımavna Kadısıoğlu
Bedreddin bunlardandır ve "Vâridât" ında bunu açıkça
söyler (Mehmet Şerefeddin Yaltkaya: Sımavna Kadısoğlu
Şeyh Bedreddin, İst. 1925-1341, s. 38-39). 10- En doğru
söz, Peygamberin yakınlarından olduklarından temiz
kişiler anlamına gelen bu adı aldıklarıdır. Hz. Muhammed
(s.a.a)'in, Avvan oğlu Zübeyr'e ümmetimden benim
havarimdir dediği rivayet edilmiştir (al-Cami'üs-Sagıyr,
c.2, s. 23-24).
56- Kâfir olanlara gelince:
Onları dünyada da çetin bir azapla azaplandıracağım,
âhirette de ve onlara hiçbir yardımcı yoktur.
57- İnananlar ve iyi işlerde
bulunanlarsa ecirlerini tam olarak alırlar. Allah
zulmedenleri sevmez.
58- Bunları, sana âyetlerimizden
ve doğrulukla hükmeden Kur'ân'dan okuyoruz.
59- Gerçekten de Allah katında
İsa, Âdem'in örneğidir, onu topraktan yarattı da sonra
ol dedi, oluverdi.
60- Gerçek, Rabbindendir, şüphe
edenlerden olma artık.
61- Sana iyice bildirildikten
sonra da gene bu hususta seninle tartışan olursa de ki:
Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de
gelin. Ondan sonra da dua edelim ve Allah'ın lânetini
yalancılara havale edelim.54[11]
[11] Hicretin onuncu yılında
Necran Hıristiyanlarının bir kısmı, mescide gelmişler,
Hz. Peygamberle İsa hakkında görüşmüşler, bunun üzerine
Hz. Muhammed (s.a.a), onları mübaheleye, yani yalancıyı
Tanrı lânetine havale ederek lânetleşmeye çağırmış,
onlar o gün izin istemişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.a),
ertesi günü, Ali'nin elinden tutmuş, Hasan ve Hüseyin'i
önüne katmış olarak yola çıkmıştı. Fâtıma da
arkalarından geliyordu. Necranlılar, mübaheleye cesaret
edememişler, vergi vermeye razı olmuşlardı
(Mecma'ül-Beyan, 1. s. 193). Kur’an'da hususi bir adla
anılan ayetler arasında bulunan bu ayete "İbtihal" ve
"Mübahele ayeti" denir.
62- İşte budur gerçek söz:
Allah'tan başka yoktur tapacak ve şüphe yok ki Allah,
üstündür, hikmet sahibidir.
63- Gene yüz çevirirlerse
muhakkak ki Allah bozguncuları bilir.
64- De ki: Ey kitap ehli, gelin
aramızda eşit olan tek söze: Ancak Allah'a kulluk
edelim, ona hiçbir şeyi eş ve ortak etmeyelim, Allah'ı
bırakıp da bâzılarımız, bâzılarımızı Tanrı tanımayalım.
Gene de yüz döndürürlerse deyin ki tanık olun, özümüzü
Tanrıya teslîm edenleriz biz.
65- Ey kitap ehli, ne diye
İbrahîm hakkında çekişip tartışırsınız? Tevrat da ondan
sonra inmiştir, İncil de. Akıl etmiyor musunuz ki?
66- Şöyle-böyle bilginiz olan
şeye dair tartışıp duruyorsunuz ama hiç bilginiz olmayan
şeyde de ne diye tartışmaya kalkışırsınız? Allah bilir,
siz bilmezsiniz.
67- İbrahîm ne Yahûdi'ydi, ne
Nasrânî. Dosdoğru Müslüman'dı ve müşriklerden değildi.
68- İbrahîm'e gerçekten de en
yakın olanlar, ona inananlarla bu Peygamberdir ve iman
edenlerdir. Allah, inananların dostu ve yardımcısıdır.
69- Kitap ehlinin bir bölüğü,
yolunuzu sapıtmak ister. Halbuki sizi değil, ancak
kendilerini yoldan çıkarırlar, kendileri sapıklığa
düşerler de farkında değillerdir.
70- Ey kitap ehli, Allah'ın
âyetlerini neden inkâr edersiniz, halbuki onları görüp
duruyorsunuz da.
71- Ey kitap ehli, ne diye hakkı
bâtılla karıştırıyor, gerçeği gizliyorsunuz? Halbuki
biliyorsunuz da.
72- Kitap ehlinin bir bölüğü de
dedi ki: İman edenlere indirilene gündüzün inanın, akşam
üstü inanmayın, kâfir olun, belki iman edenler de
inançlarından dönerler.
73- Ve dininize uyan kişiden
başkasına inanmayın. De ki: Doğru yol, ancak Allah
yoludur. Size verilenin başkalarına da verildiğine ve
onların, Rabbiniz katında deliller göstererek sizinle
tartışacaklarına inanmayın dediler mi de, de ki: Lütuf
ve ihsân ancak Allah'ın elindedir, dilediğine lütfeder
ve Allah'ın lütfü boldur ve her şeyi bilir o.
74- Dilediğini rahmetiyle tahsis
eder ve Allah, büyük bir lütuf ve ihsân sahibidir.
75- Kitap ehlinin içinde öylesi
vardır ki ona bir kantar altın emânet etsen onu, olduğu
gibi öder. Öylesi de vardır ki bir altın emânet etsen
ayak direyip ısrar etmedikçe geri vermez. Bu da,
okuma-yazma bilmeyenlerin mallarını almada bir vebal yok
bize demelerindendir. Bile bile Allah'a karşı yalan
söylerler.
76- Yok, öyle değil iş. Kim
ahdine vefa eder ve ondan sakınırsa bilsin ki gerçekten
de Allah sakınanları sever.
77- Allah'a verdikleri sözü ve
onun adına, etmiş oldukları yeminleri, değeri az bir
mataha değişenler yok mu, onlardır âhirette nasîbi
olmayanlar ve Allah, kıyamet gününde onlarla konuşmaz,
yüzlerine bile bakmaz, onları arıtmaz ve onlar içindir
elemli bir azap.
78- Kitap ehlinin bir bölüğü de
kitaptan bir şey okuyorlarmış zannına kapılmanız için
dillerini oynatıp dururlar, halbuki okudukları, kitapta
yoktur. Bu, Allah katındandır derler, değildir Allah
katından ve bile bile Tanrıya bühtan ederler.
79- Hiçbir insana yakışmaz ki
Allah, ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra
o, insanlara, Tanrıyı bırakın da bana kul olun desin.
Ancak öğretmekte, okumakta ve okumakta olduğunuz kitaba
uyup Rabbânî olun der.55[12]
[12] Rabbâni, Ali, İbn-i Abbas
ve Hasen'e göre fıkıh, yani İslâm hukuku bilgisini bilen
ve Kur’ân'dan hüküm çıkarmaya gücü yeten bilgine derler.
Hikmet sahibi, bilgin, Tanrıdan çekinen hakim, idarede,
halkın işlerini güzellikle tedbîr eden, bilgilerini
halka öğreten; helâli haramı, emri nehyi bilen
anlamlarını verenler de vardır. Ali oğlu
Muhammed-ibn-il-Hanefiyye'nin öldüğü gün İbn-i Abbas'ın,
bu ümmetin Rabbânisi öldü dediği rivâyet edilmiştir. Bu
sözün iştikakı hakkında birçok sözler söylenmiş, hattâ
Süryanice'den geldiğini söyleyenler bulunmuştur
(Mecma'ül-Beyan, 1. s.199).
80- Meleklerle peygamberleri
Tanrı tanıyın diye de emretmez. Artık siz Müslüman
olduktan sonra küfrü emreder mi size?
81- An o zamanı ki Allah,
peygamberlerden, size kitap ve hikmet verdim, sonra da
sizdeki kitabı gerçekleyen bir peygamber göndereceğim,
ona mutlaka inanacaksınız, mutlaka yardım edeceksiniz
diye söz almıştı ve ikrar ettiniz mi, size yüklediğim bu
ağır yükü aldınız, yüklendiniz mi demişti. İkrar ettik
demişlerdi de o da öyleyse tanık olun demişti, ben de
sizinle berâber tanıklık edenlerdenim.
82- Bundan sonra kim dönerse o
çeşit kişilerdir kötülükte bulunanlar.
83- Artık Allah'ın dininden
başka bir din mi arıyorlar? Göklerde ve yeryüzündekiler,
istekleriyle ve zorla ona teslîm olmuşlardır ve her şey
de, sonucu, gerisin geriye, dönüp onun tapısına
varacaktır.
84- De ki: İnandık Allah'a ve
bize indirilene, İbrahîm'e, İsmâîl'e, İshak'a, Yakup'a,
torunlarına indirilene. Mûsâ'ya, İsa'ya ve
peygamberlere, Rablerinden verilene; aralarından
hiçbirini ayırt etmeyiz ve biz, ona teslîm olmuşuz.
85- Kim Müslümanlıktan başka bir
din arar, dilerse arayıp bulduğu din, aslâ makbule
geçmez ve o, âhirette ziyana uğrayanlardandır.
86- Allah, o kavme nasıl doğru
yolu gösterir ki inandıktan sonra kâfir olmuştur.
Halbuki onlar, Peygamberin gerçek olduğuna da tanıklık
etmişlerdi, onlara apaçık deliller de gelmişti ve Allah,
zâlim kavmi doğru yola sevk etmez ki.
87- Onlar, o kişilerdir ki
şüphesiz yaptıklarına karşılık Allah'ın, meleklerin ve
bütün insanların lâneti onlaradır.
88- Ve bu lânette ebedî
kalırlar, ne azapları hafifletilir, ne de yüzlerine
bakılır.
89- Ancak bundan sonra tövbe
edenler ve düzgün bir hale gelenler müstesna. Çünkü
Allah, suçları örter ve rahîmdir.
90- İnandıktan sonra kâfir
olanlara, sonra da kâfirliklerini arttıranlara gelince:
Tövbeleri hiç kabul edilmez ve onlardır sapıklar.
91- Gerçekten de, kâfir olanlar
ve kâfir olarak ölenler yok mu, kurtulmak için dünya
dolusu altın feda etseler makbule geçmez, hiçbiri
kurtulmaz, onlaradır elemli bir azap ve onlara bir tek
yardımcı bile yoktur.
92- Kesin olarak hayır ve ihsan
mertebesine erişmezsiniz sevdiğiniz şeyleri harcamadıkça
ve şüphe yok ki Allah, harcadığınız şeyleri bilir.
93- İsrail, Tevrat inmeden
kendisine neleri haram ettiyse onlardan başka her çeşit
yiyecek, İsrailoğullarına helâldi. De ki: Sözünüz
doğruysa getirin Tevrat'ı da okuyun bakalım.56[13]
[13] Bu âyet, Musevilerin
itirazlarına cevaptır, çünkü onların dininde deve
haramdır (Tesniye, 14, 6).
94- Bundan sonra da kim Allah'a
yalan isnat ederse artık o çeşit adamlardır zâlimler.
95- De ki: Allah doğru
söylemiştir, siz de artık doğru yolu tutan İbrahîm'in
dinine uyun ve o, şirk koşanlardan değildi.
96- Şüphe yok ki ilk kurulan ev,
Mekke'deki evdir. Kutludur ve âlemlere doğru yolu
gösterir.57[14]
[14] Buhârî, Ebu-Zerr'den
rivâyet edilen şöyle bir hadis tahric eder: Yâ
Resulâllah dedim, yeryüzünde ilk kurulan mescit, hangi
mesciddir? Mescid-i Harâm dedi. Sonra hangi mescid diye
sordum. Mescid-i Aksâ dedi. İkisinin kuruluşu arasında
dedim ne kadar zaman var? Kırk yıl buyurdu (al-Tecrid,
c. 2, s. 41. Kitâbu Bed'il-halk).
97- Oradadır apaçık deliller ve
İbrahîm'in durağı ve kim oraya girerse emin olur.
İnsanlardan, oraya gitmeye gücü yetene, Allah için gidip
o evi ziyaret ederek haccetmesi farzdır. İnkâr eden
eder, Allah şüphe yok ki bütün âlemlerden müstağnîdir.
98- De ki: Ey kitap ehli, ne
diye Allah'ın delillerini inkâr eder, kâfir olursunuz?
Halbuki Allah, bütün yaptıklarınızı görür.
99- De ki: Ey kitap ehli,
kendiniz de tanıksınız, öyle olduğu halde gene zor
zoruna ne diye bir eğrilik bulmaya yeltenir de
inananları, Allah yolundan döndürmeye çalışırsınız?
Allah'sa yaptıklarınızdan gafil değildir ki.
100- Ey inananlar, kendilerine
kitap verilenlerin herhangi bir kısmına uyarsanız sizi
döndürür, inancınızdan sonra kâfir yapar.
101- Fakat siz nasıl kâfir
olabilirsiniz ki Allah'ın âyetleri size okunmada,
Allah'ın Resûlü de içinizde. Kim Allah'a sımsıkı
yapışırsa şüphe yok ki o, dosdoğru yola sevk edilmiştir.
102- Ey inananlar, Allah'tan
nasıl sakınmak lâzımsa öyle sakının ve ancak Müslüman
olarak can verin.
103- Hep birden Allah'ın ipine
sımsıkı sarılın, bölük bölük olmayın ve anın Allah'ın
size verdiği nîmeti, anın o zamanı ki düşmandınız
birbirinize, kalplerinizi uzlaştırdı, nîmetiyle kardeş
oldunuz. İçinde ateş dolu bir çukurun tam
kenarındaydınız, sizi kurtardı oradan. Allah, doğru yolu
bulursunuz diye delillerini böyle açıklar işte.58[15]
[15] Allah ipi,
Ebû-Said-i-Hûdri, Abdullah ve Katâde'ye göre Kur’ân'dır.
İbn-i Abbas ve Ebû-Zeyd'e göre Müslümanlıktır. İmam
Ca'fer-üs-Sâdık (a.s)'ın, biz, Tanrının Allah ipine
yapışın diye emrettiği kişileriz, Allah ipiyiz dediği
rivâyet edilir. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, "Ben, sizin
aranızda iki halife bırakıyorum; gökle yer arasında,
uzatılmış bir ip olan Allah kitabı ve soyum, Ehl-i
Beyt'im; ikisi, havuz kıyısında bana ulaşıncaya dek
birbirinden ayrılmaz" dediğini Ahmed-ibn-i Hanbel,
"Müsned"inde, Tabarâni, "Kebir" inde rivâyet ederler
(al-Câmi'üs-Sagıyr, 1. s.87). Bu hadis, daha başka
tarzlarla ve eklentilerle Tirmizi, Hâkim, Zehebi
tarafından da tahric edilmiştir (Seyyid Abd-ül Huseyn
Şerefüddin: al-Murâcaât, Bağdat, Miktebet-ül-Câmia, 1946
-1365. s. 20-21). Aynı meâlde bir hadis, Ebû-Hureyre'den
tahric edilir (al-Cami, 2, s. 4).
104- İçinizde öyle kişiler
bulunmalı ki onlar, sizi hayra çağırsın, size iyiliği
emretsin, sizi kötülükten vazgeçirmeye çalışsın ve
onlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.
105- Kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra da gene bölük bölük olanlara, gene
ayrılığa düşenlere benzemeyin. Öyle kişilerdir onlar ki
onlaradır pek büyük azap.
106- Bir gündür o gün ki yüzler
ağarır, yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, inandıktan
sonra denir, kâfir mi oldunuz? Kâfir olmanıza karşılık
tadın azâbı.
107- Yüzleri ağaranlara gelince
onlar, Allah'ın rahmetindedir, onlar, o rahmette ebedî
olarak kalırlar.
108- İşte bunlar, Allah'ın
âyetleridir. Gerçek olarak onları sana okumadayız ve
Allah, âlemlere zulmetmeyi istemez.
109- Allah'ındır ne varsa
göklerde ve yeryüzünde ve işler, dönüp ona varır.
110- Siz insanlar için meydana
çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz; insanlara iyiliği
emredersiniz, kötülükte bulunmamalarını söylersiniz ve
Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı hayırlı
olurdu kendilerine. Onlardan inananlar da var, fakat
çoğu dinden çıkmıştır.
111- Onlar size hiçbir sûretle
zarar veremezler, ancak incitirler sizi. Onlara bir tek
yardımcı bile bulunmaz.
112- Nerede bulunurlarsa
bulunsunlar, aşağılık bir hâle getirilmiştir onlar;
ancak Allah'ın ipine ve insanların yapıştıkları ipe
yapışanlar müstesna. Allah'ın gazabına uğradılar ve
üstlerine miskinlik çullandı. Bu da Allah'ın delillerini
inkâr ettikleri ve haksız yere peygamberleri
öldürdükleri için, bu da isyan ettikleri ve hadlerini
aştıkları için.
113- Ama hepsi bir değil. Kitap
ehlinden dosdoğru hareket edip ibadetten vazgeçmeyen,
geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan
bir bölük de var.
114- Allah'a ve âhiret gününe
inanırlar, insanlara iyiliği emrederler, onları
kötülükten nehyederler ve onlar iyi kişilerdendir.
115- Hayra ait ne yaparlarsa
mutlaka mükâfatını görecekler ve Allah, kendisinden
sakınanları pek iyi bilir.
116- Gerçekten de o kâfirlerin
ne malları Allah azâbından onları koruyabilir, ne
evlâtları ve onlardır ateş ehli olanlar, orada ebedî
kalırlar.
117- Onların şu dünya hayatında
harcadıkları, tıpkı kendilerine zulmeden bir kavmin
tarlalarına vuran zemheri yeline benzer, eser, ekinleri
mahvedip gider. Onlara Allah zulmetmez, onlar, kendi
kendilerine zulmederler.
118- Ey inananlar, birbirinizi
bırakıp da başkalarını dost edinmeye kalkışmayın. Onlar,
size zarar vermekten, kötülükte bulunmaktan geri
kalmazlar, sizin zahmete düşmenizi dilerler.
Düşmanlıkları, ağızlarından dökülen sözlerden açıkça
belli olur, yüreklerinde gizledikleri düşmanlıksa daha
da büyüktür. İşte, aklınızı başınıza almanız için size
bu delilleri açıkladık.
119- İşte siz o kişilersiniz ki
onları seversiniz, fakat onlar sizi sevmez. Siz, kitabın
hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştular mı
inandık derler, yalnız kaldılar mı size karşı
besledikleri kin yüzünden parmaklarını ısırırlar. De ki:
Geberin kininizle. Şüphe yok Allah, gönüllerde ne varsa
hepsini bilir.
120- Size bir iyilik gelse
tasalanırlar, kötülük gelse ferahlanırlar. Sabreder ve
sakınırsanız düzenleri size hiçbir hususta zarar vermez
ve Allah, şüphe yok ki ne yaparlarsa hepsini de
kavramıştır.
121- An o zamanı, hani insanları
savaş yerlerine yerleştirmek için sabahleyin erkenden
âilenden ayrılmıştın ve Allah duyuyordu, biliyordu bunu.
122- Hani içinizden iki bölük,
korkup geri dönmek üzereydi, halbuki Allah, onların
yardımcısıydı ve ancak Allah'a dayanmalı
inananlar.59[16]
[16] Uhud savaşı. Bu iki bölük,
askerin iki kanadını meydana getiren Selme ile Harise
oğullarıdır.
123- Siz zayıf olduğunuz halde
Allah size Bedir'de yardım etmişti, artık siz de
Allah'tan sakının da şükredenlerden olun.
124- Hani sen o zaman inananlara
demiştin ki: Rabbiniz, size yardım için üç bin melek
indirecek, yetmez mi size?
125- Evet, sabreder de
çekinirseniz düşmanlar, size ansızın saldırsa bile
Rabbiniz, alâmetleri besbelli tam beş bin melekle yardım
eder size.
126- Allah, bunu ancak size bir
müjde olsun da yürekleriniz yatışsın diye yapmıştır ve
yardım, ancak hüküm ve hikmet sahibi Allah'tandır.
127- O, kâfirlerin ileri
gelenlerinden bir kısmını öldürmek, bir kısmını da baş
aşağı edip ümitsiz bir hale getirerek döndürmek için
yardım etti size.
128- Senin bu işle ilgin yok
bile; o, dilerse tövbelerini kabul eder, dilerse zâlim
olduklarından dolayı onları azaplandırır.
129- Allah'ındır göklerde ne
varsa ve yeryüzünde ne varsa. Dilediğini yarlı-gar,
dilediğine azâp eder ve Allah yarlıgayıcıdır, rahîmdir.
130- Ey inananlar, faizi kat kat
arttırarak yemeyin, Allah'tan sakının da kurtulun.
131- Sakının o ateşten ki
hazırlanmıştır kâfirlere.
132- Ve Allah'a ve Peygambere
itaat edin de acınmışlardan olun.
133- Yarış edercesine koşun
Rabbinizin yarlıgamasına, sakınanlar için hazırlanmış
bulunan ve eni, göklerle yerler kadar olan cennete.
134- O sakınanlar, ferahlıkta,
darlıkta mallarını yoksullara harcayanlar, öfkelerini
yenenler ve insanları affedenlerdir ve Allah, ihsânda
bulunanları sever.
135- Onlar, kötü bir iş
işlediler mi, yahut nefislerine bir zulümde bulundular
mı Allah'ı anıp suçlarının yarlıganmasını dileyenlerdir
ve Allah'tan başka kimdir günahları yarlıgayan? Onlar,
işledikleri suçta, bile bile ısrar da etmezler.
136- Onlar, öyle kişilerdir ki
yaptıklarının karşılığı, Rablerinin yarlıgaması ve
kıyılarından ırmaklar akan cennetlerdir, ebedî olarak
kalırlar orada ve iyi işlerde bulunanların mükâfatı, ne
de güzeldir.
137- Sizden önce nice dinler
gelip geçti. Yeryüzünü gezin, dolaşın da yalanlayanların
sonucu ne olmuş, bakın, görün.
138- Bu, insanlara açıklamadır
ve sakınanları doğru yola sevk etmedir, öğüttür onlara.
139- Ve gevşeklik etmeyin,
mahzun olmayın, inanmışsanız mutlaka üstünsünüz siz.
140- Size bir yara deydiyse o
kavim de tıpkı sizin gibi yaralandı. Bu günler, öyle
günler ki onları insanlar arasında nöbetle döndürür,
dururuz. Böylece de Allah, bilgisini, inananlara
açıklar, içinizden şahitler edinir ve Allah zâlimleri
sevmez.
141- Ve Allah, inananları
arıtır, tertemiz bir hale getirir, kâfirleri de helâk
eder.
142- Yoksa Allah, içinizden
savaşanları belli etmeden, sabredenleri bildirmeden
cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?
143- Andolsun, ölümle
karşılaşmadan önce arzulamıştınız ölümü. İşte onu
gördünüz, bakıp duruyordunuz ona.
144- Muhammed, ancak bir
peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler geldi geçti.
Ölürse, yahut öldürülürse gerisin-geriye mi
döneceksiniz? Kim dönerse bilsin ki Allah'a hiçbir
sûretle zarar vermez ve Allah şükredenlerin karşılığını
yakında verecektir.
145- Allah'ın izni olmadıkça
hiçbir kimse ölmez. Ölüm, vakti tâyin edilmiş bir
yazıdır. Kim dünya nîmetlerini isterse ona dünyadan
nîmetler veririz ve kim âhiret mükâfatını dilerse ona
ahirete ait mükâfatlar ihsân ederiz ve biz, şükredenleri
yakında mükâfatlandıracağız.
146- Nice peygamberler gelip
geçti ki onlarla berâber birçok bilginler, savaşa
girişti. Onlar, Allah yolunda başlarına gelenlere
dayandılar, ne gevşediler, ne zayıflık gösterdiler, ne
de boyun eğdiler ve Allah, sabredenleri sever.
147- Sözleri ancak şuydu:
Rabbimiz, yarlıga suçlarımızı, bağışla işlerimizde
taşkınlık göstermemizi ve diret ayaklarımızı, yardım et
bize kâfir kavme karşı.
148- Allah da onlara dünya
nîmetlerini ve âhiretin güzelim mükâfatını verdi ve
Allah, iyilik edenleri sever.
149- Ey inananlar, kâfirlere
itaat ederseniz sizi döndürür onlar ve ziyan edersiniz.
150- Yok yok, sizin yardımcınız,
dostunuz Allah'tır ve o, yardımcıların en hayırlısıdır.
151- Hiçbir şeye dayanmaksızın
Allah'a şirk koştuklarından dolayı kâfirlerin
yüreklerine yakında bir korkudur salacağız. Ateştir
yurtları onların ve zâlimlerin barınacağı yer, ne de
kötüdür.
152- Andolsun ki Allah, size
ettiği vaadi doğruladı; izniyle onları bozup öldürdünüz
de sonra gevşeklik gösterdiniz, verilen buyruk hakkında
çekiştiniz ve sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra
tuttunuz, isyan ettiniz. Sizden dünyayı dileyen olduğu
gibi âhireti dileyen de vardı. Sonra sizi sınamak için
onlardan geri çevirdi ve gerçekten de bağışladı sizi ve
Allah, inananlara karşı lütuf ve ihsân sahibidir.60[17]
[17] Sevdikleri, istedikleri şey
ganîmetti. Uhud savaşında bir yeri beklemeye memûr
olanlar, muzafferiyeti görünce ganîmetten mahrum
kalmamak için, yerlerini bırakmışlar ve düşman oradan
saldırarak Müslümanları bozmuştu. Bundan önceki ve
sonraki âyetler, 160. âyete kadar hep Uhud savaşına
aittir.
153- O anda boyuna uzaklaşıyor,
hiç kimseye bakmıyordunuz bile. Peygamberse arkanızdan
sizi çağırıp durmadaydı. Tanrı, elinizden çıkana
hayıflanmayasınız, gelip çatan felâketlerden mahzun
olmayasınız diye sizi, gam üstüne gam vererek
cezalandırdı ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
154- Bu gamdan sonra size
emniyetle bir uyku verdi ki içinizden bir bölüğü sarıp
kapladı. Bir bölükse can kaygısına düşmüştü. Allah
hakkında, Müslümanlıktan önceki bilgisizlik çağında
olduğu gibi haksız zanlara kapıldılar. Diyorlar ki: Bu
işte nemiz var bizim? De ki: Bütün işler Allah'ındır.
Onlar, sana açıklamadıklarını yüreklerinde gizliyorlar
ve bu işte payımız olsaydı burada öldürülmezdik
diyorlar. De ki: Evlerinizde de olsanız, öldürmeleri
yazılanlar, gene çıkarlar, öldürülüp yatacakları yerlere
giderlerdi ve Allah, gönüllerinizde olanları yoklamak,
yüreklerinizdekini artırmak için yaptı bunu ve Allah,
yüreklerinizde ne varsa hepsini bilir.
155- İki topluluğun karşılaştığı
gün içinizden yüz çevirenler, şüphe yok ki bâzı
hareketleri yüzünden Şeytan'a kapılmışlardı, fakat
andolsun ki Allah onları bağışladı ve şüphe yok ki
Allah, suçları örter ve ceza vermede acele etmez.
156- Ey inananlar, sakın kâfir
olup da sefere çıkan, yahut savaşa giden kardeşlerine,
bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi, öldürülmezlerdi
diyenlere benzemeyin. Allah, bunu, onların yüreklerine
bir hasret olarak yerleştirdi. Halbuki dirilten de
Allah'tır, öldüren de ve Allah, bütün yaptıklarınızı
görür.
157- Andolsun ki Allah yolunda
öldürülmeniz, yahut ölmeniz, Allah'ın yarlıgaması ve
rahmeti, onların topladıklarından hayırlıdır.
158- Andolsun ki ölseniz de
mutlaka Allah tapısında toplanacaksınız, öldürülseniz
de.
159- Allah'ın rahmetiyle onlara
karşı yumuşak davrandın, yoksa kaba ve katı yürekli
olsaydın mutlaka yanından ayrılıp giderlerdi. Bağışla
onları, yarlıgan-malarını dile onların, iş hususunda
danış onlarla. Fakat işe girişmeyi de kurdun mu dayan
Allah'a. Şüphe yok ki Allah, dayananları sever.
160- Allah size yardım ederse
üst olacak yoktur size. Fakat o sizi yardımsız bırakırsa
kimdir ondan başka yardım edecek size? Mutlaka Allah'a
dayanmalı inananlar.
161- Bir peygamber, emânete
hıyânet edemez ve kim hıyânet ederse kıyâmet günü,
hıyânet ettiği neyse onunla haşrolur, sonra herkese
kazandığının karşılığı verilir ve onlara
zulmedilmez.61[18]
[18] Bedir ganîmetleri arasında
bir kadife kaybolmuştu. Münafıklar, bunu Hz. Muhammed
(s.a.a) almıştır diye ortaya bir söz attılar. Buna
işaret edilmektedir.
162- Allah rızâsına uyanla
Allah'ın hışmına uğrayıp yurdu cehennem olan bir olur mu
hiç? Ve orası, dönülüp varılan ne kötü bir yerdir.
163- Onlara Allah katında
dereceler var ve Allah ne yapıyorlarsa hepsini görür.
164- Andolsun ki Allah,
müminlere büyük bir lütufta bulundu onların içinden bir
Peygamber gönderdiği zaman; o Peygamber, müminlere Tanrı
âyetlerini okumada, onları arıtmada, onlara kitap ve
hikmet öğretmede ve onlar, bundan önce apaçık bir
sapıklık içindeydiler.
165- Başlarına iki misli olarak
gelen felâkete siz de uğrayınca, bu da nereden dediniz.
De ki: Bu, sizin katınızdan geldi ve Allah'ın, şüphe yok
ki her şeye gücü yeter.
166- İki topluluğun karşılaştığı
gün size gelip çatan musîbet, Allah'ın izniyle gelip
çatmıştı. Böylece de inananları bildirmeyi.
167- Münafıklık edenleri de
açığa vurmayı murad etmişti. Onlara, gelin, Allah
yolunda savaşın, yahut da onları defedin deyince,
savaşmayı bilseydik elbette size uyardık dediler.
Halbuki onlar, o gün imandan ziyade küfre yakındılar.
Özlerinde olmayan söze getiriyorlardı. Onların bütün
gizlediklerini Allah bilir.
168- Onlar öyle kişilerdir ki
otururlar da kardeşlerine, eğer derler, bizi
dinleselerdi öldürülmeyeceklerdi. De ki: Ölümü çevirin
kendinizden sözünüz doğruysa.
169- Allah yolunda öldürülenleri
ölü sanma. Onlar diridir ve Rableri katında
rızıklanırlar.
170- Ferah-fahûr bir halde
Allah'ın onlara ettiği lütuf ve ihsânlarla ve onlar,
henüz kendilerine katılmayanlara, fakat artlarından
gelmekte olanlara da bilin ki ne korku vardır onlara, ne
de mahzun olurlar diye müjde vermeyi isterler.
171- Allah'ın nîmet ve ihsânına
nâil olduklarından dolayı sevinç içindedir onlar ve
Allah, inananların ecrini zâyi etmez.
172- Yaralandıktan sonra bile
Allah'ın ve Peygamberin davetine icabet edenlere, hele
onların içinden iyiliklerde bulunup sakınanlara pek
büyük bir ecir var.
173- Öyle kişilerdir onlar ki
halk, kendilerine, bütün insanlar, aleyhinizde birleşti,
korkun onlardan dedi de bu söz, onların inancını
arttırdı ve Allah yeter bize, ne de güzel vekildir o
dediler.
174- Kendilerine hiçbir kötülük
erişmeksizin Allah'ın nîmetlerine ve ihsânına nâil
olarak geri döndüler ve Allah rızâsına da uymuş oldular;
Allah, pek büyük lütuf ve ihsân sahibidir.
175- Şüphe yok ki Tanrı
dostlarını korkutan ancak ve ancak Şeytan'dır. Onlardan
korkmayın, benden korkun inanmışsanız.
176- Ve o, küfre doğru
koşa-koşa, yarışarak gidenler, seni mahzun etmesin,
onlar Allah'ı hiçbir sûretle zararlandıramazlar. Allah,
onlara âhiretten hiçbir pay vermeyi murad etmemiştir ki
ve onlaradır pek büyük azap.
177- İmanı satıp da küfrü
alanlar, Allah'ı zararlandıramazlar, onlaradır elemli
azap.
178- Küfredenler, kendilerine
mühlet ve fırsat vermemizi, kendileri için hayırlı
sanmasınlar. Onlara mühlet ve fırsat verişimiz,
suçlarını arttırmaları içindir ve onlaradır horhakir
edici azap.
179- Allah, inananları, şu
bulunduğunuz halde bırakmayacak, sonucu, pisi temizden
mutlaka ayırt edecek. Ve Allah size gaybı da bildirecek
değil, fakat peygamberlerinden dilediğini seçer, gaybı
bildirir ona. İnanır ve sakınırsanız hiç şüphe yok ki
size büyük bir ecir var.
180- Allah'ın ihsân ettiğini
vermekten sakınanlar, bunu kendileri için hayırlı
sanmasınlar. Hattâ bu, onlar için şerdir de.
Sakındıkları şey, kıyâmet günü, boyunlarına dolanacak ve
Allah'ındır göklerin ve yeryüzünün mîrası ve Allah,
bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
181- Andolsun ki Allah
yoksuldur, biz zenginiz ama diyenin sözünü işitmiştir
Allah. Ne söyledilerse onu da yazacağız, peygamberleri
haksız yere öldürmelerini de ve diyeceğiz ki: Tadın
yakıcı kavurucu azâbı.
182- Bu da, ancak elleriyle
kazandıklarının cezası ve Allah, şüphe yok ki kullarına
zulmetmez.
183- Kurban ettiğini, bir
yıldırım düşüp yakmadıkça inanmayız hiçbir peygambere,
bize böyle emretti Allah gerçekten de dediler. De ki:
Benden önce apaçık mûcizelerle ve söylediğiniz mûcizeyle
birçok peygamberler gelip geçti, doğruysa sözünüz ne
diye öldürdünüz onları? 62[19]
[19] Ahd-i Atıyk'te, Âdem
Peygamberin oğulları Kaabil'le Hâbil'den bahsedilirken
"Ve bir vakitten sonra Kayın, yerin mahsulünden Rabbe
takdime getirdi ve Hâbil, kendisi dahi sürüsünün ilk
doğanları ile semizlerinden getirdi ve Rab, Hâbil ile
takdimesine nazar eyledi, lâkin Kayın ile takdimesine
nazar etmedi" deniyor "Tekvin, 4, 3-5). Aynı bölümün 22.
babında İbrahim Peygamberin, gökten inen koçu, Tanrıya
mahrika olarak sunduğu bildiriliyor (13). Gene aynı
kitapta, günah kurbanının iç yağıyla karaciğerinin üst
tarafındaki zarının ve daha bazı uzuvlarının yakılması
emredilmekte (Huruc, 29, 104), kahin kurbanın etinden ve
ekmeğinden sabaha kadar kalan kısmın da yakılması
buyrulmaktadır (Aynı bab, 34). Laililer kısmında ve daha
birçok yerlerde kurban yakmaktan bahis vardır (1). İlk
zamanlarda kurbanın kabulü, yıldırım düşerek kurbanın
yanmasıydı. Tanrının Habil'in kurbanına nazar edip kabul
etmesi, bu inancın ifadesidir.
184- Seni yalan sayarlarsa
senden önce apaçık delillerle, sahîfelerle ve
aydınlatıcı kitapla gelen peygamberler de yalan
sayılmıştır.
185- Herkes ölümü tadacak ve hiç
şüphe yok ki cennete giren, gerçekten de kurtulmuştur,
muradına ermiştir. Dünya yaşayışı, zâten aldatıcı bir
matahtan ibaret.
186- Andolsun ki mallarınızla,
canlarınızla sınanacaksınız, sizden önce kendilerine
kitap verilenlerle Tanrıya şirk koşanlardan kötü sözler
işiteceksiniz, birçok eziyetlere, zahmetlere
uğrayacaksınız. Sabreder ve sakınırsanız şüphe yok ki
bu, hâdiselere karşı gösterilen metanetten sayılır.
187- An o zamanı ki Allah,
kendilerine kitap verilenlerden, o kitabı insanlara
mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz onu diye söz
almıştı; onlarsa o sözü artlarına attılar, azcık bir
menfaat karşılığında sattılar onu, ama o aldıkları şey,
ne de kötü nesne.
188- Sakın sanma yaptıklarıyla
sevinenlerin, yapmadıkları işlerden dolayı övülmeyi
arzulayanların azaptan kurtulacakları bir yer
olabileceğini, sakın sanma onların azaptan
kurtulacağını. Onlar içindir elemli bir azap.
189- Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün saltanatı ve Allah'ın her şeye gücü yeter.
190- Gerçekten de göklerin ve
yeryüzünün yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri
ardınca gelişinde aklı tam olanlara deliller var.
191- Onlar, Allah'ı ayaktayken,
otururken ve yan üstü yatarken anarlar ve göklerle
yeryüzünün yaratılışını düşünürler de Rabbimiz derler,
bunları boş yere yaratmadın, noksan sıfatlardan arısın
sen, koru bizi ateşin azâbından.
192- Rabbimiz, gerçekten de sen
kimi ateşe atarsan şüphe yok ki onu hor hakir bir hale
sokarsın ve zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.
193- Rabbimiz, gerçekten de biz,
bir seslenen duyduk, inanç için sesleniyor, Rabbinize
inanın, diyordu, hemencecik inandık. Rabbimiz, yarlıga
suçlarımızı, ört kötülüklerimizi, iyilere kat bizi,
onlarla al rûhumuzu.
194- Rabbimiz, bize ver
peygamberlerine vaadettiklerini ve aşağılık bir hale
getirme bizi kıyâmet gününde, gerçekten de sen vaadinden
dönmezsin.
195- Gerçekten de Rableri,
dualarını kabul etti, ben, erkek olsun, kadın olsun,
içinizden iyilik yapanın iyiliğini boşa çıkarmam,
bâzınız bâzınızdan meydana gelmedir ve hepiniz birsiniz
bence. Ama benim yolumda göçenlerin, yurtlarından
çıkarılanların, eziyete uğrayanların, savaşıp
vuruşanların, vurulup ölenlerin kusurlarını, andolsun ki
mutlaka örteceğim ve onları, kıyılarından ırmaklar akan
cennetlere sokacağım, Allah katından mükâfattır bu, daha
güzel mükâfat da gene Allah katında.
196- Kâfir olanların şehirlerde
gezip dolaşmaları, aldatmasın seni sakın.
197- Bu, azıcık bir
faydalanmadan ibaret, sonra sığınacakları yer
cehennemdir ve orası, ne kötü bir yurttur, ne kötü bir
yatak.
198- Fakat Rablerinden
çekinenleredir kıyılarından ırmaklar akan cennetler,
orada ebedî kalış, Allah katından ziyâfetler ve Allah
katında, iyi kişilere daha da hayırlı şeyler var.
199- Şüphe yok ki kitap
ehlinden, Allah'a içten bir saygı besleyerek, Allah'a
inananlar ve size indirilene de, kendilerine indirilene
de, iman edenler var. Allah âyetlerini değersiz bir
menfaate satmaz onlar. Onların karşılığı, Rableri
katındadır. Şüphe yok ki Allah, pek tez hesap görür.
200- Ey inananlar, sabredin,
sebât edin, karşı durun ve Allah'tan sakının, ancak bu
sâyede kurtulur, bu sâyede üst olursunuz.
4- NİSÂ' SÜRESİ
(Yüz yetmiş altı âyettir. 58.
âyetle 176. âyeti Mekkîdir, öbürleri Medenîdir.
Kadınlara ait hükümler, bu sûrede bulunduğu için kadın
anlamına nisâ adiyle adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey insanlar, sizi tek bir
candan yarattı, o canın eşini de ondan yaratıp ikisinden
birçok erkek ve kadın türetti. Sakının Allah'tan ki
onunla haklarınızı dilemektesiniz ve akrabalık hukukuna
da riâyet edin. Şüphe yok ki Allah, sizi tamamıyla görüp
gözetmededir. 63[1]
[1] 2. sûrenin 29-38. âyetlerine
ait izahata bakınız.
2- Yetimlere mallarını verin ve
iyisinin yerine kötüsünü koyup değiştirmeyin ve onların
mallarını, kendi mallarınıza katıp yemeyin; çünkü bu,
pek büyük bir suçtur.
3- Yetim kızlar hakkında
adâletle muâmele edemeyeceğinizden korkarsanız,
beğendiğiniz, hoşunuza giden başka kadınlardan iki, üç
ve dört kadın alın. Fakat bunların arasında adâleti
gözetmeyeceğinizden korkarsınız o vakit bir zevceyle,
yahut sahip olduğunuz cariyelerle iktifa edin. Bu,
doğruluktan sapmamanıza daha yakın ve size daha
uygundur.64[2]
[2] Adâlet, doyurmak, giydirmek,
hattâ çocuğa sütnine tutmak, ayrı ev veya daire tahsis
etmek gibi hususlarda olduğu kadar kadına muâmele
hususlarında da riâyet edilmesi gereken şarttır.
4- Kadınlarınızın mehirlerini
bir bağış olarak verin, ama onlar, gönül hoşluğuyla
mehirlerinin bir miktarını size bağışlarlarsa o vakit de
onu içinize sindire sindire ve âfiyetle yiyin.
5- Allah'ın, size geçinmek için
verdiği mallarınızı akılsızlara vermeyin, onları
rızıklandırın, giydirin ve kendilerine tatlı ve güzel
sözler söyleyin.
6- Yetimleri, nikâh çağına dek
deneyin, ergenlik çağına ulaştıklarını,
olgunlaştıklarını gördünüz mü mallarını kendilerine
verin. Onların malını israf ederek, yahut büyüyünce geri
alırlar diyerek yemeyin. Zengin olan, yetimin malına hiç
dokunmasın. Fakir olan, örfe uygun bir miktar yiyebilir.
Mallarını geri vereceğiniz vakit bu muâmeleyi tanıklar
huzurunda yapın. Allah, gereğince hesap sorucudur ve o,
yeter.
7- Erkekler için pay var anayla
babanın ve yakınların bıraktıkları malda, kadın için de
pay var anayla babanın ve yakınların bıraktıklarında.
Mal, az olsun, çok olsun, mîrasta muayyen bir pay var.
8- Mîras taksim edilirken
yakınlar, yetimler, yoksullar bulunursa o maldan onları
da rızıklandırın ve kendilerine güzel sözler söyleyin.
9- Artlarında âciz ve küçük
soy-sop bırakacağını düşünerek onlar için nasıl korkup
üzüntüye düşerler; yetimler için de Allah'tan korksunlar
da sözün doğrusunu söylesinler.
10- Yetimlerin mallarını zulümle
yiyenler, ancak ateş yerler, o mallar, karınlarında
ateştir âdeta ve onlar, alevli ateşe atılacaklardır.
11- Allah, evlâdınız hakkında
size şunu tavsiye eder: Erkeğin payı, iki kızın payı
kadardır. Kızlar, ikiden fazlaysa terekenin üçte ikisi
onlarındır, kız bir taneyse yarısı onun. Bir çocuğu
varsa anayla babanın her birine, terekenin altıda biri
kalır. Çocuğu yok da anasıyla babası mîrasçı olursa üçte
biri ananındır. Kardeşleri varsa bıraktığı maldan,
vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra
kalanın altıda biri anaya aittir. Babalarınızdan,
oğullarınızdan hangisi, size daha faydalıdır,
bilemezsiniz. Bu, Allah'tan farzdır. Şüphe yok ki Allah
her şeyi bilir, hikmet sahibidir.
12- Çocukları yoksa
zevcelerinizin, kalan mallarının yarısı sizindir.
Çocukları varsa, vasiyeti yerine getirilip borcu
ödendikten sonra dörtte biri sizin. Çocuğunuz yoksa
sizden kalanın dörtte biri zevcelerinizin, çocuğunuz
varsa, kalan maldan, vasiyet ettiğiniz şey yerine
getirilip borcunuz ödendikten sonra sekizde biri
onların. Mîras, çocuğu ve babası olmayan bir erkeğe,
yahut kadına aitse ve onun da erkek, yahut kız kardeşi
varsa her birinin hakkı, altıda birdir. Bunlar birden
fazlaysa, mîrasçının vasiyeti yerine getirilip borcu
ödendikten sonra kalan
malın üçte birine ortak olurlar
ve kimsenin de zarar görmemesi gerekir. Allah tarafından
size öğüttür ve Allah her şeyi bilir, ceza vermede acele
etmez.
13- İşte bunlardır Allah
sınırları ve kim Allah'a ve Resûlüne itaat ederse Allah
onu, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar ve
onlar, ebedî kalırlar orada ve budur pek büyük bir
kurtuluş ve kutluluk.
14- Ve kim Allah'a ve Resûlüne
isyan eder ve sınırlarını aşarsa onu, daimî kalmak
üzere, ateşe atar ve onadır horlayıcı, aşağılık bir hale
getirici azap.
15- Kadınlarınızdan kötülükte
bulunanların kötülüğüne, içinizden dört tanık getirin.
Onlar, tanıklık ederlerse kadınları, ölümlerine dek,
yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde
tutun.65[3]
[3] Kötülükten maksat zinadır.
Bu âyetin hükmü olan hapis cezası, taşlanma sûretiyle
öldürmek emrini bildiren âyetle neshedilmiştir.
16- Sizden, kötülükte bulunanlar
olursa iki tarafı da incitin. Tövbe ederler ve hallerini
düzeltirlerse vazgeçin onlardan, şüphe yok ki Allah,
tövbeleri kabul eder, rahîmdir.
17- Şüphe yok ki Allah katında
tövbe, ancak bilgisizlikle kötülükte bulunup sonra
derhal tövbe edenlerin tövbesidir. Onlardır Allah'ın,
tövbelerini kabul ettiği kişiler ve Allah, her şeyi
bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
18- Tövbe, o kişilerin tövbesi
değildir ki kötülüklerde bulunup dururlar da sonucu
içlerinden birine ölüm gelip çattı mı işte şimdi tövbe
ettim ben der ve kâfir olarak ölenlerin tövbesi de tövbe
değildir. O kişilerdir onlar ki onlar için elemli bir
azap hazırlamışızdır.
19- Ey inananlar, zorla
kadınları mîras olarak almanız helâl değildir size.
Apaçık kötülükte bulunmadıkları halde onlara
verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için sıkıştırmayın
onları ve onlarla iyi ve güzel geçinin, onlardan
hoşlanmadığınız takdîrde de olabilir ki sizin hoşunuza
gitmeyen bir şeyde Allah, birçok hayırlar takdîr
etmiştir.
20- Zevcenizi bırakıp yerine bir
başkasını almak isterseniz bırakacağınıza, yığınlarla
mehir vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın.
İftirâ ederek ve apaçık günaha girerek alır mısınız onu
hiç?
21- Nasıl alabilirsiniz ki
birbirinizle kaynaşmıştınız ve onlar, sizden adamakıllı
söz de almışlardı.
22- Babalarınızın nikâhladığı
kadınları almayın. Bu, ancak geçmiş bir âdettir ve
geçen, geçip gitmiştir. Şüphe yok ki bu, kötü bir şeydi,
iğrenç bir âdetti ve ne de kötü bir yoldu-yordamdı.
23- Haram edilmiştir size
analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız,
teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız
kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz,
süt emme yüzünden kardeşleriniz olan kızlar ve
zevcelerinizin anneleri, zifafa girdiğiniz
zevcelerinizin, sizin himâyenizde bulunan ve üvey
kızlarınız olan kızları. Ancak zevcelerinizle zifafa
girmedinizse kızlarını almanızda bir beis yok. Haram
edilmiştir belinizden gelen oğullarınızın zevceleri ve
iki kız kardeşi birlikte almak, çünkü bu âdet de
geçmiştir artık; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter
rahîmdir.66[4]
[4] Hürmeti, yani haram olmayı
iktiza eden süt verişin, İbn-i Ömer'le İbn-i Abbas'tan
gelen rivâyete göre azı çoğu birdir. Ebu-Hanife, bu
kavli kabul eder. Mâlik'in mezhebi de budur. Şafii'ye
göre beş kere süt vermek, hürmeti icab ettirir. Ayişe ve
Cübeyr oğlu Said'in kavli budur. Şia-i İmamiyye'ye göre
çocuğun etinin ve kemiğinin teşekkülünü icab edecek
kadar süt veriş hürmeti muciptir ki bu da bir başkası
emzirmemek şartıyla bir gün ve bir gece çocuğa süt
veriş, yahut birbiri ardınca on beş defa emziriştir.
(Mecma' I, s. 253). Nesep dolayısıyla haram olanlar, süt
dolayısıyla de haramdır (al-Tecrid, 2, Kitâb-ün-Nikâh,
s.124).
24- Kocalı kadınlarla evlenmek
de haram; ancak sahibi olduğunuz cariyeler müstesna.
Allah'ın yazısı bu, emri bunlar size ve bunlardan
başkalarını, evlenmeniz ve zinâda bulunmamanız için
arayıp istemeniz helâl edilmiştir size. Kadınlardan
biriyle evlenerek faydalandığınız takdîrde mehirlerini
kararlaştırıldığı veçhile verin. Miktarını tâyin
ettikten sonra gönül hoşluğuyla herhangi bir hususta
uyuşursanız suç yok size. Şüphe yok ki Allah her şeyi
bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.67[5]
[5] Âyette, "Evlenmek sûretiyle
faydalanılan kadınlar" kendileriyle "müt'a" yapılan
kadınlardır. "Müt'a", zamânı ve ücreti muayyen olmak,
şartıyla, soy-sop, süt anne, yahut herhangi bir sebeple
alınması haram olmayan bir kadını muvakkat nikâhla
almaktır. Ehli Sünnete göre bu nikâh, sonradan
kaldırılmıştır. Buhârî, Hayber'in fethedildiği gün Hz.
Peygamberin, bu nikâhı nehyettiğine dâir Ali'den bir
hadis tahric eder (al-Tacrid, 2, Gazvatu Haybar, s. 81).
Müslim, birçok hadislerle Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bir
ruhsat olarak müt'aya izin verdiğini üçü mütecâviz
hadisle müt'anın, Abû - Bekr ve Ömer zamanında câri
olduğunu, Ömer tarafından menedildiğini, birçok
hadislerle de Hz. Peygamber tarafından menedilmiş
bulunduğunu bildirir. Ancak Hz. Muhammed (s.a.a)
tarafından menedildiğini bildiren hadislerin bir
kısmında Mekke'nin, bir kısmındaysa Hayber'in
fethedildiği gün menedildiği rivâyet edilir (Matbaa-i
Âmire - 1331, 4, Bâbu Nikâh-al Müt'aa, s. 130 - 135).
Cumhûr-i Ehli Sünnet, müt'anın haram olduğunda
müttefiktir (Şia-i İmâmiyye'nin fikri için bakınız;
Seyyid Şerefüddin Abd-al Husayn-al Amili; Acvıbatu
Masâili Cârullâh, Saydâ - Matbaat-al İrfân, 1355-1936,
s. 89 - 106).
25- İçinizden, hür ve inanmış
kadınları almaya gücü yetmeyenler, inanmış erlerin sahip
oldukları cariyeleri alsın ve Allah, sizin inancınızı
çok iyi bilir. Hepiniz de birsiniz, birbirinizden
türediniz. Kötülükte bulunmayan, birisini dost tutmayan
namuslu cariyeleri, sahiplerinin izniyle alın,
ücretlerini de örfe uygun olarak güzellikle verin, onlar
evlendikten sonra kötülükte bulunurlarsa cezaları, hür
kadınların cezasının yarısıdır. Bu, içinizden zinâ
etmekten korkanlara bir ruhsattır, fakat sabretmeniz
size daha hayırlıdır ve Allah, suçları tamamıyla örter,
rahîmdir.
26- Allah, size her şeyi
açıklamak ve size, sizden öncekilerin yollarını
göstermek ve tövbenizi kabul etmek ister ve Allah, her
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
27- Ve Allah, tövbenizi kabul
etmeyi diler, şehvetlerine uyanlarsa, sizin doğru yoldan
tamamıyla sapmanızı.
28- Allah, sizin yükünüzü
hafifletmeyi diler ve insan, zâten de zayıf olarak
yaratılmıştır.
29- Ey inananlar, aranızda,
mallarınızı haksız yere ve boşu-boşuna yemeyin, ancak
karşılıklı bir uzlaşmayla yapılan alış-veriş başka ve
birbirinizi öldürmeyin, şüphe yok ki Allah, size
rahîmdir.
30- Ve kim haddini aşarak
zulmedip bu işi işlerse onu ateşe sokarız ve bu, Allah'a
pek kolaydır.
31- Nehyedildiğiniz büyük
günahlardan kaçınırsanız suçlarınızı örteriz ve sizi
büyük ve şerefli bir mevkie ulaştırırız.
32- Allah'ın, bâzılarınızı, bir
kısmınıza üstün etmesine haset etmeyin. Erkeklerin,
kendi kazançlarından payları var, kadınların da kendi
kazançlarından payları var. Allah'tan, lütfünü,
inâyetini dileyin, çünkü şüphe yok ki Allah her şeyi
tamamıyla bilir.
33- Ana ve babayla yakınların
bıraktıkları mallara mîrasçı olacak erkek ve kadınları
tâyin ettik. Kendileriyle ahitleştiğiniz kişilere de
paylarını verin, şüphe yok ki Allah her şeyi görür.
34- Erkekler, kadınlardan
üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde
kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları,
mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da
itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl
korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile,
iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden
korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız
bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdîrde de
aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah
çok yüce ve büyüktür.
35- Karıyla kocanın arasında bir
ayrılık olacağından korkarsanız koca tarafından bir
hakem, kadın tarafından da bir hakem gönderin.
Aralarının düzelmesini dilerlerse Allah da bu hususta
başarı verir onlara. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir
ve her şeyden haberdardır.
36- İbâdet edin Allah'a ve ona
hiçbir şeyi eş etmeyin. Anaya, babaya, yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara,
yolda kalmışlara ve sahibi olduğunuz köle ve cariyelere
iyilik edin, çünkü Allah, kendini beğenip övenleri
sevmez.
37- Onlar, hem nekeslik ederler,
hem de insanlara, nekes olmalarını emrederler ve
Allah'ın, kendilerine lütfedip verdiği şeyleri gizlerler
ve biz, kâfirlere, horlayıcı, onları aşağılatıcı bir
azap hazırlamışızdır.
38- Onlar, Allah'a ve âhiret
gününe inanmadıkları halde mallarını, ancak insanlara
gösteriş olmak üzere sarfederler. Şeytan kime arkadaş
olursa o, arkadaşların en kötüsüne düşmüştür.
39- Ne olurdu Allah'a ve âhiret
gününe inanıp Allah'ın kendilerini rızık-landırdığı
şeyleri harcasalardı; ve Allah, onları çok iyi bilir.
40- Şüphe yok ki Allah zerre
kadar zulmetmez. Zerre miktarı iyilik bile olsa onu
kat-kat arttırır ve yapana, kendi katından büyük bir
mükâfat verir.
41- Ne olacak halleri her
ümmetten bir tanık getirdiğimiz, seni de hepsine tanık
tuttuğumuz gün?
42- O gün, bir gündür ki
kâfirlerle Peygambere isyan edenler, yerle yeksan
olmalarını ve Allah'tan hiçbir sözü gizlememiş
bulunmalarını dileyecekler.
43- Ey inananlar, namaza
yaklaşmayın ne söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoşken
ve yolda değilseniz yıkanıncaya dek cünüpken.
Hastaysanız, yahut yolculuktaysanız, yahut biriniz
ayakyolundan gelirse, yahut da kadınlara dokunursanız,
su bulamadığınız takdîrde temiz toprakla teyemmüm edin,
toprağı, yüzünüze ve ellerinize sürün. Şüphe yok ki
Allah, bağışlayıcıdır, suçları örter.68[6]
[6] Bu âyetlerin hükmü, içkinin
haram edilişinden evvelki devreye aittir.
44- Görmez misin kendilerine
kitaptan bir pay verilenleri? Sapıklığı satın alıyorlar
ve sizi de yoldan saptırmak istiyorlar.
45- Ve Allah, sizin
düşmanlarınızı daha iyi bilir ve dost olarak da Allah
yeter, yardımcı olarak da Allah yeter.
46- Yahûdi olanlardan, sözleri
yerlerinden alıp değiştirenler de var ve işittik de
isyan ettik derler, işit, işit-meyesice ve dillerini
eğip bükerek ve dini kınayarak bizi de gözet derler.
İşittik ve itaat ettik, bizi de dinle ve bize de bak
deselerdi onlar için daha hayırlı, daha doğru olurdu,
fakat Allah, küfürleri yüzünden onları rahmetinden
uzaklaştırdı, pek azından başkası imana gelmez onların.
47- Ey kendilerine kitap
verilenler, yüzlerinizi mahvedip eski haline getirmeden,
yahut cumartesi gününü tanıyanlara lânet ettiğimiz gibi
size de lânet etmeden, sizdeki kitabı da gerçeklemek
üzere indirdiğimiz kitaba inanın ve Allah'ın emri,
mutlaka yerine gelecek.69[7]
[7] Cumartesi gününü
tanıyanlardan maksat, Mûsâ dinine uymuş olanlardır.
Ahd-i Atıyk'e göre yerle gök ve ikisinde olanlar, altı
günde yaratılmış, yedinci günü Tanrı istirahat etmiştir
(Tekvin, 1-2, 1-31, 1-3). Bu yüzden Tanrı, yedinci gün
olan cumartesi gününü, Mûsâ dinine uyanların istirahat
ve ibadet günü olarak tâyin etmiş ve o gün hiçbir iş
yapılmamasını buyurmuştur (Huruc, 20, 8-11). Bu hüküm,
İsa dininde neshedilmiştir (Matyus, 12, 1-14).
48- Şüphe yok ki Allah,
kendisine eş tanıyanları yarlıgamaz, ondan başka
dilediğinin bütün suçlarını yarlıgar ve kim Allah'a eş
tanırsa gerçekten de büyük bir iftirâda bulunmuş, pek
büyük bir suç işlemiştir.
49- Görmez misin kendilerini
temize çıkarmaya savaşanları, halbuki Allah, dilediğini
arıtır, temizler ve onlar, hurma çekirdeğinin içindeki
incecik kıl kadar bile zulüm görmezler.
50- Hele bak, Allah'a nasıl
iftirâ ediyor, ona yalan isnat ediyorlar ve yeter bu
apaçık suç onlara.
51- Görmez misin, kendilerine
kitaptan bir pay verilenler, puta, Şeytan'a inanırlar da
kâfirler için bunlar derler, inananlara nispetle daha
doğru yolda. 70[8]
[8] Metinde "cibt" ve "tâgut"
diye geçmektedir. Cibt Tanrıdan başka her tapılan şeydir
(al-Müfredât, s. 83), Tâgut da Tanrıdan başka tapılan
her şeye, zâlime, büyücüye, kâhine, cin ve Şeytan
taifesine, hayırdan meneden her şeye denir (Aynı kitap,
s. 307).
52- Onlar, o kişilerdir ki Allah
onlara lânet etmiştir ve Allah kime lânet ettiyse ona
gerçekten de hiçbir yardımcı bulunmaz.
53- Yoksa onların saltanattan
bir payları mı var? Böyle olsa da insanlara bir habbe
bile vermezler.
54- Yoksa Allah'ın, lütfedip
insanlara ihsân ettiği şeylere haset mi ediyorlar?
Gerçekten de biz İbrahîm soyuna kitap ve hikmet verdik
ve onlara büyük bir saltanat ihsân ettik. 71[9]
[9] Hikmetten maksat
peygamberliktir.
55- Onlardan, ona inanan da var,
ondan yüz çeviren de ve bunlara alevli, yakıp kavuran
cehennem yeter.
56- Şüphe yok ki âyetlerimizi
inkâr edenleri, yakında ateşe atarız. Derileri yanıp
eridikçe de azâbı tatsınlar diye yerlerine yeniden
yeniye deri bitiririz. Şüphe yok ki Allah üstündür,
hüküm ve hikmet sahibidir.
57- İnanıp iyi işlerde
bulunanlarıysa kıyılarından ırmaklar akan cennetlere
sokarız. Ebedî kalırlar orada. Onlara orada her çeşit
ayıptan arınmış tertemiz eşler var ve onları kaba
gölgelikte huzura, rahata kavuştururuz.
58- Şüphe yok ki Allah,
emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor.
Gerçekten de Allah, size ne de güzel öğüt vermede. Şüphe
yok ki Allah, her şeyi duyar, görür.
59- Ey inananlar, Allah'a,
peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakata
sahip olanlara itaat edin. Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü o hususta
Allah'a ve Peygambere mürâcaat edin; bu hareket, hem
hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir.
60- Görmez misin sana indirilene
de, senden önce indirilenlere de inandıklarını sananlar,
Şeytan tarafından yargılanmalarını dilerler, halbuki onu
inkâr etmeleri emredilmişti onlara ve Şeytan, onları
tamamıyla sapıtmak, doğru yoldan pek uzak bırakmak
ister.
61- Onlara, Allah'ın indirdiğine
ve peygambere gelin dendi mi görürsün ki münafıklar,
senden tamamıyla uzaklaşırlar.
62- Elleriyle hazırladıkları bir
felâkete uğrayınca da halleri nice olur? Sonra sana
gelirler Allah'a yemin ederek ve biz, ancak iyilik
etmek, ara bulmak istedik diyerek.
63- Onlar, öyle kişilerdir ki
Allah bilir kalplerinde olanı, yüz çevir onlardan, öğüt
ver onlara, kendi hallerine dair tesirli, dokunaklı
sözler söyle onlara.
64- Biz, her peygamberi ancak,
Allah izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik; onlar da
nefislerine zulmettikleri vakit sana gelerek Allah'ın,
kendilerini yarlıgamasını isteselerdi, Peygamber de
onların yarlıganmalarını dileseydi elbette Allah'ın
tövbeleri kabul edici rahîm olduğunu görür, anlarlardı.
65- Fakat öyle değil; andolsun
Rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan
ihtilâflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da
yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin
hükmü kabul eylemedikçe ve tamamıyla sana teslîm
olmadıkça.
66- Biz onlara, kendinizi
öldürün, yahut ülkenizden çıkın diye emretseydik, bunu
onlara farz etmiş olsaydık ancak içlerinden pek azı bunu
yapardı. Halbuki kendilerine verilen öğüdü tutsalar,
deneni yapsalardı bu, hem onlara daha hayırlı olurdu,
hem de inançlarını kökleştirirdi.
67- Biz de o vakit, onları,
katımızdan büyük bir mükâfatla mükâfatlandırırdık.
68- Ve onları dosdoğru yola sevk
ederdik.
69- Ve kim Allah'a ve Peygambere
itaat ederse o ve o çeşit kişiler Allah'ın,
nîmetleriyle nîmetlendirdiği
peygamberlerle,gerçeklerle, şehitlerle ve iyi adamlarla
eş olur, onlara katılırlar ve onlar, ne de güzel
arkadaştır.
70- Bu lütuf ve ihsân,
Allah'tandır ve Allah'ın her şeyi bilmesi yeter.
71- Ey inananlar, ihtiyata ait
gereken tedbîrleri alın da bölük-bölük, yahut hep birden
ilerleyin.
72- İçinizde mutlaka ağır
davranan olacak ve size bir felâket gelip çatınca da
diyecek ki: Allah, gerçekten de bana lütfetti de o
zaman, onlarla berâber bulunmadım.
73- Size Allah'tan bir lütuf ve
ihsân gelince de onunla sizin aranızda hiçbir dostluk
yokmuş gibi keşke diyecek, ben de onlarla berâber
olsaydım da ben de o büyük lütfe nail olsaydım, ben de
muradıma erseydim.
74- Artık Allah yolunda savaşsın
dünya yaşayışı yerine âhireti satın alanlar ve kim Allah
yolunda savaşır da öldürülür, yahut üst olursa ona büyük
bir ecir vereceğiz.
75- Ne oluyor size ki zayıf ve
âciz erkeklerle kadınlar ve çocuklar, Rabbimiz bizi
ahalisi zâlim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir
sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla deyip
dururlarken siz, Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
76- İnananlar, Allah yolunda
savaşırlar, kâfir olanlar, Şeytan yolunda savaşırlar.
Savaşın Şeytan'ın dostlarıyla ve şüphe yok ki Şeytan'ın
hîlesi zayıftır.
77- Görmez misin savaştan el
çekin ve namaz kılın, zekât verin denenleri? Onlara
savaş farz edilince içlerinden bir kısmı, insanlardan,
Allah'tan korkar gibi, hattâ daha da fazla korkmaya
başladılar da ne olurdu, yakın olan ölümümüze dek bu
emri geciktirseydin, bize savaşı emretmeseydin dediler.
De ki: Dünyanın zevki azdır, âhiretse sakınanlar için
daha hayırlıdır ve onlar, hurma çekirdeğinin içindeki
incecik kıl kadar bile zulüm görmezler.
78- Nerede olursanız olun, ölüm
sizi bulur; hattâ isterseniz sağlamlaştırılmış yüksek
kalelerde olun. Onlara bir iyilik geldi mi bu derler,
Allah'tan. Bir kötülük geldi mi, bu derler, senden. De
ki: Hepsi Allah'tan. Ne oldu bu kavme ki hiçbir sözü
anlamaya yanaşmıyor.
79- Sana gelen iyiliğe ait şey
Allah'tandır, kötülüğe ait olansa nefsinden ve biz seni
insanlara peygamber olarak gönderdik, buna tanık olarak
Allah yeter.
80- Peygambere itaat eden,
gerçekten de Allah'a itaat etmiştir, yüz çevirene
gelince; zâten biz seni onları korumak için göndermedik
ki.
81- Bizden itaat etmek derlerse
de yanından ayrıldılar mı onların bir kısmı, geceleyin
senin dediğinden bambaşka şeyler kurar, Allah da onların
kurduklarını yazar. Yüz çevir onlardan de dayan Allah'a,
Allah yeter koruyucu olarak.
82- Hâlâ mı düşünmezler Kur'ân'ı
Allah katından gayrı bir yerden gelseydi onda, birbirini
tutmaz birçok şeyler bulurlardı.
83- Emniyete, yahut korkuya ait
bir haber duysalar derhal yayarlar. Halbuki Peygambere
ve içlerinden emre salâhiyeti olanlara başvursalardı bu
haberi arayıp duyarak yayanlar, elbette onlardan
gerçeğini öğrenirlerdi. Allah'ın ihsânı ve acıması
olmasaydı pek azınız müstesna, Şeytan'a uyup
gitmiştiniz.
84- Gayrı savaş Allah yolunda,
kendinden başkasından sorumlu değilsin sen ve teşvik et
inananları. Olur da Allah kâfirlerin zararını ve zulmünü
defedip giderir ve Allah'ın azâbı da pek çetindir,
cezası da.
85- Kim iyi bir şefaatte
bulunursa o şefaatten payı vardır ve kim kötü bir
şefaatte bulunursa ondan payı var ve Allah her şeyi
bilir korur.
86- Size selâm verildiği vakit
selâmı daha güzel bir sözle, yahut aynı sözle alın ve
Allah, şüphe yok ki her şeyi hakkıyla hesaplar.
87- Bir Allah'tır ki yoktur
ondan başka tapacak. Kıyâmet gününde hepinizi
toplayacaktır ve o günde hiç şüphe yoktur ve kimdir
Allah'tan daha doğru sözlü?
88- Ne oluyor size de münâfıklar
hakkında iki bölük oluyorsunuz, Allah onları,
kazandıkları suçları yüzünden gerisin geri küfre
döndürdü; Allah'ın yoldan çıkarıp azdırdığını doğru yola
getirmek mi istersiniz? Ve Allah kimi azdırdıysa artık
onun için hiçbir yol bulamazsınız.72[10]
[10] Nifak, şeriata bir kapıdan
girip öbür kapıdan çıkmaktır. Bu yüzden münafıklar,
dinden dışarıdır. Münafık sözü, Türkçe'de iki yüzlü
sözüyle ifade edilebilir. Sözüyle Müslüman olup özüyle
Müslümanlığı kabul etmeyenlere denir.
89- Onlar, sizin de kendileri
gibi kâfir olmanızı ve böylece de hepinizin bir olmanızı
isterler, onun için Allah yolunda yurtlarından
göçmedikçe onların hiçbirini dost edinmeyin. Bunu kabul
etmez de yüz çevirirlerse tutun onları ve öldürün onları
bulduğunuz yerde ve onlardan ne dost edinin, ne
yardımcı.
90- Ancak sizinle onların
arasında ahitleşme olan bir kavme sığınanlar, yahut
sizinle veya kendi kavimleriyle savaşmaya yürekleri
dayanmayıp size gelenler, bu hükümden dışarıdır ve Allah
dileseydi onları size mûsâllat ederdi de sizinle
savaşırlardı. Sizi bırakırlar, sizinle savaşmazlar ve
barış teklifinde bulunurlarsa Allah da onların aleyhinde
bulunmaya bir yol bırakmamıştır size.
91- Başka bir bölüğünü de şöyle
bulacaksınız: Onlar, sizden de emin olmak isterler,
kavimlerinden de. Fakat bir fitneye sevk edilince tâ
içine dalıverirler. Onlar sizi bırakmazlar, sizinle
barış halinde yaşamazlar ve sizden el çekmezlerse tutun
onları, öldürün onları bulduğunuz yerde ve işte size,
onlara karşı apaçık bir kudret ve salâhiyet verdik.
92- İnanan birisinin, bir
inanmış kişiyi öldürmesi câiz değildir, ancak
yanlışlıkla olursa o başka. Yanlışlıkla bir mümini
öldüren, mümin bir köle azat eder, öldürülenin âilesine
de kan pahası verir, ancak âilesi, kan pahasını sadaka
olarak bağışlarsa vermez. Öldürülen, mümin olmakla
berâber size düşman olan bir kavimdense öldüren, mümin
bir köle azat eder. Öldürülen, aranızda ahitleşme olan
bir kavimdense âilesine kan pahası vermek ve bir mümin
azat etmek gerek. Bunları yapamayan, Allah'a tövbe
ederek iki ay, birbiri ardınca
oruç tutar ve Allah, her şeyi
bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
93- Ve kim bir mümini kasten
öldürürse cezası cehenneme atılmaktır, ebedî kalır orada
ve Allah ona gazap eder ve rahmetinden uzaklaştırır onu
ve ona pek büyük bir azap hazırlamıştır da.
94- Ey inananlar, Allah yolunda
savaşa gittiğiniz zaman pek dikkatli ve ihtiyatlı olun
ve size selâm verene, dünya menfaatini dileyerek sen
mümin değilsin demeyin, şüphe yok ki Allah katında çok
ganîmetler var. Siz de önce böyleydiniz de Allah size
lütfetti, o halde dikkat edin, ihtiyatlı olun; hiç şüphe
yok ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.73[11]
[11] Zeyd oğlu Usame, Hz.
Muhammed (s.a.a)'in bulunmadığı bir savaşa memûr olmuş
ve rastladığı bir çobanı kendisine selâm verip şahadet
getirdiği halde şüphelendiğinden öldürmüştü. Bu
münasebetle bu âyet vahyedilmiştir.
95- Mâzeretleri olanlar
müstesna, müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar, eşit
olamaz. Allah, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda
savaşanları, derece bakımından, oturanlardan üstün
etmiştir. Allah, hepsine de iyilikler, güzellikler vaat
etti ve Allah üstün etti savaşanları oturanlardan, pek
büyük bir ecirle.
96- Kendi katından ihsân ettiği
derecelerle, yarlıgamayla ve rahmetle ve Allah suçları
örtüp yarlıgayan rahîmdir.
97- Melekler, nefislerine
zulmedenlerin canlarını alırken ne haldeydiniz derler.
Onlar da, yeryüzünde derler, âciz kişilerdik biz.
Melekler, Allah'ın yeri geniş değil miydi derler, siz de
hicret edeydiniz. İşte onlardır yurtları cehennem
olanlar ve orası, ne de kötü bir yurttur.
98- Ancak yurtlarından göçmek
için bir düzen, bir yol bulamayan gerçekten de âciz
erkeklerle kadınlar ve çocuklar bu hükümden dışarı.
99- Onlardır Allah'ın
bağışlayacağı umulanlar ve Allah bağışlayıcıdır, suçları
örtücüdür.
100- Allah yolunda yurdundan
göçen, yeryüzünde barınacak birçok yerler bulur,
ferahlığa erer ve kim, Allah ve Peygamberi uğrunda
evinden çıkıp hicret eder de sonra ona ölüm gelip
çatarsa onun ecri Allah'a aittir ve Allah suçları örter
rahîmdir.
101- Yeryüzünde sefere
çıktığınız zaman kâfirlerin, size bir zarar vereceğinden
ürkerseniz namazı kısaltmada bir vebal yok size ve
kâfirler, zâten size apaçık düşmandır.
102- Onların içinde bulunur da
namaz kıldırırsan onların bir kısmı seninle berâber ve
silâhları yanlarında olarak namaz kılsın, secde ettiler
mi öbür kısmı, arkanızda dursun. Sonra namaz kılmayan
takım gelsin, seninle namaz kılsın, kalkanlarını,
silâhlarını üstlerinde bulundursunlar. Kâfirler,
birdenbire üstünüze bir saldırışta bulunmak için sizin
silâhlarınızdan, eşyanızdan gafil olmanızı isterler.
Ancak yağmurdan dolayı müşkülâta uğrarsanız, yahut
hastaysanız silâhlarınızı çıkarmada vebal yok size,
fakat ihtiyatlı davranın; şüphe
yok ki Allah, kâfirlere aşağılatıcı bir azap
hazırlamıştır.
103- Namazı kıldıktan sonra
ayaktayken, otururken ve yanınıza yaslanınca Allah'ı
anın, tam emniyete ve huzura ulaşınca da namazı dosdoğru
kılın, çünkü namaz, müminlere muayyen vakitlerde
kılınmak üzere farz edilmiştir.
104- Düşman olan kavmi takipte
gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız şüphe yok ki
onlar da sizin duyduğunuz acıyı duyuyorlar ve siz
Allah'tan, onların ummadığı şeyleri umuyorsunuz ve
Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
105- Biz sana kitabı, insanlar
arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye
bir gerçek olarak indirdik, hainleri savunma.
106- Allah'tan yarlıganma dile,
şüphe yok ki Allah, suçları örten rahîmdir.
107- Nefislerine hâinlik
edenlerden yana çıkıp uğraşma; şüphe yok ki Allah,
hâinlikte ileri giden suçluları sevmez.
108- İnsanlardan gizlerler de
Allah'tan gizlemezler, halbuki Tanrının râzı olmadığı
sözü geceleyin söylerler, düzenler düzerlerken de o,
onlarlaydı ve Allah, onların bütün yaptıklarını kavrar.
109- İşte siz o kişilersiniz ki
dünya hayâtında onları tuttunuz, onlar için uğraştınız;
fakat kıyâmet gününde, Allah'a karşı kim savunacak
onları, yahut kim koruyacak onları?
110- Kim bir kötülük eder, yahut
nefsine karşı zulümde bulunur da sonra Allah'tan
yarlıganmak dilerse Allah'ı, suçları örtücü ve rahîm
olarak bulur.
111- Kim bir suç işlerse o suçu
kendi aleyhine kazanmıştır, zararı kendine ve Allah, her
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
112- Kim bir hatada bulunur,
yahut suç işler de onu bir suçsuza isnat ederse iftirâda
bulunmuş, apaçık bir günahı yüklenmiş olur.
113- Allah'ın sana lütfü, ihsânı
ve rahmeti olmasaydı onların bir kısmı seni bile doğru
yoldan çıkarmayı kurmuştu, fakat onlar, ancak
kendilerini sapıklığa sevk ederler ve hiçbir hususta
sana zarar veremezler ve Allah, sana kitabı ve hikmeti
indirdi ve evvelce bilmediğin şeyleri öğretti sana ve
Allah'ın, sana lütfü ve ihsânı pek büyüktür.
114- Onların toplanıp gizlice
konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak kim sadakayı,
iyiliği ve insanların arasını bulmayı emrederse onun
sözünde hayır var. Allah'ın razılığını kazanmak için
bunları yapana pek büyük bir mükâfat vereceğiz.
115- Kendisince doğru yol apaçık
belli olduktan sonra Peygambere aykırı hareket eden ve
inananların yolundan başka bir yola giden kişiyi döndüğü
yolda bırakırız ve cehenneme atarız; orası, ne de kötü
yerdir.
116- Şüphe yok ki Allah,
kendisine eş tanıyanı yarlıgamaz, bundan başka dilediği
kişinin bütün suçlarını örter, yarlıgar ve kim Allah'a
eş tanırsa öylesine sapıtmıştır ki tuttuğu yol, doğru
yoldan pek uzaktır.
117- Onlar, Allah'ı bırakırlar
da dişi saydıkları putlara taparlar, böylece de ancak
inatçı Şeytan'a tapmış olurlar.
118- Allah'sa ona lânet etmişti,
o da demişti ki: Andolsun ki kullarından bir kısmını,
ayartacağım da.
119- Onları doğru yoldan
saptıracağım, olmaz isteklere sürükleyeceğim, putlara
hayvanlar adatacağım da onların kulaklarını yarmalarını,
Allah'ın yarattığını bozmalarını emredeceğim. Allah'ı
bırakıp Şeytan'ı dost edinen, apaçık bir zarara düşmüş,
ziyana uğramıştır.
120- Şeytan, onlara vaatlerde
bulunur, onları olmayacak isteklere sürükler, kuruntular
verir; fakat Şeytan'ın vaatleri, ancak aldatıştan
ibarettir.
121- Onlardır yurtları cehennem
olanlar ve oradan başka bir sığınak bulamazlar.
122- İnananları ve iyi işlerde
bulunanları, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere
sokacağız, oralarda ebedî kalacaklar; işte Allah'ın
gerçek vaadi ve kimdir Allah'tan daha doğru sözlü?
123- Ne sizin boşuna
kuruntularınızın aslı var, ne kitap ehlinin
kuruntularının aslı. Kim kötülük ederse cezasını görür
ve Allah'tan başka ne bir dost bulur, ne bir yardımcı.
124- Erkek olsun, kadın olsun,
inanıp da iyi işlerde bulunanlar, cennete girerler ve
kıl kadar bile zulüm görmezler, hakları zayi olmaz.
125- Kimin dini daha güzeldir
iyilikte bulunarak özünü Allah'a teslîm eden ve Tanrıyı
bir tanıyan İbrahîm'in dinine uyan kişinin dininden ve
Allah İbrahîm'i dost edinmiştir.
126- Allah'ındır ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve Allah, her şeyi
kavramış, kuşatmıştır.
127- Kadınlar hakkında senden
fetva istiyorlar, de ki: Onlar hakkındaki fetvayı Allah
veriyor ve kendilerine verilmesi icap eden mîrası
vermediğiniz ve beğenip almadığınız yetim kızlarla âciz
çocuklar hakkında ve yetimlere adâletle muâmele
hususunda işte size kitapta okunan hüküm. Hayra ait
neler yaparsanız şüphe yok ki Allah hepsini bilir.
128- Kadın, kocasının kendisine
eziyet edeceğinden, yahut kendisini ihmal edeceğinden
korkarsa karıyla kocanın, kendi aralarında uzlaşıp
barışmaları hususunda her ikisine de vebal yok ve barış,
daha hayırlıdır da. Zâten nefislerde nekeslik meyli
vardır, fakat iyilik eder, hoş geçinir ve sakınırsanız
şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
129- Kadınlar arasında adâletle
muâmele etmeyi ne kadar isteseniz, bu hususa ne kadar
düşseniz imkân yok, yapamazsınız, adâletle muâmele
edemezsiniz. Hiç olmazsa onların birine tamamıyla
meyledip öbürünü muallâktaymış gibi bir vaziyete
düşürmeyin, uzlaşır ve sakınırsanız şüphe yok ki Allah,
suçları örter rahîmdir.
130- Karıyla koca ayrılacak
olurlarsa Allah, her birini lütuf ve keremiyle
ihtiyaçtan kurtarır ve Allah'ın lütfü boldur, hüküm ve
hikmet sahibidir o.
131- Ve Allah'ındır ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde Andolsun ki sizden önce
kendilerine kitap verilenlere de, size de Allah'tan
çekinmenizi tavsiye ettik. Fakat kâfir olursanız şüphe
yok ki Allah'ındır ne varsa göklerde ve ne varsa
yeryüzünde ve Allah, her şeyden müstağnîdir ve övüş ona
lâyıktır.
132- Ve Allah'ındır ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve koruyucu olarak Allah
yeter.
133- Dilerse ey insanlar, sizi
ortadan kaldırır, başkalarını getirir ve Allah'ın buna
gücü yeter.
134- Dünya mükâfatını dileyen
bilsin ki dünya mükâfatı da Allah'ın yanındadır, âhiret
mükâfâtı da ve Allah her şeyi duyar, görür.
135- Ey inananlar, Allah için
daima adâleti tam yerine getirin ve tanıklığı o yolda
yapın, hattâ kendi aleyhinize, yahut anayla babanın ve
yakınların aleyhine bile olsa. Hattâ zengin, yahut
yoksul bile olsa, çünkü Allah ikisine de sizden daha
ziyade sahiptir, sizden daha fazla korur onları ve siz,
adâleti icra ederken nefsinizin dileğine uymayın. Bir
tarafı gözeterek hüküm verir, yahut birinden yüz
çevirirseniz bilin ki Allah, şüphe yok, yaptıklarınızın
hepsinden haberdardır.
136- Ey inananlar, inanın
Allah'a ve Peygamberine ve Peygamberine indirdiği kitaba
ve evvelce inen kitaba ve kim Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmazsa
şüphe yok ki doğru yoldan pek uzak kalmış, tamamıyla
sapıtmış gitmiştir.
137- O kişiler ki iman ettiler
de sonra kâfir oldular, sonra gene iman ettiler, sonra
gene kâfir oldular, sonra da küfürlerini arttırdılar,
Allah suçlarını örtmez onların ve doğru yola getirmez
onları.74[12]
[12] Mûsâ Peygambere inandıktan
sonra buzağıya taparak kâfir olan, sonra tekrar dine
geldikleri halde İsa gelince ona inanmayan ve Hz.
Muhammed (s.a.a)'e karşı büsbütün inkârlarını arttıran
Museviler ve bu âyetten sonraki âyetin hükmüne göre
münafıklar.
138- Münâfıkları, elemli bir
azapla müjdele.
139- Onlar, inananları
bırakırlar da kâfirleri dost edinirler. Yüceliği,
kudreti onlardan mı umuyorlar, onlardan mı arıyorlar?
Hiç şüphe yok ki bütün yücelik ve kudret Allah'ındır.
140- Kitapta, Allah'ın
âyetlerini inkâr ettiklerini ve onlarla eğlendiklerini
duyarsanız, başka bir bahisten söz açıncaya dek onlarla
oturmayın, yoksa siz de onlara benzersiniz diye size bir
emir indirmiştir. Şüphe yok ki Allah, münâfıklarla
kâfirlerin hepsini de cehennemde toplayacaktır.
141- Onlar, sizin ahvâlinizi
gözetip dururlar. Siz, Allah'ın lütfüyle bir fetih elde
ederseniz biz de derler, sizinle değil miydik? Kâfirlere
bir zafer payı düşse üstünlüğünüzü temin etmedik mi,
inananların, size hücumunu menetmedik mi derler. Kıyamet
gününde, Allah hakkınızda hükmeder ve Allah, kâfirlere,
müminler aleyhine bir yol, bir başarı vermez.
142- Münâfıklar, Allah'ı
kandırmak isterler ve o da onların cezasını verir.
Onlar, namaza üşenerek kalkarlar, halk görsün diye
kılarlar ve Allah'ı pek az anarlar ancak.
143- Onlar, imanla küfür
arasında bocalayıp dururlar, ne onlara mal olurlar, ne
bunlara ve Allah, kimi doğru yolundan saptırdıysa onu
yola getiremezsin artık.
144- Ey inananlar, müminleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. İster misiniz kendi
aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil veresiniz?
145- Şüphe yok ki münâfıklar,
ateşin en aşağı katındadırlar ve kesin olarak onlara bir
tek yardımcı bile bulamazsın.
146- Ancak tövbe edenler, ıslah
olanlar, Allah'a sarılanlar ve Allah için dinlerinde
ihlas sahibi bulunanlar müstesna. Onlar, inananlarladır
ve Allah, müminlere pek büyük bir ecir verecektir.
147- Allah ne diye azâb etsin
size şükrederseniz ve inanırsanız ve Allah şükredenlerin
mükâfatını verir ve onları bilir zâten.
148- Allah, zulüm gören
müstesna, kötü sözün apaçık söylenmesini sevmez ve Allah
duyar, bilir.
149- Açıkça bir hayır
yaparsanız, yahut yaptığınız hayrı gizlerseniz, yahut da
gördüğünüz kötülüğü bağışlarsanız bilin ki Allah, şüphe
yok, bağışlayıcıdır, her şeye gücü yeter.
150- Onlar, öyle kişilerdir ki
Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah'la
peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve bâzısına
inandık, bâzısına inanmadık derler ve imanla küfür
arasında bir yol tutmak isterler.
151- İşte onlardır gerçekte
kâfirler ve biz kâfirler için, aşağılatıcı bir azap
hazırlamışızdır.
152- Allah'a ve peygamberlerine
inananlara ve içlerinden hiçbirini ayırt etmeyenlere
gelince: Onlara ecirleri verilecektir ve Allah, suçları
örten rahîmdir.
153- Kitap ehli, onlara gökten
bir kitap indirmeni isterler, Mûsâ'dan bundan da büyük
bir şey istemişler, bize Allah'ı apaçık göster
demişlerdi de zulümleri yüzünden bir yıldırım düşüp
yakıvermişti onları. Sonra da onlara apaçık deliller
geldiği halde buzağıya tanrı demişlerdi, gene de bu
suçlarını bağışlamıştık da Mûsâ'ya apaçık bir kudret
vermiştik.
154- Ettikleri ahdi yerine
getirsinler diye Tur dağını, oldukları yerin üstünde
yüceltmiş ve onlara, şehrin kapısından secde ederek
girin demiştik ve cumartesi günü demiştik, haddi aşmayın
ve onlardan pek kuvvetli bir söz almıştık.
155- Sonra sözlerinde durmayıp
ahitlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr
etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve
kalplerimiz kapalı, anlamıyoruz demeleri yüzünden
cezalarını buldular; kalplerini, küfürleri yüzünden
Allah kapamıştır, o yüzden de içlerinden ancak pek azı
imana gelir.
156- Ve inkâr etmeleri, Meryem
hakkında söz söylemeleri, ona pek büyük bir iftirâda
bulunmaları.
157- Ve biz Allah'ın peygamberi
Meryemoğlu ve Mesîh İsa'yı öldürdük demeleri yüzünden
cezalarını buldular. Onu öldüremediler de, asamadılar
da, onlara öyle göründü. Zâten ihtilâfa düştükleri şeyde
de onun hakkında zan içindedir onlar, ona ait bir
bilgileri yoktur da ancak şüpheye kapılırlar. Gerçekten
de apaçık onu öldüremediler.
158- Allah onu kendisine
yüceltti ve Allah, üstündür, hüküm ve hikmet
sahibidir.75[13]
[13] Ahd-i Cedid'e nazaran İsa
Peygamber, Yuda tarafından ele verilmiş, haça gerilerek
öldürülmüş, sonra dirilip bir kaç gün şakirtleri
arasında yaşadıktan sonra göğe ağmıştır. Müslüman
inancına göre İsa'yı ele veren, yahut bir başkası İsa
sanılarak haça gerilmiş, Hz. İsa diri göğe ağmıştır.
159- Ve kitap ehlinden hiçbiri
kalmayacak ki onun ölümünden önce ona inanmasın, o da
kıyâmet günü, onların aleyhine tanık olacak.
160- Yahûdi olanlardan meydana
gelen zulüm yüzünden de onlara helâl edilen tertemiz
şeyleri haram ettik ve bu, halkın çoğunu Allah yolunda
menetmeleri.
161- Nehyedildikleri halde faiz
almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri
yüzündendir ve biz, içlerinden kâfir olanlara elemli bir
azap hazırladık.
162- Fakat onlardan bilgide
ileri olanlar ve inananlar, sana indirilene de
inanırlar, senden önce indirilenlere de ve namaz
kılanlardır, zekât verenlerdir, Allah'a ve âhiret gününe
inananlardır onlar ve biz onlara büyük bir ecir
vereceğiz.
163- Biz vahyettik sana, nitekim
vahyettik Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere ve
vahyettik İbrahîm'e, İsmâîl'e, İshak'a, Yakup'a ve
evlâtlarına ve İsa'ya, Eyyub'a, Yûnus'a, Hârûn'a ve
Süleyman'a ve Dâvûd'a Zebur'u verdik.
164- Ve öyle peygamberler var ki
onların ahvâlini anlattık sana önceden ve Allah Mûsâ ile
de konuşmuştu.
165- Ve peygamber,
müjdeleyenlerdir ve korkutucu haber verenler; tâ ki
insanların, peygamberler geldikten sonra Allah'a karşı
bir mazeretleri, bir bahaneleri kalmasın artık ve Allah,
üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
166- Fakat Allah, sana indirdiği
kitapla tanıklık eder ki onu, bilerek indirmiştir ve
melekler de tanıklık ederler ve tanık olarak Allah
yeter.
167- Kâfir olanlar ve halkı
Allah yolundan çıkaranlarsa öylesine sapıtmışlardır ki
tuttukları yol, doğru yoldan pek uzaktır.
168- Kâfir olanları ve
zulmedenleri Allah yarlıgamaz ve onları hiç bir yola
sevk etmez.
169- Ancak cehennem yoluna sevk
eder, ebedî kalırlar orada ve bu, Allah'a pek kolaydır.
170- Ey insanlar, şüphe yok ki
peygamber, Rabbinizden gerçek olarak gelmiştir size, siz
de inanın, hayırlıdır size bu. İnkâr ederseniz şüphe yok
ki Allah'ındır ne varsa göklerde ve yeryüzünde ve Allah,
her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
171- Ey kitap ehli, dininizde
aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçek olanı söyleyin.
Meryemoğlu Mesîh İsa, ancak Allah'ın peygamberidir ve
Meryem'e ilga ettiği kelimesidir ve kendisine ait bir
ruhtur. Artık inanın Allah'a ve peygamberlerine ve Tanrı
üçtür demeyin, vazgeçin bundan, bu hayırlıdır size.
Allah, ancak tek tanrıdır, oğul sahibi olmaktan
münezzehtir ve onundur ne varsa göklerde ve ne varsa
yeryüzünde ve koruyucu olarak Allah yeter.
172- Ne Mesîh, Allah'a kul
olmaktan çekinir, ne de Tanrının kendisine
yakınlaştırdığı melekler ve ona kulluktan çekinen ve
ululanmak isteyenleri o, tapısında toplayacaktır.76[14]
[14] Matyus İncili'nin sonunda
üç uknumun Baba, Oğul ve Rûh-ül-Kudüs olduğu
bildirilmektedir (28, 19). Bu İncil'de ve diğer üç
İncil'de yer yer, Tanrının baba, İsa'nın da oğul olduğu
ve Ruh-ül-Kudüs'le kuvvetlenip olağanüstü şeyler yaptığı
tekrarlanır. Hasılı Hıristiyanlığın esası, üç uknuma,
yani asla inanmaktır. Onlarca Tanrı, öyle bir varlıktır
ki bu varlık, Baba, Oğul ve Ruh-ü-Kudüs olarak tecelli
eder. Baba, Oğul ve Ruh-ül-Kudüs de tek tanrı sayılır.
Baba hayatı, Oğul kelâmı, Ruh-ül-Kudüs de kudreti temsil
eder. Kelâm, yani oğul olan İsa, lâhutun, Tanrılığın,
nâsut, yani insan sûretine bürünmesi ve zuhur etmesidir.
Müslümanlık, tek ve münezzeh Tanrı esasına dayanır.
173- İnananların ve iyi işler
işleyenlerin ecirlerini ödeyecek ve lütfünü, onlar
hakkında daha da arttıracaktır. Kulluktan çekinip
ululanmak isteyenleriyse elemli bir azapla
azaplandıracaktır ve onlar, Allah'tan başka ne bir dost
bulurlar, ne bir yardımcı.
174- Ey insanlar, size
Rabbinizden reddi mümkün olmayan bir delil gelmiştir ve
size apaçık bir nur indirmişizdir.
175- Allah'a inanıp ona
sarılanları o, kendi rahmetine ve ihsânına alacak ve
onları doğru yola sevkedecektir.
176- Fetva isterler senden, de
ki; Allah size fetva vermede babası ve çocuğu olmayanın
mîrasına ait: Evlâdı olmayan bir erkek ölür de onun bir
tek kız kardeşi kalırsa bıraktığı malın yarısı onundur.
Mîrasçı erkek kardeşse çocuğu ve babası olmayan kız
kardeşinin bıraktığı bütün mal, onundur; kız kardeş
ikiyse, yahut daha fazlaysa erkek kardeşin bıraktığı
malın üçte ikisini alırlar. Mîrasçılar, aynı şartlar
dahilinde erkek ve kız kardeşlerse erkeğe, kadına
nispetle iki pay verilir. Allah, size doğru yoldan
sapmamanız için bunları açıklamaktadır ve Allah, her
şeyi bilir.
5- MÂİDE SÜRESİ
(Yüz yirmi âyettir. Medenîdir,
ancak 3. âyetin "Bugün dininizi ikmal ettim, size
verdiğim nîmetimi tamamladım, size din olarak
Müslümanlığı verdim de hoşnut oldum" kısmı, Vidâ
haccında, arefe günü inmiştir. Hükme ait son âyettir.
Sûrede, İsa Peygamberin duasıyla, gökten, içinde
yemekler bulunan bir sofra indiği anlatıldığı cihetle
sofra ve yemek anlamına gelen Mâida adıyla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey inananlar, ahitlerinizi
yerine getirin. Dört ayaklı hayvanlar helâl edilmiştir
size, ancak size söylenecekler müstesna; ihramdayken,
helâl olan hayvanları avlanmak da haramdır. Şüphe yok ki
Allah, dilediğini hükmeder.
2- Ey inananlar, Allah'a ibadete
vesile olan, hac töreni yapılan yerlerin ve savaşın
haram edildiği ayların hürmetini koruyun, hac
kurbanlarına, kurban edilecekleri belli olsun diye
boynuna bir şey takılan hayvanlara, Rablerinden bir
lütfe ve râzılığa ulaşmak için Beyt-ül Harâm'ı ziyarete
gelenlere hürmetsizlik etmeyin. İhramdan çıkınca
avlanın. Sizi Mescid-i Harâm'dan meneden kavme karşı
beslediğiniz kin aşırı hareket etmenize, tecavüzde
bulunmanıza sebep olmasın. İyilik etmek ve kötülükten
sakınmak hususunda birbirinize yardım edin, suç işlemek
ve düşmanlık etmek için yardımlaşmayın ve Allah'tan
sakının, şüphe yok ki Allah'ın cezası, çok çetindir.
3- Haram edilmiştir size ölü,
kan, domuz eti, Allah'tan gayrı putlar adına kesilen
hayvanlar, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşüp
ölmüş, başka bir hayvan tarafından süsülüp öldürülmüş,
canavar tarafından parçalanmış olanlar; ancak ölmeden
yetişip kestikleriniz müstesna; ve taştan yapılmış ve
dikilmiş putlar adına kesilenler ve fal için çekilen
oklarla rızık arayış. Bunlar, kötülüktür. Bugün
kâfirler, dininiz yüzünden meyus olmuşlardır artık
sizden, korkmayın onlardan, benden korkun. Bugün
dininizi ikmal ettim, size verdiğim nîmetimi tamamladım,
size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnut oldum. Pek
aç kalıp zora düşen, suç işlemek niyetinde olmamak
şartıyla haram edilen şeyleri yiyebilir ve şüphe yok ki
Allah, suçları örter rahîmdir.77[1]
[1] Ezlâm, fal için çekilen
oklardır. Müslümanlıktan evvelki devre ait bir geleneğe
göre bu okların bir kısmının üstünde, Rabbim emretti,
bir kısmında, Rabbim nehyetti yazısı vardı. Yazısız
olanları da mevcuttu. Araplar, bir iş yapacakları, yahut
yola çıkacakları zaman bu okları birbirine karıştırır,
bir tanesini çekerlerdi. Emir yazısı bulunan çıkarsa o
işi yaparlar, yolculuğa çıkarlar, yapmaması yazılı ok
çıkarsa o işten, o yolculuktan vazgeçerlerdi. Yazısız ok
çıkarsa tekrar karıştırır, bir yazılı ok çıkıncaya dek
çekerlerdi. Bu oklar, bir putun yanında dururdu.
Kestikleri kurbandan o puta da pay ayırırlardı.
4- Kendilerine neler helâl
edilmiştir diye sana sorarlar. De ki: Size temiz şeyler
ve Allah'ın, size öğrettiği bilgiyle öğretip
yetiştirdiğiniz avcı hayvanların tuttukları avlar helâl
edilmiştir. Sizin için tuttuklarını yiyin ve avlanır,
avı tutup keserken Allah adını anın ve Allah'tan
sakının, şüphe yok ki Allah, pek tez hesap görür.
5- Bugün size bütün temiz şeyler
helâl edilmiştir ve kendilerine kitap verilenlerin
yemekleri de helâldir size, sizin yemekleriniz de
helâldir onlara ve inanan kadınlardan namus ve iffet
sahibi olanlarla kendilerine kitap verilenlere mensup
namuslu kadınlar da, mehirlerini vermek, zina etmemek ve
gizli dost tutmamak şartıyla size helâldir ve kim imanı
inkâr ederse bütün işledikleri boşa gider ve o, âhirette
ziyan edenlerdendir.
6- Ey inananlar, namaza
kalktığınız zaman yıkayın yüzlerinizi ve dirseklerinizle
berâber ellerinizi ve başınızın bir kısmını meshedip
ayaklarınızı topuklarınızla berâber ve cünüpseniz iyice
yıkanıp arının. Hastaysanız, yahut seferdeyseniz, yahut
içinizden biri ayak yolundan geldiyse, yahut da
kadınlara temas etmişseniz su bulamadığınız takdîrde
temiz toprakla teyemmüm edin de toprakla yüzünüzü,
ellerinizi meshedin. Allah, sizi güce koşmayı istemez,
fakat şükredesiniz diye tertemiz olmanızı ve size
verdiği nîmeti tamamlamayı diler.
7- Anın size verilen Allah
nîmetini ve duyduk, itaat ettik dediğiniz zaman ona
vermiş olduğunuz sözü ki bu sözle bağlamıştır sizi ve
çekinin Allah'tan. Şüphe yok ki Allah, yüreklerde ne var
bilir.
8- Ey inananlar, Allah için
daima doğru hükmedin, adâlete tam uygun tanıklıkta
bulunan ve bir kavme olan kininiz, sizi adâletten
alıkoymasın. Adâlette bulunun ki bu, takvaya daha
yakındır ve çekinin Allah'tan. Şüphe yok ki Allah, ne
yaparsanız hepsinden de haberdardır.
9- Allah, inanıp iyi işlerde
bulunanlara vaat etti, onlarındır yarlıganma ve pek
büyük mükafat.
10- Kâfir olanlara ve
âyetlerimizi inkâr edenlere gelince: Onlardır cehennem
ehli.
11- Ey inananlar, anın Allah'ın
nîmetini size, hani bir kavim, size el uzatmaya
niyetlenmişti de onların ellerini çektirmişti sizden ve
çekinin Allah'tan ve inananların, ancak Allah'a
dayanmaları gerek.
12- Ve Allah İsrailoğullarından
kuvvetli söz almıştı ve onlardan on iki emin adam
göndermiştik ve Allah demişti ki: Ben, sizinleyim, namaz
kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime inanır,
onlara yardım edip ulularsanız ve Allah'a borç
verircesine onun yolunda yoksulları doyurur, iyilik
eder, para harcarsanız mutlaka kusurlarınızı örter ve
mutlaka sizi, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere
sokarım. Fakat bundan sonra içinizden kâfir olan, şüphe
yok ki doğru yoldan sapmıştır artık.
13- Ahitlerini bozdukları,
verdikleri sözden döndükleri için lânet ettik onlara ve
kalplerini katılaştırdık. Onlar, sözlerin yerini
değiştirirler, kendilerine verilen öğütten bir hisse de
almazlar. Pek azı müstesna daima hainliklerini duyarsın,
gene de bağışla onları, geç suçlarından. Şüphe yok ki
Allah, iyilik edenleri sever.
14- Onlardan, biz Nasrânîyiz
diyenler de var, onlardan da söz aldık, fakat
kendilerine verilen öğütten hisse almayı unuttular, biz
de kıyamete dek aralarına düşmanlık ve kin saldık.
Allah, onların neler yaptığını bildirecek.78[2]
[2] Nasrâni Hıristiyan, Nasârâ
Hıristiyanlar anlamına gelir. Hıristiyanlara, İsa
Peygamberin Nâsıra denen köyden yetiştiği, yahut dine
yardım ettikleri için Nasrâni denmiştir. Nasran denilen
köye nispetle Nasrâni denmiştir diyenler de vardır
(al-Müfredât, s. 514).
15- Ey kitap ehli, kitapta
olduğu halde gizlediklerinizin çoğunu apaçık size
bildiren, çoğunu da affedip yüzünüze vurmayan
Peygamberimiz gelmiştir size; Allah'tan bir nur ve
apaçık bir kitap gelmiştir size.
16- Allah, kendi rızasına
uyanları, onunla esenlik yollarına götürür ve dileğiyle
onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru
yola sevk eder.
17- Gerçekten de şüphe yok ki
Allah, Meryem oğlu Mesîh'tir diyenler kâfir oldular. De
ki: Meryem oğlu Mesîh'i de, anasını da ve
yeryüzündekilerin hepsini de helâk etmeyi dilese Allah'a
karşı herhangi bir şeye kim sahip çıkabilir? Ve
Allah'ındır göklerin, yeryüzünün ve ikisinin arasında
olanların saltanatı. Dilediğini yaratır ve Allah'ın her
şeye gücü yeter.
18- Yahûdiler ve Nasrânîler, biz
Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz dediler. De ki:
Öyleyse neden günahlarınızdan dolayı size azâp ediyor?
Hayır, siz, ancak onun yarattığı insanlardansınız; o,
dilediğini yarlıgar, dilediğine azâp eder ve Allah'ındır
göklerin, yeryüzünün ve ikisinin arasında bulunanların
saltanatı ve her iş, ona aittir.79[3]
[3] Ahd-i Atıyk'te ve bilhassa
Ahd-i Cedid'de Tanrıya baba, insanlara oğullar
denegelmiştir. Kur’ân, anlam bakımından iltibası bulunan
bu çeşit sözleri nehyeder.
19- Ey kitap ehli, bize ne bir
müjdeci geldi, ne bir korkutucu dememeniz için
peygamberlerin arasının kesildiği bir devirde size, her
şeyi açıklayan Peygamberimiz geldi. İşte size şüphesiz
olarak bir müjdeci, bir kokutucu geldi ve Allah'ın, her
şeye gücü yeter.
20- Hatırla o zamanı ki Mûsâ,
kavmine, ey kavim demişti, anın Allah'ın size verdiği
nîmeti ki içinizden peygamberler gönderdi ve padişahlar
çıkardı ve size, âlemlerde, hiçbir kimseye vermediğini
verdi.
21- Ey kavmim, Allah'ın size
vermeyi takdîr ettiği kutlu yere girin ve gerisin-geriye
dönmeyin, yoksa ziyankâr olursunuz, ancak ziyana
dönersiniz.
22- Onlarsa yâ Mûsâ demişlerdi,
orada zorlu erler var, onlar orada oldukça biz, kesin
olarak giremeyiz, ama oradan çıkarlarsa gireriz.
23- İçlerinden, korkan ve Allah
tarafından nîmetlere mazhar olmuş bulunan iki kişi,
kapıdan girip saldırın üstlerine demişti; oraya
girerseniz şüphe yok ki üst olursunuz siz ve ancak
Allah'a dayanın inanmışsanız.
24- Yâ Mûsâ demişlerdi, onlar
orada bulundukça biz, oraya ebedîyen giremeyiz. Sen,
Rabbinle git, ikiniz çarpışın onlarla, biz burada oturup
duracağız.
25- Mûsâ, ya Rabbi demişti,
benim hükmüm ancak kendime, bir de kardeşime geçiyor. Şu
kötülük eden kavimle aramızı sen ayır.
26- Tanrı demişti ki: Orası, tam
kırk yıl onlara haram edildi. Çölde sersemcesine
dolaşacaklar, tasalanma o kötülükte bulunanlar
için.80[4]
[4] Bu âyetlerdeki olaylar,
Ahd-i Atıyk'ın "a'dât" bölümünde 13. ve 14. bablarda
etrafıyla anlatılmadadır.
27- Oku onlara Âdem'in iki
oğluna ait gerçek haberi. Hani onlar, Tanrıya yaklaşmak
için kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmişti,
öbürününki kabul edilmemişti ve o, seni mutlaka
öldüreceğim demişti ona, o da demişti ki: Allah ancak,
kendisinden çekinenlerin kurbanını kabul eder.
28- Andolsun, beni öldürmek için
elini uzatsan da bana, ben sana, seni öldürmek için
elimi uzatmayacağım; çünkü ben, âlemlerin Rabbi
Allah'tan korkarım.
29- Dilerim, kendi suçunla
berâber benim suçumu da yüklenesin de cehennem ehlinden
olasın ve budur cezası zulmedenlerin.
30- Nihâyet kardeşini öldürme
hususunda nefsine uydu da öldürdü onu ve ziyankârlardan
oluverdi.
31- Sonra, kardeşinin cesedini
nasıl örteceğini göstermek için Allah, bir karga
gönderdi. Bu karga, yeri eşmedeydi. Yazıklar olsun bana
dedi, kardeşimin cesedini gömmede şu karga kadar bile
olamadım ha? Ve o, artık nedamet edenlere katılmıştı
zâten. 81[5]
[5] Ahd-i Atıyk'te "Tekvin"
bölümünün 4. babında bu olay anlatılmaktadır.
32- Bu yüzden şu hükmü yazdık
İsrailoğullarına: Şüphe yok ki bir insanı öldürmesine,
yahut yeryüzünde bozgunculuk etmesine karşılık olmayarak
birisini öldüren, bütün insanları öldürmüş gibidir ve
kim, birisini kurtarır, diriltirse bütün insanları
diriltmiş gibidir. Andolsun ki peygamberlerimiz, onlara
apaçık delillerle geldiler de gene onların çoğu, bundan
sonra yeryüzünde hadlerini aştılar.
33- Allah'a ve Resûlüne savaş
açanlarla yeryüzünde bozgunculuk etmeye koşanların
cezaları, ancak öldürülmektir, yahut asılmaktır, çapraz
olarak elleriyle ayaklarının kesilmesidir, yahut da
bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada
uğradıkları horluktur, âhiretteyse pek büyük bir azap
vardır onlara.
34- Ancak onlardan, ele geçmeden
tövbe edenler, bu hükümden dışarıdır. Şüphesiz olarak
bilin ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
35- Ey inananlar, çekinin
Allah'tan ve onu vesîleyle arayın ve savaşın onun
yolunda da muradına erenlerden olun.82[6]
[6] Vesile, Tanrı yoluna
bilgiyle, kullukla yürümek ve şer'i hükümlere riâyet
etmektir (al-Müfredât, s. 545).
36- Kâfir olanlar, yeryüzünde ne
varsa hepsine, hattâ bir misli fazlasına sahip olsalar
da kıyâmet gününün azâbından kurtulmak için hepsini
verseler gene makbule geçmez ve onlara pek elemli bir
azap vardır.
37- Ateşten çıkmak isterlerse de
çıkamaz onlar ve onlar içindir sürüp giden bir azap.
38- Erkek olsun, kadın olsun,
hırsızlık edenlerin, elde ettiklerine karşılık, Allah
tarafından ibret verici bir ceza olarak kesin ellerini
ve Allah, üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
39- Ettiği zulümden sonra tövbe
eden ve düzgün bir hale gelenin tövbesini Allah kabul
eder. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
40- Bilmez misin Allah'ı ki
göklerin de tasarrufu ona aittir, yeryüzünün de ve
dilediğine azâp eder, dilediğini yarlıgar ve Allah'ın,
her şeye gücü yeter.
41- Ey Peygamber, ağızlarıyla
inandık diyen, fakat yürekleriyle inanmayanlardan ve
Yahûdilerden, boyuna kâfirliğe koşuşanlar, seni mahzun
etmesin. Onlar, sözleri, yalan söylemek için boyuna
dinleyip dururlar, senin yanına gelmemiş olan bir başka
kavim için dinlerler boyuna. Onlar, sözlerin bâzısının
yerlerini değiştirirler de size şu tarzda fetva
verilirse derler, kabul edin, verilmezse çekinin kabul
etmekten ve Allah, kime azâb etmek isterse sen, Allah'ın
isteğine karşı o adama hiçbir şey yapamazsın. Onlar,
öyle kişilerdir ki Allah, yüreklerini temizlemeyi murâd
etmemiştir. Onlar içindir dünya da horluk ve onlar
içindir âhirette pek büyük bir azap.
42- Onlar, yalan söylemek için
boyuna dinlerler, haramı ve rüşveti de boyuna yerler.
Sana gelirlerse aralarında hüküm ver, yahut da yüz çevir
onlardan. Yüz çevirirsen, kesin olarak sana hiçbir zarar
veremez onlar ve eğer hüküm verirsen, aralarında,
adâletle hüküm ver, şüphe yok ki Allah, adâlet
sahiplerini sever.
43- Nasıl oluyor da içinde
Allah'ın hükmü bulunan Tevrat, yanlarındayken senin
hükmüne baş vuruyorlar, sonra da gene bu hükümden yüz
çeviriyorlar? Onlar, zâten inanmamışlardır.
44- Şüphe yok ki biz, Tevrat'ı
indirdik, onda doğru yola sevk ediş ve nûr var. Tanrıya
teslîm olan peygamberlerle hükümleri bilenler ve Allah
kitabını korumaya memûr olan bilginler, Yahûdilere, hep
ona göre hüküm verirlerdi ve hepsi de o kitabın
doğruluğuna tanıktı. Artık insanlardan korkmayın, benden
korkun ve âyetlerimi, az bir menfaat karşılığında
satmayın ve kimler, Allah'ın indirdiği hükme uygun
olarak hüküm vermezlerse onlardır kâfirlerin ta
kendileri
45- Ve o kitapta onlara
hükmettik ki cana karşılık can, göze karşılık göz, burna
karşılık burun, kulağa karşılık kulak, dişe karşılık diş
ve yaralara karşılık da yaralarla kısas var. Fakat kim
bağışlar da hakkından geçerse bu, suçlarının
yarlıganmasına sebep olur ve kimler, Allah'ın indirdiği
hükme göre hüküm vermezlerse onlardır zâlimlerin ta
kendileri.
46- Onların izinden de,
ellerinde bulunan Tevrât'ı gerçeklemek üzere Meryemoğlu
İsa'yı gönderdik ve ona, içinde doğru yola sevk eden
hükümler ve nûr bulunan ve ellerindeki Tevrât'ı
gerçekleyen, çekinenleri doğru yola sevk eden
sakınanlara öğüt olan İncil'i verdik.
47- İncil ehli de, Allah'ın o
kitapta indirdiği hükümlerle hüküm versinler. Ve kimler
Allah'ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse onlardır
Tanrı buyruğundan çıkanların ta kendileri.
48- Ve sana da, önceki kitabı
gerçekleyen ve ona, emin bir tanık olan kitabı, gerçek
olarak indirdik. Artık aralarında, Allah'ın indirdiğine
göre hüküm ver ve sana gelen gerçekten dönüp onların
isteklerine uyma. Sizden her birerinize bir şeriat, bir
yol tâyin ettik ve Allah dileseydi bir ümmet yapardı
sizi, fakat size verdiği hükümler hususunda sizi
sınamaktadır, siz de hayırlı işlerde yarışın artık ve
hepinizin dönüp varacağı yer, Allah tapısıdır ve o,
haklarında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber
verecektir.
49- Aralarında, Allah'ın
indirdiği hükümlere göre hükmet ve onların dileklerine
uyma, Allah'ın, sana indirdiği hükümlerin bâzısından
seni saptıracaklarından çekin. Yüz çevirirlerse bil ki
ancak Allah, onları bâzı suçlarından dolayı musîbete
uğratacak ve insanların çoğu da buyruktan çıkmış
olanlardır zâten.
50- Hâlâ mı cahiliyet devrinin
hükmünü aramadalar? Gerçeği, şüphesiz bir sûrette
bilenler yanında hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir
ki?83[7]
[7] Kur’ân, Hz. Peygamberden
evvelki devre "câhiliyye", yani bilgisizlik devri adını
veriyor.
51- Ey inananlar, Yahûdilerle
Nasrânîleri dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin
dostudur ve sizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki
o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zâlim olan kavmi
doğru yola sevk etmez.
52- Yüreklerinde bir hastalık
olanları ve bir felâkete uğramamızdan korkuyoruz,
diyerek onların içine katılan, onlara koşanları
görürsün. Fakat belki de Allah bir fetih verir, yahut
kendi katından bir iş çıkarır meydana da onlar,
içlerinde gizledikleri şeyden dolayı nâdim oluverirler.
53- İnananlar da derler ki,
sizinle beraber olduklarına dair bütün kuvvetleriyle
yemin edenler bunlar mı? İşte yaptıkları boşa çıktı,
ziyankâr oluverdiler.
54- Ey inananlar, içinizden kim
çıkar da dininden dönerse Allah onlara bedel öyle bir
kavim getirecektir yakında ki o onları sevecek, onlar
da, onu sevecek, inananlara karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı yüce olacak o kavim. Allah yolunda
savaşacaklar ve hiçbir kınayanın kınamasından
korkmayacaklar. Bu, Allah'ın lütfü ve inâyetidir ki
dilediğine verir ve Allah'ın lütfü boldur, o her şeyi
bilir.84[8]
[8] Tanrı'nın, dininden
dönenlere bedel, meydana getirmeyi vaadettiği kavim
hakkında birçok rivâyetler vardır. Hasan, Katâde ve
Dahhâk'e göre bu kavim, dinden dönenlerle savaşan
Abû-Bekr'le ona uyanlardır. "Ansar" dır diyenler olduğu
gibi Yemenlilerdir diyenler de olmuş ve bu ayet inince
Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Abu - Mûsa-l Aş'ariyi işaret
ederek bunun kavmidir onlar dediği rivayet edilmiştir.
Gene bir rivayete göre Hz. Muhammed(s.a.a)'e bu ayetteki
kavim hangi kavimdir diye sorulunca Selman'ın omzuna
vurup Fars kavmidir. Biatten dönenlerle, biat
etmeyenlerle ve Haricilerle savaşması dolayısıyla Hz.
Ali ve ashabıdır diyenler de vardır ki sahabeden Ammar,
Huzayfa ve İbni Abbas bu fikirdedir. Muhammed-al Bakır
ve Ca'fer-al Sadık'tan da bu rivayet edilmiştir. Mehdi
ve ashabı hakkındadır diyenler olduğu gibi her zamanda,
kötülüğe ve kötüye karşı koyanlardır diyenler de
olmuştur (Macma-al Beyan).
55- Sizin dostunuz, sahibiniz,
ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz
kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.85[9]
[9] Bir gün, mescide bir yoksul
gelmiş, Allah için bir şey istemişti. Namazda
bulunduklarından hiç kimse bir şey verememiş, yoksul da
yâ Rabbi tanık ol; Peygamberinin mescidine geldim, bana
bir şey veren olmadı demişti. Bunun üzerine Ali,
rükûdayken elini uzatmış, yoksul, parmağındaki yüzüğü
alıp gitmişti. Bu ayet Ehli Beyt imamlarına, Sa'labi'ye,
Tabari'ye, Abû-Bekr-al Razi'ye göre bu olay üzerine
inmiştir. Başka çeşitli rivayetler de vardır (Macma).
56- Ve kim, Allah'tan,
Peygamberinden ve inananlardan yüz çevirirse bilsin ki
hiç şüphesiz Allah'a mensup olanlardır üst olacak
kişiler.
57- Ey inananlar, sizden önce,
kendilerine kitap verilenlerle kâfirlerden, dininizi
alay konusu yapan, onu oyuncak sayan kişileri dost
edinmeyin, çekinin Allah'tan inanmışsanız.
58- Birbirinizi namaza
çağırdığınız, ezan okuduğunuz zaman, bununla alay
ederler, bir oyun sayarlar bunu. Bu da şüphe yok ki
akılları olmayan, akıl edemeyen bir kavim
olduklarındandır.
59- De ki: Ey kitap ehli, bizden
hoşlanmayışınızın sebebi, ancak Allah'a ve bize
indirilene ve bizden önce indirilenlere inanmamızdan
başka bir şey mi ki? Ve sizin çoğunuz, buyruktan çıkmış
kişilersiniz.
60- De ki: Bundan daha fena
olanları, Allah'ın cezasına uğramış bulunanları haber
vereyim mi size? Allah'ın lânet ettiği, gazabına
uğrattığı, içlerinden bir kısmını maymun ve domuz
şekline soktuğu kişiler ve Şeytan'a tapanlar. İşte
bunlardır yeri daha kötü olanlar, doğru yoldan daha
fazla sapmış bulunanlar.
61- Sizin yanınıza geldiler mi,
inandık derler, halbuki onlar, bulunduğunuz yere
kâfirlikle girdikleri gibi gene kâfirlikle çıkmışlardır
ve Allah, onların gizlediğini, onlardan daha iyi bilir.
62- Onların çoğunu görürsün ki
suç işlemekte, düşmanlık etmekte, haram yemekte
birbirleriyle yarışa girerler. Yaptıkları şey, ne de
kötüdür.
63- Bâri, hükümleri bilenleri ve
bilginleri, onları, suç olan sözleri söylemekten ve
haram yemekten menetselerdi. İşledikleri iş, ne de
kötüdür.
64- Yahûdiler, Allah'ın eli
bağlıdır dediler, elleri bağlanasılar, söyledikleri söz
yüzünden lânete uğrayasılar. Hayır, Allah'ın iki eli de
açıktır, dilediği gibi ihsânda bulunur. Andolsun,
Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını,
kâfirliğini arttıracak ve biz, onların arasına kıyâmete
dek düşmanlık ve kin saldık. Ne vakit savaş için bir
ateş yaktılarsa Allah söndürdü o ateşi ve onlar,
yeryüzünde bozgunculuğa koşup dururlar ve Allah,
bozguncuları sevmez. 86[10]
[10] El anlamına gelen "yed",
kudret, tasarruf, nîmet, tahsis mânalarını ifade eder
(al-Müfredât, s. 573-574). Türkçe'de mecazen aynı
anlamlarda kullanılır. O iş benim elimin harcı, senin
elin yetmez, elimin altındasın, elim erer, gücüm yeter
v.s. gibi. Bağlı elden maksat nîmet vermeyiştir.
65- Kitap ehli olanlar
inansalardı, çekinselerdi elbette kötülüklerini örterdik
ve elbette onları da nîmeti bol cennetlere sokardık.
66- Tevrât'ın, İncil'in ve
Rablerinden sana indirilen kitabın hükümlerini
tutsalardı tepelerinden ayaklarının altlarından
nîmetlere nail olurlar, onları yerlerdi. İçlerinde geri
ve aşırı olmayan insaf ehli de var, fakat çoğunun
yaptığı işler, ne de kötü.
67- Ey Peygamber, bildir, sana
Rabbinden indirilen emri ve eğer bu tebliği îfâ etmezsen
onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni
insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah, kâfir olan kavme,
doğru yola gitmek hususunda başarı vermez.87[11]
[11] Bu âyetin iniş sebebi
hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bir rivâyete göre
Hz. Muhammed (s.a.a), bir gün, bir ağacın kaba -
gölgesinde yatmış, uyumuştu; kılıcını da yatmadan,
ağacın dalına asmıştı. Bir bedevi, yavaşça gelmiş,
kılıcı alıp kınından sıyırmıştı. Bu sırada pıtırtıdan
uyanan Peygambere, şimdi seni benim elimden kim
kurtaracak, demiş, Hz. Muhammed (s.a.a)'den, Allah
cevabını alınca pek ürkmüş, hattâ başını ağaca
çarpmıştı. Bu olay üzerine bu âyet indi. Bir başka
rivâyete göre gene bir gün, çadırında yatacağı sırada,
beni insanlardan kim koruyacak demiş, dışardan yak ve
silâh sesleri duyunca kimdir onlar diye sormuş, Huzayfa
ve Sa'd olduğunu ve kendisini korumak için geldiklerini
öğrenince yatmış, fakat bu esnâda bu âyet inince başını
dışarı çıkarıp siz gidin, beni Allah koruyacak demişti.
Mûsevilerle Hıristiyanları dine davetten çekinmemesi,
müşriklerin tanrılarının asılsız olduğunu söylemekten
vazgeçmemesi için indiğine dair rivayetler de vardır.
Bir başka rivayete göreyse Vida haccından dönerken
inmiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a), Gadiru
Humm denen yere konmuş, öğle ve ikindi kılındıktan sonra
deve hamutlarından yapılmış olan minbere çıkıp, ey
insanlar, bilmez misiniz ki ben, insanlara,
nefislerinden evlayım ve bilmez misiniz ki erkek-kadın,
her inanana, nefsinden evlayım demiş; herkes tasdik
edince Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak, ben kimin
mevlasıysam, yani kimin üstünde tasarrufum varsa, yahut
kimin efendisiysem, yahut da kimin dostuysam bu Ali de
onun mevlasıdır, demiştir (Sa'labi Tefsiri, İst. Üniv.
K. Arap. yaz. 1703, 32. a - 34 - a - Başka rivayetler
içinde aynı kitaba b.)
68- De ki: Ey kitap ehli, hiçbir
şeye inanmış sayılmazsınız Tevrât'ın, İncil'in ve
Rabbinizden size indirilen kitabın hükümlerini yerine
getirmedikçe ve andolsun ki Rabbinden sana indirilen,
onlardan çoğunun azgınlığını, kâfirliğini arttıracak,
artık o kâfir kavim yüzünden tasalanma sen.
69- Fakat inananlarla Yahûdi
olanlardan, Sâbîlerden ve Hıristiyanlardan Allah'a ve
âhiret gününe inanıp iyi işler işleyenlere ne bir korku
vardır, ne de mahzun olur onlar.
70- Andolsun ki
İsrailoğullarından söz almıştık, peygamberler
göndermiştik onlara. Fakat hangi peygamber onlara gelip
canlarının istemediği bir şey getirdiyse o
peygamberlerin bir kısmını yalanlamışlardı, bir kısmını
öldürmüşlerdi.
71- Ve sandılar ki bir cezaya
uğramayacaklar. Kör oldular âdeta, sağır kesildiler,
sonra tövbe ettiler, Allah kabul etti, sonra gene de
çoğu körleşti, sağır oldu ve Allah, onların yaptıklarını
tamamıyla görür.
72- Allah, şüphe yok ki Meryem
oğlu Mesîh'tir diyenler kâfir oldular ve Mesîh, ey
İsrailoğulları demişti, Rabbime ve Rabbinize kulluk
edin; şüphe yok ki Allah'a eş tanıyana Allah, cenneti
haram etmiştir, onun yurdu ateştir ve zâlimlere hiçbir
yardımcı yoktur.
73- Şüphe yok ki kâfir
olmuşlardır, Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler ve kulluk
edilecek tek bir Tanrı vardır ancak. Söyledikleri sözden
dönmezlerse içlerinden kâfir olanlar, pek elemli bir
azâba uğrayacaklardır.
74- Hâlâ mı tövbe etmeyecekler
Allah'a ve hâlâ mı yarlıgamasını istemeyecekler? Ve
Allah suçları örter, rahîmdir.
75- Meryemoğlu Mesîh, bir
peygamberden başka bir şey değildi; ondan önce de nice
peygamberler gelip geçtiler; annesi de gerçek bir
kadındı, ikisi de yemek yerlerdi. Bak bir, onlara
delillerimizi nasıl açıklamadayız, sonra da bak, nasıl
yüz çeviriyor onlar.
76- De ki: Allah'ı bırakıp size
ne bir zararı dokunacak, ne bir faydası gelecek bir
varlığa mı kulluk ediyorsunuz? Ve Allah, her şeyi duyar,
bilir.
77- De ki: Ey kitap ehli, haksız
yere dininizde, aşırı gitmeyin ve evvelce hem sapmış,
hem çoğunu saptırmış ve doğru yolu bırakıp sapıklığa
dalmış olan kavmin dileklerine uymayın.
78- İsrailoğullarından kâfir
olanlara Dâvûd'un diliyle de lânet edilmişti, Meryemoğlu
İsa'nın diliyle de. Bu da isyan ettiklerinden ve aşırı
gittiklerindendi.
79- İşledikleri kötülükten,
birbirlerini menetmezlerdi. Gerçekten de yaptıkları iş,
ne de kötüydü.
80- Onların çoğunu görürsün ki
kâfirlere dostluk ederler. Ne de kötüdür nefislerinin,
onlara hazırlayıp sunduğu şey; Allah'ın gazabına
uğrayacaklardır ve azâp içinde ebedî olarak
kalacaklardır.
81- Allah'a, Peygambere ve ona
indirilene inansalardı onları dost edinmezlerdi. Fakat
onlardan çoğu, buyruktan çıkmış kötü kişilerdir.
82- İnsanların, inananlara
düşmanlıkta en ileri gidenleri, göreceksin, Yahûdilerle
müşriklerdir, inananlara sevgi bakımından en yakınları
da biz Nasrânîyiz diyenlerdir. Bunun sebebi de, onların
içinde ilimle, ibadetle uğraşanlarla rahiplerin
bulunuşudur ve bir de onlar, ululanmazlar.
83- Peygamberlere indirileni
duydular mı gerçeği tanıdıklarından görürsün ki gözleri
yaşla dolar da taşar. Derler ki: Rabbimiz, inandık biz,
bizi gerçeğe tanık olanlardan et.
84- Zâten Rabbimizin bizi de iyi
insanlara katmasını umup dururken ne oluyor bize ki
Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?
85- Allah da onları söyledikleri
söz yüzünden, kıyısından ırmaklar akan cennetlere
sokarak mükâfatlandırır, orada ebedî olarak kalırlar ve
budur işte iyilik edenlerin mükâfatı.
86- Kâfir olanlarla âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince onlardır cehennem ehli.
87- Ey inananlar, Allah'ın size
helâl ettiği tertemiz şeyleri haram etmeyin kendinize ve
aşırı gitmeyin. Şüphe yok ki Allah, aşırı gidenleri
sevmez.
88- Ve yiyin Allah'ın size rızık
olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olanları ve
inandığınız Allah'tan çekinin.
89- Boş yere yemin etmenizden
dolayı sorumlu tutmaz sizi Allah, fakat yürekten ve
kasten ettiğiniz yeminler yüzünden sorumlu tutar. Yemin
kefâreti, âilenize yedirdiğiniz yemeklerin orta derecede
olanıyla on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek,
yahut da bir kul azat etmektir. Bunlara gücü yetmeyen üç
gün oruç tutar. İşte yemininizi bozarsanız budur
kefâreti. Koruyun yeminlerinizi. Allah, şükredenlerden
olursunuz diye âyetlerini işte böyle açıklar size.
90- Ey inananlar, şarap, kumar,
tapınmak için dikilmiş olan taşlar, fal için kullanılan
oklar, ancak Şeytan'ın işlerindendir ve birer pisliktir
bunlar. Bunlardan kaçının da muradına erenlerden olun.
88[12]
[12] Bu âyetlerle içki ve kumar
tamamıyla men edilmiştir.
91- Şeytan, şarap ve kumarla
sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ister ancak,
vazgeçtiniz artık değil mi?
92- Ve itaat edin Allah'a ve
Peygambere ve sakının. Yüz çevirirseniz iyice bilin ki
Peygamberimize düşen vazife, ancak tebliğden ibarettir.
93- İman edip iyi işlerde
bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde
bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri,
inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları
ve iyilik ettikleri takdîrde haram edilmeden önce
yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik
edenleri sever.
94- Ey inananlar, Allah, onu
görmeksizin de kendisinden korkan kişiyi ayırt etmek
için ellerinizin ulaşabileceği, mızraklarınızın
yetişebileceği avları avlanma hususunda sizi sınayacak
mutlaka. Bundan sonra kim aşırı hareket ederse ona pek
acı bir azap var.
95- Ey inananlar, ihramdayken
avlanmayın; içinizden kim, bir av hayvanını bilerek
öldürürse sizden iki adâlet sahibinin hükmüne göre
cezası, öldürdüğü hayvanın benzeri olan ve Kâ'be'ye
götürülen bir hayvanı kurban etmek, yahut işlediği suça
karşılık yoksulları doyurmak, yahut da bunlara denk
olacak kadar oruç tutmaktır, böylece yaptığının cezasını
tatması gerektir. Allah, geçmişte işlenen suçları
bağışlamıştır. Fakat bundan böyle de kim bu suçu işlerse
şüphe yok ki Allah öç alır ondan ve Allah üstündür, öç
alıcıdır.
96- Denizde avlanmak ve
avladığını yemek, geçiminiz için size de,
misafirlerinize de helâl edilmiştir de ihramda
bulunduğunuz müddetçe kara avı haram edilmiştir size.
Çekinin o Allah'tan ki onun tapısında toplanacaksınız.
97- Allah, Kâbe'yi hac ayını,
kurbanı, kurbanlık olduğu bilinsin diye boynuna bir şey
asılan hayvanları, insanların geçimine, düzenine sebep
etti, böylece de şüphesiz olarak Allah'ın, göklerde ve
yeryüzünde ne varsa hepsini bildiğini sizin de bilmenizi
diledi ve Allah, şüphe yok ki her şeyi bilir.
98- Bilin ki Allah'ın cezası,
muhakkak pek çetindir ve şüphe yok ki Allah suçları
örter, rahîmdir.
99- Peygamberin vazifesi, ancak
tebliğdir ve Allah, açığa vurduğunuz şeyleri de bilir,
gizlediğiniz şeyleri de.
100- De ki: Pisle temiz bir
değildir, pisin çokluğu seni şaşırtsa bile. Artık ey
aklı tam olanlar, çekinin Allah'tan da muradınıza erin.
101- Ey inananlar, size
açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın Kur'ân
indirilirken bunlara ait bir şey sorarsanız hükmü
açıklanır size, halbuki Allah geçmişti ondan, ona ait
hükmü bildirmemişti ve Allah, suçları örter, rahîmdir.
102- Sizden önce de bir kavim
onları sordu da sonra kâfir oluverdi.
103- Allah, ne bahîreyi meşru
kılmıştır, ne sâibeyi, ne vasîlayı, ne de hâmı; fakat
kâfir olanlar, Allah'a, yalan yere iftirâ ederler ve
onların çoğunun da aklı ermez.89[13]
[13] Müslümanlıktan önce,
Araplar, bir dişi deve beş defa doğurur da beşinci
yavrusu erkek olursa o devenin kulağını yararlar, kıra
salıverirlerdi. Buna ne binerler, ne yük yüklerlerdi. Bu
deveye "Bahire" adını verirlerdi (al-Müfredât, s. 36.
Muhammed-ibn-i Abdülmelik-ibn-i Hişâm: Sıret-ün-Nebî,
Ezher Prof. lerinden Muhammed Muhyiddin Abdülhamid'in
haşiyeleriyle, Kahire, 1937-1356, c. I, s. 95-98). Bir
derde uğrayan, bir hastalığa tutulan, bir dileği
bulunan, bir deve adardı. Derdi veya hastalığı geçince,
yahut dileği olunca bu deveyi koyuverirdi. Başı boş
dolaşan, yemden, sudan men edilmeyen bu deveye "Saibe"
denirdi (Ragıb-ı İsfahani, bunun da bahire gibi beş
batın doğurmuş dişi deve olduğunu söylüyor: s. 246.
Siret-ün-Nebi, aynı cilt, aynı sahifeler). Koyun, dişi
doğurursa yavrunun kendilerine, erkek doğurursa putlara
ait olduğunu kabul ederlerdi. İkiz olarak dişi ve erkek
yavrusu olursa dişi, erkek kardeşine kavuştu derler ve
erkeği de dişi yüzünden kurban etmezlerdi. Buna "vasile"
adı verilirdi (al-Müfredat, s. 446-547, Sire, s. 95-98).
Erkek bir deveden on döl alınmışsa onun sırtı
korunmuştur derler, üstüne binmezler, yazıyla
koyuverirler, sudan, yemden menetmezlerdi. Buna da "ham"
denirdi (al-Müfredat, s. 132, Sire, aynı sahifeler).
104- Onlara, gelin Allah'ın
indirdiğine ve Peygambere dendi mi bize yeter
atalarımızın yapageldikleri şeyler, böyle bulduk biz
derler. Fakat ya ataları da bir şey bilmiyorlardı ve
doğru yola gitmiyorlardıysa.
105- Ey inananlar, siz,
kendinize bakın; doğru yolu buldunuzsa sapık kişi, size
bir zarar veremez. Hepinizin de dönüp varacağı yer,
Allah tapısıdır ve o mutlaka yaptığınız şeyleri bildirir
size.
106- Ey inananlar, birinize ölüm
gelip çatarsa aranızda vasiyet edeceğiniz zaman, sizden
iki âdil tanık bulunsun.
Yolculuktaysanız ve gene size
ölüm musîbeti gelip çatacaksa sizden olmayan iki kişiyi
de tanık tutabilirsiniz. Ancak onları, namazdan sonraya
dek alıkoyun da akraba bile olsa Allah'ı bırakıp yerine
hiçbir menfaati satın almayacağız, tanıklığımızı, Allah
için gizlemeyeceğiz, gizlersek günahkârlardan olalım
diye Allah'a yemin etsinler.
107- O iki tanığın bir günahı
hakkettikleri anlaşılırsa mîras hakkında sahip
olanlardan ve tanıklığa daha ziyade lâyık bulunanlardan
iki kişi, onların yerine geçer, bizim tanıklığımız,
onların tanıklığından daha doğrudur ve biz zulmetmedik,
ettiysek zâlimlerden olalım diye Allah'a yemin ederler.
108- Bu, hakkıyla tanıklık
etmelerini, yahut yeminden sonra tanıklıklarının,
yeminlerinin reddedilmesinden korkmamalarını sağlamaya
daha yakındır. Ve çekinin Allah'tan ve dinleyin. Allah
kötülükte, taşkınlıkta bulunan kavmi doğru yola sevk
etmez.
109- O gün Allah, bütün
peygamberleri toplayacak da ne cevap verildi size
diyecek. Diyecekler ki: Bilgimiz yok bizim, şüphe yok ki
sensin gizli şeyleri hakkıyla bilen.
110- An o zamanı ki Allah ey
Meryemoğlu İsa, hatırla sana ve annene verdiğim nîmetimi
demişti, hatırla ki seni Rûh-ül-Kudüs'le kuvvetlendirdim
de beşikteyken de insanlarla konuştun, olgunluk çağında
da. Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrât-ı ve İncil'i
öğretmiştim. Hani topraktan kuş şeklinde bir şey
yapardın iznimle de ona üfürürdün, o da iznimle kuş
olurdu ve anadan doğma körün gözünü açar, abraş illetine
uğrayanı o illetten kurtarırdın iznimle ve hani ölüyü,
iznimle mezardan çıkarmış, diriltmiştin. Hani,
İsrailoğullarına apaçık delillerle geldiğin zaman
onlardan kâfir olanlar, bu ancak açık bir büyü
demişlerdi de ben seni kurtarmıştım onların elinden.
111- Hani Havarîlere, bana ve
Peygamberime inanın demiştim de inandık demişlerdi tanık
ol, biz Tanrıya teslîm olanlarız.
112- Hani Havariler, ey
Meryemoğlu İsa demişlerdi, Rabbin, bize gökten bir sofra
yemek indirebilir mi? İsa da inanmışsanız demişti,
çekinin Allah'tan.
113- Demişlerdi ki: İstiyoruz ki
o yemekten yiyelim, kalplerimiz tam bir inanca ulaşsın
ve bilelim ki sen bize doğru söylüyorsun ve buna da
tanık olalım biz.
114- Meryemoğlu İsa, Rabbimiz
demişti, bize gökten bir sofra yemek indir de bugün, hem
önce gelenlerimize bayram olsun, hem sonra
gelenlerimize, hem de senden bir delil olsun; sen bizi
rızıklandır ve sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.
115- Allah, onu size indireceğim
ben, fakat bundan sonra içinizden kâfir olanı öyle bir
azapla azaplandı-racağım ki demişti, âlemler içinde
hiçbir kimseyi o çeşit azaplandırmam.
116- Ve hani Allah, ey
Meryemoğlu İsa diyecek, sen misin insanlara, Allah'ı
bırakın da beni ve annemi iki tanrı tanıyın diyen? İsa
da seni noksan sıfatlardan arı bilirim diyecek, hakkım
olmayan bir sözü söyleyemem ki ben. Böyle bir söz
söylediysem elbette bilirsin bunu. Benim içimde ne varsa
hepsini mutlaka bilirsin sen. Fakat ben, senin bildiğini
bilemem; şüphe yok ki sen gizli olan her şeyi, hakkıyla
bilirsin.
117- Onlara, ancak bana
emrettiğini söyledim, Rabbime ve Rabbinize kulluk edin
dedim. İçlerinde bulundukça gözetirdim, korurdum onları,
fakat beni aldıktan sonra onların ne yaptıklarını sen
gördün ve sen her şeye hakkıyla tanıksın.
118- Onlara azâp edersen şüphe
yok ki onlar, senin kullarındır ve eğer yarlıgarsan
şüphe yok ki sensin üstün olan, hüküm ve hikmet sahibi
bulunan.
119- Allah diyecek ki: Bugün,
öyle bir gündür ki gerçeklerin gerçekliği fayda eder
ancak. Onlarındır kıyılarından ırmaklar akan cennetler,
ebedî kalırlar orada. Allah onlardan râzı olmuştur,
onlar da ondan râzı olmuşlardır. İşte budur en büyük
kurtuluş.
120- Allah'a aittir göklerin
yeryüzünün ve oralarda ne varsa hepsinin tasarrufu ve
onun her şeye gücü yeter.
6- EN'ÂM SURESİ
(Yüz altmış beş âyettir. 91.
âyetten itibaren üç âyetle 151. âyetten itibaren üç âyet
yani altı âyet, İbn-i Abbas'a göre Medenîdir. Ka'b oğlu
Ubeyy, İkrime ve Katâde'ye göre bütün sûre Mekkîdir ve
geceleyin vahyedilmiştir. İçinde küçük baş ve koca baş
hayvanlara ait hükümlerden bahsedildiği için bu anlama
gelen En'âm adıyla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hamt Allah'a ki gökleri ve
yeryüzünü halketti, karanlıkları ve ışığı yarattı, sonra
da kâfir olanlar, taptık-larını Rableriyle denk
tutarlar.
2- O, öyle bir Tanrıdır ki sizi
balçıktan yaratmıştır da ölüm vaktini takdîr etmiştir ve
kıyâmetin kopacağı zamana ait bilgi de ondadır, onun
katındadır, sonra gene de şüphe edersiniz siz.
3- Odur göklerde de, yeryüzünde
de Allah. Gizlediğinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da
ve ne kazanacağınızı da bilir.
4- Onlara Rablerinin
âyetlerinden bir âyet gelmemiştir ki ondan yüz
çevirmesinler.
5- Kendilerine, gerçek olan
Kur'ân gelince onu yalanlarlar, fakat yakında gelecek
onlara, alay ettikleri şeye ait haberler.
6- Görmediler mi onlardan önce
nice nesilleri helâk ettik ki onlara, yeryüzünde size
vermediğimiz imkânları, kudretleri vermiş, onları
yeryüzüne yerleştirmiştik, üstlerine bol-bol yağmur
yağdırmıştık, ayaklarını bastıkları yerlerden ırmaklar
akıtmıştık, fakat sonra suçları yüzünden helâk ettik
onları ve onlardan sonra da başka başka nesiller meydana
getirdik.
7- Sana, kâğıda yazılı bir kitap
indirseydik ve ona elleriyle dokunsalardı gene de kâfir
olanlar derlerdi ki: Bu, ancak apaçık bir büyü.
8- Diyorlar ki: Ona bir melek
indirilseydi. Melek indirseydik iş, olur biterdi ama
sonra kendilerine gözlerini yumup açacak kadar bile bir
mühlet verilmezdi.
9- Peygamberi, bir melek olarak
halk etseydik gene bir erkek şeklinde halk ederdik ve
gene düştükleri şüpheden kurtulmazlardı.
10- Senden önceki peygamberlerle
de alay edildi de alay edenler, alaylarının cezasına
uğradılar.
11- De ki: Gezin yeryüzünü de
görün inkâr edenlerin sonları ne olmuş.
12- De ki: Kimindir ne varsa
göklerde ve yeryüzünde? De ki: Allah'ın; rahmet etmeyi
gerekli kıldı özüne. Kıyâmet günü hepinizi de tapısında
toplayacak ve hiç şüphe yok o günün geleceğinde.
Kendilerine ziyan edenlerdir inanmayanlar.
13- Geceleyin ve gündüzün
yaşayıp barınan ne varsa hepsi, onundur ve odur duyan,
bilen.
14- De ki: Gökleri ve yeryüzünü
yoktan var eden Allah'tan başkasını mı dost edineyim ve
o, yedirip doyurur, yiyip doymaya ihtiyacı yoktur. De
ki: Bana, Müslüman olanların ilki olmam ve müşriklerden
olmamam emredildi.
15- De ki: Ben, Rabbime isyan
edersem pek büyük günün azâbından korkarım.
16- O gün azaptan kurtarılana
şüphe yok ki rahmet etmiştir ve budur en büyük kurtuluş.
17- Allah sana bir zarar verirse
o zararı, ondan başka açıp giderecek yoktur, sana bir
hayır verirse zâten odur her şeye gücü yeten.
18- Kulların üstünde tek
tasarruf sahibidir o ve odur hüküm ve hikmet sahibi her
şeyden haberdar olan.
19- De ki: En büyük tanıklık
nedir, hangisidir? De ki: Allah, gerçek tanıktır benimle
sizin aranızda ve bana bu Kur'ân, sizi ve kime ulaşırsa
onu korkutmam için vahyedildi. Siz, Allah'la berâber
tapılacak başka bir mâbud olduğuna mı tanıklık
ediyorsunuz? De ki: Ben tanıklık etmem. De ki: O, ancak
tek mabuttur ve benim, sizin ona eş tuttuklarınızla
hiçbir ilgim yok.
20- Kendilerine kitap
verdiklerimiz, Peygamberi, oğullarını tanıdıkları gibi
tanırlar, fakat kendilerine zarar verenlerdir
inanmayanlar.
21- Kimdir Allah'a boş yere
iftirâ edenden, yahut onun âyetlerini yalanlayandan daha
zâlim? Şüphe yok ki zâlimler, muratlarına erişmezler.
22- Ve o gün hepsini de toplar
da sonra Tanrıya şirk koşanlara deriz ki: Nerede size
yardım edecek sanıp şirk koştuklarınız?
23- Sonra onlar ancak Rabbimiz
Allah, sana andederiz ki biz şirk koşanlardan değildik
demekten başka bir özür serdedemezler.
24- Hele bak, nasıl da bile-bile
yalan söylerler ve iftirâ konuları da nasıl ortadan
kaybolup gider.
25- Onlardan seni dinleyenler de
var ve biz, dinledikleri sözleri anlamamaları için
kalplerini perdeleriz, kulaklarını ağırlaştırırız da
bütün delilleri görseler gene de inanmazlar onlara.
Nihâyet de yanına geldiler mi çekişmeye başlarlar
seninle ve bunlar, ancak evvelce gelip geçenlere ait
masallar derler.
26- Onlar hem insanları
uzaklaştırırlar ondan, hem kendileri uzaklaşırlar. Onlar
anlamadan ancak kendilerini helâk ederler.
27- Ateşin başında
durduruldukları zaman bir görseydin onları. Keşke
dünyâya tekrar döndürseler bizi de Rabbimizin âyetlerini
yalanlamasak ve inananlardan olsak derler.
28- Hayır; evvelce gizledikleri
belirdi artık, göründü onlara. Geriye döndürülseler de
gene nehyedildikleri şeyleri yapmaya koyulurlar ve şüphe
yok ki onlar, yalancılardır.
29- Ve dediler ki: Bu dünyâda
yaşayışımızdan başka bir yaşama yok bize ve biz tekrar
dirilmeyiz.
30- Rablerinin tapısında
durduruldukları vakit onları bir görseydin. Rableri, bu
gerçek değil mi der, Rabbimize andolsun derler, evet,
gerçek. Rableri de öyleyse kâfirliğiniz yüzünden tadın
azâbı der.
31- Gerçekten de ziyana
uğramışlardır Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar. Nihâyet
ansızın başlarına kıyâmet kopunca günahlarını sırtlarına
yüklenirler de yaptığımız taşkınlıklardan dolayı
yazıklar olsun bize derler; ne de kötü yüktür
taşıdıkları yükler.
32- Dünyâ yaşayışı, ancak bir
oyundan, bir oyalanmadan ibâret. Âhiret yurduysa
çekinenlere elbette daha hayırlı. Hâlâ mı aklınız
ermeyecek?
33- İyice biliriz ki onların
söylediği sözler, seni mahzun edecek. Fakat şüphe yok ki
onlar seni yalanlamış olmazlar, o zâlimler, bile-bile
Allah'ın âyetlerini inkâr ederler.
34- Andolsun ki senden önceki
peygamberler de yalanlandı da onlar, kendilerine
yardımımız erişinceye dek sözlerinin yalan sayılmasına
ve uğradıkları eziyetlere katlandılar ve Allah'ın
sözlerini değiştirecek yoktur ve sana da o
peygamberlerin haberleri gelmiştir.
35- Onların yüz çevirmeleri sana
pek ağır geliyorsa gücün yeterse yeraltında bir yurt
kurmaya, yahut gökyüzüne bir merdiven dayamaya bak da
onlara bir delil getir. Fakat Allah dileseydi onların
hepsine de doğru yolu gösterirdi. Artık sakın
bilgisizlerden olma.
36- Senin dâvetine ancak seni
dinleyenler icâbet eder. Ölüleriyse Allah diriltir de
sonra gene dönüp onun tapısına varırlar.
37- Rabbinden ona bir delil
indirilse derler. De ki: Allah'ın delil indirmiye gücü
yeter ama onların çoğu bilmez.
38- Yeryüzünde yürüyen hiçbir
hayvan ve kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin
gibi o da bir cinse mensup olmasın. Biz, kitapta hiçbir
şeyi eksik bırakmadık, sonra da hepsi Rablerinin
tapısında toplanır.
39- Âyetlerimizi yalanlayanlar,
karanlıklarda kalmış sağırlardır, körlerdir. Allah kimi
isterse doğru yoldan saptırır ve kimi dilerse doğru yola
sevk eder.
40- De ki: Gerçekseniz, size
Allah'ın azâbı gelir-çatar, yahut başınıza kıyâmet
koparsa Allah'tan başkasını mı çağırır, ondan başkasına
mı duâ edersiniz, bana haber verir misiniz siz?
41- Hayır; ancak onu
çağırırsınız, o da dilerse duânızı kabûl eder de
uğradığınız belâyı açıp giderir ve şirk koştuklarınızı
unutur, gidersiniz.
42- Andolsun ki senden önceki
ümmetlere de peygamberler yolladık da yalvarmaya
düşsünler diye onları şiddetli sıkıntılara, kıtlığa ve
hastalığa uğrattık biz.
43- Onlara azâbımız geldiği
vakit olsun, yalvarmaları gerekirdi, fakat yalvarmadılar
bile, kalpleri katılaştı ve Şeytan, yaptıkları şeyleri
süsleyip hoş gösterdi onlara.
44- Derken söylenenleri, verilen
öğütleri unuttukları zaman her şeyin kapılarını açtık
onlara ve onlar, kendilerine verilen şeylerle genişliğe
ulaştıkları gibi hemen ve ansızın onları tutup alıverdik
de bütün umduklarından mahrum oldular.
45- Böylece de zulmeden kavmin
kökü kesildi ve hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a.
46- De ki: Allah kulaklarınızı
sağır, gözlerinizi kör eder ve kalplerinizi mühürlerse
Allah'tan başka hangi mabuttur dersiniz onları size geri
verecek? Bak da gör, nasıl deliller getiriyoruz da gene
onlara yüz çeviriyorlar.
47- De ki: Allah'ın azâbı
ansızın, yahut açıkça gelip çatsa size, zulmeden
kavimden başkası helâk edilir mi dersiniz?
48- Biz, peygamberleri ancak
müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik. Şu halde
inananlara ve kendilerini düzgün bir hale getirenlere ne
korku vardır, ne de mahzun olur onlar.
49- Âyetlerimizi inkâr edenlerse
kötülükte bulunduklarından dolayı azâba
uğratılacaklardır.
50- De ki: Ben size, Allah'ın
hazineleri yanımda da demiyorum, gaibi bilirim, ben bir
meleğim de demiyorum. Ben, yalnız bana vahyedilen şeye
uymadayım. De ki: Körle gözü açık kişi bir olur mu hiç?
Ne diye hâlâ düşünmezsiniz?
51- Rablerinin tapısında
hasredilmeden korkanları Kur'ân'la korkut ve çekinsinler
diye de bildir ki onlara, Rablerinden başka ne bir dost
vardır, ne de bir şefaatçi.
52- Sabah, akşam, râzılığını
dileyerek Rablerine duâ edenleri kovma; ne onlardan,
herhangi bir hususta sen sorumlusun, ne de senin
amelinden onlara bir şey sorulur, onun için onları kovup
da haksızlık edenlerden olma.
53- Ve biz, Allah'ın, aramızdan
seçip lütfettiği bunlar mı demeleri için halkın bir
kısmını, bir kısmıyla sınarız. Allah, şükredenleri daha
iyi bilmez mi?
54- Âyetlerimize inananlar sana
gelince de ki: Esenlik size, Rabbiniz, rahmet etmeyi
kendisine gerekli kılmıştır; şüphe yok ki içinizden
biri, bilgisizlik yüzünden bir kötülük yapar da sonradan
tövbe eder, halini düzene korsa muhakkak ki Tanrı,
suçları örter, yarlıgar, rahîmdir.
55- Suçluların yolu yoradamı
iyice meydana çıksın diye delilleri bu çeşit
açıklamadayız.
56- De ki: Ben, Allah'ı bırakıp
da taptıklarınıza tapmaktan nehyedildim. De ki: Sizin
dileğinize uymam ben. Uyarsam şüphe yok ki doğru yoldan
sapmış olurum ve doğru yolu bulanlardan olmam.
57- De ki: Ben, sizin yalan
saydığınız apaçık, belli-beyan deliline uydum Rabbimin.
Çabucak gelmesini istediğiniz azap da benim elimde
değil. Hüküm, ancak Allah'ın, doğruyu haber veren odur
ve odur ayırt edenlerin en hayırlısı.
58- De ki: Hemencecik olmasını
istediğiniz şey, benim elimde olsaydı sizinle aramdaki
iş çoktan olur, biterdi ve Allah, zâlimleri elbette daha
iyi bilir.
59- Gaibin anahtarları, onun
yanındadır, onları ancak o bilir; karada ve denizde ne
varsa bilir. Bir yaprak bile düşse bilir onu ve
yeryüzünün karanlıkları içinde bir tek tane yoktur ki,
yaş ve kuru hiçbir şey bulunamaz ki apaçık kitapta
tespit edilmemiş olsun.
60- O, öyle bir Tanrıdır ki
geceleyin âdeta sizi öldürür, gündüzün ne çeşit işlerde
bulunacağınızı bilir, sonra sizi gündüz diriltir de
mukadder olan ölümünüze dek bu, böyle gider, ölümden
sonra da dönüp varacağınız yer, onun tapısıdır, sonra ne
yaptıysanız hepsini size haber verir.
61- Odur kullarından yüce
tasarruf ve kudret sahibi ve size, amellerinizi hıfz ve
kaydeden melekler göndermiştir. Nihâyet birinizin ölümü
geldi mi elçilerimiz, onu öldürürler ve onlar, artık ve
eksik iş görmezler.
62- Sonra, her işi doğru olan
kudret ve tasarruf sahibi Tanrılarının tapısına
götürülürler. Bilin ki hüküm onundur ve o, hesap
görenlerin en tez hesap görenidir.
63- De ki: Sızlanıp yalvararak
gizlice, bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden oluruz
diye duâ ettiğiniz zaman sizi karanın ve denizin
karanlıklarından kurtaran kimdir?
64- De ki: Ondan da sizi
kurtaran Allah'tır, bütün sıkıntılardan da; sonra gene
ona şirk koşarsınız.
65- De ki: Üstünüzden,
ayaklarınızın altından size azap göndermeye, yahut sizi
bölük-bölük edip bir kısmınızın azâbını bir kısmınıza
tattırmaya gücü yeter onun; anlasınlar diye bak,
delilleri nasıl çeşit-çeşit açıklamadayız.
66- Kavmin, Kur'ân'ı yalan
saymada, halbuki o, gerçektir. De ki: Ben, sizi koruyucu
değilim.
67- Her haberin mukadder bir
zamanı var, siz de öğrenir, bilirsiniz yakında.
68- Âyetlerimize dâir
münâsebetsiz sözlere daldıklarını görünce bir başka
bahse girişinceye dek yüz çevir onlardan. Şeytan, bunu
sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmeden
kavimle oturma.
69- Çekinenler, onların
meclislerinde bulunsalar da onların sorumluluğundan bir
şey gelmez kendilerine, üstlerine düşen ödev,
çekinsinler, sakınsınlar bu işten diye öğüt vermektir
ancak.
70- Dinlerini bir oyundan, bir
eğlenceden ibâret sayan ve dünyâ yaşayışına aldanan
kişileri bırak kendi hallerine. Sen, ancak Kur'ân'la
öğüt ver de hiç kimse, kazandığı suçlar yüzünden helâk
olmasın. Ona, Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne bir
şefaatçi. Suçlu, varını-yoğunu, kurtuluşu için fedâ etse
kabul edilmez. Kazançları yüzünden helâk olanlar,
inkârlarından dolayı kaynar su içeceklerdir ve pek acı
bir azap vardır onlara.
71- De ki: Allah'ı bırakıp da
bize ne faydaları dokunan, ne zararları erişen şeylere
mi ibâdet edelim ve Allah bize doğru yolu gösterdikten
sonra tekrar geriye mi dönelim, hani Şeytanların
şaşırtıp sersem bir halde çöle düşürmek istedikleri adam
gibi, halbuki arkadaşları, bize gel diye onu doğru yola
çağırıp durmadadır. De ki: Şüphe yok ki Allah'ın
gösterdiği yoldur doğru yol ve bize, âlemlerin Rabbine
teslîm olmamız emredildi.
72- Namaz kılın ve Tanrıdan
çekinin dendi ve o, öyle bir Tanrıdır ki varıp
toplanacağınız yer, onun tapısıdır.
73- Öyle bir Tanrıdır ki gökleri
ve yeryüzünü, boş yere değil, hikmetiyle ve gerçek
olarak yarattı. Ol dediği gün her şey oluverir. Sözü
gerçektir ve sûrun üfürüldüğü gün saltanat ve tasarruf
onundur, odur gizliyi de bilen, açıkta olanı da ve odur
hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan.90[1]
[1] Sûr, boynuz gibi bir
borudur. İsrâfil adlı melek, onu ilk üfleyişte bütün
canlılar ölecek, kıyamet kopacak, ikinci üfleyişinde
ruhlar, bedenlere girecek ve âhiret âlemi başlayacaktır.
74- Hani İbrahîm, atası Âzer'e,
putları mabut mu tanıyorsun demişti, şüphe yok ben, seni
de, kavmini de apaçık bir sapıklığa düşmüş görmedeyim.
91[2]
[2] Azer, bâzılarına göre
İbrahîm Peygamberin babasının adıdır. Fakat bâzıları
İbrahîm'in babasının adı Târeh'tir, Azer değildir
demişlerdir. Azer ve Târeh, söyleyiş farkıdır, her iki
ad aynıdır diyenler de vardır. Hattâ bâzıları Azer, bir
putun adıdır demişlerdir. Kur’ân'da geçen "eb" kelimesi,
Arapçada ananın babasına ve amcaya denir. Bu bakımdan
Azer, İbrahîm Peygamberin anasının babasıdır diyenler,
bilhassa İbrahîm'in, 14. sûrenin 41. âyetinde babasıyla
anasının mümin olarak anıldığını nazarı dikkate
almışlardır.
75- Biz, gerçek ve şüphesiz
bilgiye sahip olması için İbrahîm'e, göklerdeki ve
yeryüzündeki kudret ve saltanatı, tasarruf ve hikmeti
böylece göstermedeydik.
76- Gece olup karanlık basınca
bir yıldız görmüş de budur Rabbim demişti. Fakat yıldız
battı mı demişti ki: Ben batanları sevmem.
77- Sonra Ayın doğmakta olduğunu
görmüş de Rabbim bu demişti. Fakat batınca andolsun ki
demişti, Rabbim bana doğru yolu göstermezse sapık
kavimden olacağım ben.
78- Derken güneşin ışıklar
saçarak doğduğunu görmüş, Rabbim bu demişti, bu daha
büyük. Fakat güneş de batıp gidince ey kavim demişti,
benim, sizin şirk koştuğunuz şeylerle hiçbir ilgim yok.
79- Hiç şüphem olmaksızın
mabudumu tek tanıyarak yüzümü, gökleri ve yeryüzünü
yaratana döndüm ve ben, şirk koşanlardan değilim.
80- Kavmi, onunla çekişmeye
girişince de Allah bana doğru yolu buldurduktan sonra da
onun hakkında benimle çekişmeye mi kalkıyorsunuz
demişti, ben, sizin Tanrıya eş tanıdıklarınızdan
korkmam, Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin bilgisi her
şeyi kavramıştır, hâlâ mı düşünmeyecek, öğüt kabul
etmeyeceksiniz?
81- Siz, hiçbir delile sahip
olmadığınız halde o putları Allah'a eş tanımaktan
korkmuyorken ben o eş tanıdıklarınızdan nasıl korkarım
ki? Biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisine,
daha fazla inanılır, hangi taraf, daha ziyade emniyete
hak kazanmıştır?
82- İnananlar ve inançlarını
haksızlıkla karıştırmayanlardır emîn olmaya hak
kazananlar ve onlardır doğru yolu bulmuş olanlar.
83- İşte, İbrahîm'e, kavmine
serdetmek için verdiğimiz kesin deliller bunlardı,
dilediğimiz kişinin derecesini kat-kat yüceltiriz biz.
Şüphe yok ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi
bilir.
84- Ona İshak'ı ve Yakup'u
verdik, hepsine de doğru yolu ihsân ettik. Daha önce
Nûh'u ve soyundan Dâvûd'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yûsuf'u,
Mûsâ'yı ve Hârûn'u doğru yola sevketmiştik ve biz,
iyilik edenleri böylece mükâfatlandırırız.
85- Zekeriyya'ya, Yahya'ya,
İsa'ya ve İlyas'a da doğru yolu lütfettik, hepsi de
doğru hareket eden kişilerdendi.
86- İsmâîl'e, Elyesa'a, Yunus'a
ve Lût'a da doğru yolu ihsân etmiştik, hepsini de
âlemlere üstün kılmıştık.
87- Onların atalarından,
soylarından ve kardeşlerinden bir kısmına da üstünlük
verdik, onları seçtik ve doğru yola sevkettik.
88- İşte Allah'ın doğru yolu
budur, kullarından dilediğini o yola sevk eder. Onlar da
şirk koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi.
89- Bunlar, kendilerine kitap,
hükmetme yetkisi ve peygamberlik verdiğimiz kişilerdir.
Kâfirler, bunları tanımazlar, inkâr ederlerse zâten biz,
kâfir olmayacak bir topluluğu onların yerine geçmeye
memûr etmişizdir.
90- Onlar, Allah'ın doğru yola
sevkettiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy. De ki:
Ben, yaptığıma karşılık sizden bir ücret istemiyorum,
bu, ancak âlemlere bir öğüt.
91- Allah, hiçbir kimseye hiçbir
şey indirmedi dedikleri zaman Allah'ı lâyıkıyla
tanımadılar, ululamadılar. De ki: Mûsâ'nın, insanlara
bir ışık ve onları doğru yola sevk eden bir vâsıta
olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Hani-siz onu
kâğıtlara yazdınız da yayıp açıklarsınız, hükümlerinden
çoğunu da gizlersiniz, hani siz de, atalarınız da,
bilmediğiniz şeyleri onun sayesinde bildiniz,
öğrendiniz. De ki: Allah indirdi, sonra da bırak onları,
düştükleri boş iddialarla oyalanıp dursunlar.
92- Sana, şehirlerin anası olan
Mekke halkını ve çevresindeki bütün insanları korkutmak,
Tanrı azâbını onlara haber vermek için bu kutlu ve
onlarda bulunan kitapları gerçekleyici kitabı indirdik
ve âhirete inananlar, namazlarını dâimâ kılarak bu
kitaba da inanırlar.
93- Allah'a boş yere iftirâ
edenden, yahut, kendisine hiçbir şey vahyedilmediği
halde bana da vahyedildi diyenden ve Allah'ın indirdiği
hükümlere benzer hükümleri ben de yakında indireceğim
diye söylenenden daha zâlim kimdir ki? Meleklerin,
ellerini uzattıkları ve delillerine karşı ululuk satmak
istediğinizden ve haksız olarak Allah hakkında
söylediğiniz şeylerden dolayı horlukla cezalandırılacak,
aşağılık bir azâba uğrayacaksınız, haydi, kurtarın bugün
canlarınızı dedikleri zaman o zâlimlerin, ölümün
şiddetiyle nasıl kıvrandıklarını bir görmelisin.
94- Andolsun ki size verdiğimiz
her şeyi arkanızda bırakmışsınız da sizi evvelce nasıl
yarattıysak tıpkı onun gibi tek başınıza, yapayalnız
huzurumuza gelmişsiniz. Sizce Tanrıya eş olan
şefaatçilerimizi de yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki
bağlar, tamamıyla kopmuş, boşuna umduklarınız elinizden
çıkmış, kaybolup gitmiştir.
95- Şüphe yok ki tohumları ve
çekirdekleri yarıp nebatları ve ağaçları yetiştiren
Allah'tır. Ölüden diri izhâr eder, diriden ölü. Budur
Allah işte, nasıl oluyor da ondan yüz çeviriyorsunuz?
96- Sabahı ağartan oldur. Geceyi
huzur ve istirahat için, güneşle ayı da muayyen bir
hesapla devretmek üzere yaratmıştır. Bu, üstün ve her
şeyi bilen Tanrının takdîridir.
97- Öyle bir mabuttur ki karada
ve denizde, karanlıklar içine dalmışken yolunuzu
bulmanız için yıldızları yaratmıştır. Bilen topluluğa
delillerimizi apaçık anlatmadayız.
98- Sizi bir tek kişiden meydana
getirmiştir de size bir eğlenecek yurt, bir de eğreti
olarak kalınacak yer tâyin etmiştir. Anlayan topluluğa
delillerimizi açıkça bildirmedeyiz.
99- Gökten yağmur yağdıran da
odur. Sonra o yağmurla her çeşit nebâtı
tomurcuklandırır, yeşertir, ondan da başaklar içinde
birbirine bitişmiş, istiflenmiş tâneler meydana getirir.
Hurma tomurcuklarından, elle yetişilecek kadar yakın
salkımlar, bir bakımdan birbirine benzeyen, bir bakımdan
benzemeyen üzümlerden, zeytinlerden, narlardan
bağlar-bahçeler yetiştiririz. Bir meyve verince bakın
onlara, bir de meyveleri olunca. Şüphe yok ki bütün
bunlarda, inanan topluluğa deliller var.
100- Bir de Allah'a cinleri eş
tanıdılar, halbuki onları da yaratan odur ve
bilgisizlikle, onun oğulları, kızları olduğunu da
uydurdular. O onların tavsîf ettiği şeylerden arıdır ve
yücedir.
101- Gökleri ve yeryüzünü eşsiz
örneksiz yoktan var eden odur. Eşi bulunmasına imkân
yokken oğlu nasıl olabilir? Ve her şeyi o yaratmıştır ve
o, her şeyi bilir.
102- İşte Rabbiniz Allah; ondan
başka tapacak yok. Her şeyi halk eden odur, ancak ona
kulluk edin ve her şeyi gözetip koruyan odur.
103- Gözler onu göremez, o,
gözleri görür, odur lütfü bol ve her şeyden haberdar.
104- Şüphe yok ki Rabbinizden
görgüler ihsân edildi size. Kim can gözünü açıp görürse
faydası kendisine, kör olanın ziyanı da gene kendine ve
ben, sizin üstünüze dikilmiş bir bekçi değilim.
105- Sen bunu öğrenmişsin
dememeleri için delilleri çeşit-çeşit bildirmede ve
bilen topluluğa apaçık anlatmadayız.
106- Rabbinden sana vahyedilene
uy, ondan başka tapacak yoktur ve şirk koşanlardan yüz
çevir.
107- Allah dileseydi şirk
koşmazlardı ve biz, seni onların üstüne bir bekçi
dikmedik, onları korumaya, işlerini görüp kendilerini
gözetmeye memûr da değilsin.
108- Allah'tan başka çağırıp duâ
ettikleri şeylere sövmeyin ki sonra bilgisizlikle onlar
da Allah'a söverler. İşte biz, böylece her topluluğa,
yaptıklarını süsleyip güzel gösterdik, sonra da dönüp
varacakları yer, Rablerinin tapısıdır ve o da, ne
yaptıklarını bildirir onlara.
109- Onlar, kendilerine bir
delil gelirse inanacaklarına dâir çok sıkı yemin
ettiler. De ki: Deliller, Allah katındadır, fakat delil
gelse de inanmayacaklarını anlamaz mısınız?
110- Biz, onların gönüllerini,
gözlerini tersine çevirmişiz, evvelce inanmadıkları gibi
gene inanmazlar ve biz, onları taşkınlıklarında şaşkın
bir halde terketmişiz.
111- Onlara melekler
indirseydik, ölüler dirilip onlarla konuşsaydı, her şeyi
toplayıp önlerine koysaydık gene Allah dilemedikçe
inanmazlardı, fakat çoğu bilmez.
112- İşte biz, böylece her
peygambere insan ve cin Şeytanlarını düşman ettik;
bâzısı, bâzısına yaldızlı sözler söyleyerek aldatır.
Rabbin dileseydi yapamazlardı bunu, onları da bırak,
iftirâlarını da.
113- Onlar, âhirete
inanmayanların gönülleri meyletsin ve hoşnut olsunlar da
yapageldiklerine devâm etsinler diye söylerler o
sözleri.
114- Allah'tan başka bir hakem
mi arayayım ki size, her muhtâç olduğunuz şeyi bildirip
açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap
verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından
gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe
edenlerden olma.
115- Rabbinin sözleri, gerçek
olarak ve adâlet üzere tamdır, tekemmül etmiştir,
sözlerini değiştirecek yoktur ve odur duyan, bilen.
116- Yeryüzünde bulunanların
çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırır; çünkü
onlar, ancak zanna kapılırlar ve onlar, ancak yalan
söylerler.
117- Şüphe yok ki Rabbin, kendi
yolundan sapanı daha iyi bilir ve o daha iyi bilir doğru
yolu bulmuş olanları.
118- Onun âyetlerine
inanmışsanız Allah'ın adı anılarak kesilenleri yiyin.
119- Size ne oluyor da Allah'ın
adı anılarak kesilenleri yemiyorsunuz? Halbuki zorada
kaldığınız zamanlar hariç, size harâm edilenleri ayırt
etmişti. Şüphe yok ki halkın çoğu, bilmeden kendi
istekleriyle sapıp gider. Şüphe yok ki Rabbin, haddini
aşanları daha iyi bilir.
120- Günahın açığa vurulanından
da vazgeçin, gizli kalanından da. Günah kazananlar,
kazançlarına karşılık cezâlanacaklardır.
121- Allah'ın adı anılarak
kesilmeyen hayvanları yemeyin ve şüphe yok ki kötülüktür
bu ve şüphe yok ki Şeytanlar, sizinle çekişmeleri için
dostlarına telkinde bulunurlar, onlara uyarsanız siz de
şirk koşanlardan olursunuz.
122- Ölüyken diriltip insanların
arasında yol alması için kendisine bir ışık verdiğimiz
kimse, karanlıklara dalmış olan ve bir türlü de
çıkamayan kimseye benzer mi hiç? İşte böylece kâfirlere,
yaptıkları şeyler, süslü ve hoş gösterilmededir.
123- Ve böylece her şehirde,
hîleler, düzenler kursunlar diye o şehrin günahkârlarını
büyülttük, yücelttik, onlar ancak kendilerine karşı
hîlekârlıkta bulunurlar ama bilmezler.
124- Bir âyet geldi mi, Allah'ın
peygamberlerine geldiği gibi bize de bir âyet gelmedikçe
kesin olarak inanmayız derler. Peygamberliğini kime
vereceğini Allah bilir. O suç işleyenlere,
hîlekârlıkları yüzünden Allah katından bir horluk ve
çetin bir azap gelip çatacaktır.
125- Allah, kimi doğru yola
götürmek isterse Müslümanlığı kabûl etmesi için gönlünü
açar ve kimi sapıtmak isterse gönlünü öyle bir daraltır,
sıkar ki sanki göğe ağacakmış da imkân bulamıyor sanır
kendisini. İşte Allah, inanmayanlara böyle azap verir.
126- Ve budur Rabbinin doğru
yolu, düşünüp öğüt alacak topluluğa âyetlerimizi apaçık
bildirdik.
127- Onlarındır Rablerinin
katında esenlik yurdu ve o, yaptıkları işlerden dolayı
dosttur onlara.
128- O gün hepsini toplar da ey
cin topluluğu, insanların birçoğunu baştan mı çıkardınız
der. İnsanlardan, onlara dost olanlar, Rabbimiz derler,
biz, birbirimizden faydalandık ve bize takdîr ettiğin
vakte de eriştik işte. Tanrı, ateştir yurdunuz der,
orada Allah'ın dilediği hariç, ebedî olarak kalırsınız.
Şüphe yok ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi
bilir.
129- İşte biz, kazandıkları suç
yüzünden zâlimlerin bir kısmını, bir kısmına böyle
mûsâllat ederiz.
130- Ey cin ve insan topluluğu,
içinizden, size âyetlerimi nakleden ve içinde
bulunduğunuz şu günün bir zaman olup geleceğini haber
vererek sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?
Aleyhimize tanıklık ediyoruz derler ve onları dünya
yaşayışı aldatmıştır da sonucu, kâfir olduklarına dâir
kendi aleyhlerine kendileri tanıklıkta bulunmuşlardır.
131- Bu da, halkının hiçbir
şeyden haberi olmayan şehirleri, Rabbinin zulümle helâk
etmeyeceğinden dolayıdır.
132- Herkesin, yaptığına göre
dereceleri var ve Rabbin, onların yaptıklarından gafil
değildir.
133- Rabbin, her şeyden müstağnî
ve rahmet sâhibi Rab'dir. Dilerse sizi ortadan kaldırır
ve sizden sonra dilediğini yerinize getirir, nitekim
sizi de başka-başka toplulukların soyundan meydana
getirmiştir.
134- Muhakkak size vaadedilen
şeyler gelecek ve siz, olacak şeylerin önüne
geçemezsiniz.
135- De ki: Ey kavmim, siz
elinizden geleni yapın, ben de yapmadayım. Yakında
bilir, anlarsınız kimin sonunun hayırlı olacağını. Şüphe
yok ki zâlimler, muratlarına ermezler.
136- Allah'ın yarattığı
ekinlerle hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırıp boş
düşüncelerine göre bu Allah'ın diyorlardı, bu da
ortaklarımız olan putların. Putlara ait olanlar, Allah'a
ulaşmıyordu ama Allah'a ait olanlar, ortaklarına,
putlara kavuşuyordu, hükmettikleri şey ne de
kötüydü.92[3]
[3] Tarlalarını, şu kısım
Tanrının, şu kısım putların diye ekerler, 5. sûrenin
103. âyetinin izahında bildirildiği gibi hayvanlarının
bir kısmını da putlara ait sayarlardı. Putlara ayrılan
kısımda eksiklik hasıl olursa Allah zengindir,
putlarımızınsa ihtiyaçları var deyip Allah'a ait olandan
alarak putlara ait olana katarlar ve putlara hizmet
edenlere verirlerdi.
137- Ve gene böylece ortakları,
onları helâk etmek ve inançlarına şüpheler karıştırmak
için müşriklerin çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş
gösterdi. Allah dileseydi yapamazlardı bunu, artık sen
onları da kendi hallerine bırak, boş yere ettikleri
iftirâlarına da aldırış etme.93[4]
[4] Araplarda, ilk evlâdın kız
oluşu, nâmusa dokunan bir keyfiyetti. Onun için o çocuğu
diri diri toprağa gömen baba, namussuzluktan kurtulurdu.
138- Onlar, kendi akıllarınca bu
hayvanlarla ekinler haramdır, ancak izin verdiğimiz
kişiler yiyebilir onları ve şu hayvanlara da binmek
harâm edilmiştir dediler. Boş yere Allah'a iftirâ ederek
adını anmadan hayvan kesiyorlar, yakında bu
iftirâlarının cezâsını görecekler.94[5]
[5] İzin verilen kişiler,
putlara hizmet edenlerdir.
139- Ve şu hayvanların
karınlarındaki yavrular, yalnız erkeklerimize helâl,
kadınlarımıza haram; ölü doğarsa erkek de ortak, kadın
da dediler. Bu çeşit sözleri yüzünden cezâlarını yakında
verecek. Şüphe yok ki o, hüküm ve hikmet sahibidir, her
şeyi bilir.
140- Muhakkak ki bilgisizlik
yüzünden akılsızca hareket ederek çocuklarını
öldürenlerle Allah'a boş yere iftirâda bulunarak
Allah'ın verdiği rızıkları haram sayanlar, zarara
uğramışlar, mahrûmiyet içinde kalmışlardır. Şüphesiz ki
onlar sapıtmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır.
141- Öyle bir mabuttur ki
çardaklı ve çardaksız bağları, bahçeleri, tatları
çeşitli hurmaları, ekilmiş şeyleri, bir bakıma birbirine
benzeyen, bir bakıma benzemeyen zeytinleri ve narları
yetiştirip meydana getirir. Meyve verince meyvelerinden
yiyin, devşirme günü hakkını da isrâf etmemek şartıyla
verin, şüphe yok ki o, müsrifleri sevmez.
142- Hayvanlardan yüklerinizi
taşıyanlar var, yününden faydalandıklarınız var ve
onları da yaratan o Allah'ın, sizi rızıklandırdığı
şeyleri yiyin ve Şeytan'ın izini izlemeyin; şüphe yok ki
o, size apaçık bir düşmandır.
143- Derler ki sekiz çifttir o
hayvanlar. Koyun iki çift, keçi iki çift. De ki:
Erkekleri mi harâm etti, dişileri mi, yoksa o dişilerin
rahîmlerindeki yavruları mı? Sözünüz gerçekse bilerek
haber verin bana.
144- Deve iki çifttir, sığır iki
çift derler. De ki: İki erkeği mi harâm etti, yoksa
dişileri mi, yahut da dişilerin rahîmlerindeki yavruları
mı? Allah, bunu size tavsiye ederken tanık mıydınız,
gördünüz, duydunuz mu yoksa? Bilmeden insanları
saptırmak için yalan yere Allah'a iftirâ edenden daha
zâlim kimdir ki? Şüphe yok ki Allah, zulmeden kavmi
doğru yola sevk etmez.95[6]
[6] Âyetlerdeki sorular inkâr
anlamını bildirir, yani bu hayvanlar haram değildir
demektir.
145- De ki: Bana vahyedilenler
arasında ölmüş hayvan etinden, dökülmüş kandan, yahut da
domuz etinden başka, yiyene harâm edilen bir şey
bulamıyorum ben. Şüphe yok ki domuz, pistir ve bir de
Allah'tan başkası için kesilen hayvan haramdır ki bu da
pek kötü bir şeydir. Ancak zorada kalana, isyan etmeyi
kurmamak ve ihtiyaçtan fazla da yememek şartıyla
helâldir bunlar ve hiç şüphe yoktur ki Rabbin, suçları
örter, rahîmdir.
146- Biz, Yahûdilere, tırnakları
bulunan bütün hayvanları ve sırtlarına yapışmış, yahut
kemiklerine sıvanmış, yahut da bağırsaklarına karışmış
olan yağlardan başka sığır ve koyunun tekmil yağlarını
harâm etmiştik. Bu da, isyanlarından dolayı onlara
verdiğimiz cezâ yüzündendi ve şüphe yok ki biz,
sözümüzde doğruyuz.
147- Seni yalanlarlarsa hemen de
ki: Rabbiniz geniş, engin bir rahmete sâhiptir, fakat
azâbını da suçlu kavimden reddetmeye imkân yok.
148- Şirk koşanlar diyecekler
ki: Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız;
hiçbir şeyi de harâm saymazdık. İşte onlardan önce
gelenler de peygamberleri böyle yalanladılar da sonucu
azâbımızı tattılar. De ki: Bu hususta bir bilginiz varsa
hemen bildirin bize. Fakat siz, ancak zannınıza
uyuyorsunuz ve ancak yalan söylüyorsunuz.
149- De ki: O halde
reddedilemeyecek kesin delil, ancak Allah'ındır, elbette
dileseydi hepinizi de doğru yola sevk ederdi.
150- De ki: Allah'ın, şunu harâm
ettiğine tanıklık eden şahitlerinizi getirin bakalım.
Fakat gelirler de tanıklık ederlerse sen, onlarla
berâber tanıklık etme ve putları, Rableriyle bir tutup
âhirete inanmayarak âyetlerimizi yalanlayanların
dileklerine uyma.
151- De ki: Gelin de Rabbiniz,
size neleri harâm etti, ben okuyup anlatayım: Sakın ona
hiçbir şeyi eş ve ortak saymayın, ananıza, babanıza
karşı iyilikte bulunun ve yoksulluk korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin, sizi de ancak biz
rızıklandırırız, onları da ve açığa çıkan kötülüklere de
yaklaşmayın, gizli kalan kötülüklere de ve hiçbir cana
kıymayın, çünkü Allah, haklı olmadıkça harâm etmiştir
bunu. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size bunları
emretmiştir o.
152- Ergenlik çağına gelinceye
dek, en iyi bir şekilde olmadıkça yetimin malına
yaklaşmayın ve ölçeği, teraziyi dosdoğru ölçüp tartın.
Hiçbir kimseye, kudretinden aşırı bir şey teklif
edilmemiştir ve söz söylediğiniz zaman hısımınız bile
olsa adâleti mutlaka gözetin ve Allah'la ettiğiniz ahde
vefa edin. İşte düşünüp öğüt almanız için bunları
emretmiştir size.96[7]
[7] 151. âyetten bu âyetin
sonuna kadar on emir vardır, bunlara on vasiyet anlamına
"vesâyâ-yı aşere" denmiştir.
153- Ve şüphe yok ki budur benim
dosdoğru yolum, ona uyun siz ve sizi, onun yolundan
ayıracak yollara gitmeyin. Çekinip sakınasınız diye işte
bunları emretmiştir size.
154- Sonra, Rablerine
kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik edenlere,
nîmetimizi tamamlamak ve her şeyi ayırt edip açıklamak
üzere doğru yolu gösteren ve rahmetten ibâret olan
kitabı Mûsâ'ya vermiştik.
155- Bu kitabıysa kutlu olarak
indirdik, artık ona uyun ve çekinin de rahmete
kavuşanlara katılın.
156- Hiç şüphe yok ki bizden
önce ancak iki tâifeye kitap indirildi ve bizse onu
okumaktan âcizdik, bir şey anlamıyorduk demeyesiniz.
97[8]
[8] İki taife, Musevilerle
Hıristiyanlardır.
157- Yahut da bize de kitap
indirilseydi onlardan daha mükemmel bir sûrette doğru
yolu bulurduk diye söylenmeyesiniz diye şüphe yok ki
Rabbinizden size de apaçık bir delil, bir hidâyet ve
rahmet geldi. Allah'ın delillerini yalanlayıp onlardan
yüz çevirenden daha zâlim kimdir ki? Delillerimizden yüz
çevirenleri, bu yüz çevirmeleri yüzünden en kötü bir
azapla azaplandıracağız yakında.
158- Hâlâ kendilerine meleklerin
inmesini, yahut Rabbinin, yahut da Rabbinden bâzı
delillerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bâzı
delilleri geldiği gün hiç kimseye, önceden iman
etmemişse, yahut inancından bir hayır kazanmamışsa o
günkü inanması fayda etmez. De ki: Bekleyin ve biz de
beklemekteyiz zâten.98[9]
[9] Meleklerin gelmesi, canalıcı
meleğin ve yardımcılarımın gelmesi, yani insanın ölüm
zamanının gelip çatmasıdır. Yahut Tanrı azâbının
gelmesidir. Rabbin gelmesinden maksat, emrinin,
azâbının, ululuğunun gelmesidir, yahut da kıyametin
kopmasıdır. Rabbin bâzı delilleri de kıyamet
alâmetlerinin meydana çıkmasıdır.
159- Dinlerini parça-parça,
bölüp bölük-bölük fırkalara ayrılanlarla hiçbir ilgin
olamaz ve şüphe yok ki onların bu hareketlerini Allah
soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber
verecektir onlara.
160- Kim bir iyilikle Tanrı
tapısına gelirse ona, yaptığının on misli mükâfat
verilecektir ve kim bir kötülükle gelirse ancak ona
karşılık ve onun misli bir cezâ ile cezâlandırılacaktır
ve onlara zulmedemeyecektir.
161- De ki: Şüphe yok, Rabbim,
beni doğru yola sevketti, İbrahîm'in tek Tanrı tanıyan
dosdoğru dinine hidâyet etti ve o, hiçbir zaman şirk
koşanlardan değildi.
162- De ki: Şüphe yok, namazım
da, ibâdetlerim de, diriliğim de, ölümüm de âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir ki.
163- Eşi ortağı yoktur onun ve
bana bu emredildi ve ben, ona teslîm olanların ilkiyim.
164- De ki: Allah'tan başka bir
Rab mi arıyacakmışım, halbuki odur her şeyin Rabbi ve
herkesin kazancı, ancak kendisine aittir; hiçbir suçlu,
bir başkasının suçunu yüklenmez, sonra da dönüp
varacağınız yer, Rabbinizin tapısıdır ve o, ayrılığa
düştüğünüz şeyleri haber verir size.
165- Öyle bir mabuttur ki sizi
yeryüzüne hâkim kılar ve size verdiği şeylerle sizi
sınamak için bir kısmınızı, bir kısmınızdan mevki ve
pâye bakımından yüceltir. Şüphe yok ki Rabbin, cezâya
lâyık olanın cezâsını pek tez verir ve şüphe yok ki o,
suçları örter, rahîmdir.
7- Â'RAF SURESİ
(İki yüz altı âyettir. Yalnız
163. âyeti Medenîdir. Sûrede A'râf adı verilen yerden
bahsedildiği için bu isim verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm sâd.
2- Bu bir kitaptır ki insanları
onunla korkutman, inananlara da öğüt vermen için sana
indirildi; bu yüzden yüreğinde bir sıkıntı, göğsünde bir
darlık hâsıl olmasın.
3- Rabbinizden size ne
indirildiyse ona uyun, ondan başkalarını dost edinip
onlara uymayın, fakat ne kadar da azınız öğüt tutmada.
4- Biz nice şehirler helâk
etmişiz ki azâbımız gelip çattığı zaman ya geceydi;
halk, uykuya dalmıştı, yahut da gündüzdü, öğle
uykusundaydı, dinlenmedeydi.
5- Azâbımız geldiği zaman ancak,
biz zulmetmiştik diye niyâz edebildiler.
6- Kendilerine peygamber
gönderdiklerimizi de mutlaka sorguya çekeceğiz,
peygamber olarak gönderdiklerimizi de sorumlu tutacağız.
7- Onlara, tam bir bilgiyle her
şeyi nakledeceğiz, bizim bulunmadığımız bir zaman,
kaybolduğumuz bir vakit yoktu ki.
8- O gün tartı olacak, gerçektir
bu. Kimlerin iyi amelleri, terazide ağır gelirse
onlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.
9- Kimlerin hafif gelirse
onlardır âyetlerimizi inkâr ederek zulmettiklerinden
kendilerine yazık edenler.99[1]
[1] Tartıdan maksat âhiretteki
tam adâlettir. Mücâhid, Dahhâk ve Belhi bu kavli kabul
etmişlerdir. İbn-i Abbas, Hasen ve diğerleri, Tanrının,
bir dili, iki kefesi olan bir terazi kurduracağını ve bu
terazide kulların iyilikleriyle kötülüklerinin
tadılacağını söylemişlerdir. Tartının keyfiyetinde
ihtilaf vardır. Yapılan işler, arazdır, yani
kendiliklerinden meydana gelemeyen ve ancak bir cevherle
kaim olan ve bir zaman içinde vücuda gelip geçen
şeylerdir. Bu bakımdan onların ne ağırlığı vardır, ne de
tekrar meydana gelebilir diyenler olduğu gibi amellerin
yazılı olduğu sahifeler tartılacaktır, yahut iyi ameller
güzel sûretlerde, kötüleri çirkin sûretlerde zuhur edip
tartılacaktır diyenler de olmuştur. Tartıdan maksat,
inanmanın, Tanrı katındaki kadrinin, inanmayanın da
aşağılığının meydana çıkmasıdır diyenler de bulunmuştur
(Mecma' 1, 418).
10- Andolsun ki sizi yeryüzüne
yerleştirdik, yaşama ve geçinme vâsıtalarını da
halkettik, ne de az şükredersiniz.
11- Andolsun ki sizi yarattık,
sonra bir sûret, bir şekil verdik size, sonra da
meleklere, Âdem'e secde edin dedik, hemen secdeye
kapandılar, yalnız İblis secde edenlere katılmadı.
12- Tanrı, sana emrettiğim zaman
neden secde etmekten çekindin, seni meneden sebep neydi
dedi. O, ben ondan daha hayırlıyım dedi, beni ateşten
halkettin, onu balçıktan yarattın.
13- Tanrı in oradan dedi, artık
orada kalıp ululanamazsın, çık, şüphe yok ki sen
alçaklardansın.
14- İblis, bana, tekrar
dirilecekleri, kalkacakları güne kadar mühlet ver dedi.
15- Tanrı, şüphe etme ki mühlet
verilenlerdensin dedi.
16- İblis, beni azdıran sensin
dedi, onun için ben de andolsun ki onları senin doğru
yolundan çıkarmak için pusu kurup oturacağım.
17- Sonra andolsun ki
önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından çıkıp
çatacağım onlara ve göreceksin ki çoğu şükür bile
etmeyecek sana.
18- Tanrı, sen kınanmış,
kovulmuşsun, çık oradan dedi, andolsun ki cehennemi
sizinle ve sana uyanlarla dolduracağım.
19- Ey Âdem, sen ve eşin,
cennete yerleşin, ikiniz de dilediğiniz şeyleri yiyin,
yalnız şu ağaca yaklaşmayın, çünkü zâlimlerden
olursunuz.
20- Şeytan, onlara gizli kalmış
olan avret yerlerini belirtip göstermek için ikisini de
vesveselendirdi ve bu ağacın meyvesini yerseniz mutlaka
iki melek haline gelir, yahut da ebedî ömre
kavuşursunuz, onun için Rabbiniz sizi nehyetti dedi.
21- Ve yemin ederek şüphe yok ki
dedi, ben size öğüt verenlerdenim.
22- Onları böylece aldattı.
Derken o ağacın meyvesinden tadınca avret yerlerini
gördüler ve cennetteki ağaçların yapraklarıyla avret
yerlerini örtmeye koyuldular. Rableri nidâ edip onlara
dedi ki: Sizi, şu ağacın meyvesini yemeden menetmedim mi
ve demedim mi ki Şeytan, hiç şüphe yok ki size apaçık
bir düşmandır.
23- Her ikisi de Rabbimiz dedi,
kendimize zulmettik biz, bizi yarlıgamazsan, bize
acımazsan ziyankârlardan oluruz.
24- Tanrı, inin dedi, bir
kısmınız, bir kısmınıza düşman olacak ve yeryüzünde
muayyen bir vaktedek kalmanız mukadder.
25- Orada dirileceksiniz dedi,
orada öleceksiniz ve orada dirilip mezardan
çıkarılacaksınız.
26- Ey Âdemoğulları, avret
yerlerinizi örtecek libas ve giyip süsleneceğiniz elbise
indirdik size. Tanrıdan çekinme elbisesine gelince: O,
daha da hayırlıdır ve bunlar, insanların anıp öğüt
almaları için indirilen Allah âyetlerindendir.
27- Ey Âdemoğulları, Şeytan,
ananızı, babanızı cennetten çıkardığı ve avret yerlerini
onlara göstermek için büründükleri elbiseyi sıyırıp
üstlerinden attığı gibi sakın sizi de bir derde
uğratmasın. O ve ona mensup olanlar, sizin
göremeyeceğiniz yerlerden görür, kollar sizi. Şüphe yok
ki biz Şeytanları, inanmayanlara dost ettik.
28- Onlar, kötü bir iş yapınca
babalarımız da derler, bu işi yaparlardı, öyle bulduk
onları ve Allah emretti bunu bize. De ki: Allah kesin
olarak kötülüğü emretmez. Allah'a, bilmediğiniz şeyi mi
isnâd ediyorsunuz?
29- De ki: Rabbim, adâletle
hareket etmemi emretti bana ve her secde yerinde, her
namazda yüzünüzü kıbleye döndürün, inancınızda,
ibâdetinizde hâlis olup ona bağlanarak kulluk edin nasıl
sizi o yarattıysa, meydana getirdiyse gene öylece dönüp
onun tapısına varacaksınız.
30- Halkın bir bölüğünü doğru
yola sevketmiştir, bir bölüğüyse sapıklığı haketti.
Zanneder misiniz Allah'ı bırakıp da Şeytanları dost
edinenler doğru yolu bulmuşlardır?
31- Ey Âdemoğulları, namaz
kılacağınız her vakit, elbisenizi giyin, süslenin ve
yiyin, için, israf etmeyin, şüphe yok ki o, müsrifleri
sevmez.
32- De ki: Allah'ın kulları için
meydana getirdiği süslenilecek şeylerle rızık olarak
verdiklerinin içinden tertemiz şeyleri kim harâm
etmiştir ki? De ki: Bunlar, dünyâda, inanan
kişilerindir, âhiretteyse yalnız onlara âittir.
Delilleri, bilenlere bu çeşit açıklamadayız.
33- De ki: Rabbin ancak açığa
vurulabilen ve gizlenen kötülüklerle günahı, haksız yere
isyan etmeyi ve hiçbir delil indirmediği halde Allah'a
şirk koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri tutup Allah'a
isnâd ederek söylemenizi harâm etmiştir.
34- Her ümmetin başına gelecek
musîbete bir zaman takdîr edilmiştir. Mukadder olan o
zaman gelip çattı mı o musîbeti ne bir an geriye
atabilirler, ne bir an ileriye alabilirler.
35- Ey Âdemoğulları, size,
içinizden peygamberler gelip âyetlerimi okuyunca çekinen
ve hallerini ıslah edenlere ne korku vardır, ne de
mahzun olur onlar.
36- Âyetlerimizi inkâr edenler
ve onları kabûl etmeyi ululuklarına yediremeyenlerse
cehennem ehlidir ve orada ebedî kalır onlar.
37- Yalan yere Allah'a iftirâ
edenden, yahut onun âyetlerini inkâr eyleyenden daha
zâlim kimdir ki? Kitaptan nasipleri neyse erişecek
onlara; sonunda canlarını almak için elçilerimiz, onlara
gelip çatınca Allah'ı bırakıp da kulluk ettiğiniz,
kendilerini çağırıp durduğunuz putlar Nerede diyecekler.
Onlar da kaybolup gittiler diyecekler ve kâfir
olduklarına dâir kendileri, kendilerinin aleyhinde
tanıklık edecekler.
38- Cinlerden ve insanlardan,
sizden önce gelip geçen ümmetler arasında siz de girin
ateşe diyecek. Her ümmet, ateşe girdikçe kendi dindaşına
lânet edecek, sonunda birbiri ardınca hepsi de orada
toplanacak. Son girenler, evvelce girenler için Rabbimiz
diyecekler, işte bunlar bizi doğru yoldan çıkardı, bir
kat daha fazla azâb et onlara. Her zümre için diyecek,
kat-kat fazla azap var ama siz bilmezsiniz.
39- Evvelce girenler,
sonrakilere diyecekler ki: Sizin bir üstünlüğünüz yok
bize, kazandığınız suçlar yüzünden tadın azâbı.
40- Âyetlerimizi yalan sayıp
onlara inanmaya tenezzül etmeyenlere gök kapıları kesin
olarak açılmaz ve deve iğne yordamından geçer de onlar
gene cennete giremezler ve biz, mücrimleri işte böyle
cezâlandırırız.100[2]
[2] Bu âyet, İncil''de "Zengin
kimse melekut-üs-semâvâta güç ile girer ve gene size
derim ki zenginin melekut-Allah'a girmesinden devenin
iğne deliğinden geçmesi daha kolaydır" meâlindeki söze
benzer (Matyus, 19, 23-24).
41- Onlara, cehennemde ateşten
döşekler, üstlerinde de ateşten örtüler var ve biz,
zâlimleri böyle cezâlandırırız.
42- İnananlara ve iyi işlerde
bulunanlara gelince; hiç kimseye takatinden aşırı bir
teklifte bulunmayız, onlardır cennet ehli ve orada ebedî
kalır onlar.
43- Gönüllerindeki kini, hasedi
gideririz, bulundukları yerlerin altından ırmaklar akar
ve hamd Allah'a ki derler, doğru yolu buldurdu da bu
nîmetlere kavuşturdu bizi; Allah hidâyet etmeseydi doğru
yolu bulamazdık; andolsun ki Rabbimizin peygamberleri
gerçek olarak geldiler ve onlara işte yaptığınız işlere
karşılık mîras olarak elde ettiğiniz cennet diye nidâ
edilir.
44- Cennet ehli, cehennem ehline
biz, Rabbimiz bize neler vaadettiyse gerçek olarak
hepsini bulduk, hepsini elde ettik, siz de Rabbinizin
size vaadettiğini gerçek bir sûrette elde ettiniz mi
diye nidâ eder, onlar da evet derler, derken aralarında
bir münâdî, Allah'ın lâneti zâlimlere diye bağırır.
45- O zâlimlere ki halkı Allah
yolundan menederlerdi o yolun eğri bir hâle gelmesini
isterlerdi ve onlar âhireti inkâr ederlerdi.
46- Cennetliklerle
cehennemlikler arasında bir örtü var ve A'râf üstünde
erler var ki herkesi, yüzlerinden tanırlar ve cennet
ehline esenlik size diye nidâ ederler. Onlar, henüz
cennete girmemişlerdir ama girmeyi umarlar.
47- Gözleri cehennemler tarafına
ilişince Rabbimiz derler, bizi zulmeden kavimle berâber
etme.
48- A'râf erleri, yüzlerinden
tanıdıkları kişilere nidâ edip derler ki: Ne malınızın
çok oluşu, ne sayınızın fazla bulunuşu, ne de kulluk
etmeye tenezzül etmeyip ululanmanız bir fayda vermedi
size.101[3]
[3] A'râf, yüksek yerlere denir.
Atın yelesine, horozun ibiğine örf derler. A'râfın
cennetle cehennem arasındaki sur olduğunu İbn-i Abbas,
Mücâhid ve diğerleri rivâyet etmişlerdir. A'raf, sırat
köprüsüdür diyenler de vardır. A'raftaki erlerin kimler
olduğunda ihtilâf vardır. İyilikleriyle kötülükleri eşit
ve denk olanlar, müşriklerin, ergenlik çağına girmeden
ölen evlâdı, fetret devrinde, yani İsa dini bozulduktan
sonra Hz. Muhammed (s.a.a)'in peygamberliğine kadar
süren devirde yaşayanlar, A'râfta kalacaklar, sonra
Tanrı bunları da cennete sokacak denmiştir. Hasen-i
Basri'ye bu kavil nakledilince elini dizine vurup Tanrı,
onları, cennet ve cehennem ehlini tanıtmak için oraya
koymuştur; onlar, bunları birbirinden ayırt ederler;
andolsun Tanrıya, belki de onlardan olanlar; şimdi şu
evde bizimle beraberdir demişti. Bu söz, ayetin
mealindeki "herkesi yüzlerinden tanırlar" hükmüne
uygundur. Ehl-i Beyt İmamlarına göre A'raf erleri, Al-i
Muhammed'dir (Mecma' I, 429).
49- Allah, onları rahmetine nâil
etmez diye yemin ettiğiniz kişiler, bunlar değil miydi?
Sonra bunlara girin cennete denir, ne korku vardır size,
ne de mahzun olursunuz.
50- Cehennem ehli, cennet ehline
bize biraz su verin, yahut Allah'ın sizi rızıklandırdığı
şeylerden bize de ihsân edin diye bağırırlar.
Cennetlikler, şüphe yok ki derler, Allah suyu da, bize
verdiklerini de kâfirlere harâm etmiştir.
51- Onlar, dinlerini eğlence ve
oyun saymışlardır, dünyâ yaşayışı, onları aldatmıştır.
Onlar, nasıl bugüne kavuşacaklarını unutup bile-bile
âyetlerimizi inkâr ettilerse biz de bugün onları
unuturuz.
52- Biz onlara öyle bir kitap
gönderdik ki onu bilgiyle açıkladık, o kitapta, ne
lazımsa hepsini bildirdik, inananlara doğru yolu
gösterir ve rahmettir.
53- Onlar, kitapta söylenenlerin
gelip çıkmasını mı bekliyorlar ancak? Bir gün o söylenen
şeyler, o sözlerin sonucu gelecek de evvelce onu
unutanlar, gerçekten de Rabbimizin peygamberleri
diyecekler, hak olarak gelmişlerdi; şimdi şefaatçilerden
biri var mı ki şefaat etsin bize, yahut da tekrar
dünyâya dönmemize imkân verilse de oradayken yaptığımız
işlerden başka işler yapsak. Gerçekten de kendilerine
yazık etmişlerdir, aslı yokken inanıp durdukları mabutla
da onları bırakmış, kaybolup gitmiştir.
54- Şüphe yok, Rabbimiz, öyle
bir Allah'tır ki gökleri ve yeryüzünü altı günde
yaratmıştır da sonra Arşa hâkim ve mutasarrıf olmuştur;
aceleyle ve durmadan geceyi takib eden gündüze gecenin
örtüsünü atar, o örtüyle örter onu ve güneş de onun
emrine râm olmuştur, ay da, yıldızlar da. İyice bil ki
yaratış da onun, buyruk da; âlemlerin Rabbi Allah'ın
şanı ne de yücedir. 102[4]
[4] Sivâ, iki şey arasında
hacim, ağırlık gibi hususlarda eşitliğe denir. Keyfiyet
hususunda da kullanılır. İstivâ iki şeyin, iki adamın
eşit ve denk olmasıdır. "Alâ" ile müteaddi olursa
kavramak, kaplamak anlamına gelir. Emri, hükmü, tedbîri,
Arşı kavramış, kaplamıştır, yani göklerle yerleri
yarattıktan sonra Arşa hâkim ve mutasarrıf olmuştur
mânasınadır (al-Müfredât, 251-253).
55- Duâ edin Rabbinize yalvarıp
yakararak gizlice. Şüphe yok ki o, duâda haddini
aşanları sevmez.
56- Düzene girdikten sonra
yeryüzünde bozgunculukta bulunmayın ve ona, azâbından
korkarak, lûtfunu da umarak duâ edin. Şüphe yok ki
Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere pek yakındır.
57- Öyle bir mabuttur ki
rahmetinden önce müjdeci olarak rüzgârları yollar.
Sonucu rüzgârlar, ağır yağmur bulutlarını yüklenince
onları ölmüş bir ülkeye sevk ederiz, oraya böylece
yağmur yağdırırız da her çeşit meyveler yetiştiririz.
Düşünün de ibret almaya bakın, çünkü biz, ölüyü de işte
böyle diriltiriz.
58- Temiz ülkenin nebatı,
Rabbinin izniyle çıkar, çorak yerdense pek az bir mahsul
elde edilir. İşte biz, şükreden topluluğa delillerimizi
bu çeşit tekrar edip durmadayız.103[5]
[5] İbn-i Abbas, Mücâhid ve
Hasen'e göre temiz ülke, inanan kişiyi, çorak yer de
kâfiri temsil eder.
59- Andolsun ki Nûh'u, kavmine
peygamber olarak gönderdik de ey kavmim dedi, Allah'a
kulluk edin, ondan başka bir mabudunuz yoktur. Şüphe yok
ki ben, büyük bir günün azâbına uğrayacağınızdan
korkuyorum.104[6]
[6] Ahd-i atıyk'te "Tekvin"
bölümünün 6-8. babları, Nûh Peygambere ve tufana aittir.
60- Kavminden ileri gelenler,
şüphe yok ki dediler, biz seni apaçık bir sapıklık içine
dalmış görmedeyiz.
61- O, ey kavmim dedi, bende
sapıklık yok, fakat ben, âlemlerin Rab-binden gelen bir
elçiyim.
62- Rabbimin bildirdiği
haberleri size tebliğ etmede ve size öğüt vermedeyim ve
Allah bana bildiriyor da sizin bilmediğiniz şeyleri
biliyorum ben.
63- Sizi korkutmak, sakınmanızı
temin etmek ve böylece de rahmete nâil olmanızı sağlamak
için içinizden birisine Rabbinizden vahiy gelmesine
şaşıyor musunuz?
64- Fakat onlar, onu inkâr
ettiler, yalancı saydılar, biz de onu ve onunla berâber
gemide bulunanları kurtardık ve âyetlerimizi
yalanlayanları suya boğduk. Şüphe yok ki onlar kör bir
kavimdi.
65- Âd kavmine kardeşleri Hûd'u
yolladık da ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, ondan
başka bir mabudunuz yoktur. Hâlâ mı çekinmeyeceksiniz?
105[7]
[7] "Kardeşleri" demekten maksat
cinslerinden, milletlerinden demektir. Ad, İslâm
kaynaklarına göre Nûh Peygamberin torunu İrem'in
torunudur. Bunun kavmi, Hadaramut'la Umman arasındaki
çölde yaşardı. Hûd, Ahd-i Atıyk'te, Tekvin bölümünde,
Nûh Peygamberin oğullarının soylarından bahsedilirken
Aber diye geçer. Batı mütercimlerine göre bu Aber,
Hûd'dur (Savary: Le Koran, Paris - 1951, s. 217, not, 2.
Tekvin, 10, 21-25).
66- Kavminin kâfir olanlarından
ileri gelenler, şüphe yok ki dediler, biz seni sapıklık,
bilgisizlik içine dalmış görmedeyiz ve sanıyoruz ki
yalancılardansın sen.
67- O, ey kavmim dedi, bende
sapıklık, bilgisizlik yok, fakat ben, âlemlerin
Rabbinden gelen bir elçiyim.
68- Rabbimin bildirdiği
haberleri size tebliğ etmedeyim ve ben size emniyet
edilecek bir öğütçüyüm.
69- Sizi korkutmak için
içinizden birisine Rabbinizden vahiy gelmesine şaşıyor
musunuz? Hatırlayın ki sizi Nûh kavminden sonra hükümdâr
etti, boy-pos, kuvvet-kudret bakımından da onlardan
üstün etti sizi. Siz de Allah'ın nîmetlerini anın da
murâdınıza erin, kurtulun.
70- Dediler ki: Sen bize tek
Allah'a kulluk etmemizi ve atalarımızın taptıklarını
bırakmamızı sağlamak için mi geldin? Doğru
söyleyenlerdensen tehdît ettiğin şeyi meydana getir
bakalım.
71- O, Rabbinizden azâba ve
gazaba uğramayı hakettiniz dedi, Allah'ın, haklarında
hiçbir delil indirmediği ve ancak sizin ve atalarınızın
taktığı birtakım adlar için benimle çekişmeye
kalkıyorsunuz demek, o halde bekleyin, şüphe yok ki ben
de sizinle berâber bekleyenlerdenim.
72- Onu ve onunla berâber
olanları rahmetimizle kurtardık da âyetlerimizi
yalanlayanların ve inanmayanların kökünü kestik.
73- Semûd'a da kardeşleri
Sâlih'i gönderdik. Ey kavmin dedi, Allah'a kulluk edin,
ondan başka bir mabudunuz yoktur. Rabbinizden size
apaçık bir delil gelmiştir, işte şu Allah'ın mahlûku
dişi deve, size bir mucizedir o. Bırakın da Allah'ın
yarattığı yeryüzünde otlayıp dursun ve ona kötülükle
dokunmayın, sonra sizi elemli bir azâba uğratır. 106[8]
[8] Semûd kavmi, Ad kavminden
sonra hüküm süren bir kavimdir.
74- Hatırlayın ki sizi Âd
kavminden sonra hükümdâr etti ve yeryüzüne yerleştirdi,
ovalarında köşkler kuruyor, dağlarında, kayaları yontup
evler yapıyorsunuz. Allah'ın nîmetlerini anın ve
yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
75- Kavminin ileri gelenlerinden
olup iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler, âciz sayıp
hor gördükleri kimselerden ona iman etmiş olanlara, siz
Sâlih'i, Rabbinden gönderilmiş mi biliyorsunuz dediler.
Onlar da biz dediler, onun vâsıtasıyla gönderilenlere
inandık.
76- O ululanmak isteyenler, o
kibirliler, dediler ki: Hiç şüphe yok ki biz, sizin
inandıklarınızı inkâr ettik, kâfir olduk.
77- Dişi deveyi, ayaklarını
kesip öldürdüler ve Rablerinin emrinden çıktılar, isyan
ettiler ve ey Sâlih dediler, peygamberlerdensen tehdîd
ettiğin şeyi yap bize bakalım.
78- Derken onlar şiddetli bir
sesle azâba uğradılar, yurtlarında diz çökmüş bir halde
yüzükoyun kapanarak helâk olup gittiler.
79- Sâlih, onlardan yüz çevirdi
de ey kavmim dedi, andolsun ki ben size Rabbimin
bildirdiği haberleri tebliğ ettim ve öğüt verdim ama siz
öğüt verenleri sevmiyorsunuz.
80- Lût'u da gönderdik ve hani
kavmine demişti ki: Sizden önce âlemlerde hiçbir
kimsenin yapmadığı kötülüğü mü yapacaksınız? 107[9]
[9] Lut kıssası, Ahd-i Atıyk'ın
Tekvin bölümünde geçer (18-19).
81- Çünkü siz kadınları bırakıp
şehvetle erkekleri kullanmadasınız ve siz, ancak haddini
aşmış bir kavimsiniz.
82- Kavminin cevâbı ancak şu söz
olmuştu, onları şehrinizden çıkarın demişlerdi, onlar
pek fazla temiz olmak isteyen kişiler.
83- Onu ve akRabasını kurtardık,
ancak karısı kurtulmadı ve o, kavmiyle kalanlardandı.
84- Onlara yağmur gibi taş
yağdırdık, bak da gör suçluların sonucu ne olmuş.
85- Medyen'e de kardeşleri
Şuayb'i gönderdik de ey kavmim dedi, Allah'a kulluk
edin, ondan başka bir mabudunuz yoktur. Rabbinizden
apaçık bir delil gelmiştir size, artık kileyi doğru
ölçün, teraziyi doğru tartın, insanların haklarını
yemeyin ve düzene girdikten sonra yeryüzünde bozgunculuk
etmeyin. İnanmışsanız bunlar, daha hayırlıdır
size.108[10]
[10] Midyan, Hz. İbrahîm'in
Katura'dan doğan oğludur (Tekvin, 29, 1-4). Medyen adlı
şehir, ihtimalen bu zatın ismini taşımaktadır. 28.
Sûrenin 25-29. âyetlerinde Hz. Mûsâ'nın, Hz. Şuayb'in
kızını aldığı bildirilir. Ahd-i Atıyk'te, Mûsâ'nın
kaynatası, Medyen kâhini Yetro'dur (Huruc, 3, 1). Bu
takdîrde Medyen kavmine gönderilen Şuayb Peygamberin bu
zat olması gerekir. Ahd-i Atıyk'ın Huruc bölümünde
Şuayb'e ait başka bilgiler de vardır (28).
86- İnananları tehdît ederek
Allah yolundan menetmek ve o yolun eğri bir hâle
gelmesini sağlamak için her yolun başında oturup pusu
kurmaya kalkmayın ve hatırlayın o zamânı ki azlıktınız,
o sizi çoğalttı. Bozgunculukta bulunanların sonuçları ne
olmuş, ne hale gelmişler, bakın da görün.
87- Sizin bir kısmınız, benimle
gönderilene inanır, bir kısmınız inanmazsa Allah,
aramızda hükmedinceye dek sabredin ve o, hükmedenlerin
en hayırlısıdır.
88- Kavminin ileri gelenlerinden
olup iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler, ey Şuayb
dediler, mutlaka seni de, sana inananları da hep berâber
ya şehrimizden çıkaracağız, yahut da bizim dinimize
dönersiniz. O da dedi ki: Biz istemesek de zorla mı
yapacaksınız bunu?
89- Fakat Allah bizi ondan
kurtardıktan sonra tutar da tekrar sizin dininize
dönersek yalan yere Allah'a iftirâ etmiş oluruz. Artık o
dine dönmemize imkân yok, meğer ki Rabbimiz olan Allah
dileye. Rabbimizin bilgisi her şeye yeter, her şeyi
şâmildir. Allah'a dayandık biz. Rabbimiz, sen bizimle
kavmimizin arasında gerçek olanı hükmet ve sen,
hükmedenlerin en hayırlısısın.
90- Kavminin ileri gelenlerinden
kâfir olanlar, Şuayb'e uyduğunuz takdîrde andolsun ki
dediler, zarara uğrarsınız.
91- Derken, şiddetli bir
depremle azâba uğradılar, yurtlarında diz çökmüş bir
halde yüzükoyun kapanarak helâk olup gittiler.
92- Şuayb'i yalanlayanlar, sanki
oralarda hiç oturmamışlar, hiç yaşamamışlardı, Şuayb'i
yalanlayanlar, asıl zarara uğramışlardı.
93- Şuayb, onlardan yüz çevirdi
de ey kavmim dedi, andolsun ki ben size Rabbimin
bildirdiği haberleri tebliğ ettim ve öğüt verdim. Artık
kâfir bir kavme nasıl acıklanabilirim?
94- Hiçbir şehre peygamber
göndermedik ki oranın halkını, yola gelsinler de
yalvarıp yakarsınlar diye can ve malca bir sıkıntıya,
bir azâba uğratmayalım.
95- Sonra da kötülük yerine
iyilik verdik, çoğaldılar ve atalarımız da malca zarara
uğramışlardı, genişliğe kavuşmuşlardı, bu, böyledir
dediler de ansızın onları azâba uğrattık, anlamadılar
bile.
96- Memleketlerin halkı
inansalar ve çekinselerdi gökyüzünden üstlerine bereket
yağdırır, yeryüzünden bereket fışkırtırdık, fakat inkâr
ettiler de kazandıkları suç yüzünden onları azâba
uğrattık.
97- Memleketlerdeki halk, uykuya
dalmışken geceleyin ansızın azâbımızın gelip
çatmayacağından emin mi?
98- Yahut memleketlerdeki halk,
kuşluk çağı oynayıp dururken azâbımızın birdenbire
gelmeyeceğinden emin mi?
99- Bütün bunlardan sonra Allah
azâbından emin mi olurlar? Allah azâbından emin olanlar,
ancak zarara uğramış topluluklardır.
100- Oralarda yaşayanların
helâkinden sonra mîraslarına konarak yurtlarını elde
edenler, hâlâ anlamazlar mı ki dilersek, suçları
yüzünden onları da musîbetlere uğratırız ve kalplerini
mühürleriz de işitmezler.
101- İşte bu yurtlara âit bâzı
vukuâtı anlatmadayız sana. Andolsun ki peygamberleri,
apaçık delillerle geldi onlara, fakat önce inkâr
ettikleri, yalan saydıkları şeylere inanmadılar. İşte
Allah, kâfirlerin gönüllerini böyle mühürler.
102- Onların çoğunu, sözlerinde
durur bulmadık ve çoğunu ancak hadlerini aşmış kötü
kişiler bulduk.
103- Onlardan sonra da Mûsâ'yı,
delillerimizle Firavun'a ve Firavun'un kavminden ileri
gelenlere gönderdik, fakat kendilerine zulmetti onlar,
bak da gör, bozguncuların sonucu ne olmuştur.109[11]
[11] Hz. Mûsâ'nın kıssası Ahd-i
Atıyk'ın Huruc bölümünde anlatılır.
104- Mûsâ dedi ki: Ey Firavun,
şüphe yok ki ben, âlemlerin Rabbin-den gelen bir
peygamberim.
105- Allah hakkında ancak gerçek
sözü söylemem borçtur bana. Rabbi-nizden apaçık bir
delille geldim size, İsrailoğullarını benimle gönder.
106- Firavun, apaçık delille
geldiysen ve doğru söz söyleyenlerdensen göster o delili
dedi.
107- Mûsâ, sopasını yere attı,
derken sopa apaşikâr kocaman bir yılan oldu.
108- Elini koltuğuna sokup
çıkarınca bakanlar gördüler ki bembeyaz, parıl-parıl
parlayan bir el.
109- Firavun'un kavminden ileri
gelenlerin bir kısmı, gerçekten de dediler, bu, bilgili
bir büyücü.
110- Sizi yerinizden,
yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz şimdi?
111- Onunla kardeşini alıkoy da
dediler, şehirlere adamlar gönder.
112- Ne kadar bilgili büyücü
varsa hepsini tapına getirsinler.
113- Büyücüler, Firavun'un
tapısına geldiler ve üst gelirsek elbette mükâfat var
bize, değil mi dediler.
114- Evet dedi Firavun ve siz,
mutlaka yakınlarımdan olacaksınız.
115- Dediler ki yâ Mûsâ, sen mi
sopanı atacaksın, biz mi atalım önce?
116- Siz atın dedi. Attıkları
anda halkın gözünü boyadılar, korkuttular ve büyük bir
büyü yaptılar.
117- Mûsâ'ya, at sopanı diye
vahyettik. Atınca koca bir yılan şekline giren sopa,
onların yalancıktan meydana çıkardıklarını yuttu,
hepsini silip süpürdü.
118- Böylece de hak üstün oldu,
yerine geldi ve yaptıkları şeyler, mahvolup gitti.
119- Oracıkta yenildiler ve
hor-hakıyr bir halde yaptıklarından ferâgat ettiler.
120- Ve büyücüler, hep birden
secdeye kapandılar da.
121- İnandık dediler, âlemlerin
Rabbine.
122- Mûsâ'nın ve Hârûn'un
Rabbine.
123- Firavun, ben size izin
vermeden önce ona inanıyor musunuz dedi, bu, şüphe yok
ki halkını oradan çıkarmak için şehirde kurup düzdüğünüz
bir düzen; yakında ne yapacağımı öğrenirsiniz.
124- Ellerinizi, ayaklarınızı
çaprazvari kestireceğim, sonra da hepinizi astıracağım.
125- Şüphe yok ki dediler, biz
dönüp Rabbimizin tapısına varacağız.
126- Sen bizden, ancak
Rabbimizin delilleri gelince onlara inandık diye öc
alacaksın. Rabbimiz, üstümüze yağdırırcasına sabır ver
bize ve bizi Müslüman olarak öldür.
127- Firavun'un kavminden ileri
gelenler, Mûsâ'yı ve kavmini, yeryüzünde bozgunculuk
etsinler, senden ve taptıklarından yüz çevirsinler diye
mi bırakıyorsun dediler. Firavun gene onların oğullarını
öldürür, kadınlarını bırakırız ve şüphe yok ki biz,
onlardan üstünüz ve kudret sahibiyiz dedi.
128- Mûsâ, kavmine dedi ki:
Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphe yok ki
yeryüzü Allah'ındır, kullarından dilediğine mîras olarak
kalır ve sonuç, çekinenlerindir.
129- Sen gelmeden önce de eziyet
çektik, geldikten sonra da çekiyoruz dediler. Mûsâ,
umarım ki dedi, Rabbiniz, düşmanlarınızı helâk eder,
yeryüzünde hükümdâr eder sizi de neler yapacağınıza
bakar, dener sizi.
130- Andolsun ki biz, düşünüp
ibret alsınlar diye Firavun'u ve soyunu yıllarca
kuraklığa ve kıtlığa uğrattık.
131- Onlara bir iyilik gelince
hakkımızdı bu zâten derler, bir kötülük geldi mi
Mûsâ'nın ve onunla berâber bulunanların uğursuzluğuna
verirlerdi. İyice bil ki uğradıkları uğursuzluk,
Allah'tandı, fakat çoğu bilmezdi bunu.
132- Bizi büyülemek, kandırmak
için hangi delili gösterirsen göster demişlerdi, biz
sana inanmayacağız.
133- Bunun üzerine, ayrı-ayrı
mucize olmak üzere onlara tufan, çekirge, haşerât,
kurbağa ve kan gönderdik, fakat ululanıp inanmaya
tenezzül etmediler ve zâten de suçlu bir topluluktu
onlar.
134- Azâba uğrayınca yâ Mûsâ
diyorlardı; icâbet edeceğine dâir verdiği söze uyarak
Rabbine duâ et de bizden bu belâyı defetsin, muhakkak
sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle
göndereceğiz.
135- Uğrayacakları son belâyadek
üstlerine çöken musîbeti giderdik mi derhal yeminlerini
bozuyorlardı.
136- Sonucu öc aldık onlardan ve
delillerimizi yalanladıkları, onlardan gaflet ettikleri
için hepsini de denize garkettik.
137- Zayıf, hor-hâkir bir hale
getirilen kavme, yeryüzünün feyiz ve bereket ihsân
ettiğimiz doğularını da, batılarını da mîras olarak
verdik ve sabrettiklerinden dolayı Rabbinin,
İsrailoğullarına verdiği güzel söz, tamamlandı, yerine
geldi ve Firavun'la kavminin yaptıklarını,
yükselttiklerini yıkıp mahvettik.
138- İsrailoğullarını denizden
geçirdik de putlara tapmakta olan bir topluluğa
rastladılar. Yâ Mûsâ dediler, onların taptığı putlar
gibi bize de putlar yap. Mûsâ, şüphe yok ki dedi, siz
bilgisiz bir kavimsiniz.
139- Onların taptıkları da helâk
olup gitmiştir, yaptıkları da boştur.
140- Sizi âlemlerden üstün
kıldığı halde Allah'tan başka bir mabut mu arıyorsunuz?
141- Hani sizi Firavun soyundan
kurtarmıştık. Size en ağır işkenceleri yapıyorlardı,
aşağılık bir hale getiriyorlardı sizi, oğullarınızı
öldürüyorlar da kadınlarınızı bırakıyorlardı ve bunda da
Rabbinizden büyük bir sınama vardı size.
142- Mûsâ ile otuz gece
münâcatta bulunmayı sözleşmiştik de bu vâdeyi, on gece
daha katarak tamamlamıştık böylece Rabbinin tâyin ettiği
müddet, kırk geceyi bulmuştu ve Mûsâ, kardeşi Hârûn'a,
kavmimin içinde benim yerime geç, onları düzene koy ve
bozguncuların yoluna uyma demişti.110[12]
[12] Bu günlerin, zilkade ayıyle
zilhiccenin ilk on günü olduğu söylenmiştir.
143- Mûsâ, tâyin ettiğimiz
vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Rabbim demişti,
bana görün de bakayım sana. Rabbi, beni kesin olarak
göremezsin sen demişti, fakat şu dağa bak, eğer yerinde
durabilirse görebilirsin beni. Derken Rabbi, dağa
tecellî edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsâ bayılıp yere
yığıldı. Kendisine gelince de seni noksan sıfatlardan
tenzîh ederim dedi, tövbe ettim sana ve ben, inananların
ilkiyim.111[13]
[13] İbn-i Abbas, Rabbinin nuru
dağa tecelli edince, Hasen de vahyi tecelli edince
demişlerdir.
144- Tanrı, yâ Mûsâ dedi, ben
sana peygamberlik vererek ve seninle konuşarak bütün
insanlara üstün ettim seni, seçtim seni, sana verdiğimi
al ve şükredenlerden ol.
145- Tevrat levihlerinde, her
şeye ait öğüdü, her şeyi açıklayan hükümleri yazdık ve
azimle, kuvvetle al bunu dedik, kavmine de emret; en
güzel hükümleriyle amel etsinler; haddi aşan, buyruktan
çıkan kötü kişilerin yurtlarını da yakında göstereceğiz.
146- Yeryüzünde haksız yere
ululuk satanlara âyetlerimizi idrâk ettirmeyeceğiz,
zâten onlar, hangi delili görseler inanmazlar, doğru
yolu görseler o yola gitmezler, fakat azgınlık yolunu
gördüler mi hemen o yola gitmeye koyulurlar; bu da
âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gaflet
etmelerinden ileri gelir.
147- Âyetlerimizi ve âhiret
gününe ulaşmayı yalan sayanların bütün yaptıkları boşa
gider. İşledikleri kötülüklerin karşılığı neyse ondan
başka birşeyle mi cezâlanır onlar?
148- Mûsâ'nın kavmi, o gittikten
sonra ziynet eşyasından bir buzağı yaptılar. O buzağı,
böğürüyordu da. O buzağının kendileriyle
konuşmayacağını, onlara doğru yolu göstermeyeceğini
görüp anlamadılar mı da ona sarıldılar ve kendilerine
kıydılar, yazık ettiler. 112[14]
[14] Ahd-i Atıyk'te, buzağıyı
yapan Hârûn'dur (Huruc, 32). Kur’ân 20. sûrenin 87.
âyetinde, buzağıyı yapanın Sâmiri olduğunu söyler.
149- Adamakıllı nâdim olup doğru
yoldan sapıttıklarını görünce de Rabbi-miz acımazsa bize
ve yarlıgamazsa bizi mutlaka ziyankârlardan olacağız
dediler.
150- Mûsâ, kızgın bir halde
acıklanarak kavmine dönünce dedi ki: Benden sonra ne de
kötü bir iş işlediniz, Rabbinizin vaadettiği müddet
bitmeden acele mi ettiniz? Ve levihleri atıp kardeşinin
saçından, sakalından tutarak kendisine doğru çekmeye
başladı. Hârûn, anam oğlu dedi, bu kavim, gerçekten de
âciz bıraktı beni, az kaldı ki öldürüyorlardı da, onun
için bana bu harekette bulunup düşmanları sevindirme ve
beni zulmeden kavimle berâber tutma.
151- Mûsâ, Rabbim dedi, beni ve
kardeşimi yarlıga ve rahmetine al bizi, sen
merhametlerin en merhametlisisin.
152- Buzağıyı mabud edinenler,
Rablerinden bir gazaba uğrayacaklar, dünyâ yaşayışında
aşağılık bir hâle düşeceklerdir ve biz, iftirâcıları
böyle cezâlandırırız.
153- Kötü işler yaptıktan sonra
tövbe edip inananlara gelince: Şüphe yok ki Rabbin,
tövbeden sonra suçları mutlaka örter, rahîmdir.
154- Mûsâ'nın öfkesi yatışınca
levihleri aldı. Tevrat'ın yazılı olduğu o levihlerde,
hidâyet ve rahmet, Rablerinden korkanlara aittir diye de
yazılmıştı.
155- Ve Mûsâ, kendisine vâde
verdiğimiz yere götürmek üzere kavminden yetmiş kişi
seçti. Derken bulundukları yerde şiddetli bir deprem
başlayınca yâ Rabbi dedi, dileseydin onları da daha önce
helâk ederdin, beni de. İçimizdeki akılsızların
işledikleri suç yüzünden bizi de mi helâk edeceksin? Bu,
ancak senin bir sınamandan başka bir şey değil. Onunla
dilediğini doğru yoldan çıkarırsın, dilediğini doğru
yola sevk edersin. Sensin yardımcımız ve sahibimiz, ört
bizim suçlarımızı ve acı bize, sensin suçları örtenlerin
en hayırlısı.
156- Şu dünyâda da iyilikler ver
bize, âhirette de ve şüphesiz ki sana yöneldik biz.
Tanrı, dilediğimi azâbıma uğratırım dedi, fakat
rahmetim, her şeyi kaplamıştır da çekinenleri, zekât
verenleri ve âyetlerime inananları rahmetime mazhar
ederim.
157- Onlar, öyle kişilerdir ki
ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de de yazılmış olarak
bulacakları şeriât sâhibi Ümmî Peygambere uyarlar ve o,
onlara iyiliği emreder, kötülükten nehy eder onları ve
temiz şeyleri onlara helâl etmededir, pis ve kötü
şeyleri harâm etmede. Sırtlarındaki ağır yükleri
indirmededir, bağlandıkları zincirleri kırmada. Artık
ona inananlar, onu ululayanlar, ona yardım edenler ve
ona indirilen ışığa uyanlardır kurtulanlar, muratlarına
erenler. 113[15]
[15] Ümmi kelimesi, anaya mensup
anlamına gelir. Anadan doğduğu gibi kalan, okuma yazma
bilmeyen demektir. Ümmete mensup olduğu için, yahut da
Mekke, Kur’ân'da, 6. sûrenin 92. ve 42. sûrenin 7.
âyetlerinde, şehirlerin aslı anlamına gelen
"Ümm-ül-Kurâ" diye anıldığı için Hz. Muhammed (s.a.a),
"Ümmi" diye anılmıştır. Bu son anlama göre Mekkeli
demektir (al-Müfredât, 22). İmam Muhammed-ül-Bâkır
(a.s)'dan bu son kavil rivâyet edilmiştir (Mecma, 1,
457).
158- De ki: Ey insanlar, şüphe
yok ki ben, Allah tarafından sizin hepinize gönderilmiş
olan peygamberim; o, öyle bir Allah'tır ki göklerin
saltanat ve tasarrufu da onundur, yeryüzünün de. Ondan
başka yoktur tapacak, odur dirilten ve öldüren. Artık
Allah'a ve Allah'ın sözlerine inanın ve şerîat sâhibi
Ümmî Peygamberine inanın ve uyun ona da doğru yolu
bulun.
159- Mûsâ kavminden bir topluluk
vardı ki halkı doğru yola sevk ederler ve adâletle
muâmelede bulunurlardı.
160- Onları on iki kabîleye, on
iki topluluğa böldük ve kavmi, Mûsâ'dan su isteyince
ona, sopanla taşa vur diye vahyettik, derken o taştan on
iki kaynak aktı. Her topluluk, su içecekleri kaynağı
belledi ve onları bulutla gölgelendirdik, onlara kudret
helvasıyla bıldırcın kuşu indirdik. Size rızık olarak
verdiğimiz şeylerin temizlerini yiyin dedik. Onlar bize
zulmedemediler, ancak kendilerine zulmettiler. 114[16]
[16] Kayadan su çıkarma olayı,
Ahd-i Atıyk'te de vardır (A'dâd, 20, 2-11).
161- Hani o zaman onlara, bu
şehirde yerleşin ve dilediğiniz yerde dilediğiniz şeyi
yiyin ve bu makam, suçların döküldüğü makamdır deyin,
kapıdan yerlere kapanırcasına eğilerek girin de
suçlarınızı örtelim, iyi hareket edenlerin mükâfatını
daha da fazlasıyla verelim denmişti.
162- Fakat onlardan zulmedenler,
sözü kendilerine söylendiğinden bambaşka bir tarza döküp
değiştirdiler, biz de ettikleri zulüm yüzünden onlara
gökyüzünden kötü, pis bir azâb indirdik.
163- Denize pek yakın olan o
şehrin halkına neler oldu, sor onlara. Hani onlar,
cumartesi günü, emre isyân etmişlerdi, hani cumartesi
günleri, balıklar, su üstüne çıkıyordu da cumartesiden
başka günlerde onlara görünmüyordu, emirden çıktıkları
için biz de onları böyle sınamadaydık. 115[17]
[17] İbn-i Abbas'a göre burası
Şap denizinin kıyısındaki Eyle şehridir. Medyen ve
Tabariye diyenler de vardır (Mecma, 1, 259).
164- Hani onlardan bir topluluk,
Allah'ın helâk edeceği, yahut da şiddetle
azaplandıracağı bir kavme ne diye öğüt verirsiniz
demişti de öğüt verenler, Rabbinize karşı bir özür
serdedebilelim ve belki de sakınırlar ümidiyle
demişlerdi.
165- Öğütçülerin öğütlerini
unuttukları zaman biz de, onları kötülükten nehyedenleri
kurtardık, zulmedenleriyse, emirden çıktıkları için pek
şiddetli bir azâba uğrattık.
166- Nehyedildikleri şeyleri
yapmakta ısrâr edince onlara aşağılık maymun olun dedik.
167- An o zamanı ki Rabbin,
kıyâmet gününedek onlara en kötü azapla azaplandıracak
olanları göndereceğini kesin olarak bildirmişti. Şüphe
yok ki Rabbin, cezâyı pek tez verir ve şüphe yok ki o,
suçları örter, rahîmdir.
168- Onları, yeryüzünde
takım-takım topluluklar haline getirdik, dağıttık.
İçlerinde iyileri var, onlardan daha aşağı derecede
bulunanları var. Belki Tanrıya dönerler, itaate girerler
diye de onları iyiliklerle, kötülüklerle sınadık.
169- Onlardan sonra kitaba vâris
olan öyle bir nesil geldi ki hem şu dünyanın geçici
matahını alırlar da elbette ilerde yarlıganırız,
suçlarımız örtülür bizim derler, hem de gene ellerine
ona benzer geçici bir matah geçse almakta devam ederler.
Halbuki Allah'a karşı ancak gerçek olanı
söyleyeceklerine dair onlardan o kitabın hükmünce söz
alınmamış mıydı ve kitapta olanları okuyup dururlar da.
Halbuki âhiret yurdu, sakınanlara daha hayırlıdır, hâlâ
mı aklınız ermiyor?
170- Kitaba sarılıp namaz
kılanlara gelince: Biz, iyiliğe çalışanların mükâfatını
zâyi etmeyiz.
171- Hani biz, dağı âdetâ bir
gölgelik gibi çekmiş, üstlerine doğru yüceltmiştik de
nerdeyse üstlerine düşecek sanmışlardı. Size verdiğimiz
kitabı kuvvetle, azimle tutun, içinde ne varsa
hatırlayıp ona göre hareket edin de sakınanlardan olun
demiştik.
172- Hani Rabbin Âdemoğullarının
sırtlarından zürriyetlerini izhâr etmişti de kendilerini
kendilerine tanık tutarak ben, Rabbiniz değil miyim
demişti; onlar da evet, tanığız, Rabbimizsin demişlerdi.
Bu da kıyâmet günü bizim bundan haberimiz yoktu
dememeniz. 116[18]
[18] Bilginler arasında bu ızhar
edip tanık tutma keyfiyeti hakkında aykırılıklar vardır.
Bâzılarına göre Tanrı, Âdem Peygamberin soyunu, onun
sulbünden, zerreler halinde çıkarmış, onları kendisine
gösterip yalnız bana tapmaları ve şirk koşmamaları için
ahid alacağım dedikten sonra zerrelere, ben sizin
Rabbiniz değil miyim demiş, onlar da evet, tanığız,
gerçekten de Rabbimizsin demişler, bu ahde melekleri de
tanık tutmuştur.Tanrı, o zerrelere anlayış ve akıl
vermiş, Tanrının hitabını duyup anlamışlar, sonra tekrar
onları Adem'in sulbüne reddetmiştir. Sonradan herkes,
vakti gelince dünyaya gelir. Müslüman olan, yaratılışa
uymuş demektir, kafir olansa yaratılışı bozmuş,
değiştirmiştir. Müfessirler, bu hususta birçok sözler
söylemişler, hatta ayeti tevil edenler de bulunmuştur.
Bazıları ise Tanrı, Adem'in demedi, Ademoğullarının
dedi, sırtından demedi, sırtlarından dedi, zürriyetini
demedi, zürriyetlerini dedi, sonra da "Bizim bundan
haberimiz yoktur dememeniz, yahut da ancak atalarımız
şirk koştu önce ve biz, onlardan sonra gelmiş bir soyuz;
bizi de o boş ve asılsız işlerde bulunanların amelleri
yüzünden helak mi edeceksin gibi bir söz söylememeniz
içindi" buyurmuştur. Aynı zamanda ahdalmak, unutturmak
için olamaz demişlerdir. Bunlarca Allah, Ademoğullarını,
babalarının bellerinden, analarının rahimlerine ihraç
etmiş, sonra onları dünyaya getirmiş, onlara yaratışının
eserlerini, varlığının delillerini göstermiş, adeta
kendilerini kendilerine tanık tutarak rabbiniz değil
miyim demiştir; bu da kıyamet günü özür getirmemeleri
içindir (Mecma, 1, 461). Sufilerin de bu hususta çeşitli
sözleri vardır. Onlarca Ademoğulları, akla mensup
babalarındayken, yani akıllar alemindeyken, Tanrı,
kendilerine nurani hüviyetlerini göstermiş, onlar, misal
aleminde Tanrıyı tasdik etmişlerdir. Yahut her zerrenin
meleküti bir dili vardır, her varlık, mazhariyetine
uymakla kendisini yetiştirip, istidadına göre geliştiren
rabbini her an tasdik edip durur (Molla Muhsin Feyz:
Tefsir-Safi, s. 174).
173- Yahut da ancak atalarımız
şirk koştu önce ve biz onlardan sonra gelmiş bir soyuz;
bizi de o boş ve asılsız işlerde bulunanların amelleri
yüzünden helâk mı edeceksin gibi bir söz söylememeniz
içindi.
174- Belki doğru yola dönersiniz
diye âyetlerimizi işte böyle açıklamadayız.
175- Oku onlara kendisine
delillerimizi ihsân ettiğimiz halde bile-bile onları
inkâr edip, onların hükmünden sıyrılıp Şeytan'a uyan ve
helâk olana âit kıssayı.
176- Dileseydik onu,
delillerimizle yüceltirdik, fakat o, yeryüzüne sarıldı
ve kendi isteğine uydu. O tıpkı köpeğe benzer; üstüne
varıp kovsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline
bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte bu hal,
delillerimizi yalanlayan topluluğun haline benzer; sen
geçmişlerin hallerini anlat onlara da belki iyice bir
düşünürler.
177- Ne de çirkin bir örnektir
delillerimizi yalanlayıp kendilerine zulmedenlerin hali.
178- Allah, kimi doğru yola
sevkettiyse odur doğru yolu bulan ve kimi yoldan
çıkarırsa o ve onun gibilerdir ziyana uğrayanlar.
179- Andolsun ki biz, cinlerin
ve insanların çoğunu cehennem için yarattık; onların
kalpleri vardır; düşünmezler onunla; gözleri vardır,
görmezler o gözlerle; kulakları vardır, duymazlar o
kulaklarla. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler,
hattâ daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette
kalanların ta kendileri.
180- Güzel adlar, Allah'ındır, o
adlarla duâ edin ona ve onun adlarını başka anlamlara
çekenleri, o adları başkalarına verenleri, onu, ona
lâyık olmayan adlarla çağıranları bırakın, onlar,
yaptıklarının cezâsını görecekler.
181- Yarattıklarımızdan bir
topluluk var ki halkı gerçeğe irşâd eder ve gerçek
olarak adâletle muâmelede bulunur.
182- Delillerimizi
yalanlayanlara gelince: Biz onları yavaş-yavaş hiç
anlamayacakları noktalardan helâke yaklaştırır-dururuz.
183- Ve ben onlara mühlet
veririm, şüphe yok ki azâbım pek şiddetlidir.
184- Düşünmezler mi ki
kendileriyle konuşanda delilikten eser bile yok; o ancak
apaçık korkulu bir haber veren.
185- Bakmazlar mı göklerdeki ve
yeryüzündeki saltanat ve tedbîre ve Allah'ın yarattığı
şeylerden herhangi birine ve ölüm çağlarının gelip
çatmakta olduğuna? Bu sözden sonra da hangi söze
inanırlar artık?
186- Allah kimi yoldan çıkarırsa
artık yoktur onu doğru yola sevkedecek ve onları can
gözleri kör olarak şaşkınlıklarında bırakır gider.
187- Senden kıyâmetin ne vakit
kopacağını sorarlar. De ki: Onu ancak Rabbim bilir.
Vakti geldi mi onu ancak o izhâr eder; göklere de ağır
basmıştır, yeryüzüne de ve size ancak ansızın gelip
çatar. Biliyormuşsun da gizliyorsun gibi sana
soruyorlar, de ki: Onu ancak Allah bilir, fakat
insanların çoğu anlamaz bunu.
188- De ki: Allah'ın
dilediğinden başka kendime ne bir fayda vermeye gücüm
yeter, ne bir zarardan kaçınmaya. Gaibi bilseydim daha
fazla hayır elde etmek isterdim ve bana bir kötülük
gelmezdi. Fakat ben ancak inanan topluluğu korkutan ve
müjdeleyen biriyim.
189- Öyle bir mabuttur ki sizi
tek bir kişiden yarattı, ülfet ve ünsiyet etmesi için
ondan da eşini halketti. Derken erkek eşine yaklaşınca
eşi, hafif bir yük taşımıya ve onunla gidip gelmeye
başladı. O yük ağırlaşınca ikisi de, bize âzâsı tam ve
iyi bir evlât verirsen şüphe yok ki biz de
şükredenlerden oluruz diye Rablerine duâ ettiler.
190- Onlara âzâsı tam ve düzgün
bir evlât verince de o yüzden şirk koştular. Oysa
onların şirk koştuklarından tamamıyla münezzehtir.
191- Hiçbir şeyi yaratamayan bir
varlığı ona eş mi tutuyorlar, halbuki kendileri
yaratılmıştır.
192- Onlara yardım etmeye
güçleri yetmeyen ve kendilerine de yardım etmeye
muktedir olmayan şeyleri eş mi sayıyorlar ona.
193- Onları doğru yola
çağırırsanız size uymazlar. İster çağırın onları, ister
susun, sizce ikisi de bir.
194- Allah'tan başka
çağırdıklarınızın hepsi de sizin gibi kuldur. Sözünüz
gerçekse çağırın da cevap versinler size.
195- Ayakları mı var ki
yürüsünler, yahut elleri mi var ki tutsunlar, yoksa
gözleri mi var ki görsünler, yahut da kulakları mı var
ki duysunlar? De ki: Çağırın Tanrıya eş sandıklarınızı
da sonra hep berâber bana düzen kurun, göz bile
açtırmayın bakalım.
196- Çünkü şüphe yok ki benim
yardımcım, kitabı indiren Allah'tır ve o, bütün temiz ve
iyi kişilere yardım eder.
197- Ondan başka bütün
taptıklarınızın ne size yardıma güçleri vardır, ne
kendilerine yardıma.
198- Onları doğru yola
çağırırsan dinlemezler ve görürsün ki sana bakıyorlar,
fakat baktıkları halde görmezler.
199- Özrü kabul edip suçları
bağışla, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir.
200- Şeytan seni buna aykırı bir
yola meylettirmeye kalkışırsa Allah'a sığın, şüphe yok
ki o, her şeyi duyar ve bilir.
201- Tanrıdan çekinenler,
Şeytan'ın bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler, bir
de bakarsın ki doğru yolu görmüşler bile.
202- Müşriklerin kardeşleri olan
Şeytanlar, müşrikleri azgınlığa sürerler, sonra da
onları azdırmaktan hiç geri kalmazlar.
203- Onlara bir âyet gelmeyince
kendinden düzüp koşsaydın derler. De ki: Ben ancak
Rabbim bana neyi vahy ederse ona uyarım. Budur
Rabbiniz-den gelen ve can gözlerinizi açacak olan aşikâr
deliller ve inanan topluluğa doğru yolu gösteren vâsıta
ve rahmet.
204- Kur'ân okununca dinleyin ve
susun da rahmete erin.
205- Sabah ve akşam çağları,
yalvarıp yakararak ve ondan korkarak, fakat fazla
bağırmamak şartıyla ve içinden gelerek an Rabbini ve
gaflet edenlerden olma.
206- Şüphe yok ki Rabbinin
katında bulunanlar, ona kulluk etmekten çekinmezler ve
onu noksan sıfatlardan tenzîh ederler ve yalnız ona
secde ederler.117[19]
[19] Meleklerdir.
8- ENFÂL SURESİ
(Yetmiş beş âyettir. 30. âyetten
itibaren yedi âyetten başka bütün âyetleri Medenîdir. Bu
yedi âyet Mekkîdir. Savaş ganîmetlerinden bahsedildiği
için Enfâl adiyle adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Sana harp ganîmetlerinin
hükmünü sorarlar. De ki: Ganîmetler, Allah'ın ve
Peygamberindir. Artık Allah'tan sakının ve aranızı ıslah
edin ve inanmışsanız Allah'a ve Peygamberine itaat edin.
2- İnananlar, ancak onlardır ki
Allah anılınca yürekleri titrer, onlara âyetleri
okununca da inançlarını arttırır ve Rablerine
dayanırlar.
3- Onlardır ki namaz kılarlar ve
rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını harcarlar.
4- Onlardır gerçek inananlar,
onlarındır Rableri katında dereceler, yarlıganma ve
dâimî, bitmez-tükenmez rızık.
5- Nasıl ki Rabbin, seni hak
uğruna evinden çıkarmıştı ve şüphe yok ki inananların
bir kısmı bundan hoşlanmamıştı.118[1]
[1] Bedir savaşına işarettir.
6- Gerçek, apaçık meydana
çıktıktan sonra bile bu hususta, gözleri baka-baka ölüme
sürükleniyorlarmış gibi seninle çekişmeye
kalkışıyorlardı.
7- Hani Allah, o iki bölükten
birinin muhakkak sizin olacağını vaad ediyordu da siz,
silâhı bulunmayanların, elinize düşmesini istiyordunuz.
Halbuki Allah, sözleriyle, gerçeği yerine getirmek ve
kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.119[2]
[2] Vaadedilen iki şeyin biri,
Kureyş boyu, öbürü kervandı. Müslümanlar, Kureyş’e ait
bir kervanı ele geçirmek için Medine'den çıkmışlardı. Üç
yüz on üç kişiydiler. Bu olayı haber alan Ebu-Cehl,
Mekkelileri kışkırttı; bin kişilik bir orduyla harekete
geçirdi. Müslümanlar, savaş için çıkmadıklarından bir
kısmı gitmek istemiyordu. Nihâyet "Bedir" denilen bir
kuyu yanında müşriklerle karşılaştılar. Savaşta
Müslümanlar üst oldu, Müslümanlığın en büyük düşmanı
Ebu-Cehl öldürüldü.
8- Böylece de suçlular istemese
de gerçeği gerçek olarak izhâr etmeyi ve bâtılın
boşluğunu bildirmeyi murâd etmekteydi.
9- Hani, siz, Rabbinizden imdat
istemiştiniz de Rabbiniz, şüphe yok ki ben, birbiri
ardınca binlerce melekle size yardım edeceğim diye
duânızı kabûl etmişti.
10- Ve Allah, bunu ancak bir
müjde olarak ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı.
Yardım, ancak Allah'tandır. Şüphe yok ki Allah,
üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
11- Hani bir emniyet vermek için
sizi hafif bir uykuya daldırmıştı ve sizi arıtmak,
sizden Şeytan'ın pisliğini gidermek, yüreklerinizi
sağlamlaştırmak ve ayaklarınızı pekiştirip metânetinizi
arttırmak için de gökten bir yağmur yağdırmıştı.120[3]
[3] Bu hafif uyku, Müslümanların
heyecanlarını yatıştırdı. Yağan yağmur da hem
susuzluklarını giderdi, hem de kumu pekiştirerek
harekete müsait bir hale soktu.
12- Hani Rabbin, şüphe yok ki
ben, sizinleyim, inananları sebât ettirin, kâfirlerin
yüreklerine korku salacağım, hadi vurun boyunlarını,
vurun onların ellerine, ayaklarına diye meleklere
vahyetmedeydi.
13- Bu da onların, Allah'a ve
Peygamberine karşı gelmelerindendi ve kim, Allah'a ve
Peygamberine karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezâsı,
şüphe yok ki pek çetindir.
14- İşte tadın şimdi bunu ve
şüphe yok ki kâfirler için bir de ateşle azap var.
15- Ey inananlar, savaşmak üzere
kâfirlerle karşılaştınız mı onlara arkanızı dönmeyin.
16- Ve kim, tekrar savaşmak için
bir tarafa çekilmek, yahut bir bölüğe ulaşmak niyetinde
olmadan öyle bir günde onlara arka çevirir, dönerse
muhakkak Allah'ın gazabına uğrayacaktır, yurdu
cehennemdir ve orası, dönüp varılacak ne kötü bir
yerdir.
17- Onları siz öldürmediniz,
fakat Allah öldürdü ve attığın zaman sen atmadın, fakat
Allah attı ve böylece de kendi katından, inananlara
güzel bir nîmet vermek, onları denemek istedi. Şüphe yok
ki Allah her şeyi duyar, bilir. 121[4]
[4] Hz. Muhammed (s.a.a),
savaştan önce yerden bir avuç taş alıp yüzleri kara
olsun diye müşriklere atmıştı. Buna işaret edilmektedir.
18- Böyledir bu ve şüphe yok ki
Allah, kâfirlerin düzenlerini gevşetir.
19- Fetih istiyordunuz ya, işte
size fetih. Vazgeçerseniz daha hayırlı olur size, fakat
savaşa dönerseniz biz de döneriz ve topluluğunuz çok
bile olsa hiçbir işinize yaramaz sizin ve şüphe yok ki
Allah, inananlarla berâberdir. 122[5]
[5] Bu hitap, müşrikleredir.
Onlar, savaştan önce ve Mekke'de fethe nail olmaları
için dua etmişlerdi.
20- Ey inananlar, Allah'a ve
Peygamberine itaat edin, Kur'ân'ı dinlediğiniz halde
ondan yüz çevirmeyin.
21- Ve işittik dedikleri halde
duyup kabûl etmeyenlere benzemeyin.
22- Şüphesiz ki yerde yürüyen
canlıların Allah katında en kötüsü, aklı, idrâki olmayan
sağır ve dilsiz mahluklardır.
23- Allah, onlarda bir hayır
olduğunu bilseydi elbette onlara duyururdu. Fakat
duyursaydı da gene onlar arkalarını dönerek yüz
çevirirlerdi.
24- Ey inananlar, sizi
diriltecek, size can verecek şeylere çağırdıkları zaman
Allah'a ve Peygambere icâbet edin ve bilin ki Allah, hiç
şüphe yok, insanın kendisiyle kalbinin arasına girer ve
hiç şüphe yok ki onun tapısında toplanacaksınız.
25- Ve sakının o fitneden ki
yalnız zulmedenlerinize gelip çatmaz ve bilin ki
şüphesiz Allah'ın cezâsı pek çetindir.
26- Hatırlayın o zamanı ki
azlıktınız, yeryüzünde hor, âciz tanınanlardandınız,
insanların size saldırıp yok etmesinden korkuyordunuz.
Derken sizi, şükredesiniz diye yer-yurt sahibi etti,
yardımıyla kuvvetlendirdi ve tertemiz şeylerle
rızıklandırdı.
27- Ey inananlar, Allah'a ve
Peygambere hıyânet etmeyin ve bile-bile emânetlerinize
de hıyânette bulunmayın.
28- Ve bilin ki mallarınız ve
evlâdınız, sizin için bir sınamadır ancak ve şüphe yok
ki Allah katındadır büyük mükâfat.123[6]
[6] Hz. Muhammed (s.a.a),
Benî-Kurayza denen Yahûdi topluluğunun Medine
civarındaki kalesini kuşatmıştı. Bu kuşatma, yirmi bir
gün devam etti. Barışmak istediler, Hz. Peygamber
haklarında, Muâz oğlu Sa'd'in hükmünü kabul etmek
istiyordu. Onlar, Evs kabilesinden Ebu-Lübâbe'yi
göndermesini istediler. Ebû-Lübâbe'nin malı ve ayali
onların yanındaydı. Ebu-Lübâbe, Hz. Peygamberin emriyle
gidince Muazoğlu'nun hükmünü kabul edersek ne olacağız
diye sordular. Ebu-Lübabe, eliyle boğazını işaret ederek
öldürüleceklerini bildirdi. Fakat hemen nadim oldu. Bu
ayetin vahyedilmesinden sonra Medine'ye dönüp kendisini
mescidin direklerinden birine bağlattı, vallahi dedi ne
yerim, ne içerim, böylece ölür giderim, yahut da Allah
tövbemi kabul eder. Yedi gün bağlı kaldı. Kızı gelir,
abdest bozacağı, yahut namaz kılacağı zaman ipi çözer,
sonra gene bağlardı. Yedinci günü bayılıp kendinden
geçti. Bu sûreden sonraki Tevbe sûresinin (9) 102-104.
ayetleri vahyedilerek tövbesinin kabul edildiği
bildirildi Ebu-Lübabe müjde verenlere, Vallahi dedi,
Resulullah gelip çözmedikçe bu ipi çözmem. Hz. Peygamber
geldi, bizzat ipi çözdü. Ebu-Lübabe, tevbemi tamamlamak
için suça girmeme sebep olan yeri terk etmem ve malımdan
vazgeçmem gerek dedi. Hz. Peygamber, malının üçte birini
sadaka olarak aldı, geri kalanını kendisine bağışladı.
29- Ey inananlar, Allah'tan
çekinirseniz hayırla şerri ayırt etme kabiliyetini verir
size ve suçlarınızı örter, yarlıgar sizi ve Allah, pek
büyük bir lütuf ve ihsân sâhibidir.
30- Hani bir zaman, kâfir
olanlar, seni bağlayıp hapsetmek, yahut öldürmek, yahut
da yurdundan çıkarmak için düzenlere baş vurmuşlardı.
Onlar, bu düzeni kurarken Allah da cezâlarını
hazırlamadaydı ve Allah hîlekârları cezâlandıranların en
hayırlısıdır. 124[7]
[7] Dâr-ün-Nedve'de, yani Kureyş
ulularının topluluk yerinde, Hz. Peygambere, bütün
kabilelerden seçilen kişilerin birden hücum ederek
öldürmeleri ve bu sûretle Haşimoğullarının kan dâvasına
kalkmalarının önünün alınması kararlaştırılmıştı. Buna
işaret edilmektedir.
31- Onlara âyetlerimiz okunurken
dediler ki: Duyduk, dilersek biz de buna benzer sözler
söyleriz ve bu, eskilerin masallarından başka bir şey de
değil.
32- Hani Allah'ım demişlerdi,
bu, senin katındansa ve gerçekse başımıza gökten taş
yağdır, yahut da bize elemli bir azap ver.
33- Fakat sen, onların içinde
oldukça onları azaplandırmaz ve gene yarlıganma
dilerlerken Allah onlara azap vermez.
34- Ne diye Allah onları
azaplandırmasın ki onlar, hizmetine lâyık olmadıkları
halde halkı Mescid-i Harâm'dan menediyorlar, onun
hizmetine lâyık olanlar, ancak çekinenlerdir, fakat çoğu
bilmez bunu.
35- Tanrı evine karşı namazları,
ancak ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibaret. Artık kâfir
olmanıza karşılık tadın azâbı.
36- Şüphe yok ki kâfir olanlar,
mallarını ancak halkı Allah yolundan alıkoymak için
harcarlar. Harcayacaklar da, sonra o harcadıkları
mallar, kendilerine bir iç acısı olacak, sonra da alt
edilecekler ve kâfir olanlar cehenneme götürülecekler,
orada toplanacaklar.
37- Allah pisi temizden ayıracak
ve pis olanları yığın-yığın birbiri üstüne koyup yığacak
ve topunu birden cehenneme atacak; onlardır ziyankârlar.
38- Kâfir olanlara de:
Kâfirliklerinden vazgeçerlerse geçmiş günahları örtülür,
yarlıganır, fakat vazgeçmezler de savaşa kalkışırlarsa
şüphe yok ki onlardan önceki hüküm ve kanun yürüyüp
gidecektir.
39- Hiçbir fitne kalmayıncaya ve
din, tamamıyla Allah'a münhasır oluncaya dek savaşın
onlarla. Savaştan vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah,
onların yaptıklarını görür.
40- Ve yüz çevirirlerse artık
bilin ki Allah sizin yâriniz, yardımcınızdır ve o, ne
güzel dosttur, ne güzel yardımcı.
41- Ve iyice bilin ki ganîmet
olarak elde ettiğiniz şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın
ve Peygamberin ve yakınların ve yetimlerin ve
yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a
inanmışsanız ve hak ile bâtılın ayrıldığı, yâni iki
ordunun birbiriyle buluştuğu gün kulumuza indirdiğimize
iman etmişseniz ve Allah'ın her şeye gücü yeter. 125[8]
[8] Bu beşte bir hakkında
muhtelif reyler vardır. İbn-i Abbas, İbrahîm, Katâde ve
Atâ'ya göre beşte bir hisse, beşe bölünür. Allah'a ve
Peygambere ait olan pay, silâha ve ata sarfedilir.
Şâfii'ye göre dört kısma bölünür. Bir payı Peygamber
soyuna aittir, üçü Müslümanların yoksullarına,
yetimlerine ve yolda kalmışlarına verilir. Bâzılarına
göre üçe bölünür, çünkü Peygambere ait pay, vefatiyle
sakıt olmuştur ve Peygamberin mîrası olmadığına göre de
yakınlarına verilemez. Bâzıları üç payı âyette
anılanlara, bir payı da Hz. Peygambere mensup olanlara
vermenin caiz olduğunu söylemişlerdir. İmamiyye'ye göre
Allah'a ve Peygambere ait olan pay, imamın hakkıdır,
bundan sonra bir pay, Hz. Resulullah’ın soyundan gelen
yetimlerin, bir pay, aynı soya mensup yoksulların, bir
pay da gene aynı soydan olup parası biterek yolda kalmış
olanlarındır. Bu paylar, ancak Al-i Muhammed'e aittir,
çünkü onlara zekat ve sadaka haramdır. Bunu Taberi,
Aliyy-ibn-il-Huseyn'den ve Muhammed-ibn-i-Aliyy-il-Bakır
(a.s)'dan rivayet eder. Humüs verilecek yakınlarda da
ihtilaf vardır. Abdülmuttalip evladından Haşimoğulları
diyenler bulunmuştur, çünkü Haşim'in soyu ancak
Abdülmuttalip'ten yürümüştür. Bu rivayet, İbn-i
Abbas'tan gelir. Humüsün nelerden verileceği hakkında da
çeşitli reyler mevcuttur (Mecma' 1, 482-483).
42- Hani siz vâdinin yakın bir
yerindeydiniz, onlar uzak bir kıyısında, kervansa sizden
daha aşağı tarafta ve eğer muayyen yerlerde buluşmak
üzere sözleşseydiniz gene ihtilâfa düşerdiniz. Fakat
helâk olanın, apaçık bir delil görerek helâk olması,
diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri
kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere
bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi
duyar, bilir.
43- Hani Allah, rüyanda sana
onların az olduğunu göstermişti; çok gösterseydi ürker,
gevşerdiniz ve iş hususunda da çekişe kalkışırdınız.
Fakat Allah sizi bundan kurtardı ve şüphe yok ki o,
gönüllerdekini bilir.
44- Hani karşılaştığınız zamanda
Allah, onları sizin gözünüze az gösterdiği gibi sizi de
onlara az göstermişti; çünkü Allah, olacak işi yapacak,
yerine getirecekti ve bütün işlerin mercii Allah'tır.
126[9]
[9] Bedir savaşına işaret
edilmektedir.
45- Ey inananlar, bir toplulukla
karşılaştınız mı mutlaka sebât edin ve Allah'ı çok anın
da kurtulun murâdınıza erişin.
46- Allah'a ve Peygamberine
itâat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız
ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah,
sabredenlerle berâberdir.
47- Ülkelerinden böbürlenmek ve
halka gösteriş yapmak için çıkanlara ve insanları Allah
yolundan menedenlere benzemeyin ve Allah onların bütün
yaptıklarını bilgisiyle kavramıştır.
48- Hani o zaman Şeytan, onların
yaptıklarını, kendilerine süslü ve hoş göstermişti de
bugün insanlardan size üstün olacak yoktur, ben de şüphe
yok ki size yardımcıyım demişti. Fakat iki ordu da
görününce geri dönüp ben demişti, şüphe yok, sizden
uzağım, çünkü ben, sizin görmediklerinizi görmedeyim ve
Allah'tan korkmadayım ve Allah'ın cezâsı pek çetindir.
127[10]
[10] Bedir savaşına işaret
edilmektedir.
49- Hani münâfıklarla
gönüllerinde hastalık olanlar, bunları dinleri
aldatmıştır demişlerdi; halbuki kim Allah'a dayanırsa
bilsin ki Allah, şüphe yok ki üstündür, hüküm ve hikmet
sâhibidir.
50- Melekler, kâfirlerin
suratlarına ve sırtlarına vura vura canlarını alır ve
şiddetle yakıcı azâbı tadın derlerken bir görmeliydin
onları.
51- Bu, evvelce ellerinizle
kendinize hazırladığınız şeydir ve şüphe yok ki Allah,
kullarına zulmetmez.
52- Firavun'un soyuyla onlardan
önce gelip geçenlerin gidişleri gibi hani Allah'ın
delillerini inkâr edip kâfir olmuşlardı da Allah,
suçlarına karşılık onları azâbına uğratmıştı: Şüphe yok
ki Allah, pek kuvvetlidir, azâbı da pek çetindir onun.
53- Bu da, şundan ileri gelir:
Şüphe yok ki Allah, bir topluluğa ihsân ettiği nîmeti,
onlar kendi huylarını değiştirmedikçe değiştirmez ve
şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, bilir.
54- Firavun'un soyuyla onlardan
önce gelip geçenlerin gidişleri gibi hani. Rablerinin
âyetlerini yalanladılar da suçlarına karşılık helâk
ettik onları ve Firavun'un soyunu sulara garkettik,
hepsi de zâlimdi onların.
55- Allah katında yeryüzünde
yürüyen mahlûkların en kötüsü kâfir olanlardır ve onlar
inanmazlar zâten.
56- Onlar, kendileriyle
ahitleştiğin kimselerdir, sonra her defasında da
ahitlerini bozarlar ve onlar, hiç çekinmezler.
57- Savaşta üst gelirsen onları,
izlerini izliyenlere de tesir edecek ve onları da
korkutacak bir tarzda cezâlandır da bunu ansınlar, ibret
alsınlar bundan.
58- Kâfirler, işin geçip
gittiğini, kendilerinin unutulduğunu ve bir daha da
horlanmayacaklarını, âciz bir hâle getirilmeyeceklerini
sanmasınlar.
59- Bir topluluğun hâinlikte
bulunacağından korkarsan aradaki muahedeyi boz ve bunu,
yâni iki tarafın da bir sözle bağlı olmadığını onlara
bildir. Şüphe yok ki Allah, hâinleri sevmez.
60- Allah düşmanlarıyla size
düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz,
fakat Allah'ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara
karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve
besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size
karşılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme
uğramayacaksınız.
61- Fakat barışa yanaşırlarsa
sen de yanaş ve Allah'a dayan. Şüphe yok ki o, her şeyi
duyar, bilir.
62- Sana karşı bir hile yapmayı
dilerler, buna yeltenirlerse hiç şüphe yok ki Allah
yeter sana; öyle bir mabuttur ki seni, kendi yardımıyla
ve inananlarla kuvvetlendirir.
63- Onların gönüllerini
birleştirmiştir. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın
gene de gönüllerini birleştiremezdin onların, fakat
Allah, aralarını uzlaştırdı. Şüphe yok ki o, üstündür,
hüküm ve hikmet sâhibidir.
64- Ey Peygamber, sana da, iman
sahiplerinden sana uyanlara da Allah yeter.
65- Ey Peygamber, inananları
savaşa teşvik et. Sizden yirmi tane sabırlı er bulunsa
onların iki yüzüne üst gelir ve siz yüz kişi olsanız
kâfirlerin bin tânesine üst olursunuz, çünkü onlar,
hiçbir şeyden anlamaz bir topluluktur.
66- Fakat şimdi Allah size
savaştaki hükmü hafifletti ve bildi ki sizde muhakkak
bir zaaf var. Artık sizden yüz tane sabır ve sebat
sâhibi, ikiyüzü yener ve siz bin kişi olsanız Allah'ın
izniyle iki binini altedersiniz ve Allah, sabır ve sebât
edenlerle berâberdir.
67- Hiç bir peygamber,
yeryüzünde kâfirlere üstolup onları iyice kahretmedikçe
tutsak almamıştır. Siz, geçici dünyâ malını
istiyorsunuz, Allah'sa âhireti istemekte ve Allah,
üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
68- Allah, bunu helâl olarak
takdîr etmeseydi helâl olduğu açıklanmadan tutsaklara
karşılık aldığımız para yüzünden pek büyük bir azâba
uğrardınız.
69- Artık elde ettiğiniz
ganîmeti helâl ve temiz olarak yiyin ve çekinin
Allah'tan. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
70- Ey Peygamber, ellerinizde
bulunan tutsaklara de ki: Allah, yüreklerinizde bir
hayırlı niyet bulunduğunu bilirse size, sizden alınandan
daha hayırlısını verir ve suçlarınızı örter ve Allah
suçları örter, rahîmdir.
71- Fakat sana hâinlik etmeyi
kurarlarsa bilsinler ki daha önce Allah'a hâinlik
etmişlerdi de seni onlara üstetmişti o ve Allah, her
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
72- İnanıp yurtlarından
göçenler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda
savaşanlar, bunları yer-yurt sâhibi edip barındıranlar
ve yardımda bulunanlarsa işte bunlar, mîrasta
birbirlerinin velîleridir. İnandıkları halde
yurtlarından göçmeyenlere gelince, göçünceye dek onların
mîraslarında bir hakkınız yoktur. Dine ait bir hususta
sizden yardım isterlerse, aranızda bir ahit bulunan
topluluğa karşı olmamak şartıyla onlara yardım etmeniz
gerektir ve Allah, ne yaparsanız hepsini de görür.
73- Kâfir olanlarsa
birbirlerinin dostudur, yardımcısıdır. Birbirinize
yardım etmezseniz yeryüzünde bir fitne belirir, büyük
bir bozgun meydana gelir.
74- İnananlar ve yurtlarından
göçenler, Allah yolunda savaşanlar ve bir de bunları
yer-yurt sâhibi edenler ve yardımda bulunanlarsa
onlardır gerçekten inanmış olanlar. Onların hakkıdır
yarlı-ganmak ve sayısız, tükenmez rızık.
75- Sonradan inanıp göçen ve
sizinle berâber savaşanlar da sizdendir. Allah'ın
takdîrinde sabit olduğu veçhiyle bir kısım akraba, bâzı
akrabanın mîrasında daha ileri bir hakka sâhiptir. Şüphe
yok ki Allah, her şeyi bilir.
9- TEVBE SURESİ
(Yüz yirmi dokuz âyettir.
Bâzılarına göre sondaki iki âyetten başka bütün âyetleri
Medenîdir. Bu sûre hicretin dokuzuncu yılında
vahyedilmiştir. Mekke, sekizinci yılda fethedilmiş ve
Hz. Peygamber onuncu yılda Vidâ haccını eda etmişti.
Katâde ve Mücâhid'e göre Hz. Muhammed (s.a.a)'e
Medine'de vahyedilen son sûre bu sûredir. İçinde
tövbeden bahsedildiği cihetle Tövbe sûresi dendiği gibi
ilk kelimesine nazaran Berâe, münafıkların ayıplarını
ortaya koyduğu için Fâzıha sûresi de denmiştir. Azap
sûresi diyenler de olmuştur. Kahrı belirterek
başladığından, yahut bundan önceki sûreden ayrı bir sûre
olduğu şüpheli bulunduğundan Rahman ve Rahîm adlarını
muhtevi bulunan Besmele bu sûrede yoktur.)
1- Allah ve Resûlü, kendileriyle
ahitleştiğiniz müşriklerden berîdir.
2- Yeryüzünde dört ay daha
dolaşın ve bilin ki siz Allah'ı âciz bir hâle
getiremezsiniz ve şüphe yok ki Allah, kâfirleri aşağılık
bir hâle getirecektir.128[1]
[1] Dört ay hakkında ihtilâf
vardır. Zilhiccenin onuncu gününden rebiülahırın onuncu
gününe kadar diyenler olduğu gibi zilhiccenin
yirmisinden rebiülahırın yirmisine, şevvalden muharremin
sonuna, zilkadenin yirmisinden rebiülevvelin yirmisine
kadar diyenler de olmuştur. Bu sûre inince Hz. Muhammed
(s.a.a), Ebu-Bekr'i Mekke'ye göndermiş, arkadan da Hz.
Ali'yi yollamış, Ali (a.s), Peygamberin devesine binmiş
olduğu halde bu yıldan sonra müşriklerin haccetmemesini,
çıplak tavaf edilmemesini, Kabe'ye, mümin olandan
başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. Muhammed
(s.a.a)'le muahedesi olanlara muahede müddeti bitinceye
dek dokunulmayacağını ve şartlara riayet edileceğini,
aralarında böyle bir muahede bulunmayanların, dört ay
sonra tebliğ edilen şartlara riayet etmeleri lazım
geldiğini bildirmiş ve sûrenin başından on yahut on üç
ayet okumuştur.
3- Hacc-ı ekber günü, Allah'tan
ve Peygamberinden insanlara bir ilândır bu: Şüphe yok ki
Allah ve Peygamberi, müşriklerden berîdir. Artık tövbe
ederseniz bu, daha hayırlıdır size. Fakat gene yüz
çevirirseniz iyice bilin ki siz hiç şüphe yok, Allah'ı
âciz bırakamazsınız ve kâfir olanlara pek acıklı azapla
müjde ver.129[2]
[2] Hacc-i Ekber günü arefe
günüdür. Müşriklerin de müminlerle beraber haccettiği o
gündür diyenler olduğu gibi bütün hac günleridir
diyenler de olmuştur.
4- Ancak müşriklerden
ahitleştiğiniz kimseler, bu ahitten sonra size karşı
sözlerinden hiçbir sûretle dönmemiş, şartlardan
hiçbirini bozmamış ve aleyhinize hiçbir kimseye yardıma
kalkışmamış olanlar müstesna. Onlarla olan ahdinizi,
müddeti bitinciyedek tamamlayın. Şüphe yok ki Allah,
çekinenleri sever.
5- Harâm aylar çıkınca
müşrikleri Nerede bulursanız öldürün, yakalayın,
kuşatın, hapsedin onları, gelip geçecekleri bütün
yolları tutun. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve
zekât verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah
suçları örter, rahîmdir.
6- Müşriklerden biri, senden
aman dilerse aman ver ona da Allah sözünü dinlesin,
sonra da emîn olduğu yere dek yolla onu. Bunun sebebi
de, onların, bilmeyen bir topluluk olmalarıdır.
7- Müşriklerin, Allah ve
Peygamberi katında nasıl bir ahitleri olabilir ki? Ancak
Mescid-i Harâm yanında ahitleştikleriniz müstesna.
Onlar, size karşı doğru hareket ederlerse siz de onlara
karşı doğru hareket edin. Şüphe yok ki Allah,
çekinenleri sever.
8- Nitekim onlar size üstolsaydı
hakkınızda ne bir yakınlık gösterirlerdi, ne bir ahde
riâyet ederlerdi. Onlar, sizi ancak ağızlarıyla hoşnut
ederler, yüreklerindeyse düşmanlık ve gadir var ve
onların çoğu, buyruktan çıkmış kişilerdir.
9- Allah'ın âyetlerini satarlar
da karşılık olarak pek az ve âdî bir şey elde ederler ve
halkı Allah yolundan menederler. Gerçekten de yaptıkları
şey, ne de kötü şeydir.
10- İnanan birisine karşı ne bir
yakınlık gözetirler, ne bir ahde riâyet ederler ve
onlardır haddi aşanların ta kendileri.
11- Fakat tövbe ederler, namaz
kılarlar ve zekât verirlerse onlar da din
kardeşlerinizdir ve biz, bilen topluluğa âyetlerimizi
açıklar, bildiririz.
12- Ahitlerinden sonra gene
yeminlerini bozarlar ve dininizi kınarlarsa kâfirliğe
baş olanlarla savaşın, şüphe yok ki yeminini tutmayan
kişilerdir onlar, belki bu sûretle yaptıklarından
vazgeçerler.
13- Yeminlerinden dönen ve
Peygamberi, ülkesinden çıkarmaya çabalayan ve size karşı
ahitlerini ilkin bozan bir toplulukla savaşmaz mısınız,
korkar mısınız onlardan? İnanmışsanız kendisinden
korkulmaya daha lâyık olan Allah'tır.
14- Savaşın onlarla da Allah,
ellerinizle onları azaplandırsın, aşağılatsın onları,
onlara karşı yardım etsin size ve inanan topluluğun
göğüslerini ferahlatsın.
15- Ve yüreklerindeki gazabı
gidersin ve Allah, dilediğine tövbe nasîp eder ve
tövbesini kabûl eyler ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve
hikmet sâhibidir.
16- Sanır mısınız ki kendi
hâlinize bırakılacaksınız ve Allah, sizden savaşanlarla
Allah'tan, Peygamberinden ve inananlardan başkasını sır
dostu edinmeyenleri bilmeyecek? Ve Allah, ne yaparsanız
hepsinden de haberdardır.
17- Kendileri kendi
kâfirliklerine tanık olup dururlarken müşriklerin
Allah'a secde edilen yerleri îmâra hakları yoktur.
Onlar, bütün yaptıkları boşa gidenlerdir ve onlar,
ateşte ebedî olarak kalırlar.
18- Allah'a secde edilen
yerleri, ancak ve ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan,
namaz kılan, zekât veren ve Allah'tan başka kimseden
korkmayanlar îmâr eder. İşte doğru yolu bulmaları
umulanlar da onlardır.
19- Hacılara su verme ve
Mescid-i Harâm'ı îmâr etme işiyle uğraşanların
derecesini Allah'a ve âhiret gününe inanıp Allah yolunda
savaşan kimsenin derecesiyle bir mi tutarsınız? Ve
Allah, zulmeden topluluğu doğru yola sevketmez.
20- İnananların, yurtlarından
göçenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
savaşanların Allah katında dereceleri pek büyüktür ve
onlardır muratlarına erenlerin, kurtulup nusrat
bulanların ta kendileri.
21- Rableri, onları öz
rahmetiyle, râzılığıyla ve tükenmez nîmetleri bulunan
cennetlerle müjdeler.
22- Orada ebedî kalırlar. Şüphe
yok ki pek büyük mükâfât, Allah katındadır.
23- Ey inananlar, kâfirliği
severler ve küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve
kardeşlerinizi de dost edinmeyin ve içinizden kim onları
severse onlardır zulmedenler.
24- De ki: Babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, aşîretiniz,
elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz
alış-veriş ve hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan,
Peygamberinden ve onun yolunda savaş etmeden daha
sevimliyse bekleyin Allah'ın emri gelinciye dek ve
Allah, buyruktan çıkan kötü topluluğu doğru yola
sevketmez.
25- Andolsun ki Allah size
birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti; hani o
gün çokluğunuzla övünüp sevinmiştiniz de bu çokluk,
düşmanı defedememişti, hiçbir işinize yaramamıştı,
yeryüzü, o kadar genişken daralmıştı size, sonra da arka
çevirip geri çekilmiştiniz. 130[3]
[3] Huneyn, Taif'e yakın bir
vâdidir. Müşriklerle burada bir savaş olmuştur.
26- Sonra da Allah, Peygamberine
ve inanlara mânevi kuvvetini ihsân etmişti ve
görmediğiniz orduları indirerek kâfirleri
azaplandırmıştı ve işte kâfirlerin cezâsı da budur.
27- Bundan sonra da Allah,
dilediğine tövbe nasîb etmiş ve tövbesini kabûl
eylemişti ve Allah suçları örter, rahîmdir.
28- Ey inananlar, müşrikler,
mutlaka pis insanlardır, bu yıldan sonra artık onları
Mescid-i Harâm'a yaklaştırmayın. Yoksulluktan
korkarsanız bilin ki Allah dilerse yakında sizi
lûtfuyla, ihsânıyla zenginleştirir ve şüphe yok ki Allah
her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.131[4]
[4] Bu âyette, Kâ'be'nin,
zamanına göre iktisadi önemi apaçık bildirilmektedir.
29- Kendilerine kitap
verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlarla,
Allah'la Peygamberinin harâm ettiğini harâm
saymayanlarla ve hak dînini kabûl etmeyenlerle savaşın
cizye vermeye râzı olup bizzat kendi elleriyle ve
alçalarak gelip verinceye dek onlar.
30- Yahudiler, Uzeyr, Allah'ın
oğludur dedi, Nasrânîler de Mesîh, Allah'ın oğludur
dedi. Bu söz, onların uydurup ağızlarına aldıkları bir
söz. Daha önce kâfir olanların sözlerini taklît
etmedeler, hay Allah kahredesiler, nasıl da yalana
kapılıyorlar, bâtıla uyuyorlar.132[5]
[5] İbn-i Abbas, Musevilerin bir
kısmının Uzeyr Peygambere tanrılık atfettiğini ve
bunlardan bir kısmının Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelip bu
sözü söylediklerini riâyet etmiştir (Mecma, 1, 500).
Uzeyr, Ahd-i Atıyk'te "Tevârıh-i Sani" de kayıtlıdır.
31- Allah'ı bırakıp
bilginleriyle râhiplerini ve Meryemoğlu Mesîh'i Rab
tanımışlardır; halbuki onlara da ancak tek mabuda kulluk
etmek emredilmiştir. Ondan başka tapacak yok; o onların
şirk koştukları şeylerden münezzehtir.
32- İsterler ki Allah'ın nûrunu
nefesleriyle söndürsünler, halbuki Allah, kâfirler
istemese de, onlara zor gelse de nûrunu yüceltip itmâm
etmekten başka hiçbir şeye râzı değildir.
33- Öyle bir mabuttur ki
müşrikler istemese de, zorlarına gitse de Peygamberini,
insanları doğru yola sevkeden apaçık ve kesin delillerle
ve bütün dinlere üstolmak üzere gerçek dinle
göndermiştir.
34- Ey inananlar, o bilginlerle
râhiplerin çoğu, boş sebeplerle insanların mallarını
yerler ve halkı Allah yolundan menederler. Altını,
gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli
bir azapla müjdele.
35- O gün, cehennem, o altını,
gümüşü alevleyecek ve onlar, cehennem ateşinde
kızdırılıp alınlarına, yanlarına, sırtlarına
bastırılacak, onlarla dağlanacaklar ve işte bunlardır
kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler denecek, tadın
biriktirdiklerinizin azâbını.
36- Ayların sayısı, gerçekten de
Allah katında on ikidir ve göklerle yeryüzünü yarattığı
günden beri Allah'ın takdîrinde bu, böyledir. Onların
dört tânesi harâm aylardır. Budur dosdoğru hesap. Artık
bu harâm aylarda kendinize zulmetmeyin, fakat
müşriklerin hepsiyle de savaşın, nitekim onların da topu
sizinle savaşmadadır ve bilin ki Allah, şüphe yok ki
çekinenlerle beraberdir. 133[6]
[6] Ayın hilâl oluşundan hilâl
oluşuna kadar süren ve yirmi sekiz küsur günden ibaret
bulunan aylara uygun olarak tespit edilen yıla, ay yılı
denir. Geleneğe göre her ay başı, hilâlin görünüşüyle
tespit edilir. Bundan dolayı ayların bir kısmı yirmi
dokuz, bir kısmı otuz gün sayılır. Ancak ay yılı, güneş
yılına nazaran her sene on gün geriler, böylece otuz
altı yılda bir yıl farkeder. Hz. Peygamberden önce Arap
geleneğine göre zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıyle
recep ayı, hürmet ayları sayılırdı ve bu aylarda savaş
yapılmazdı. Muharremle recebin arasında beş ay, receple
zilkadenin arasında üç ay bulunduğu için recebe, tek
kalmış anlamına gelen "ferd" vasfı verilmiştir.
37- Harâm ayı geciktirme, ancak
kâfirliği artırmadadır ki kâfir olanlar, bu sûretle
doğru yoldan çıkarılmadadır; onlar, Allah'ın harâm
ettiği ayların sayısını denk getirsinler de Allah'ın
harâm ettiğini helâl etsinler diye harâm ayı bir yıl
helâl sayarlar, bir yıl harâm sayarlar. Onların kötü
işleri, kendilerine hoş görünmededir ve Allah, kâfir
olan topluluğu doğru yola sevketmez. 134[7]
[7] Hz. Muhammed (s.a.a)'den
önce bu dört saygı ayında savaş icab ederse Araplar,
saygı ayını başka bir ay sayarlar, savaşa girişirlerdi.
Bu âdet hicretin sekizinci yılına kadar sürdü ve bu
âyetle kaldırıldı.
38- Ey inananlar, size ne oldu
da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz
yerde mıhlanıp kaldınız. Âhireti bıraktınız da dünyâ
yaşayışına mı râzı oldunuz? Fakat dünyâ hayatının
faydası, âhirete nispetle pek azdır. 135[8]
[8] Tebük savaşına işaret
edilmektedir. Meyve zamanı olduğu için münafıklar,
savaşa gitmek istememişler, sahâbeyse kadınları da dahil
olduğu halde mallarını mülklerini, ziynet eşyalarını
vererek büyük bir ordu hazırlanmasını sağlamışlardı.
39- Hep birden savaşa
çıkmazsanız sizi acıklı bir azapla azaplandırır ve
yerinize, sizden başka bir topluluk getirir ve siz, ona
hiçbir zarar vermezsiniz ve Allah'ın, her şeye gücü
yeter.
40- Siz ona yardım etmezseniz
hatırlayın o zamanı ki kâfirler, onu yurdundan
çıkardıkları zaman yardım etmişti ona. O, iki kişinin
ikincisiydi ancak ve hani ikisi de mağaradaydılar,
arkadaşına, mahzun olma demişti, şüphe yok ki Allah,
bizimle berâberdir. Şüphe yok ki Allah, ona mânevî bir
kuvvet ve huzur vermişti ve onu, sizin görmediğiniz
ordularla kuvvetlendirmişti ve kâfir olanların sözlerini
alçaltmıştı, Allah'ın sözüyse zâten yüceydi ve Allah,
her şeye üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.136[9]
[9] İki kişinin biri Hz.
Muhammed (s.a.a), öbürü de onunla berâber göçen
Ebu-Bekr'dir.
41- Genciniz, ihtiyarınız, hep
berâber savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah
yolunda savaşın, bilirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır.
42- Onları hazır bir ganîmete,
yahut yakın bir yolculuğa çağırsaydın sana uyarlardı,
fakat meşakkatle alınacak olan bu yol, onlara uzak
geldi. Allah'a andiçerek gücümüz yetseydi sizinle
berâber çıkardık diyecekler. Onlar, kendilerini helâk
ediyorlar ve Allah biliyor ki onlar yalancıdır.
43- Allah seni affetsin, ne diye
izin verdin onlara? Vermeseydin de sence gerçekler de
açığa çıksaydı, yalancıları da bilseydin.
44- Zâten Allah'a ve âhiret
gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla,
savaşacaklarından senden izin istemezler ki ve Allah,
çekinenleri tamamıyla bilir.
45- Senden ancak Allah'a ve son
güne inanmayıp yürekleri şüpheye düşenler ve şüpheleri
içinde tereddüde düşüp bocalayanlar izin isterler.
46- Savaşa çıkmayı kursalardı
elbette bir hazırlıkta bulunurlardı, fakat Allah,
onların çıkmasını hoş görmedi de onları alıkoydu ve
kendilerine, oturun oturanlarla denildi.
47- Sizin aranızda onlar da
çıksalardı içinizde şerri ve fesâdı arttırmaktan başka
bir şey yapamazlar, mutlaka içinizde fitne ve fesat
çıkarmak için koşar-dururlardı. Sizden onları adamakıllı
dinleyecekler, onlara kulak asacaklar da var ve Allah,
zulmedenleri bilir. 137[10]
[10]
48- Andolsun ki onlar, bundan
önce de fitne ve fesat peşinde koşmuşlar, işini
gevşetmeye uğraşıp aleyhine düzenler kurmuşlardı da
sonucu gerçek olan yardım vaadi gelip çatmış ve Allah'ın
dîni, onların zoruna gitse de meydana çıkmıştı.
49- Onlardan bana izin ver de
bir muhâlefete, bir fitneye düşürme beni diyenler de
var. Bil ki onlar, muhâlefetin tam içine düşmüşlerdir ve
şüphe yok ki cehennem, kâfirleri muhakkak sûrette
tamamıyla kavramış, kuşatmıştır.
50- Sana bir iyilik geldi mi
kötüleşir onlar; bir musîbete uğrarsan biz derler, daha
önce tedbir aldık, ihtiyâta riâyet ettik ve güvenle,
gururla yüz çevirip giderler.
51- De ki: Bize Allah'ın takdîr
ettiğinden başka bir şey gelip çatmaz kesin olarak. Odur
yardımcımız ve inananlar, Allah'a dayanmalıdır.
52- De ki: Bizim ya gazi yahut
şehît olmamızdan, o iki güzel âkibetten birine
uğramamızdan başka bir şey mi gözetmedesiniz? Ve biz de
sizin ya Allah katından, yahut da bizim elimizle, bizim
tarafımızdan bir azâba uğramanızı gözleyip beklemedeyiz.
Haydi siz gözetleyedurun, biz de sizinle berâber
gözetlemekteyiz.
53- De ki: İster gönül
rızâsiyle, ister zorla ve istemeyerek Tanrı uğrunda mal
harcedin, kesin olarak bu harcayışınız kabûl
edilmeyecek, şüphe yok ki siz, buyruktan çıkmış kötü bir
topluluksunuz.
54- Mal harcayışlarının kabûlüne
mâni olan da ancak onların Allah'ı ve Peygamberini inkâr
edip kâfir oluşları, namazı, ancak üşene üşene kılışları
ve zorla, istemeyerek Tanrı uğrunda mallarını
verişleridir.
55- Artık onların malları ve
evlâtları, seni şaşırtıp imrendirmesin. Şüphe yok ki
Allah, onları o malla, o evlâtla dünya hayâtında
azaplandırmayı diler ve kâfir olarak da güçlükle can
vermelerini murâd eder.
56- Şüphe yok ki onlar, sizden
olduklarına dâir Allah'a andederler, sizden değildirler,
fakat onlar, ancak korkularından sizden görünen bir
topluluktur.
57- Bir sığınacak yer, yahut
mağaralar, yahut da bir delik bulsalardı yüzlerini
derhal o tarafa döndürüverirlerdi.
58- Onlardan, sadakaları vermede
seni ayıplayan da var. O maldan diledikleri verilseydi
hoşlanırlardı, verilmeyince de hemen kızarlar.138[11]
[11] Huneyn ganîmetleri
bölüşülürken Haricilerin aslı ve bu mezhebin kurucusu
olan ve İbn-i Ebu-Zül-Huveysarat-üt-Temîmi diye anılan
Hurku-us ibn-i Züheyr, Hz. Peygambere, adâlete riâyet et
yâ Rasulâllah demiş, Hz. Muhammed (s.a.a) de vay sana,
ben de adâlete riâyet etmezse kim eder buyurmuştu. Ömer,
izin ver de ya Resulullah, şunun boynunu vurayım deyince
Hz. Peygamber, bırak demişti, sizden bir kavim zuhur
edecek ki onlar da din emirlerine uymakla beraber sizin
işlerinizi aşağı görecekler. Kur’an okuyacaklar, fakat
gönüllerine tesir etmeyecek. Ok yaydan nasıl çıkarsa
onlar da öylece dinden çıkacaklar... (al-Tecrid, 2,
Kitabu Fazail-il-Kur'an, s. 122). Bir rivayette bu ayet,
İbn-il Cuvaz adlı bir münafık hakkındadır. Münafıklar,
Muhammed hoşuna gidene ve sevdiğine veriyor, dilediği
gibi pay ediyor demişler; bu ayet bu münasebetle
inmiştir (Mecma, 1, 508). Bölünen ganimetin, Hayber
ganimeti olduğu da söylenmiştir.
59- Ne olurdu şüpheden sıyrılıp
Allah'ın ve Peygamberinin verdiğine hoşnut olsalardı ve
Allah yeter bize, yakında lûtfeder bize de Allah da
verir, Peygamberi de, şüphe yok ki biz, ümîdimizi
Allah'a bağlamışız deselerdi.
60- Söz budur ancak; sadakalar,
yoksulların, hiçbir şeyi bulunmayanların, o malı
toplayıp devşirmeye memûr olanların, gönülleri
Müslümanlıkla uzlaştırılmak istenen kişilerin, kölelerle
tutsakların, borçluların, Allah yolunda savaşanların ve
yolda kalmışların hakkıdır, Allah'ın hükmüdür bu ve
Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir. 139[12]
[12] Zekâta aittir. Zekât
verilenlerden "gönülleri Müslümanlıkla uzlaştırılmak
istenen kişiler" bâzılarına göre Hz. Muhammed (s.a.a)'in
zamanından sonra yoktur ve bu kısım kalkmıştır.
Ebu-Hanife bu reyi kabul eder. Bazılarına göreyse
bunlar, her zaman vardır. Şafii, bu reyi seçmiştir.
"Zekat toplayanlar" da bugün yoktur, çünkü zekat, artık
devlet müessesesi olmaktan çıkmıştır.
61- Onlardan öyleleri de var ki
Peygamberi incitirler ve o derler, her söyleneni
dinleyen bir kulak âdeta. De ki: O, sizin için bir hayır
kulağıdır, Allah'a ve inananlara inanır ve sizden
inananlara rahmettir. Allah'ın Peygamberini incitenlere
elemli bir azap vardır.
62- Sizi hoşnut etmek için
gelirler de Allah'a andederler, halbuki inanmışsalar
Allah'ı ve Resûlünü hoşnût etmeleri daha doğrudur.
63- Bilmezler mi ki şüphesiz
Allah'tan ve Resûlünden kaçıp onlara yanaşmayanındır
cehennem ateşi ve o, cehennemde ebedî kalır. Buysa pek
büyük bir aşağılanmadır.
64- Münâfıklar, yüreklerindekini
haber verecek bir sûrenin indirilmesinden ürkmekle
berâber alay da ederler. De ki: Alay edin bakalım, şüphe
yok ki Allah, ürküp çekindiğinizi meydana çıkaracaktır.
65- Kendilerine sorsan andolsun
ki biz diyeceklerdir, ancak dalmıştık da şakalaşmada,
oynaşmadaydık. De ki: Allah'la, âyetleriyle ve
Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?
66- Özür dilemeye kalkışmayın,
siz kâfir oldunuz sözde iman ettikten sonra. Sizin bir
bölüğünüzü affetsek bile suçlu olduklarından dolayı bir
bölüğünüzü azaplandıracağız.
67- Nifak sâhibi erkeklerle
kadınların hepsi de birbirindendir, aynıdır; kötülüğü
emrederler, halkı iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar ve
ellerini yumarlar. Onlar Allah'ı unuttular da o da
onları unuttu. Şüphe yok ki münâfıklardır buyruktan
çıkan kötü kişilerin ta kendileri.
68- Allah, nifak sâhibi
erkeklerle kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini
vaadetmiştir, orada ebedî kalırlar, o yeter onlara ve
Allah onlara lânet etmiştir ve onlar içindir bitip
tükenmeyen daimî azap.
69- Siz de, sizden öncekilere
benziyorsunuz; onlar, kuvvetçe daha ileriydi sizden,
malları, evlâtları da daha fazlaydı. Nasîbiniz kadar
faydalanmak istediniz, nitekim sizden öncekiler de
nasipleri kadar faydalanmak istediler ve onlar nasıl
kâfirliğe daldılarsa siz de daldınız. Yaptıkları iş,
dünyâda da boşa gitti, âhirette de ve onlardır
ziyankârların ta kendileri.
70- Sizden önce gelip geçen Nûh,
Âd ve Semûd kavimleriyle İbrahim'in kavmine, Medyen ve
Mu'tefikeler ehline âit haberler gelmedi mi size?
Peygamberleri, apaçık delillerle onlara geldiler de
onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar kendilerine
zulmettiler.140[13]
[13] Mu'tefikeler, altı üstüne
dönmüş şehirler, demektir. Hz. Lut kavmine ait üç şehir
işaret edilmektedir.
71- Erkek ve kadın müminler,
birbirlerinin yardımcısıdır; iyiliği emrederler, halkı
kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namaz kılarlar,
zekât verirler, Allah'a ve Peygamberine itaât ederler.
Allah'ın rahmet edeceği insanlar, bunlardır. Şüphe yok
ki Allah üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
72- Allah, inanan erkek ve
kadınlara, kıyılarından ırmaklar akan cennetler,
içlerinde tertemiz zevk ve sefalar edilecek olan ebedî
Adn cennetlerinde bulunan meskenler vaadetmiştir.
Allah'ın râzılığıysa daha da büyüktür. İşte budur en
büyük kurtuluş ve murâda eriş. 141[14]
[14] Adn kelimesinin
Süryaniceden geldiği söylenmiştir. Oturma ve ebedîlik
anlamlarına gelir. Aynı zamanda adnin cennette bir şehir
olduğunu, peygamberlerle şehitlerin orada
oturacaklarını, diğer cennetlerin, adn cennetinin
çevresinde bulunduğunu, burada inciden, yakuttan,
altından köşkler olduğunu Arş altından esen bir yelin
buraya vurduğunu, misk gibi koktuğunu söyleyenler
olmuştur (Mecma, 1, 512-513).
73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve
münâfıklarla savaş, onlara karşı şiddetli davran.
Onların yurdu cehennemdir ve orası, ne de kötü dönülüp
varılacak bir yerdir.
74- Söylemediklerine dâir yemin
ederler Allah adına, fakat andolsun ki, küfür sözünü
söyledi onlar ve Müslüman olduklarını izhâr ettikten
sonra kâfir oldular, elde edemedikleri şeyi de yapmaya
çalıştılar, bu öç almaya kalkışmaları da ancak Allah'ın
ve Peygamberinin, lütfedip onları zenginleştirmesine
karşılıktı. Tövbe ederlerse hayırlı olur onlara, fakat
yüz çevirirlerse Allah, onları dünyâda da, âhirette de
elemli bir azapla azaplandırır ve yeryüzünde onlara ne
bir dost bulunur, ne bir yardımcı.
75- Onlardan, bize lûtfuyla,
keremiyle ihsanda bulunursa biz de yoksullara tasadduk
ederiz ve mutlaka iyi kişilerden oluruz diye Allah'la
ahdedenler de var.
76- Fakat lûtfedip ihsân edince
verdiği şeyde nekesliğe başlarlar, ahitlerinden
dönerler, zâten onlar dinden dönmüş kişilerdir.
77- Böylece de Allah'a ettikleri
vaadi tutmadıklarından ve yalan söylediklerinden dolayı
kendisine kavuşacakları güne dek yüreklerine münâfıklığı
ilka etti.
78- Hâlâ da bilmezler mi ki
Allah, şüphe yok ki onların gizlediklerini de bilir,
fısıltıyla konuşup aralarında gizli kalan sözlerini de
ve şüphe yok ki gizli şeyleri en iyi bilen, Allah'tır.
79- İnananlardan, istekleriyle
ve farz edilenden fazla tasadduk edenlerle ve güçleri
neye yetiyorsa ancak o kadar verenlerle alay edip onları
ayıplayanları Allah, bu hareketlerinin karşılığı olarak
cezâlandırır ve onlar için elemli bir azap var.
80- İstersen onların
yarlıganmalarını dile, istersen dileme. Suçlarının
örtülmesi için yetmiş kere niyâz etsen gene de Allah,
kesin olarak yarlıga-maz onları. Bu da, Allah'ı ve
Peygamberini inkâr etmeleri, kâfir olmaları
dolayısıyladır ve Allah buyruktan çıkan kötü topluluğu
doğru yola sevketmez.
81- Allah'ın Peygamberine
muhâlefet edenler, savaşa çıkmayıp oldukları yerde
oturup kalmalarına sevindiler ve mallarıyla, canlarıyla,
Allah yolunda savaşmak, onlara zor ve kötü geldi de bu
sıcakta savaşa çıkmayın dediler. De ki: Cehennem ateşi,
daha da sıcak; bir anlasalar şunu.
82- Artık az gülsünler de çok
ağlasınlar; bu da kazandıkları suç yüzünden uğradıkları
cezâdır.
83- Allah seni şu seferden
döndürür de onlardan bir toplulukla buluşursan onlar,
savaşa çıkmak için senden izin istedikleri takdirde
hemen de ki: Artık benimle ebediyen çıkamazsınız siz ve
benimle berâber düşmanla kesin olarak savaşamazsınız.
Şüphe yok ki ilk defa oturup kalmaya râzı olmuştunuz,
oturun geri kalanlarla.
84- Ve onlardan biri ölürse
kesin olarak namazını kılma ve mezarının başında durma.
Şüphe yok ki onlar Allah'a ve Peygamberine kâfir oldular
ve buyruktan çıkmış kötü kişi olarak öldüler. 142[15]
[15] Hz. Muhammed (s.a.a)’in,
münafıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah'ın namazını
kılması üzerine vahyedildiği rivâyet edilmiştir.
85- Onların malları, evlâtları,
seni şaşırtıp imrendirmesin. Şüphe yok ki Allah, onları
o malla, o evlâtla dünyâda azaplandırmayı diler ve kâfir
olarak da güçlükle can vermelerini murâd eder.
86- Allah'a inanın ve
Peygamberinin maiyetinde savaşın diye bir sûre
indirilince içlerinden malı, kudreti olanlar, senden
izin isterler ve bırak bizi de oturanlarla kalalım
derler.
87- Onlar, oturup kalanlarla
berâber olmaya râzı olmuşlardır ve kalplerine mühür
vurulmuştur onların, muhakkak ki onlar anlamazlar.
88- Fakat Peygamber ve onunla
berâber bulunan iman sâhipleri, mallarıyla, canlarıyla
savaşmışlardır ve onlardır bütün hayırlara sâhip
olanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler.
89- Allah, onlara kıyılarından
ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Budur en büyük
kurtuluş ve saâdet.
90- Bedevîlerin bir kısmı özür
dilemek ve izin almak için geldi, Allah'a ve
Peygamberine yalan söyleyenler de oturup kaldı.
İçlerinden kâfir olanlar, elemli bir azâba uğrayacak.
91- Allah'a ve Peygamberine
bağlı kaldıkça zayıflara, hastalara ve sefer levâzımını
tedârike kudreti yetmeyenlere bir suç yok. Fakat iyilik
eden iyi kişilere savaştan geri kalmak için bir vesîle
yoktur ve Allah, suçları örter, rahîmdir.
92- Bir de sana gelince onları
bindirmek için senden binek istemişlerdi de sizi
bindirecek binek bulamıyorum demiştin; bu uğurda
sarfedecek bir şey bulamadıklarından mahzûn olup gözleri
yaşlarla dolarak dönmüşlerdi; onlara da suç yok.
93- Suçlu sayılanlar, ancak
zengin oldukları halde gelip senden izin isteyenlerdir.
Onlar, geri kalanlarla kalmaya râzı olmuşlardır ve
Allah, kalplerini mühürlemiştir, fakat anlamaz onlar.
94- Seferden dönüp de onlarla
buluştuğunuz zaman size özürler getirecek onlar; de ki:
Özür dilemeyin, kesin olarak size inanmıyoruz; Allah,
sizin ahvâlinizi haber vermiştir bize ve bundan sonraki
hareketlerinizi de Allah ve Peygamberi görecek, sonra da
gizliyi ve açığı bilen Tanrının tapısına döneceksiniz de
o, bütün yaptıklarınızı size bildirecek.
95- Döndüğünüz zaman
kendilerinden vazgeçmeniz için Allah'a ant verecekler;
vazgeçin onlardan, şüphe yok ki onlar murdardır ve
yurtları cehennemdir, bu da kazandıkları suçların
karşılığıdır.
96- Onlardan râzı olmanız için
size ant verecekler, fakat siz râzı olsanız da Allah,
şüphe yok ki buyruktan çıkan topluluğun hareketlerine
râzı olmaz.
97- Bedevîler, kâfirlik ve
münâfıklık bakımından şehirlilerden beterdir ve
Allah'ın, Peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını
daha ziyâde bilmezler, buna daha fazla onlar lâyıktır ve
Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
98- Bedevîlerden öyleleri vardır
ki sarfedileni ziyan sayar ve size belâlar gelip
çatmasını gözetir-durur, bekledikleri kötü belâlar,
kendi başlarına gelsin ve Allah, her şeyi duyar, bilir.
99- Bedevîlerden Allah'a ve son
güne inanıp sarfedileni Allah katında hâlis bir ibâdet
sayan ve Peygamberin dualarını kazanmaya vesîle
addedenler de var. Haberiniz olsun ki bu, gerçekten de
onlar için bir ibâdettir, Tanrıya yakın olmaya
vesîledir. Allah, onları öz rahmetine ithal edecektir,
şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
100- Muhâcirlerle ensârdan ilk
olarak inanmada ileri dereceyi alanlarla iyilikte onlara
uyanlara gelince: Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da
ondan râzı olmuşlardır ve onlara, kıyılarından ırmaklar
akan cennetler hazırlamıştır, orada ebedi kalır onlar.
Budur en büyük kurtuluş ve saâdet.
101- Çevrenizdeki yerlerdeki
bedevîlerden münâfıklar olduğu gibi Medinelilerden de
münâfıklığa cüret edenler, münâfıklık edip duranlar var;
sen onları bilmezsin, biz biliriz. Onları iki kere
azaplandıracağız da sonra pek büyük bir azâba
uğratılacaklar.
102- Bedevîlerle Medinelilerden
başka bir bölüğü de günahlarını îtirâf etmiştir, onlar,
iyi bir işi bir başka kötü işe katmışlardır. Allah'ın,
onlara tövbe nasîb etmesi ve tövbelerini kabûl eylemesi
umulur. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
103- Mallarından sadaka al da
temizle, arıt onları o sadakayla ve duâ et onlara. Şüphe
yok ki senin duân, onlara bir sükûn, bir huzur verir ve
Allah, her şeyi duyar, bilir.
104- Bilmezler mi, şüphe yok ki
Allah, öyle bir mabuttur ki odur kullarının tövbelerini
kabûl eden ve sadakaları alan ve şüphe yok ki Allah öyle
bir mabuttur ki odur tövbeleri kabûl eden rahîm.
105- Ve de ki: Yapın
yapacağınızı, muhakkak yaptıklarınızı Allah da görür,
Peygamberi de, inananlar da ve gizliyi de, açığı da
bilenin tapısına gideceksiniz ve mutlaka yaptıklarınızı
haber verecek size.
106- Bir başka bölük de var ki
işleri, Allah'ın emrine kalmış; dilerse azaplandırır
onları, dilerse tövbelerini kabûl eder ve Allah, her
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
107- Zarar vermek, kâfirlikte
bulunmak, inananların aralarını açmak, daha önce
Allah'la ve Peygamberiyle savaşanın gelmesini gözlemek
için mescit kuranlara gelince: Biz ancak iyilik
istemekteyiz diye yemin edecekler ve Allah'sa tanıklık
etmektedir ki onlar yalancıdır.
108- Orada hiçbir zaman namaz
kılma. İlk günden îtibâren Allah'tan çekinmek ve ona
itaât etmek temeli üstüne kurulmuş olan mescit, elbette
namaz kılmana daha lâyıktır. Orada öyle erler var ki
arınmayı severler ve Allah, temizlenip arınanları sever.
143[16]
[16] Münafıklardan on iki ve bir
rivâyete göre on beş kişi, Müslümanların topluluğunu
bölmek için bir mescit kurmuşlardı. Hz. Muhammed
(s.a.a)'i, o mescitte namaz kılmaya çağırdılar. Hz.
Muhammed (s.a.a) Tebük savaşına gidiyordu. Şimdi sefere
gidiyoruz, dönünce, Tanrı izin verirse gelir kılarız
dedi. Âyetteki "Allah'la ve Peygamberiyle savaşanın
gelmesini gözlemek için" sözüyle Ebu-Âmir adlı bir rahip
kastedilmektedir. Bu rahip, Peygamberle savaşan
müşriklere katılmış, sonunda, ben Roma imparatoruna
gidiyorum, büyük bir orduyla gelip Muhammed'i ve ona
uyanları mahvedeceğim diyerek yola düşmüştü. Şam
civarında öldü. Bu âyetlerin vahyedilmesinden sonra Hz.
Peygamber, bu mescidi yıktırmıştı.
109- Yapıyı Allah'tan korkup
çekinme ve rızâsını kazanma temelleri üstüne yapan mı
daha hayırlıdır, yoksa temelini, kayıp gitmekte olan bir
yarın kıyısına yapıp da o yapıyla beraber cehennem
ateşine yıkılıp göçen mi? Ve Allah, zulmeden topluluğu
doğru yola sevketmez.144[17]
[17] Bu âyette, Kubâ'da yahut
Medine'de kurulan mescide işaret edilmektedir.
110- Onların kurdukları yapı,
kalpleri parçalanıp gitmedikçe kalplerine şüphe vermeden
bir an bile geri kalmaz ve Allah, her şeyi bilir, hüküm
ve hikmet sâhibidir.
111- Şüphe yok ki Allah,
kendilerine cenneti vermek üzere inananların canlarını,
mallarını satın almıştır âdeta; onlar öldürürler,
öldürülürler, her iki sûrette de vaadi gerçektir ve
Tevrat'ta da sâbittir, İncil'de de, Kur'ân'da da ve
ahdine Allah'tan daha ziyâde vefâ eden kimdir ki? Artık
şu giriştiğiniz alış-verişten dolayı sevinin ve budur
işte en büyük kurtuluş ve saâdet.
112- Tövbe edenler, ibâdette
bulunanlar, hamd eyleyenler, oruç tutanlar (savaş veya
bilgi elde etmek için yurttan yurda gezenler), rükû
edenler, secdeye kapananlar, iyiliği emredenler,
kötülüğü nehyeyleyenler ve Allah sınırlarını koruyanlar.
İşte bu inanmış kişileri de müjdele.
113- Şüphesiz olarak cehennem
ehli oldukları kendilerince bilindikten sonra akrabâ
bile olsalar Peygamberin ve inananların, müşriklerin
yarlıganmalarına duâ etmeleri yakışmaz.
114- İbrahim'in, atası için
yarlıgan-ma dilemesi, ancak ona vaadettiğini tutmak
içindi. Fakat onun, Allah düşmanı olduğu kendisince
iyice anlaşıldığı zaman ondan vazgeçti. Şüphe yok ki
İbrahim, çok ağlayıp duâ eden, insanlara fazlasıyla
merhamet eden bir zattı.
115- Allah, bir topluluğu doğru
yola sevkettikten sonra sakınacakları şeyleri apaçık
bildirinceye dek tekrar onları sapıklığa terketmez.
Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.
116- Şüphe yok Allah, öyle bir
mabuttur ki onundur göklerin ve yeryüzünün saltanat ve
tedbiri; öldürür, diriltir ve ondan başka size ne bir
dost vardır, ne bir yardımcı.
117- Allah, Peygamberi ve
içlerinden bir bölüğünün gönlü nerdeyse imandan
dönecekken güçlük ânında Peygambere uyan muhâcirlerle
ensârı tövbeye muvaffak etti ve onların tövbelerini
kabûl eyledi. Şüphe yok ki o, onları fazlasıyle esirger,
rahîmdir.
118- Geri kalan üç kişiye,
yeryüzü o kadar genişken daraldıkça daralmış, gönülleri
sıkıldıkça sıkılmıştı da sonucu Allah'tan, gene ancak
Allah'a kaçılabileceğini anlamışlardı. Sonra Allah,
onları da tövbeye muvaffak etmişti. Şüphe yok ki Allah
bir mabuttur ki odur tövbeleri kabul eden rahîm.145[18]
[18] Mâlik oğlu Kâ'b, Rabi oğlu
Mirâre, Ümeyye oğlu Hilâl, Tebük savaşına katılmamışlar,
sonra pişman olup tövbe etmişlerdi.
119- Ey inananlar, çekinin
Allah' tan ve gerçeklerle berâber olun.
120- Medinelilerle
çevrelerindeki bedevîlerin, Allah'ın Peygamberinden geri
kalmaları ve onun katlandığı zahmetlere katlanmaları
gerekmez. Çünkü Allah yolunda bir susuzluğa, bir
yorgunluğa, bir açlığa düşerlerse, kâfirleri kızdırıp
kinlendirecek bir yere ayak basarlarsa, herhangi bir
düşmana karşı başarı elde ederlerse mutlaka karşılık
olarak iyi bir iş yaptıkları yazılır; şüphe yok ki Allah
iyilik edenlerin ecrini zâyi etmez.
121- Az olsun, çok olsun, hiçbir
şey harcamazlar, hiçbir vâdiyi aşmazlar ki Allah onları,
yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandırmayı takdîr
etmemiş olsun.
122- İnananların hepsinin savaşa
gitmesi lâzım değil; bir kısmı savaşa gitmeli, bir
topluluk da çekinmelerini sağlamak için kavimleri
savaştan dönüp gelerek onlarla buluşunca onları
korkutmak için dîni hükümleri iyice öğrenmeye
çalışmalıdır.
123- Ey inananlar, önce
kâfirlerden yakınınızda bulunanlarla savaşın, onlar,
sizde bir şiddet ve azim bulsunlar ve bilin ki Allah,
hiç şüphe yok, çekinenlerle berâberdir.
124- Bir sûre indirilince
içlerinden bu hanginizin imanını artırdı diyen de var.
Fakat inen sûreler, inananların inançlarını artırır ve
onlar birbirlerini müjdelerler.
125- Ama gönüllerinde hastalık
olanların pisliklerine pislik katarak küfürlerini
artırır ve onlar, kâfir olarak ölüp giderler.
126- Görmezler mi ki onlar her
yıl bir, yahut iki kere musîbetlere uğratılırlar da gene
ne tövbe ederler, ne ibret alırlar.
127- Bir sûre indiği zaman
birbirlerine bakarlar, sizi bir gören var mı derler de
sonra dönüp giderler. Allah gönüllerini döndürmüştür
onların, çünkü onlar, anlamaz bir topluluktur.
128- Andolsun, size içinizden,
sizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki bir sıkıntıya
düşmeniz pek ağır gelir ona, pek düşkündür size,
müminleri esirger, rahîmdir.
129- Fakat döner, yüz
çevirirlerse hemen de ki: Allah yeter bana, yoktur ondan
başka tapacak, ona dayandım ve odur büyük arşın sâhibi.
10- YÛNUS SURESİ
(Yüz dokuz âyettir. 93-96.
âyetlerden başka bütün âyetleri Mekkîdir. Bâzılarına
göre 40. âyeti de Museviler hakkındadır ve Medenîdir.
İçinde Yunus Peygamberin adı geçtiği ve ümmetinin
bağışlandığı bildirildiği için Yunus sûresi adıyla
anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm râ, işte hükmü kesin
ve gerçek olan kitabın âyetleri.
2- İnsanları korkutmak ve
inananlara, gerçek bir güzel mükâfat, inançlarına
karşılık yücelik ve nîmet verileceğini, şefâate mazhar
olacaklarını müjdelemek için içlerinden bir ere
vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi de kâfirler, şüphe
yok ki dediler, bu, apaçık bir büyücü.
3- Şüphe yok Rabbiniz, öyle bir
Allah'tır ki gökleri ve yeryüzünü altı günde yarattı da
sonra arşında kudret ve tedbîriyle her şeye hâkim oldu.
Her işi o, takdîr ve gereğince tedbîr eder. Onun izni
olmadıkça hiçbir şefâatçi, şefâatte bulunamaz. İşte
Rabbiniz olan Allah budur, artık kulluk edin ona.
Düşünmez, ibret almaz mısınız?
4- Hepinizin dönüp varacağı yer,
onun tapısıdır, gerçek olarak bunu vaadetmiştir Allah.
Hiç şüphe yok ki o, halkı önce yaratır, sonra da inanıp
iyi işlerde bulunanları, adâlet üzere ve tam
karşılığıyla mükâfatlandırmak için ölümden sonra tekrar
diriltir; kâfir olanlaraysa, inkârlarından dolayı, içmek
üzere kaynar su ve elemli bir azap vardır.
5- Öyle bir mabuttur o ki güneşi
parlak ziyâlı, ayı aydın ışıklı yarattı ve yılların
sayısını ve hesâbı bilmeniz için ona menziller tâyin
etti. Allah bunları boş yere değil, gerçek bir fayda
için halketti. Bilen topluluğa delillerini açıklayıp
bildirmededir.
6- Geceyle gündüzün, birbiri
ardınca gelip gitmesinde ve Allah'ın, göklerde ve
yeryüzünde halkettiği şeyler de, çekinen topluluğa
elbette deliller var.
7- Şüphe yok ki bize
kavuşacaklarını ummayanlar ve dünyâ yaşayışına râzı olup
yürekleri onunla yatışanlar ve delillerimizden gaflet
edenler.
8- Öyle kişilerdir ki onların
yurtları, kazançlarına karşılık ateştir.
9- İnanıp iyi işlerde
bulunanlaraysa Rableri, nîmetlerle dolu olan ve
kıyılarından ırmaklar akan cennetlerin yolunu gösterir.
10- Orada duâları, seni tenzîh
ederiz, noksan sıfatlardan arısın ey Allah'ım sözüdür,
birbirlerine iltifatları, esenlik sana sözü ve
duâlarının, senâlarının sonu da hamd, âlemlerin Rabbi
Allah'a cümlesi.
11- Allah, insanların, hayrın
çarçabuk oluvermesini istedikleri gibi şerri çarçabuk
veriverseydi ecellerinin gelip çatmasına çoktan
hükmedilmiş olurdu. Fakat biz, bize kavuşmayı
ummayanları, azgınlıklarında sersem bir halde bırakırız.
12- İnsana bir zarar gelince
yanüstü yatarak, yahut oturduğu halde, yahut da ayakta
duâ eder bize; o zararı ondan giderdik mi sanki o zarara
uğramamış da o yüzden bize duâ etmemiştir, öylece
döner-gider. İşte aşkın hareketlerde bulunanlara,
yaptıkları işler, böylece hoş görünmededir.
13- Andolsun ki sizden önce
gelip geçen nice toplulukları zulmettikleri için helâk
ettik. Peygamberleri, onlara apaçık delillerle gelseydi
gene de inanmazlardı. İşte mücrim topluluğu böyle
cezâlandırırız biz.
14- Onlardan sonra da bakalım
nasıl hareket edeceksiniz diye yeryüzünde sizi hüküm ve
kudret sâhibi kıldık.
15- Onlara apaçık delilleri
muhtevî olan âyetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı
ummayanlar, bize bundan başka bir Kur'ân getir, yahut da
değiştir onu dediler. De ki: Ben onu kendiliğimden
değiştiremem, ben, ancak bana vahyedilene uyarım ve
şüphe yok ki ben, isyân ettiğim takdîrde o pek büyük
günün azâbından korkarım.
16- De ki: Allah isteseydi
okumazdım onu size ve o da, onda ne olduğunu bildirmez,
anlatmazdı size. O inmeden önce de aranızda ömür
sürmüştüm, hâlâ mı aklınızı başınıza almıyorsunuz?
17- Yalan yere Allah'a iftirâ
edenden, yahut onun âyetlerini inkâr edenden daha zâlim
kimdir ki? Şüphe yok ki suçlular, asla kurtulmazlar,
muratlarına ermezler.
18- Ve Allah'ı bırakırlar da
kendilerine ne bir zarar edebilecek, ne bir fayda
verebilecek şeylere taparlar ve bunlar derler, Allah
katında şefâatçilerimiz bizim. De ki: Allah'a, göklerde
ve yeryüzünde bilmediği birşeyi mi haber vermedesiniz?
O, müşriklerin şirk koştukları şeylerden tamamıyla
münezzehtir ve çok yücedir.
19- İnsanlar, ancak tek bir
ümmetti, sonradan ayrılıklara düştüler. Rabbinin ezelî
takdîri olmasaydı ayrılıklara düştükleri şeyler hakkında
çoktan aralarında bir hüküm verilirdi, mücrimler, çoktan
helâk olup giderdi.
20- Ve derler ki: Ona Rabbinden
bir mucize indirilse ya. De ki: Gaip, ancak ve ancak
Allah katında, hemen bekleyin siz ve şüphe yok ki ben de
sizinle berâber beklemekteyim.
21- Uğradıkları sıkıntıdan sonra
insanlara bir rahmet tattırdık mı bir de bakarsın ki
çabucak âyetlerimizle alaya girişirler. De ki: Allah'ın
cezâsı daha çabuk gelip çatar. Şüphesiz ki elçilerimiz
de sizin düzenlerinizi, alaylarınızı yazmada.
22- Öyle bir mabuttur ki sizi
karada ve denizde gezdirir. Hattâ gemide bulunduğunuz ve
güzel, temiz bir yel, gemileri sürüp akıttığı ve
içindekiler ferahlayıp sevindiği sırada birden şiddetli
bir fırtınadır kopar, denizin her yanından dalgalar
köpürüp saldırır, gemidekiler, çepçevre o dalgalarla
kuşatılmış sanırlar kendilerini.
İhlâsla Allah'a duâ ederler,
bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız derler.
23- Onları kurtarınca da
görürsün ki gene yeryüzünde haksız yere azgınlığa
girişmişler. Ey insanlar, azgınlığınız, ancak kendinize,
dünyâ menfaatlerinin sonucudur bu, sonra dönüp
geleceğiniz yer, bizim tapımızdır ve biz, neler
yaptıysanız hepsini haber vereceğiz size.
24- Dünyâ yaşayışı, gökten
yağdırdığımız yağmura benzer ancak; insanların ve
hayvanların yiyecekleri nebatların bünyelerine girer,
karışır onlara, yeşertir, yetiştirir onları ve sonucu,
yeryüzü güzelleşip bezenince ve tarlaların, bağların
sâhipleri, kendilerini, onlardan faydalanmaya güçleri
yeter sanınca bir gece, yahut gündüz, apansızın emrimiz
gelip çatar, her şeyi öylesine kökünden kesip biçer,
kurutup gider ki sanki dün, hiçbiri yokmuş. İşte biz,
düşünce sâhibi olan topluluğa delillerimizi böyle
açıklar, böyle bildiririz.
25- Ve Allah, esenlik yurduna
çağırmadadır ve dilediğini doğru yola sevketmededir.
26- İyilik edenleri iyilikle
mükâfatlandırırız, daha da fazlasını veririz ve yüzleri
kararmaz, zillete düşmez onlar. Onlardır cennet ehli,
orada ebedî kalırlar.
27- Kötülük kazananların
cezâsıysa yapılan kötülüğe karşılık onun kadar bir
suçtur ve kötülükte bulunanlar zillete düşerler; onları
Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur; yüzleri,
kapkaranlık gecenin bir parçasına bürünmüştür sanki.
Onlardır cehennem ehli, orada ebedî kalırlar.
28- O gün hepsini toplayacağız,
sonra da şirk koşanlara siz de diyeceğiz, yerinizde
durun, şirk koştuğunuz şeyler de yerlerinde dursun;
aralarını tamamıyla ayırmışızdır ve şirk koştukları
şeyler, siz zâten bize tapmıyordunuz ki demişlerdir.
29- Şüphe yok, bizimle sizin
aranızda Allah tanıktır ki sizin kulluğunuzdan haberimiz
bile yoktu.
30- Herkes, evvelce yaptığını
bulur, cezâsını çeker orada ve hepsi de gerçek
mevlâlarının tapısına döndürülmüştür ve iftirâ ettikleri
şeyler de gözlerinden kaybolmuş, helâk olup gitmiştir.
31- De ki: Size gökten, yerden
rızık veren kimdir, kulaklarla gözlere mâlik olan kim ve
ölüden diriyi izhâr eden, diriden ölüyü meydana getiren
kim ve işleri tedbîr eden kim? Diyecekler ki Allah. O
vakit de ki: Neden çekinmezsiniz öyleyse?
32- İşte gerçek Rabbiniz Allah,
budur, gerçekten sonra sapıklıktan başka ne kalır ki?
Artık nereye dönmedesiniz?
33- Buyruktan çıkanlar, Rabbinin
şu sözünü haketmişlerdir: Onlar, inanmazlar.
34- De ki: Ona eş
saydıklarınızın içinde halkı önce yaratıp sonra öldüren,
sonra da yeniden hayâta getiren var mı? De ki: Allah,
her şeyi ve herkesi yaratır, öldürür de sonra gene
hayâta getirir artık nasıl oluyor da gerçeği bırakıp
bâtıla dönersiniz?
35- De ki: Ona eş saydıklarınız
içinde hangisi halkı gerçeğe sevkedip yol gösterir? De
ki: Allah, gerçek yola sevk eder, doğru yolu gösterir.
Halkı gerçeğe sevk eden mi uyulmaya daha lâyıktır, doğru
yola sevkedilmedikçe o yolu bulamayan mı? Nasıl
hükmediyorsunuz?
36- Onların çoğu, ancak zanna
kapılmışlardır. Şüphe yok ki zan, gerçek karşısında
hiçbir şeye yaramaz. Şüphe yok ki Allah, onlar ne
yapıyorlarsa hepsini bilir.
37- Bu Kur'ân, Allah'tan
başkasına izâfe edilemez, ancak önceki kitapları
gerçeklemede, onlardaki şeyleri açıklayıp ayan-beyan
bildirmededir, hiçbir şüphe yoktur ki o, âlemlerin Rabbi
Allah tarafından indirilmiştir.
38- Yoksa onu Peygamber uydurdu
mu diyorlar? De ki: Eğer öyle diyorsanız ve gerçekseniz
Allah'tan başka gücünüz yettiği kim varsa yardıma
çağırın da hep berâber onun bir sûresine benzer bir sûre
meydana getirin.
39- Hayır, onlar bilgileriyle
kavrayamadıkları ve henüz zuhûr etmeyen vaitleri
yalanladılar. Tıpkı bunun gibi evvelce gelip geçen
ümmetler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Bak da gör,
zulmedenlerin sonları neye varmış, nice olmuş.
40- Onlardan inanan da var,
inanmayan da ve Rabbin bozguncuları daha iyi bilir.
41- Seni yalanlarlarsa sen de de
ki: Benim yaptığım iş bana ait, sizin yaptıklarınız
size. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin
yaptıklarınızdan uzağım.
42- İçlerinde seni dinleyen de
var, fakat sen, üstelik bir de akılları olmayan
sağırlara söz duyurabilir misin hiç?
43- Onlardan sana bakan da var,
fakat sen, üstelik bir de kör olanlara doğru yolu
gösterebilir misin hiç?
44- Şüphe yok ki Allah,
insanlara hiçbir sûretle zulmetmez, fakat insanlar,
kendi kendilerine zulmederler.
45- O gün onları tapısında öyle
bir toplar ki kendilerini, dünyâda sanki bir günün bir
saati kadar eğlenmişler sanırlar. Aralarında tanışırlar,
birbirlerini tanırlar. Allah'a kavuşacaklarını inkâr
edenler, şüphe yok ki zarara uğrarlar ve doğru yolu da
bulamazlar.
46- Onlara vaadettiğimiz azâbın
bir kısmını sana göstersek de onların dönüp gelecekleri
yer, bizim tapımızdır, seni öldürsek ve sana göstermesek
de; sonra da Allah, yaptıklarına tanıktır onların.
47- Her ümmetin bir peygamberi
var. Peygamberleri geldi mi aralarında adâletle
hükmedilir ve onlara zulmedilmez.
48- Ve derler ki: Gerçekseniz bu
vait ne zaman yerine gelecek
49- De ki: Allah dilemedikçe
kendimden bile bir zararı gidermeye, bir hayrı elde
etmeye gücüm yetmez. Her ümmetin mukadder bir zamanı
var. Mukadder zamanları geldi mi ne bir an geri
kalırlar, ne bir an önce helâk olurlar.
50- De ki: Azâbı geceleyin,
yahut gündüzün birdenbire gelip çatarsa ne yaparsınız,
söyleyin bakalım. Suçlular, azâbın çabucak gelmesini ne
diye isterler ki?
51- Ona, azap gelip çattıktan
sonra mı imân edeceksiniz, halbuki böyle bir şeyin
olmayacağını sanıp alay ederek çabucak gelmesini
istiyordunuz hani.
52- Sonra da zulmedenlere, tadın
ebedî azâbı denecek, kazandığınızın karşılığı neyse
ondan başka bir şeyle mi cezâya uğrayacaktınız?
53- O gerçek mi diye soruyorlar
senden; de ki: Evet, andolsun Rabbime ki gerçektir ve
siz de ondan kurtulmayacaksınız.
54- Zulmeden kişi, yeryüzünde ne
varsa hepsine sâhip olsaydı kurtulmak için hepsini de
bağışlardı. Azâbı görünce nâdim olurlar ve aralarında
adâletle hükmedilir. Zulüm görmez onlar.
55- Bilin ki hiç şüphe yok,
göklerde ve yeryüzünde ne varsa Allah'ındır. Bilin ki
Allah'ın vaadi, hiç şüphe yok gerçektir, fakat çokları
bilmez.
56- Odur dirilten ve öldüren ve
hepiniz de dönüp onun tapısına varacaksınız.
57- Ey insanlar, Rabbinizden
size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifâ, inananlara
hidâyet ve rahmet geldi.
58- De ki: Allah'ın ihsânıyla,
rahmetiyle, yalnız bunlarla ferahlanıp sevinsinler. Bu,
onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır.
59- De ki: Allah'ın, size
verdiği rızıklardan bir kısmını haram, bir kısmını helâl
saymanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı izin verdi size,
yoksa Allah'a iftirâ mı ediyorsunuz?
60- Allah'a yalan yere iftirâda
bulunanların kıyâmet günü hakkındaki zanları nedir?
Şüphe yok ki Allah, insanlara lütuf ve ihsânda
bulunmadadır ama çokları şükretmez.
61- Hiçbir işe girişmezsin, onun
vahyettiği Kur'ân'dan hiçbir âyet okumazsın ve siz
hiçbir iş işlemezsiniz ki o işe koyulduğunuz zaman biz,
sizi görmeyelim, tanık olmayalım ve yeryüzünde ve gökte
zerre miktârı bir şey bile yoktur ki Rabbinden gizli
kalsın; bundan daha da küçük, daha da büyük hiçbir şey
yoktur ki apaçık kitapta tespît edilmiş olmasın.
62- Bilin, haberdâr olun ki
şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun
olur onlar.146[1]
[1] Allah dostları, metinde
"evliyâ-ullâh= Allah velileri" diye geçer. Veli, dost,
tedbîr ve tasarruf sahibi, sahip ve malik; yardımcı
anlamlarına gelir (al-Müfredât, 555-557).
63- Onlar öyle kişilerdir ki
inanmışlardır ve çekinir onlar.
64- Onlara müjde var dünyâ
yaşayışında da, âhirette de. Allah'ın sözlerinin
değişmesine imkân yok. Budur en büyük kurtuluş ve
saâdet.
65- Onların sözü mahzun etmesin
seni. Şüphe yok ki üstünlük, yücelik Allah'ındır. Odur
duyan, bilen.
66- Bilin, haberdâr olun ki
Allah'ındır ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve
ondan başka ona eş saydıkları şeylere tapanlar, onlara
uymuyorlar, ancak kuru bir zanna uyuyorlar ve ancak
yalan söylüyorlar.
67- Öyle bir mabuttur ki geceyi
dinlenmeniz için yaratmış, gündüzü de ışıklı
halketmiştir. Şüphe yok ki bunda, duyan topluluğa
deliller var.
68- Allah, kendisine evlât
edinmiştir dediler, münezzehtir o, müstağnîdir. Onundur
ne varsa göklerde ve yeryüzünde: Şu iddiânıza dâir bir
deliliniz var mı? Allah hakkında bilmediğiniz birşeyi mi
söylüyorsunuz?
69- De ki: Allah'a yalan isnât
edip iftirâ edenler kurtulmazlar, muratlarına ermezler.
70- Dünyâda değersiz menfaatler
elde ettikten sonra dönüp tapımıza gelirler, sonra da
kâfir oldukları, inkâr ettikleri şeyler yüzünden biz,
onlara şiddetli bir azap tattırırız.
71- Oku onlara Nûh kıssasını.
Hani kavmine, ey kavmim demişti, aranızda bulunmam ve
Allah'ın âyetleriyle öğüt vermem ağır geliyorsa size,
ben Allah'a dayanmışım, siz de, ortaklarınız da
toplanın, ne yapacağınızı kararlaştırın, sonradan da
yaptığınız şey, sizi kederlendirmesin, sonra kararınızı
bildirin bana ve hiç mühlet de vermeyin.
72- Yüz çevirirseniz zâten
sizden bir mükâfât istemem, benim mükâfâtım, ancak
Allah'a âit ve Müslümanlardan olmam emredildi bana.
73- Derken onu yalanladılar da
onu ve onunla berâber gemide bulunanları kurtardık ve
onları hükümdâr ettik ve delillerimizi yalanlayanları
sulara boğ-duk, bak da gör, korkutulanların sonları ne
oldu.
74- Ondan sonra da insan
topluluklarına peygamberler gönderdik, apaçık delillerle
geldikleri halde önceden yalanladıkları şeylere bir
türlü inanmadılar. İşte biz, haddini aşanların
gönüllerini böyle mühürleriz.
75- Onlardan sonra da Mûsâ ve
Hârûn'u, delillerimizle Firavun'a ve ona uyan ileri
gelenlere gönderdik, fakat ona uymayı kibirlerine
yediremediler ve zâten de mücrim bir topluluktu onlar.
76- Gerçek olan şey, katımızdan
onlara gelince bu dediler, şüphe yok ki apaçık bir büyü.
77- Mûsâ, size gerçek, gelince
böyle mi dersiniz dedi, büyü mü bu? Ve büyücüler,
kurtulmazlar, muratlarına erişmez onlar.
78- Bizi atalarımızdan bulup
gördüğümüz şeylerden çevirip yeryüzünde bize hâkim olmak
için mi geldiniz ve biz, ikinize de inanmıyoruz dediler.
79- Ve Firavun, ne kadar bilgin
büyücü varsa dedi, hepsini çağırın huzuruma.
80- Büyücüler gelince Mûsâ, ne
atacaksanız atın bakalım dedi.
81- Onlar atınca Mûsâ, bu
yaptığınız büyüdür dedi, ve şüphe yok ki Allah, onu
bozacak, boşa çıkaracak, şüphe yok ki Allah,
bozguncuların işlerini düzene sokmaz.
82- Suçluların zoruna gitse de
Allah, sözleriyle gerçeğin gerçek olduğunu izhâr eder.
83- Firavun'un, kendilerini bir
musîbete uğratmasından korktukları için Mûsâ'ya,
kavminden bir soy inandı ancak, başkaları inanmadı ve
gerçekten de Firavun, yeryüzünde pek yüceydi ve
gerçekten o, buyruktan çıkmış kişilerdendi.
84- Mûsâ, ey kavmim dedi,
Allah'a inandıysanız ve ona teslîm olduysanız güvenin,
dayanın ona.
85- Dediler ki: Dayandık,
Rabbimiz, sen bizi zâlim toplulukla sınama.
86- Ve bizi, rahmetinle kurtar
kâfirler topluluğundan.
87- Ve Mûsâ'ya ve kardeşine,
kavminize Mısır'da barınacak evler kurun, evlerinizi
kıble yapın ve namaz kılın ve müjdele inananları diye
vahyettik.
88- Ve Mûsâ, Rabbimiz dedi, sen
Firavun'a ve ona uyanlardan ileri gelenlere gerçekten de
dünyâ yaşayışına âit ziynetler ve mallar verdin.
Rabbimiz, onlar bu yüzden halkı doğru yoldan çıkarmada,
saptırmadalar. Rabbimiz, mallarını mahvet, yurtlarında
kendi sefaletlerini göster onlara da yüreklerini sık,
çünkü onlar, o elemli azâbı görünceye dek
inanmayacaklar.
89- Tanrı, ikinizin de duâsı
kabul edilmiştir dedi, artık doğru hareket etmekte devâm
edin ve sakın ha bilmezlerin yoluna gitmeyin.
90- İsrailoğullarını denizden
geçirdik, derken Firavun'la askeri de azgınlıkla,
düşmanlıkla peşlerine düştü onların, sonucu su boğazına
girince boğulurken inandım, gerçekten de
İsrailoğullarının inandığı Tanrıdan başka tapacak yok ve
ben Müslümanlardanım dedi.
91- Fakat şimdi mi? Halbuki
bundan evvel isyân etmiştin, bozgunculardan olmuştun.
147[2]
[2] Firavun'un bu inanışına,
yeis inanışı olduğu için makbul olmadığında ittifak
vardır. Nitekim bu âyetlerde de buna işaret
edilmektedir. Fakat sufiyyeden Muhyiddin-ibn-i ARabi
(ölm. 1240), "Fusus-ül-Hikem" inde, bu âyetlere
dayanarak Firavun'un mümin olduğunu söyler (Mûsâ fassı,
Bosnalı Abdullah terceme ve şerhi, İst. matbaa-i Âmire -
1290, c. 2, s. 335-427 ve bilhassa 41 v. d.). Buna
karşılık "Fütûhât-ı Mekkîyye de 52. babda, Firavun'ı ve
benzerlerini cehennemlik saymadadır (Mısır,
Dâr-ül-ARabiyyet-il-Kübrâ, 1329 h, c. 1, s. 301.
Aşağıdan 1-3. satırlar). Ancak Firavun hakkında İbn-i
Arabi'nin güttüğü bu iki zıt kanaatin hangisini kabul
etmek icab eder? Kesin hüküm verebilmek için bu iki
kitaptan hangisinin sonradan yazıldığını bilmemiz
lazımdır. Fütuhat'ı, ölümünden iki yıl önce bitirdiğini
biliyorsak da Fusus'u, bundan sonra yazıp yazmadığını
bilmiyoruz. Hatta Fütuhat'ı, sonradan yazsa bile belki
bu kaydı, kendisine itiraz edenleri susturmak için
koymuştur. Hasılı kesin bir söz söylememize imkan yok.
92- O halde bugün biz de, senden
sonra gelenlere ibret olasın diye yalnız cesedini
kurtaracağız ve şüphe yok ki insanların çoğu, bizim
delillerimizden gaflettedir.
93- Andolsun ki biz
İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik ve onları,
tertemiz şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine bilgi
gelinceye dek de ayrılığa düşmediler. Şüphe yok ki
Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet
günü, aralarında hükmedecek.
94- Sana indirdiğimiz şeyde
şüpheye düşersen (imkân yok ya), senden önce kitap
okuyanlara sor. Andolsun ki gerçek, Rabbinden gelmiştir
sana, artık şüphelenenlerden olma.
95- Ve Allah'ın delillerini
yalanlayanlardan olma sakın, yoksa ziyankârlara
katılırsın.
96- Öyle kişilerdir onlar ki
Rabinin, onlara söylediği sözü haketmiştir onlar,
inanmaz onlar.
97- Kendilerine her çeşit
deliller, mucizeler gösterilse de elemli azâbı
görmedikçe.
98- İnanıp da inançlarından
fayda gören şehir halkı, ancak Yûnus'un kavmidir.
İnandıkları zaman, dünyâ yaşayışında onlardan zillet
azâbını giderdik ve bir zamanadek faydalandırdık
onları.148[3]
[3] Hz. Yunus'un kıssası Ahd-i
Atıyk'te ayrı bir bölüm olarak dört babda anlatılır.
99- Rabbin dileseydi yeryüzünde
bulunanların hepsi de inanırdı. Artık inansınlar diye
insanları zorlayıp duracak mısın?
100- Allah'ın izni olmadıkça hiç
kimse inanamaz. Düşünüp akıl etmeyenlere de azâp eder.
101- De ki: Bir bakın da görün,
neler var göklerde ve yeryüzünde. Fakat bunca deliller,
bunca korkutan peygamberler, inanmayan topluluğa ne
fayda eder?
102- Onlar, kendilerinden önce
gelip geçenlerin uğradıkları felâket günlerine benzer
günlerden başka bir şey mi bekliyorlar? De ki: Bekleyin
bakalım, şüphe yok ki ben de sizinle berâber
bekleyenlerdenim.
103- Sonra peygamberlerimizi ve
inananları böylece kurtarırız biz ve inananları
kurtarmak, bir haktır bize.
104- De ki: Ey insanlar, dinimde
bir şüpheniz varsa bilin ki ben, Allah'ı bırakıp
taptıklarınıza tapamam ve ancak sizi öldüren Allah'a
kulluk ederim ve inananlardan olmam emredildi bana.
105- Ve doğru dine yüz çevir,
sakın müşriklerden olma dendi bana.
106- Ve Allah'ı bırakıp da sana
ne bir faydası dokunan, ne bir zarar veren şeylere
tapma, bunu yaparsan şüphe yok ki zâlimlerden olursun
dendi.
107- Allah, sana bir zarar
verirse o zararı, ondan başka giderecek yoktur ve hayır
etmek dilerse de ihsânını reddeden bulunmaz; bunu,
kullarından dilediğine verir ve odur suçları örten
rahîm.
108- De ki: Ey insanlar,
gerçekten de Rabbinizden hak ve hakikat gelmiştir size.
Artık kim doğru yola giderse faydası kendisinedir ve kim
saparsa zararı kendine ve ben, sizi koruyucu değilim.
109- Sana ne vahyedilirse ona uy
ve Allah hükmedinceye dek sabret ve odur hükmedenlerin
en hayırlısı.
11- HÛD SURESİ
(Yüz yirmi üç âyettir. Bütün
âyetleri Mekkîdir. Ancak Katâde'ye göre 114. âyeti
Medenidir. İçinde Hûd peygamberden bahsedildiği için bu
adla anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm râ; bir kitaptır bu
ki âyetleri, delillerle sağlamlaştırılmış, sonra apaçık
bildirilmiştir, hüküm ve hikmet sâhibi olan ve her
şeyden haberdâr bulunan Tanrı katından inmedir.
2- Emreder ki ancak Allah'a
kulluk edin; şüphe yok ki ben, onun tarafından sizi
korkutmak ve size müjde vermek için gelmişim.
3- Ve Rabbinizden yarlıganma
dileyin, sonra da tövbe edin ona da sizi mukadder
zamânadek güzel bir sûrette geçindirsin, nîmetlerinden
faydalandırsın ve her ihsân sâhibine, ettiği lütuf ve
ihsânın mükâfatını versin. Fakat döner, yüz çevirirseniz
şüphe yok ki ben, o büyük günün azâbına uğrayacağınızdan
korkmaktayım.
4- Dönüp varacağınız yer,
Allah'ın tapısıdır ve onun, her şeye gücü yeter.
5- Haberiniz olsun ki onlar,
içlerindekini gizlemek için göğüslerini kapatırlar;
bilin ki onlar, duymamak için elbiselerine kat-kat
bürünmeye çalışırlar; fakat o vakit bile gizlediklerini
de bilir, açığa vurduklarını da. Şüphe yok ki o,
gönüllerde ne varsa hepsini bilir.
6- Yeryüzünde hiçbir mahlûk
yoktur ki rızkını vermek, Allah'a âit olmasına ve karâr
ettikleri ata bellerini de bilir, tevdî edildikleri ana
rahîmlerini de. Ve her şey, apaçık kitapta tespît
edilmiştir.
7- Öyle bir mabuttur ki hanginiz
daha iyi hareket edecek, bunu size bildirmek ve sizi
sınamak için gökleri ve yeryüzünü altı günde yarattı,
daha önce emri ve saltanatı, yarattığı suya cariydi.
Onlara, siz ölümden sonra tekrar dirileceksiniz dersen
kâfir olanlar derler ki: Bu, ancak apaçık bir aldatma.
8- Onların uğrayacakları azâbı,
mukadder bir zamana kadar geciktirirsek, bunun
teahhuruna da sebep nedir derler. Bilin ki onlara azâbın
gelip çattığı gün o azap, artık geriye bırakılamaz ve
alay ettikleri musîbet, onları çepeçevre kuşatır.
9- İnsana, katımızdan bir rahmet
tattırsak da sonra alıversek onu insandan, şüphe yok ki
her şeyden ümidini keser, bir nankör olur gider.
10- Fakat ona, bir dertten, bir
musîbetten sonra nîmeti tattırırsak benden bütün
kötülükler gitti der. Şüphe yok ki o şımarır,
böbürlenmeye övünmeye koyulur.
11- Ancak sabredenler ve iyi
işlerde bulunanlar müstesnadır. Öyle kişilerdir onlar ki
onların hakkıdır yarlıganmak ve büyük bir ecir ve
mükafat.
12- Ona bir hazine indirilseydi,
yahut onunla berâber yanında bir melek de gelseydi
demelerine sıkılarak sana vahyedilenlerin bir kısmını
terk ediverecek misin? Sen ancak bir korkutucusun ve
Allah her şeyi korur.
13- Yoksa kendi uyduruyor mu
diyorlar? De ki: Hadi, gerçekseniz, Allah'tan başka
gücünüz kime yetiyorsa, kimlere güveniyorsanız onları da
çağırın da hep berâber, buna eşit on sûre meydana
getirin.
14- Fakat davetinize icâbet
etmezlerse artık iyice bilin ki o, ancak Allah'ın
bilgisiyle indirilmiştir ve ondan başka hiçbir tapacak
yoktur. Hâlâ mı Müslüman olmuyorsunuz?
15- Kim dünya yaşayışını ve
ziynetini dilerse bu çeşit kişilerin yaptıklarının
karşılığını tam olarak öderiz ve onlar, bu hususta
hiçbir zarara uğramazlar.
16- Öyle kişilerdir onlar ki
âhirette onlara ancak ateş var, dünyâda işledikleri
işlerse boşa gitmiştir, zâten de bütün işledikleri
boştur.
17- Rabbinden apaçık bir delile
sâhip olan, bundan başka bir de tanığı olup daha önce
din ve dünyâ işlerinde uyulan ve aynı rahmet olan
Mûsâ'nın kitabında da bildirilen kişi, yalnız dünyâyı
dileyene benzer mi? Rablerinden açık bir delile sâhib
olanlar, Kur'ân'a inanırlar; topluluklardan onu inkâr
edenlere vaadedilen yerse ateştir. Artık bu hususta
şüpheye düşme, çünkü o, Rabbinden gelmedir, gerçektir,
fakat insanların çoğu inanmaz.
18- Yalan yere Allah'a iftirâ
edenden daha zâlim kimdir ki? Onlar, Rablerine
arzedilecekler, tanıklar da işte bunlardı diyecekler,
Rablerine karşı yalan söyleyenler. İyice bilin, Allah'ın
lâneti zâlimleredir.
19- Onlar, halkı Allah yolundan
menederler ve o yoldan saptırmak isterler, onlar âhiret
inkâr edenlerin ta kendileridir.
20- Onlar, ne yeryüzünde azaptan
kaçıp kurtulabilirler, ne de Allah'tan başka bir
yardımcıları vardır. Azapları da kat-kat arttırılır.
Çünkü onların işitmeye tahammülleri yoktu, görmezlerdi
de.
21- Onlar, öyle kişilerdir ki
kendilerine zarar verdiler ve uydurdukları şeyler de
onlardan çekildi, kaybolup gitti.
22- Gerçekten de onlar âhirette
en çok ziyana uğrayanların ta kendileridir.
23- İnanıp iyi işlerde
bulunanlara ve Rablerine yalvarıp yakaranlara gelince:
Onlardır cennet ehli ve onlar, orada ebedî kalırlar.
24- Bu iki bölük, kör ve sağırla
gören ve duyan adama benzer sanki; bu ikisi, birbirine
eşit olur mu hiç? Yoksa düşünmez misiniz?
25- Andolsun ki biz Nûh'u,
kavmine gönderdik de şüphe yok ki dedi, ben, size apaçık
bir korkutucuyum.
26- Ancak Allah'a kulluk edin,
çünkü gerçekten de elemli bir günün azâbı gelip çatacak
size, bundan korkuyorum ben.
27- Kavminin kâfir olanlarından
ileri gelenler, biz dediler, seni de bizim gibi bir adam
görmedeyiz ve sana uyanları da görüyoruz ki düşünmeden
ve derhal sana kapılıveren ve ancak aşağılık tabakadan
olan adamlarımız ve sizin, bize bir üstünlüğünüzü de
görmüyoruz, hattâ yalancı olduğunuzu sanıyoruz.
28- Nûh, ey kavmim dedi, ya ben
Rabbimden apaçık bir delille gelmişsem ve katından bana
bir rahmet vermişse, fakat bunu, siz görmüyorsanız.
İstemediğiniz halde kabûl etmeniz için de sizi
zorlayacak mıyım ki?
29- Ey kavmim, bu yüzden bir mal
da istemem sizden; ecrim, ancak Allah'a ait ve ben,
inananları kovacak da değilim; şüphe yok ki onlar,
Rablerine kavuşacaklar, fakat sizi görüyorum ki bilgisiz
bir kavimsiniz.
30- Onları kovarsam ey kavmim,
Allah'tan başka kim yardım eder bana, hiç de mi
düşünmezsiniz?
31- Ve ben, Allah'ın hazîneleri
yanımda demediğim gibi gaybı bilirim de demiyorum ve ben
bir meleğim gibi bir söz de etmiyorum, fakat sizin
gözünüze hor görünenler hakkında, Allah onlara hiçbir
sûretle ve kesin olarak bir hayır vermez de diyemem.
İçlerinde ne var, Allah daha iyi bilir. Ancak onları
kovar, haklarında bu çeşit sözler söylersem mutlaka
zulmedenlerden olurum.
32- Yâ Nûh dediler, gerçekten de
bizimle uğraşmadasın ve uğraşmanda ileri de gittin,
gerçeklerdensen hadi, tehdit edip durduğun azâba uğrat
bizi.
33- Nûh, dilerse dedi, Allah
uğratır ancak o azâba sizi ve onu âciz bir hâle
getiremezsiniz siz.
34- Azgınlığınıza karşılık Allah
sizi helâk etmeyi murâd etmişse öğüt vermek istesem de
öğüdüm bir fayda vermez size. Odur Rabbiniz ve dönüp
onun tapısına varacaksınız.
35- Yoksa kendisi uyduruyor
bunları mı diyorlar. De ki: Eğer uyduruyorsam benim
suçum, bana âit ve ben sizin yaptığınız suçlardan
uzağım.
36- Nûh'a, kavminden
inananlardan başkaları kesin olarak inanmayacak, artık
sen de onların yaptıkları işler yüzünden kederlenme diye
vahyedildi.
37- Nezâretimiz altında ve
vahyimize uyarak bir gemi yap, zulmedenler için af
dileme benden, şüphe yok ki sularda boğulacak onlar.
38- Gemiyi yapmaya koyulmuştu ve
kavminin ileri gelenleri, yanından geçerken alay
ediyorlardı onunla, o da, alay ediyorsunuz bizimle ama
diyordu, siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle öyle
alay edeceğiz.
39- Artık, uğrayanı hor-hakir
edecek azâbın kime gelip çatacağını ve daimî azâba kimin
uğrayacağını yakında bilir, anlarsınız.
40- Sonucu emrimiz gelip
tandırın altından su kaynamaya başlayınca her mahlûktan
birer çifti ve helâki taktîr edilenden başka âilenden
olanları ve inananları gemiye yükle dedik; zâten
maiyetinde bulunan inanmış kişiler de pek azdı. 149[1]
[1] Tandır hakkında çeşitli
rivâyetler vardır. Ekmek pişirilen tandırdır, suyun
oradan kaynaması, tufanın başlayacağına alâmetti. Bu
kavil, İbn-i Abbas'tan, Hasen'den ve Mücâhid'den rivâyet
edilmiştir. Tandırın, Nûh Peygamberin evinde olduğu,
evinin de Şam ülkesinde bulunduğu söylenmiştir. Kufe
mescidinden kaynadığını söyleyenler de vardır. Tandırın,
yeryüzü olduğu, gene İbn-i Abbas'la İkrime'den rivayet
edilmiştir ki Zeccac bu kavli kabul eder. Tandırın
kaynamasından maksat, tanyerinin ışıması, yeryüzünün
yüksek yerlerinden suların kaynayıp fışkırmasıdır
diyenler de olmuştur.
41- Ve Nûh, binin gemiye dedi;
akıp gitmesi de Allah adıyladır onun, durması da. Şüphe
yok ki Rabbim, suçları örter, rahîmdir.
42- Gemi, içindekilerle dağlar
gibi dalgalar üstünde akıp gidiyordu. Nûh, kendisinden
çekilip ayrı bir yerde bulunan oğluna oğulcuğum dedi,
bin sen de bizimle ve kâfirlerle berâber olma. 150[2]
[2] Nûh'un bu oğlunun, Ken'an
olduğu rivâyet edilmiştir, Yam diyenler de vardır.
43- O, dağda bir yere sığınırım
ben dedi. Nûh, bugün dedi Allah'ın acıdığı kişilerden
başka onun emrinden kurtulacak yok ve derken aralarına
bir dalgadır giriverdi ve o da boğulanlara katıldı.
44- Ve dendi ki: Ey yeryüzü, em
suyunu ve ey gök kes yağmurunu ve su emildi ve iş
yapıldı-bitti ve oturdu Cûdi'ye gemi ve uzaklık denildi,
zulmeden topluluğa. 151[3]
[3] Cudi tepesi, Ararat dağının
bir tepesidir.
45- Ve Nûh Rabbine niyâz edip
dedi ki: Rabbim, oğlum da şüphe yok ki âilemdendi ve
şüphe yok ki vaadin gerçektir senin ve sen,
hükmedenlerin en hayırlısısın.
46- De ki: Yâ Nûh, o, kesin
olarak senin âilenden değil, çünkü o, kötü bir iş
işledi. Artık bilmediğin şeyi isteme benden şüphe yok ki
bilgisizlerden olmaman için öğüt vermedeyim sana.
47- Nûh, Rabbim dedi, bilmediğim
şeyi senden istemekten, gene sana sığınırım ve beni
yarlıgamazsan, bana acımazsan ziyankârlardan olurum ben.
48- Dendi ki: Nûh, sana ve
seninle berâber bulunanlardan türeyecek ümmetlere bizden
gönderilen esenlikler ve bereketlerle in gemiden.
Onlardan türeyecek ümmetler içinde öyleleri de var ki
onları da bir müddet faydalandıracak, geçindireceğiz de
sonra bizden elemli bir azâba uğrayacaktır onlar.
49- İşte bunlar, gaibe âit
haberlerdir ki sana onları vahyediyoruz. Bundan önce ne
sen onları biliyordun, ne kavmin biliyordu, sabret
artık; şüphe yok ki sonuç, çekinenlerindir.
50- Âd kavmine de kardeşleri
Hûd'u göndermiştik de ey kavmim demişti, Allah'a kulluk
edin, ondan başka bir mabudunuz yok; siz ancak iftirâ
etmedesiniz.
51- Ey kavmim, buna karşılık
sizden bir ecir de istemiyorum, ecrim, ancak beni
yaratana âit, hâlâ akıl etmeyecek misiniz?
52- Ey kavmim, Rabbinizden
yarlı-ganma dileyin de sonra tövbe edin ona, size gökten
bol bol yağmur yağdırsın, kuvvetinize, fazlasıyla kuvvet
katsın ve mücrim olarak yüz çevirmeyin.
53- Ey Hûd dediler, sen bize
apaçık bir delil gösteremiyorsun, biz de senin sözünle
tanrılarımızı bırakmayız ve biz sana inanmıyoruz.
54- Tanrılarımızın bir kısmı
seni fena çarpmış deriz de başka bir şeycik demeyiz. O,
şüphe yok ki dedi, ben Allah'ı tanık tutmadayım, siz de
tanık olun, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden
tamamıyla uzağım.
55- Onu bırakıyor da
taptıklarınızı ona eş tutuyorsunuz, uzağım onlardan,
hadi, hepiniz, aleyhime düzen kurun, sonra da hiç göz
açtırmayın bana.
56- Şüphe yok ki ben, Rabbim ve
Rabbiniz Allah'a dayandım; yeryüzünde yürür hiçbir
mahlûk yoktur ki o, onun alnına düşen saçlardan tutup
çekmesin, onun mukadderatını tâyin etmesin ve şüphe yok
ki Rabbim, dosdoğru yoldadır, bütün kudretiyle berâber
adâletiyle, lütfuyla hükmeder.
57- Yüz çevirirseniz bilin ki
ben, size neyi tebliğ etmek için gönderildiysem onu
tamamıyla tebliğ ettim ve Rabbim, sizin yerinize, sizden
başka bir topluluğu geçirecek ve siz ona hiçbir sûretle
zarar veremezsiniz. Şüphe yok ki Rabbim her şeyi korur.
58- Emrimiz gelince Hûd'u ve
onunla berâber bulunan inanmış kişileri, bizden bir
rahmet olarak kurtardık ve onlara ağır bir azaptan necat
verdik.
59- İşte Âd, Rablerinin
delillerini bile-bile inkâr ettiler ve peygamberlerine
asi oldular ve her inatçı cebbar kişiye uydular.
60- Ve şu dünyada da lânete
uğratıldılar, kıyamet gününde de. Bilin ki hiç şüphe yok
Âd, Rablerine karşı kâfir oldu; bilin, uzaklık Hûd'un
kavmi Âd'a.
61- Semûd kavmine de kardeşleri
Sâlih'i göndermiştik. Ey kavmim demişti, Allah'a kulluk
edin, ondan başka bir mabudunuz yok. Sizi yeryüzünden
yaratıp meydana getirdi ve orayı îmâra memûr etti sizi;
artık ondan yarlıganma dileyin, sonra da tövbe edin ona.
Şüphe yok ki Rabbim, yakındır, duâları kabul eder.
62- Ey Sâlih dediler, bundan
önce sen aramızda, hakkında iyi ümitler beslediğimiz
birisiydin, şimdi atalarımızın taptıkları şeylerden bizi
vaz geçirmek mi istiyorsun? Ve biz, gerçekten de senin
bizi dâvet ettiğin şey hakkında şüphe içindeyiz,
tereddüt etmekteyiz.
63- O, ey kavmim dedi, ya ben
Rabbimden apaçık bir delille gelmişsem ve katından bana
bir rahmet vermişse. Ona isyân edersem Allah'a karşı kim
yardım edebilir bana? Ve beni boyuna ziyana sokmaktan
başka bir şey de yapmıyorsunuz.
64- Ey kavmim, işte şu Allah'ın
dişi devesi, size bir mûcize. Bırakın onu da yeryüzünde
yiyip gezsin ve ona kötülükle dokunmayın, sonra pek
yakın bir azap gelip çatar size.
65- Ayaklarını kesip öldürdüler
onu, Sâlih de yurdunuzda üç gün daha yaşayıp geçinin
dedi, bu, yalan denmesine imkân bulunmayan bir vait.
66- Emrimiz gelince Sâlih'i ve
onunla berâber bulunan inananları, bir rahmet olarak
kurtardık ve o günün horluğundan necat verdik onlara.
Şüphe yok ki Rabbin, çok kuvvetlidir, o, pek üstündür.
67- Bir bağırış, o zulmedenleri
kapıverdi, yurtlarında, diz çökmüş bir halde helâk
oluverdiler.
68- Sanki orada hiç
yaşamamışlar, hiç oturmamışlardı. Bilin ki hiç şüphe yok
Semûd, Rablerine karşı kâfir oldu, bilin, uzaklık
Semûd'a.
69- Elçilerimiz, İbrâhim'e müjde
vermek üzere gelip esenlik sana dediler. O da esenlik
size dedi ve durup eğlenmeden hemen kızarmış bir buzağı
getirdi.152[4]
[4] Bu olaylar, Ahd-i Atıyk'ın
Tekvin bölümünde, 18-19. bablarda anlatılmaktadır.
70- Yemeğe el uzatmadıklarını
görünce de halleri, hoşuna gitmedi ve onlardan, içine
bir korku düştü. Dediler ki: Korkma, biz Lût kavmine
gönderildik.
71- Karısı, ayakta durup
sevincinden gülmedeydi ki biz ona, İshak'ı müjdeledik,
İshak'tan sonra da Yakup'u.
72- O, eyvahlar olsun dedi, ben
mi doğuracağım? Ben bir kocakarıyım, şu kocam da
ihtiyar. Şüphe yok ki bu, pek şaşılacak bir şey.
73- Onlar, Allah'ın işine mi
şaşıyorsun dediler, ey Ehli Beyt, Allah'ın rahmeti ve
bereketleri size; şüphe yok ki o, övülmeye lâyık,
kullara müstahak olmadan ihsânda bulunan bir Tanrıdır.
74- İbrâhim'in korkusu yatışıp
müjdelenince Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye
girişmişti.
75- Çünkü İbrâhim, gerçekten de
pek halîmdi, fazla duâ edip ağlardı, kendisini tamamıyla
Tanrıya vermişti.
76- Ey İbrâhim dediler, vazgeç
bundan, şüphe yok ki Rabbinin emri gelip çatmıştır ve
şüphe yok ki onlar reddine imkân olmayan bir belâya
uğrayacaklar.
77- Elçilerimiz, Lût'a gelince
Lût, gelişlerinden endişeye düştü, içine bir korku
girdi, gönlü daraldı ve bu dedi, pek çetin bir gün.
78- Kavmi, koşa koşa onun yanına
geldi, onlar, önceden de kötülükler yapar dururlardı.
Lût, ey kavmim dedi, işte kızlarım, onlar, sizin için
daha temiz, artık Allah'tan çekinin de beni,
konuklarımdan utandırmayın. İçinizde, aklı başında bir
adam da mı yok?
79- Andolsun ki dediler, sen de
bilirsin, kızlarında hiç gözümüz yok, sen bizim ne
istediğimizi bilirsin.
80- Lût, size karşı koyacak
gücüm, kuvvetim olsaydı, yahut da kuvvetli bir aşîretim
olsaydı da ona sığınsaydım dedi.
81- Melekler, ey Lût dediler,
şüphe yok ki biz, Rabbinin elçileriyiz, onlar, sana
kesin olarak ilişemezler; sen gece karanlığı basınca
âilene mensup olanlarla yola düş, hiçbiriniz, ardına
bakmasın, ancak karını berâber götürme, çünkü o da
onların uğrayacağı azâba uğrayacak. Şüphe yok ki
uğrayacakları azâbın mukadder zamanı, sabah çağıdır;
sabah da yakın değil mi?
82- Emrimiz gelince, o
şehirlerin altını üstüne getirdik, tepelerine, üst-üste
yığılıp taş kesilmiş balçıktan meydana gelmiş taşlar
yağdırdık.
83- Sanki damgalanmıştı Rabbinin
indinde de azâp için hazırlanmıştı o taşlar ve onlar,
şimdi de zâlimlerden uzak değil.153[5]
[5] Bu olaylar, Ahd-i Atıyk'ın
Tekvin bölümünde, 18-19. bablarda anlatılmaktadır.
84- Medyen'e de, kardeşleri
Şuayb'i göndermiştik de ey kavmim demişti, Allah'a
kulluk edin, ondan başka bir
mabudunuz yok. Ölçeği-tartıyı
eksik tutmayın, çünkü ben gerçekten de hayırlara
uğradığınızı görmedeyim ve şüphe yok ki ben, bir gün
sizi çepeçevre kuşatıverecek bir azâba uğramanızdan
korkuyorum.
85- Ey kavmim, ölçeği doğru
ölçün, terâziyi doğru tartın, halkın mallarını
eksiltmeyin, yeryüzünde bozgunculuk etmeye çalışmayın.
86- İnanmışsanız Allah'ın
bıraktığı kâr, daha hayırlıdır size ve ben de size bir
bekçi değilim.
87- Ey Şuayb dediler, kıldığın
namaz mı, tuttuğun din mi emrediyor sana da bizi
atalarımızın taptıklarından vazgeçirmeye uğraşıyor,
mallarımızı da dilediğimiz gibi tasarruf etmemize mâni
olmaya kalkışıyorsun? Halbuki sen, şüphe yok ki
halîm-selim ve aklı başında bir adamsın.
88- Ey kavmim dedi Şuayb, ya
Rabbimden apaçık bir delille gelmişsem, ya kendi
katından beni güzel bir rızıkla rızıklandırmışsa. Sizi
nehyet-tiğim şeye kendim aykırı hareket edemem ki.
Gücümün yettiği kadar ıslâh etmek istiyorum sizi ve
başarım, ancak Allah'tandır, ona dayandım ve sonunda da
dönüp onun tapısına varacağım.
89- Ey kavmim, bana karşı
güttüğünüz düşmanlık, Nûh, yahut Hûd, yahut da Sâlih
kavimlerinin uğradıkları azâba benzer bir azâba
uğratmasın sizi; Lût kavmi de uzak değil sizden.
90- Rabbinizden yarlıganma
dileyin, sonra da tövbe edin ona; şüphe yok ki Rabbim
rahîmdir, kullarını sever.
91- Ey Şuayb dediler, söylediğin
sözlerin çoğunu anlamıyoruz ve seni de içimizde zayıf
görmedeyiz. Kabîlen olmasaydı seni taşlardık ve sen,
bizden üstün değilsin zâten.
92- Şuayb, ey kavmim dedi,
kabîlem, sizce Allah'tan daha fazla mı saygıya değer ki
onu ardınıza attınız? Şüphe yok ki Rabbim, bütün
yaptıklarınızı kavrar.
93- Ey kavmim, elinizden ne
geliyorsa yapın, ben de yapmadayım elimden geleni. Kime,
aşağılatıcı azap gelecek ve kim yalancıdır, yakında
bilir, anlarsınız; gözetip durun, ben de gözlüyorum.
94- Emrimiz gelince Şuayb'i ve
onunla berâber inanmış olanları, bizden bir rahmet
olarak kurtardık, zulmedenleriyse bir bağırış
kavrayıverdi ve hepsi de yurtlarında diz çökmüş bir
halde helâk oluverdi.
95- Sanki yurtlarında hiç
yaşamamışlar, hiç oturmamışlardı. Bilin ki uzaklık
Medyen ehline, nitekim Semûd da öylece uzaklaşıp gitti.
96- Andolsun ki biz Mûsâ'yı,
delillerimizle ve apaçık bir burhanla göndermiştik
97- Firavun'a ve kavminden ileri
gelenlere fakat gene de onlar Firavun'un buyruğuna
uymuşlardı, halbuki Firavun'un buyruğu, hiç de doğruyu
göstermiyor, hayra sevketmiyordu.
98- O, kıyâmet günü de kavminin
önüne düşecektir ve artık onları ateşe götürmüş,
gitmiştir ve vardıkları yer, ne de kötü yerdir.
99- Burada da lânete uğradılar,
kıyâmet gününde de. Şu bağışlanan bağış, ne de kötü
bağıştır.
100- Bunlar, mâceralarını sana
hikâye ettiğimiz şehirlere âit haberler; o şehirlerden
harâbeleri hâlâ duranlar var, biçilmiş ekin gibi yerle
bir olanlar, eseri bile kalmayanlar var.
101- Biz zulmetmedik onlara,
fakat onlar, kendi kendilerine zulmettiler; Rabbinin
emri gelince, Allah'ı bırakıp da kulluk ettikleri
tanrıları, onlara hiçbir fayda veremedi ve ziyanlarını
arttırmaktan başka bir şey yapamadı.
102- İşte Rabbin, zulmeden
şehirleri böyle alıverir, aldığı, azâbına uğrattığı
zaman da şüphe yok ki onun kavrayışı pek elemlidir, pek
çetindir.
103- Gerçekten de bunda, âhiret
azâbından korkanlara bir ibret var; o gün, bütün
insanların bir araya toplanacağı bir gündür ve bütün
insanların hazır olacağı bir gün.
104- Ve biz o günün gelip
çatmasını, ancak sayılı bir müddet için geciktiririz.
105- O gün geldi mi hiçbir
kimse, Rabbinin izni olmaksızın konuşamaz; onların bir
kısmı kutsuzdur, bir kısmı kutlu.
106- Ama kutsuz olanlar,
gerçekten de ateştedir, onların inliyerek nefes almaları
da oradadır, biten bir inilti gibi nefes vermeleri de.
107- Rabbinin dilediğinden başka
hepsi de orada ebedî kalır göklerle yeryüzü durdukça;
şüphe yok ki Rabbin, dilediğini dilediği gibi yapar.
108- Ama kutlu olanlarsa
cennettedir, orada ebedî kalır Rabbinin dilediğinden
başka hepsi, gökler ve yeryüzü durdukça; bitip tükenmesi
olmayan bir bağıştır bu.154[6]
[6] 107-108. Bu iki âyetteki
göklerle yeryüzünün, 14. sûrenin 48. âyetinde
bildirildiği gibi kıyamette, değişecek olan göklerle
yerler yani âhiret gökleriyle âhiret yeri olduğunu ve bu
sûretle de ebedî bulunduğunu söylemişlerdir. Ayetin bu
veçhile vahyedilmesi, ebediliği bildirmek içindir
diyenler vardır. Her iki ayetteki "onun dilediğinden
başka" sözü iman sahibi oldukları halde kötülük
işleyenlerin, suçları miktarınca cehennemde kalıp Tanrı
rahmetiyle, yahut şefaatle cehennemden çıkacaklarını
bildirmektedir.
109- Artık bunların taptıkları
şeylerin boşluğunda bir şüphen olmasın; önceden ataları
nasıl tapıyorsa onlar da tıpkı o çeşit tapıyorlar ve biz
de onların nasîbini eksiksiz olarak vereceğiz.
110- Andolsun ki biz Mûsâ'ya da
kitap vermiştik de onda ihtilâfa düşmüşlerdi; Rabbinin
taktîr ettiği vaadi olmasaydı çoktan aralarında
hükmedilir, iş bitmiş olurdu ve onlar, gerçekten de bu
hususta şiddetli bir şüphe ve tereddüd içinde
kalmışlardır.
111- Ve şüphe yok ki Rabbin,
onların yaptıkları şeylere tam bir karşılık verecektir,
şüphe yok ki o, ne yapıyorlarsa hepsinden de
haberdardır.
112- Artık sen, sana nasıl
emredildiyse öylece dosdoğru hareket et ve seninle
berâber bulunan ve tövbe etmiş olanlar da dosdoğru
hareket etsinler ve taşkınlıkta bulunmayın, çünkü şüphe
yok ki o, ne yapıyorsanız hepsini de görür.
113- Ve zulmedenlere
meyletmeyin, sonra ateşle azâba uğrarsınız ve Allah'tan
başka bir dostunuz yoktur, sonra yardım da görmezsiniz.
114- Ve gündüzün başlangıcıyla
son kısmında ve gecenin ilk çağlarında namaz kıl; şüphe
yok ki güzel işler, kötülükleri giderir. İşte bu, iyi
düşünenlere bir öğüttür.155[7]
[7] Gündüzün başlangıcıyla son
kısmındaki namazlar, sabah ve akşam namazlarıdır.
Gecenin ilk çağlarındaki namaz da akşam namazıdır.
Gündüzün başlangıcında ve son kısmındaki namazlar,
sabah, öğle ve ikindi, gecenin ilk çağlarındaki namazlar
da akşam ve yatsı namazlarıdır diyenler de olmuştur.
Güzel işlerden maksat namazdır.
115- Ve sabret, çünkü Allah,
gerçekten de iyilik edenlerin ecrini zâyi etmez.
116- Sizden önceki çağlarda,
halkı, yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışan
idrâk ve ibâdet ehli bir bölük halk bulunsaydı ne
olurdu; halbuki içlerinden kurtardıklarımız pek azdı ve
zulmedenler, yalnız kendilerine verilmiş olan devlete
uydular ve suçlu oldular.
117- Rabbin, ahâlisi, birbirini
ıslâh edip duran şehirleri zulümle helâk etmez.
118- Rabbin dileseydi insanları
bir tek ümmet haline getirirdi, fakat onlar, aykırılığa
düşmekten bir türlü kurtulamazlar.
119- Ancak Rabbinin merhamet
ettiği kimseler müstesnâ ve zâten de bunun için
halketmiştir onları ve Rabbinin sözü de tamamıyla yerine
gelmiştir: And-olsun ki cehennemi, cinlerin ve
insanların bir kısmıyla dolduracağım.
120- Peygamberlere âit
haberlerin hepsinden, gönlünü yatıştıracak olanlarını,
sana hikâye ediyoruz ve bu kıssalarda, sana gerçek
haberler, inananlara da öğüt ve ibret var.
121- İnanmayanlara de ki:
Gücünüzün yettiğini yapın, şüphe yok ki biz de
yapmadayız.
122- Ve bekleyin, şüphe yok ki
biz de beklemedeyiz.
123- Ve göklerle yeryüzünde
gaibe âit olan, bilinmeyen her şey, Allah'ındır ve bütün
işler, dönüp ona varır, artık ona kulluk et ve ona
dayan. Rabbin, yaptığınız şeylerden gafil değildir.
12- YÛSUF SURESİ
(Yüz on bir âyettir. Mekkîdir,
ancak ilk üç âyetiyle 7. âyetinin Medenî olduğu İbn-i
Abbas'tan rivâyet edilmiştir. Bütün sûre Yûsuf
Peygamberin kıssasını anlattığından bu adla adlanmıştır.
Hz. Yûsuf'un kıssası, Ahd-i Atıyk'ın Tekvin bölümündedir
(37-50))
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm râ. Bunlar, her şeyi
apaçık bildiren kitabın âyetleridir.
2- Onu, akıl edesiniz diye
Arapça olarak Kur'ân'da da indirdik.
3- Sana bu Kur'ân'ı vahyederek
kıssaların en güzelini hikâye edeceğiz ve bundan önce
sen elbette onu bilmeyenlerdendin.
4- Bir zaman Yûsuf, babasına
babacığım demişti, ben onbir yıldızla güneşi ve ayı
gördüm, bir de baktım ki onlar, bana secde
ediyorlar.156[1]
[1] On bir yıldızla kardeşleri,
ayla babası güneşle de anası temsil ediliyor.
5- Babası, oğulcağızım demişti,
rüyanı kardeşlerine söyleme, sana bir düzen kurarlar
sonra. Şüphe yok ki Şeytan, insanlara apaçık bir
düşmandır.
6- Böylece Rabbin, seni seçecek
ve rüyalara âit tâbirleri öğretecek sana. Ve bundan
önceki ataların İbrâhim'e ve İshak'a nasıl nîmetlerini
tam olarak ihsân ettiyse sana ve Yakup soyuna da
nîmetlerini tam olarak ihsân edecek. Şüphe yok ki
Rabbin, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
7- Andolsun ki Yûsuf'la
kardeşlerine âit vakalarda soranlar için nice ibretler
var.
8- Hani onlar, Yûsuf'la kardeşi
demişlerdi, babamıza bizden fazla sevgili ve bizse
birbirini tutan ve daha kuvvetli bulunan bir topluluğuz.
Şüphe yok ki babamız, yanlış bir yol tutmuş.
9- Öldürün Yûsuf'u, yahut da
öyle bir yere atın ki babanız, artık onu göremesin,
ondan sonra tövbe eder, düzgün bir topluluk olursunuz.
10- İçlerinden biri Yûsuf'u
öldürmeyin demişti, mutlaka bir şey yapacaksınız bir
kuyuya atın bâri de gelip geçenlerden onu bulup alan
olsun.
11- Onlar, baba demişlerdi, ne
diye Yûsuf'u emniyet etmiyorsun bize ve biz, hiç şüphe
yok ki ona öğütler vermedeyiz.
12- Yarın onu bizimle yolla da
bol-bol yesin, içsin, oynasın ve biz onu mutlaka
koruruz.
13- Yakup, onu götürür,
giderseniz kederlenirim ben ve korkarım ki siz, ondan
gaflet edersiniz de gelip kurt yer onu demişti.
14- Biz demişlerdi, güçlü
kuvvetli bir toplulukken gelip onu kurt yerse artık
şüphe yok ki ziyankârlardan oluruz.
15- Sonucu onu götürüp kuyuya
atmaya hep berâber karar verdikleri zaman ona, andolsun
ki farkında bile olmadıkları bir anda şu yaptıklarını
haber vereceksin onlara diye vahyetmiştik.
16- Akşam olunca ağlaya-ağlaya
babalarına gelmişlerdi.
17- Baba demişlerdi, biz yarışa
gitmiştik, Yûsuf'u da elbiselerimizin başında
bırakmıştık, bir kurt gelip yemiş onu, fakat biz doğru
söylesek de sen inanmazsın bize.
18- Gömleğini de kana bulayıp
yalanlarını ispât için getirmişlerdi. Yakup, olsa-olsa
demişti, nefisleriniz, yaptığınız işi size güzel, o güç
işi kolay göstermiş; fakat ben, pek güzel dayanır,
sabrederim ve anlattıklarınıza karşı da ancak Allah'tan
yardım dilerim.
19- Derken bir yolcu kafilesi
geçerken kuyudan su almak için birini yollamışlardı, o
da kovasını kuyuya salınca müjde diye bağırmıştı, burada
bir genç var ve onu çıkarıp bir ticâret malı gibi
gizlemişlerdi; Allah'sa onların yaptıklarını biliyordu.
20- Ve onu değersiz bir kâr,
sayılı birkaç kuruş karşılığında satmışlardı ve onu
satarlarken paraya pek o kadar rağbetleri de yoktu.
21- Mısır halkından olup onu
satın alan kişi, karısına, buna izzetle muâmele et,
umarım ki bize faydası dokunur, yahut da onu evlât
ediniriz demişti. İşte Yûsuf'u, Mısır'da böylece
yerleştirdik de ona rüya yormasını öğrettik ve Allah,
yaptığı işte üstündür daima, fakat insanların çoğu, bunu
bilmez.
22- Ergenlik çağına girince ona
hükmetme kabiliyeti ve bilgi verdik ve işte iyilik
edenleri böyle mükâfatlandırırız.
23- Evinde bulunduğu kadın,
ondan murât almak istedi de kapıları sımsıkı kapattı ve
hadi dedi, beri gel. O, Allah'a sığınırım dedi; şüphe
yok ki kocan, benim efendimdir ve şüphe yok ki
zulmedenler, asla kurtulamaz, murâdına eremez.
24- Andolsun ki kadın, ondan
murât almayı iyice kurmuştu, eğer Rabbinin burhanını
görmeseydi Yûsuf da onun hakkında niyetini bozardı, işte
biz ondan çirkin ve kötü şeyleri böylece giderdik, çünkü
şüphe yok ki o, gönlünü bize bağlamış kullarımızdandı.
25- Derken ikisi de kapıya doğru
koştu. Kadın, onun gömleğini arkadan boydan boya
yırtmıştı ki tam bu sırada kapıdan çıkarlarken kadının
kocasına kapı önünde rastladılar. Kadın, karına kötülük
etmek isteyenin cezâsı, zindana atılmaktan, yahut elemli
bir azâba uğratılmaktan başka ne olabilir ki dedi.
26- Yûsuf, o benden murât almak
istedi dedi ve kadının yakınlarından biri tanıklık
ederek dedi ki: Eğer Yûsuf'un gömleği, ön taraftan
yırtılmışsa kadın doğrudur, o yalancılardandır.
27- Yok, eğer gömleği arka
taraftan yırtılmışsa kadın yalan söylemektedir, o
doğruculardan.
28- Kocası, Yûsuf'un gömleğini
arka taraftan yırtılmış görünce hiç şüphe yok ki dedi
bu, sizin düzenlerinizden. Gerçekten de ey kadınlar,
düzenleriniz pek büyüktür sizin.
29- Ey Yûsuf, sen de bu meseleyi
bırak artık ve sen ey kadın, suçundan tövbe et, şüphe
yok ki sen, hata işleyenlerdensin.
30- Şehirdeki kadınlar, azîzin
karısı, kölesinden murât almak istemiş, sevgi, bütün
kalbini kaplamış, görüyoruz ki o, apaçık bir sapıklıkta
dediler.157[2]
[2] Ayette geçen "aziz" Mısır'ın
maliye işlerine bakan en büyük memûru olduğu ve aziz
kelimesinin, onun adı olmayıp memûriyetine verilen ad
bulunduğu rivâyet edilmiştir. Firavun, yani Mısır
hükümdarıdır diyenler de vardır. Ahd-i Atıyk, Yûsuf'u
satın alan kişinin, Firavun’un maiyet askeri kumandanı
Yutıfar olduğunu söylüyor (Tekvin, 39).
31- Dedikodularını duyunca dâvet
etti onları ve dayanacak şeyler getirdi, sofra çıkardı
ve her birine birer bıçak verdi ve Yûsuf'a, görün
şunlara, gel dedi. Kadınlar, onu görünce şaşırdılar,
meyve yerine ellerini doğradılar ve tenzîh ederiz
Allah'ı dediler, hâşâ bu insan değil, olsa-olsa büyük ve
şerefli bir melek.
32- O da, işte dedi, hakkında
beni kınayıp durduğunuz bu zat. Ondan murât almak
istedim de o namusunu korudu, kötülük etmedi. Fakat
yemîn ederim ki
emredileni yapmazsa zindana
attıracağım onu ve herhalde horluğa uğrayanlara
katılacak.
33- Yûsuf, Rabbim dedi, zindan,
bunların dâvet ettikleri şeyden daha hayırlı bence.
Bunların düzenlerini benden uzaklaştırmazsan belki
onlara meyleder de bilgisizlerden olurum.
34- Rabbi de artık onun dûasını
kabûl etti ve düzenlerini defetti ondan; şüphe yok ki o,
duyar, bilir.
35- Sonra onun suçsuzluğuna dâir
bunca deliller görmekle berâber gene de bir müddet
hapsedilmesini muvâfık bir tedbîr saydılar.
36- Ve onunla berâber zindana
iki de delikanlı girmişti. Bunların biri, ben dedi,
rüyamda gördüm, şarap yapmak için üzüm sıkıyormuşum ve
öbürü ben de dedi, rüyamda gördüm, başımda ekmek var,
kuşlar gelip tepemdeki ekmeği yiyormuş. Bunları yor
bize, çünkü biz seni görüyoruz ki iyilik edenlerdensin.
37- Yûsuf, size dedi,
rızıklanacağınız hiçbir yemek gelmiyor ki ben onu,
önceden haber vermiş olmayayım; bu da Rabbimin bana
öğrettiklerinden. Şüphe yok ki ben, Allah'a inanmayan ve
âhireti inkâr eden topluluğun dinini terkettim.
38- Ve atalarım İbrâhim'in,
İshak'ın ve Yakup'un dinine uydum. Hiçbir şeyi Allah'a
eş tutmamıza imkân yok, bu da bize ve insanlara,
Allah'ın bir lütfü, fakat insanların çoğu şükretmez.
39- Ey benim iki zindan
arkadaşım, birbirine aykırı Rabler mi daha hayırlı,
yoksa bir ve her şeye üstün olan Allah mı?
40- Sizin, ondan başka
taptığınız şeyler, ancak sizin ve atalarınızın uydurup
adlandırdığı şeylerden ibâret, Allah, onların
tanrılığına dâir hiçbir delil indirmemiştir; hüküm ancak
Allah'ındır. Ancak ona kulluk etmenizi emretmiştir,
başkasına değil. İşte dosdoğru din de budur, fakat
insanların çoğu bilmez.
41- Ey benim iki zindan
arkadaşım, sizin biriniz, tekrar efendisine içki
sunacak, fakat öbürü asılacak ve kuşlar, başını didip
yiyecekler. İşte esâsını anlamak istediğiniz şey böylece
taktîr edilmiş, bitmiştir.
42- Ve onlardan, kurtulacağını
sandığına beni dedi, efendine anlat. Fakat Şeytan,
efendisine bunu anlatmayı unutturdu ona ve bu yüzden
daha nice yıllar zindanda kaldı. 158[3]
[3] Nice yıllar. Bunun karşılığı
olan Arapça kelime, on sayısının bölümlerine verilen bir
addır. Üçten ona kadar olan sayılardan biridir, beşten
yukarı, ondan aşağıdır demişlerdir (al-Müfredât, 49).
İbn-i Abbas'tan gelen rivâyete göre yedi yıldır.
Aliyy-ibn-il-Huseyn'le Câ'fer-üs-Sâdık (a.s)'tan da yedi
yıl olduğu rivâyet edilmiştir (Mecma' 1, 598).
43- Padişah dedi ki: Rüyamda
gördüm, yedi zayıf inek, yedi semiz ineği yiyordu; bir
de yedi terü-tâze yeşil başakla yedi tâne de kurumuş
başak gördüm. Ey ileri gelenler, rüya yormayı
biliyorsanız bu rüyamı yorun. 159[4]
[4] Kur’ân, rüyayı görenin
"melik", yani Firavun olduğunu söylüyor. Ahd-i Atıyk'te
de böyledir. Hz. Yûsuf, rüyayı yorduktan sonra sûrenin
54. âyetinden itibaren anlatıldığı gibi Mısır'da maliye
işlerine memûr olmuştur. Ahd-i Atıyk'te de böyle
anlatılmaktadır.
44- Onlar, karmakarışık ve aslı
olmayan bir düş; biz bu çeşit boş rüyaları yormayı
bilmeyiz dediler.
45- O iki adamdan biri olan ve
zindandan kurtulan adam, nice zaman sonra hatırlayıp ben
dedi bu rüyayı yorarım, beni hemen gönderin o zâta.
46- Ey Yûsuf dedi, ey çok
gerçek, yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf ineği, yedi
yeşil ve bir de yedi kuru başağı yor bize de belki
insanlara varır anlatırım, onlar da belki bilirler,
anlarlar.
47- Yûsuf dedi ki: Yedi yıl,
âdet olduğu gibi ekip biçin, hâsılatın pek azını yiyin,
geri kalanını saklayın.
48- Bu yedi yıldan sonra yedi
yıl kurak olacak, bu yıllarda da önceden
biriktirdiğinizi, az bir miktârın saklamak şartıyla
yiyin.
49- Bundan sonra da bir yıl
gelecek ki halk, yağmura kavuşacak, o yıl bol bol
yağmurlar yağacak.
50- Padişah, o zâtı getirin bana
dedi. Elçi gelince dön efendine de dedi, ellerini
doğrayan kadınların neydi zorları, bir sor ona; şüphe
yok ki Rabbim, onların düzenini bilir.
51- Padişah, o kadınlara,
Yûsuf'tan murât almak istediğiniz zaman ne haldeydiniz
dedi. Allah için dediler, onun bir kötülüğünü görmedik,
bilmedik. Azîzin karısı da şimdi işte dedi, hak çıktı
meydana, ondan murât almak isteyen bendim ancak ve o,
hiç şüphe yok ki gerçeklerdendi.
52- Yûsuf, bu da dedi,
padişahın, o yokken ona bir hâinlik yapmadığımı bilmesi
içindi ve şüphe yok ki Allah, hâinlerin düzenlerini
başarıyla sonuçlandırmaz.
53- Ve ben kendimi, hiç
kötülükte bulunmam diye tamamıyla temize çıkaramam,
ancak Rabbim acırsa kötülük yapmam. Şüphe yok ki Rabbim,
suçları örter, rahîmdir.
54- Padişah, onu tapıma getirin
de dedi, kendime öz yakınım edineyim onu. Yûsuf'la
konuşunca da gerçekten de dedi, bugün sen büyük bir
mevki sâhibisin, emin bir adamsın.
55- Yûsuf, beni ülkenin
hazînelerine memûr et, şüphe yok ki ben onları iyi
korurum ve ne yapacağımı bilirim dedi.
56- İşte Yûsuf'a Mısır'da
böylece bir mevki verdik, nereyi isterse orada, dilediği
gibi konaklardı. Rahmetimizi, kime dilersek ona nasîb
ederiz ve iyilikte bulunanların ecrini zâyi etmeyiz.
57- Âhiret mükâfâtıysa inanan ve
çekinenlere daha hayırlıdır.
58- Yûsuf'un kardeşleri gelip
hûzuruna girdiler; Yûsuf, onları tanıdı, fakat onlar,
Yûsuf'u tanıyamadılar.
59- Yüklerini hazırlayınca
onlara, aynı babadan olma bir kardeşinizi getirin bana
dedi, görmüyor musunuz, ben ölçeği tamam ölçmedeyim ve
konuk ağırlayanların da en hayırlısıyım.
60- Onunla berâber gelmezseniz
size benden bir ölçek bir şey bile yok, yaklaşmayın
artık buraya.
61- Babasından izin almaya
çalışırız ve herhalde bu işi başarırız dediler.
62- Kullarına da, aldıkları
zahîreler içinde bulup gördükleri ikrâmı anlasınlar da
tekrar gelsinler diye zahîre bedellerini yüklerinin
içine koyun diye emretti.
63- Dönüp babalarına varınca
baba dediler, bize artık zahîre verilmeyecek,
kardeşimizi de bizimle gönder de zahîre alalım ve şüphe
yok ki biz, onu iyice koruruz.
64- Yakup, bundan önce kardeşini
ne kadar emniyet ettiysem bunu da o kadar emniyet ederim
size; şüphe yok ki Allah, koruyanların hayırlısıdır ve
o, merhametlilerin en merhametlisidir dedi.
65- Yüklerini açıp aldıkları
zahîreye karşılık verdikleri bedelleri de yüklerinin
içinde bulunca baba dediler, daha ne istiyoruz? İşte
zahîre bedellerimiz de bize geri verilmiş. Onlarla
tekrar âilemize zahîre getiririz, kardeşimizi koruruz,
daha fazla zahîre alırız. Zâten bu seferki bize
yetmeyecek kadar da az.
66- Etrâfınız kuşatılmadıkça
dedi, onu mutlaka geri getireceğinize dâir Allah adına
bir söz vermezseniz sizinle imkânı yok göndermem onu.
Onlar, söz verince de bu dediklerimize Allah tanık olsun
dedi.
67- Ve oğullarım dedi, hepiniz
aynı kapıdan girmeyin, ayrı-ayrı kapılardan girin. Fakat
gene de Allah'ın takdîr ettiği hiçbir şeyi gideremem
sizden; hüküm, ancak Allah'ındır. Ona dayandım ve
dayananlar da ancak ona dayanmalı.
68- Babalarının emrettiği gibi
Mısır'a girdiler ama bu, Allah'ın takdîrinden hiçbir
şeyi gideremedi, ancak Yakup'un dileği yerine gelmiş
oldu ve şüphe yok ki Yakup, kendisine öğretmiş
olduğumuzdan dolayı bir bilgiye sâhipti, fakat
insanların çoğu bilmez.
69- Yûsuf'un huzûruna girdikleri
zaman Yûsuf, kardeşini yanına aldı da ben senin
kardeşinim dedi, onların yaptıkları hareketten
kederlenme.
70- Onların yüklerini
hazırlayınca şerbet içtiği bardağı kardeşinin yükünün
içine koydurdu, sonra da ey kafile, siz hırsızsınız diye
bir münâ-dîye nidâ ettirdi.
71- Yakup'un oğulları, onlara
dönerek ne kaybettiniz dediler.
72- Padişâhın şerbet bardağını
kaybettik, bulup getirene bir deve yükü zahîre
verilecek, ben de kefîlim buna dediler.
73- Onlar, andolsun Allah'a ki
dediler, biz yeryüzünde bir bozgunculuk, bir kötülük
yapmak için gelmedik buraya, bunu siz de biliyorsunuz ve
biz hırsız değiliz.
74- Onlara, yalan söylüyorsanız
hangi cezâya râzısınız dediler.
75- Kimin yükünde bulunursa
dediler, o, malını çaldığı adama köle olur. Biz
zulmedenleri böyle cezâlandırırız.
76- Yûsuf, kardeşinin yükünden
önce onların yüklerini araştırmaya başladı, sonra da
yitiğini kardeşinin yükünden çıkardı. Yûsuf'a, böyle bir
düzende bulunmasını emrettik, yoksa Allah dilemedikçe
padişahın dinince kardeşini esîr edemezdi; dilediğimizin
derecelerini yüceltiriz ve her bilgi sâhibinin üstünde
bir bilen var.
77- Bu dediler, hırsızlık
ettiyse daha önce bir kardeşi de hırsızlık etmişti.
Yûsuf, bunu gizledi onlardan ve kendi kendine dedi ki:
Sizin durumunuz daha kötü, anlattığınız şeyi Allah daha
iyi bilir.
78- Ey azîz dediler, onun
ihtiyar bir babası var, onun yerine bizim birimizi al;
seni görüyoruz ki gerçekten de iyilik edenlerdensin.
79- Allah'a sığınırım dedi, bir
başkasını tutup köle yapmaktan; ancak malımızı kimde
bulduysak onu köle yaparız biz; yoksa şüphesiz
zulmedenlerden oluruz.
80- Ondan tamamıyla ümitlerini
kesince gizlice konuşarak çekildiler. Büyükleri,
bilmiyor musunuz dedi, babanız Allah adına sizden
kuvvetli bir söz aldı, daha önce de Yûsuf hakkındaki
vazîfenizde ne çeşit kusur ettiniz? Babam izin verinceye
dek, yahut Allah, benim hakkımda bir hüküm yürütünceye
kadar ben buradan ayrılmayacağım ve o, hükmedenlerin en
hayırlısıdır.
81- Siz babanıza dönün de baba
deyin, oğlun hırsızlık etti ve biz, ancak bildiğimizi
söyleyerek tanıklıkta bulunduk, gizli olanıysa zâten
bilemeyiz.
82- İçinde bulunduğumuz şehir
halkına da sor, berâber geldiğimiz kervan halkına da ve
şüphe yok ki doğru söylemekteyiz.
83- Yakup, olsa-olsa dedi,
nefisleriniz, yaptığınız işi size güzel, o güç işi kolay
göstermiş; fakat ben, pek güzel dayanır, sabrederim.
Umarım ki Allah hepsine birden kavuşturur beni, hiç
şüphe yok ki o, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet
sâhibidir.
84- Ve onlardan yüz çevirdi de
ey beni tükenmez, sonu gelmez kederlere salan Yûsuf
demeye başladı ve kederden gözleri ağardı ve artık
derdini yutmaktaydı o.
85- Allah'a andolsun dediler,
hâlâ Yûsuf'u anıp durmadasın, sonunda hastalanıp
eriyecek, yahut da helâk olup gideceksin.
86- Ben dedi, taşan derdimi,
kederimi ancak Allah'a arzetmedeyim ve Allah tarafından
sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum ben.
87- Oğullarım dedi, gidin,
Yûsuf'la kardeşinden bir haber getirin ve Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü kâfir olan topluluktan
başka kimsecikler, Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
88- Huzûruna girdikleri zaman ey
azîz dediler, biz de darda kaldık, açlığa düştük,
âilemiz de ve pek değersiz bir karşılıkla geldik, bize
zahîre ver ve tasadduk et bize, şüphe yok ki Allah
lûtfedenleri sever.
89- Dedi ki: Bilgisiz olduğunuz
çağlarda Yûsuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor
musunuz?
90- Yoksa dediler, sen Yûsuf
musun? Ben dedi Yûsuf'um, bu da kardeşim. Allah lûtfetti
bize. Şüphe yok ki kim çekinir ve sabrederse mutlaka
Allah, bu çeşit iyilik edenlerin ecrini zâyi etmez.
91- Allah'a andolsun ki dediler,
Allah seni gerçekten de bizden üstün etmiş ve doğrucası
biz hata etmiştik.
92- Bugün sizi ne ayıplama var
dedi, ne kınama; Allah yarlıgasın sizi ve o,
merhametlilerin en merhametlisidir.
93- Şu gömleğimi alın da
götürün, babamın gözlerine sürün, iyileşir, görmeye
başlar. Bütün âilenizle gelin buraya.
94- Kervan, Mısır'dan ayrılınca
babaları, bana bunak demeseniz bâri, Yûsuf'un kokusunu
duyuyorum dedi.
95- Andolsun Allah'a ki dediler,
sen hâlâ eski yanlışında ısrâr etmedesin.
96- Müjdeci gelip de gömleği
gözlerine sürünce Yakup'un gözleri açıldı, görmeye
başladı. Demedim mi size, şüphe yok ki Allah bana
bildirmiştir, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim ben
dedi.
97- Babamız dediler,
suçlarımızın yarlıganmasını dile, gerçekten de yanlış
bir harekette bulunduk biz.
98- Rabbimden yarlıganmanızı
dileyeceğim dedi, şüphe yok ki o, suçları örter,
rahîmdir.
99- Yûsuf'un huzûruna girdikleri
zaman o, anasına, babasına sarıldı, kucakladı onları ve
Allah'ın izniyle dedi, emîn olarak girin Mısır'a
100- Anasıyla babasını tahta
çıkartıp oturttu ve hepsi de ona karşı secdeye
kapandılar. Babacığım dedi, evvelce gördüğüm rüya, bu
işte, Rabbim onu gerçekleştirdi ve beni zindandan
çıkararak lûtfetti bana; Şeytan, benimle kardeşlerimin
arasını bozduktan sonra da sizi çölden getirdi. Şüphe
yok ki Rabbim, dilediği şeyi tedbîr edip lütfüyle
meydana getirir; şüphe yok ki o her şeyi bilir, hüküm ve
hikmet sâhibidir.
101- Rabbim, sen bana saltanat
ihsân ettin ve rüya yormasını bellettin. Ey gökleri ve
yeryüzünü yaratan, sensin benim dostum, yardımcım
dünyâda da, âhirette de, beni Müslüman olarak öldür ve
düzgün, iyi kullarına kat beni.
102- İşte bu, gaibe âit
haberlerdendir ki sana vahyetmedeyiz. Düzene girişerek
yapacakları işi kararlaştırdıkları zaman yanlarında
değildin ya.
103- Sen ne kadar üstlerine
düşersen düş, gene de insanların çoğu imana gelmez.
104- Buna karşılık bir ücret de
istemiyorsun, bu, âlemlere öğütten başka bir şey değil.
105- Göklerde ve yeryüzünde nice
deliller vardır ki onları görmezler ve yüz çevirip
giderler.
106- Çoğu inanmaz da ona şirk
koşar.
107- Yoksa onlar, herkesi gelip
kaplayacak Allah azâbından, yahut hiç haberleri yokken
ansızın gelip çatacak kıyâmetten emin mi oluyorlar?
108- De ki: İşte bu, benim
yolum; ben de can gözüm açık olarak sizi Allah'a
çağırmadayım, bana uyanlar da o çeşit çağırmada ve
Allah'ı tenzîh ederim ve ben müşriklerden değilim.
109- Senden önce gönderdiğimiz
kimseler de şehirlerin ahâlisinden birtakım adamlardı
ancak. Yeryüzünde hiç mi gezmezler de kendilerinden
öncekilerin sonucu ne olmuş, görmezler? Ve âhiret yurdu,
çekinenler için elbette daha hayırlıdır, hâlâ mı akıl
etmezsiniz?
110- Sonucu peygamberler,
tamâmıyla ümitlerini kesip tamamıyla inkâr
edileceklerini sandıkları zaman yardımımız gelmiştir de
dilediğimizi kurtarmışızdır. Fakat azâbımız, suçlu
topluluktan hiçbir sûretle geriye çevrilemez.
111- Andolsun ki onların
hikâyelerinde akıl ve dirâyet sâhiplerine ibretler var.
Uydurulmuş bir söz değil, önceki kitapları gerçekleyen
ve her şeyi bildiren bir söz bu ve inanan topluluğa da
hidâyet ve rahmet.
13- RAD SURESİ
(30. ve 31. âyetler Hasen,
İkrime ve Katâde' ye nazaran Medenîdir. İçinde gök
gürültüsünden ve gök gürültüsünün, Tanrıyı tenzîh
ettiğinden bahsedildiği cihetle gök gürültüsü anlamına
gelen ra'd adıyla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm râ. Bunlardır
kitabın âyetleri. Sana, Rabbinden indirilen gerçektir,
fakat insanların çoğu inanmaz.
2- Öyle bir Allah'tır ki
görmekte olduğunuz gökleri direksiz yüceltmiştir de
sonra arşa hâkim ve mutasarrıf olmuştur ve güneşi ve ayı
râm etmiştir, hepsi de muayyen bir zamana dek
yürür-gider. Rabbinize kavuşacağınızı iyice anlamanız
için işleri tedbîr ve tasarruf edip yapan odur,
delilleri bildirip açıklayan o.
3- Öyle bir mabuttur ki
yeryüzünü enine, boyuna uzatıp döşemiş, orada yerleşmiş
dağlarla ırmaklar yaratmış, gene orada her çeşit meyveyi
çifter-çifter halketmiştir; gündüzü de geceyle bürür.
Şüphe yok ki bunlarda düşünen topluluğa deliller var.
4- Ve yeryüzünde birbirine komşu
bölgeler, üzüm bağları, ekinler, bir kökten yetişmiş
hurma ağaçlarıyla ayrı ayrı köklerden yetişmiş
hurmalıklar var ki hepsi de bir suyla sulanmada, fakat
lezzet bakımından bir kısmını, öbürlerinden üstün
etmedeyiz. Şüphe yok ki akıl edenlere, bunlarda da
deliller var.
5- Şaşıyorsan asıl şaşılacak
şey, toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız
diyenlerin sözü. Onlar, öyle kişilerdir ki Rablerine
kâfir olmuşlardır. Onlar, öyle kişilerdir ki
boyunlarında demir zincirler var ve onlar, cehennem
ehlidir; onlar, orada ebedî kalırlar.
6- Senden, iyilikten önce bir
kötülük gelmesini, hem de bunun çabucak olmasını
isterler, onların çağlarından önceki çağlarda nice
azaplar gelip çatmıştır ve şüphe yok ki Rabbin,
insanların zulmüne rağmen yarlıgamıya, suçlarını örtme
sıfatına sâhiptir ve gene şüphe yok ki Rabbinin azâbı da
pek çetindir.
7- Kâfir olanlar derler ki:
Rabbin-den ona bir mûcize verilseydi ya. Şüphesiz ki
sen, ancak korkutucusun ve her topluluğa hidâyet
verensin.
8- Allah, her dişinin, neye gebe
kalıp ne doğuracağını ve ana karnında dölün zamânına
göre orada ne kadar eksik, ne kadar fazla kalacağını
bilir ve onun katında her şeyin sayılı bir zamanı,
ölçülü bir müddeti var.
9- Gizliyi de bilen, açıkta
olanı da bilen çok büyük ve yüce bir Tanrıdır.
10- Sözünü gizleyeniniz de
birdir onca, açıkça söyleyeniniz de, geceleyin saklanıp
gizlenen de, gündüzün yoluna giden de.
11- Herkesin önünde, ardında,
birbiri ardınca gelip giden melekler var, onu, Allah'ın
emriyle koruyup gözetirler. Şüphe yok ki bir topluluk,
ahlâkını değiştirmedikçe Allah o topluluğu değiştirmez.
Allah, bir topluluğun kötülüğünü dilerse o kötülüğü
geriye atmaya imkân yoktur ve onlara, ondan başka bir
yardımcı da bulunamaz.
12- Öyle bir Tanrıdır ki sizi
korkutan ve umduran şimşeği o çaktırır ve yağmurla dolu
ağır bulutları o meydana getirir.
13- Gök gürültüsü, hamdederek
tenzîh eder onu, melekler de korkularından tenzîh
ederler ve yıldırımları yollar da dilediğine isâbet
ettirir ve hâlâ da onlar, Allah hakkında çekişip
dururlar ve onun birdenbire gelen azâbı pek kuvvetlidir,
pek çetin.
14- Gerçek duâ, ancak onadır.
Ondan başkalarına duâ edenlerin duâları kabûl edilmez.
Bu çeşit adam, ağzına gelsin diye suya ellerini uzatmış,
bekleyip duran adama benzer, su ağzına gelmez onun ve
kâfirlerin duâsı, sapıklıkta kalmadan başka bir şey
değildir.
15- Göklerde ve yeryüzünde ne
varsa, sabah ve akşam, ister-istemez, kendileri de,
gölgeleri de Allah'a secde eder.
16- De ki: Göklerin ve
yeryüzünün Rabbi kim? De ki: Allah. De ki: Onu bırakıp
da kendilerine bile bir faydaları, bir zararları
dokunamayan tanrılar mı edindiniz? De ki: Bir olur mu
körle gören? Yahut bir olur mu karanlıklarla ışık? Yoksa
mabutları da yaratıyor mu ki şüphelenip onları Allah'a
eş koştular? De ki: Her şeyi yaratan Allah'tır ve o
birdir, acze düşmez, her şeyden üstündür.
17- Gökten yağmur yağdırır da
vâdilerde alabildikleri kadar seller, ırmaklar olur,
çağlayıp akar, akarken de üste çıkan köpükleri sürükler
götürür. Ziynet eşyâsı, yahut faydalanmak için
kullanılan araçları yaparken ateşte eritilen şeylerde de
buna benzer bir köpük, bir posa meydana gelir. İşte
Allah gerçekle boş şeyi bu çeşit bir örnekle anlatır.
Köpük, dağılır gider, halka fayda verecek şeyse yerinde
kalır. İşte Allah, böyle örnekler getirir.
18- Rablerinin dâvetine icâbet
edenlere güzel bir mükâfat var; fakat icâbet etmeyenlere
gelince: O çeşit adamlar, yeryüzünde ne varsa hepsine
sahip olsalar ve bir misli daha malları olsa da
kurtulmak için hepsini fedâ etseler gene onlar için kötü
bir soru var, yurtları cehennemdir ve orası ne de kötü
yataktır ya.
19- Bunların, sana bir gerçek
olarak Rabbinden indirildiğini bilen kişi, o kör adama
benzer mi? Şüphe yok ki ancak aklı, anlayışı, olanlar,
düşünüp ibret alırlar.
20- Onlardır Allah'la
ahdettikleri şeye vefâ edenler ve verdikleri sözden
caymayanlar.
21- Onlardır Allah neyi
ulaştırmayı emrettiyse ulaştıranlar ve Rablerinden
ürkerler ve kötü hesaptan korkarlar. 160[1]
[1] Ulaştırılması, riâyet
edilmesi emredilen şey, bütün peygamberlerle kitaplara
inanmaktır. Hz. Muhammed (s.a.a)'e yardım etmek, ona
uyup din düşmanlariyle savaşmak, anaya babaya saygı
göstermek ve akrabalık haklarına riâyet etmektir de
denmiştir
22- Onlar, Rablerinin rızâsını
dileyerek sabrederler, namaz kılarlar, kendilerini
rızıklandırdığımız şeyden, gizli ve açık harcarlar ve
kötülüğü iyilikle giderirler. Öyle kişilerdir onlar ki
onlarındır güzel sonuç.
23- Ebedî Adn cennetleri. Oraya
girerler atalarından, eşlerinden, soylarından temiz ve
düzgün kişilerle ve melekler, her kapıdan onların
tapısına girerler de.
24- Esenlik size derler,
sabrettiğinizden dolayı; gerçekten de dünyâ yurdunun bu
sonucu, ne de güzeldir.
25- Allah'ın ahdini, ona söz
verdikten sonra bozanlara ve Allah'ın ulaştırmayı
emrettiği şeyi kesenlere ve yeryüzünde bozgunculuk
edenlere gelince: Öyle kişilerdir onlar ki lânet onlara
ve onlarındır kötü sonuç.
26- Allah, dilediğinin rızkını
genişletir ve daraltır ve onlar, dünyâ yaşayışıyla
sevinip övünürler, halbuki dünyâ yaşayışı, âhirete
nispetle değersiz, müddeti az ve geçici bir şeyden
ibarettir.
27- Kâfir olanlar derler ki: Ona
Rabbinden bir mûcize indirilseydi ya. De ki: Şüphe yok
ki Allah, dilediğini sapıklığa ve gönlüyle ona, onun
tapısına dönenleriyse doğru yola sevk eder.
28- İnananlar, öyle kişilerdir
ki Allah'ı anmakla yatışır, kuvvetlenir gönülleri. İyice
bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet
bulur.
29- İnananlara ve iyi işlerde
bulunanlara gelince: Kutluluk da onlara, dönüp varılacak
güzel yurt da.
30- İşte böylece seni de, sana
vahyettiğimizi onlara okuman için bir ümmete gönderdik
ki onlardan önce nice ümmetler gelip geçmiştir; onlar,
rahmanı inkâr ettiler; de ki: O, benim Rabbimdir, yoktur
ondan başka tapacak. Ona dayandım, sonucu varıp
gideceğim yer de onun tapısı.
31- Kur'ân'la dağlar yürütülse,
yahut yeryüzü parçalansa, yahut da ölü konuşsa. Fakat
bütün işler, ancak Allah'ın. İnananlar anlamazlar mı ki
Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi.
Kâfir olanlarsa, yaptıklarına karşılık, Allah'ın vaadi
yerine gelinceye dek, bir belâya uğrayıp dururlar, yahut
da yurtlarına yakın bir yere iner bu belâ. Şüphe yok ki
Allah, vaadinden dönmez.
32- Andolsun ki senden önceki
peygamberlerle de alay edildi de kâfirlere mühlet
verdim, sonra da onları helâk ediverdim. Nasıl bu azap?
33- Herkesin yaptığı ve elde
ettiği şeyi bilip görene ve karşılığını verene benzer mi
onlar, tutup Allah'a eş tanıyorlar onları. De ki: Bir ad
takın onlara. Yoksa yeryüzünde bilmediği birşeyi mi
haber veriyorsunuz ona, yahut da geçici bir boş lâf mı
ediyorsunuz? Kâfir olanlara düzenleri hoş ve sevimli
görünmede ancak ve yoldan çıkarılmadalar ve Allah, kimi
doğru yoldan saptırırsa onu doğru yola sevkedecek
yoktur.
34- Onlara dünyâ hayâtında azap
var, âhiret azâbıysa daha da ağırdır ve onları Allah'tan
koruyacak kimse de yoktur.
35- Çekinenlere vaat edilen
cennetin örneği şu: Kıyılarından ırmaklar akar.
Yemişleri ve gölgesi daimîdir. Çekinenlerin sonucu
budur, kâfirlerin sonucuysa ateştir.
36- Kendilerine kitap verdiğimiz
kimseler, sana indirilen şeyden dolayı sevinirler ve
bölükler içinde onun bir kısmını inkâr edenler de var.
De ki: Bana, Allah'a kulluk etmem ve ona şirk koşmamam
emredildi. Ona dâvet etmedeyim, sonucu dönüp varacağım
yer de onun tapısıdır.
37- İşte böylece ona Arapça bir
hükümdür indirdik. Sence bilindikten sonra tutar da
onların dileklerine uyarsan Allah'a karşı ne bir dost
bulunur sana, ne de seni ondan koruyacak biri.
38- Andolsun ki senden önce de
peygamberler gönderdik, onlara eşler ve soy-sop verdik.
Hiçbir peygamber yoktur ki Allah'ın izni olmadıkça bir
mûcizeyle gelsin. Her mukadder zaman, tespît edilmiştir.
39- Allah, dilediğini bozar,
dilediğini yazar ve kitabın aslı, esası, onun
katındadır.
40- Onlara vaat ettiğimiz
şeylerin bir kısmını sana göstersek de sana düşen
vazife, ancak tebliğdir, seni öldürsek de ve hesap, bize
âittir.
41- Görmediler mi ki âdeta
onların yerlerine geliyor, etrafından yurtlarını
eksiltip duruyoruz. Allah hükmeder, hükmünü bozacak
yoktur ve o pek tez hesap görür.
42- Onlardan öncekiler de
düzenler kurdular, iş ve tedbîr, tamamıyla onundur,
herkesin ne kazanacağını da bilir. Kâfirler, yakında
bilirler, anlarlar, dünyâ yurdunun sonundaki hayır
kimin.
43- Kâfirler, sen peygamber
değilsin derler; de ki: Sizinle aramda tanık olarak
Allah ve kitap bilgisine sâhip olan yeter.
14- İBRAHİM SURESİ
(28 ve 29. âyetleri, İbn-i
Abbas, Katâde ve Hasen'e göre Medenîdir, Bedir'de
öldürülen Müşriklere aittir. İçinde İbrahîm Peygamberden
bahsedildiği için bu adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm râ. Bir kitaptır bu
ki insanları karanlıklardan nûra çıkarman, Rablerinin
izniyle üstün ve gerçekten de hamde lâyık olan Tanrı
yoluna götürmen için onu sana indirdik.
2- Bir Allah'tır ki onundur
göklerde ne varsa ve yeryüzünde ne varsa. Vay kâfirlere
çetin azaptan.
3- Onlar dünyâ yaşayışını
âhiretten üstün tutup severler, halkı Allah yolundan
menederler ve o yolu eğriltmek isterler. Onlardır pek
uzak bir sapıklığa dalanlar.
4- Onlara iyice anlatabilmesi
için kendi kavminin dilinden başka bir dille hiçbir
peygamber göndermedik. Gerçekten de Allah, dilediğini
saptırır, dilediğini doğru yola sevk eder ve odur üstün
ve hüküm ve hikmet sâhibi.
5- Andolsun ki Mûsâ'yı, kavmini
karanlıklardan nûra çıkar ve onlara Allah'ın günlerini
an diye delillerimizle gönderdik. Şüphe yok ki bunda,
çok sabreden ve çok şükreden herkes için deliller var.
6- An o zamanı ki Mûsâ, kavmine
Allah'ın size nîmetlerini anın demişti; hani sizi kötü
bir azapla azaplandıran, oğullarınızı kestirip
kızlarınızı bırakan Firavun soyundan kurtarmıştı ve
bunda Rabbinizden büyük bir sınama vardı size.
7- Hani Rabbiniz size, andolsun
ki nîmetlerime şükrederseniz arttırırım ve andolsun ki
nankörlük ederseniz şüphe yok ki azâbım pek çetindir
diye hükmünü bildirmişti.
8- Ve Mûsâ demişti ki: Siz de
nankörlük etseniz, yeryüzünde kim varsa hepsi de
nankörlük etse şüphe yok ki Allah, müstağnîdir ve
gerçekten de hamda lâyıktır.
9- Sizden önce gelip geçen Nûh,
Âd ve Semûd kavimleriyle onlardan sonra gelip geçen ve
ancak Allah'ın bildiği kavimlere âit olan haberler
gelmedi mi size? Onlara peygamberleri, apaçık delillerle
gelmişti de onlar, elleriyle peygamberlerinin ağızlarını
örtmüşler ve biz demişlerdi, sizinle gönderilenleri
inkâr ediyoruz ve gerçekten de bizi dâvet ettiğiniz
şeyler hakkında şüphe ve tereddüt içindeyiz.
10- Peygamberleri, Allah'tan
şüphe edilir mi dediler, gökleri ve yeryüzünü yaratandır
o; suçlarınızı örtmek ve muayyen vakte dek size mühlet
vermek için çağırmada sizi. Siz de dediler, bizim gibi
insansanız ancak; bizi atalarımızın taptıklarından
vazgeçirmek istiyorsunuz, öyleyse apaçık bir delil
gösterin bize.
11- Peygamberleri, biz de
dediler, sizin gibi insanız, fakat Allah, kullarından
dilediğine lûtfeder, ihsânda bulunur ve biz, Allah'ın
izni olmadıkça size bir delil ve mûcize gösteremeyiz ve
inananlar, artık Allah'a dayanmalı.
12- Ve ne diye Allah'a
dayanmayalım ki gerçekten de o sevketmiştir bizi doğru
yola ve elbette bize ettiğiniz eziyetlere katlanacağız
ve dayananlar, artık ancak Allah'a dayanmalı.
13- Kâfir olanlar,
peygamberlerine dediler ki: Ya sizi yurdumuzdan
çıkarırız,
yahut da bizim dinimize
dönersiniz. Rableri, onlara vahyetti: Mutlaka zâlimleri
helâk edeceğiz.
14- Sonra da onlardan sonra
sizi, yerlerine yerleştireceğiz. İşte bu, benim huzûruma
gelmekten korkanlara ve azâbımdan korkanlara âit bir
şey.
15- Peygamberler, fetih ve
yardım istediler ve her inatçı cebbar, mahrûm olup
gitti.
16- Önünde de cehennem var,
orada kanlı, irinli su içirilecek ona.
17- Yudum-yudum içmeye
çalışacak, fakat bir türlü boğazından geçmeyecek; her
taraftan ölüm gelecek ona, fakat ölmeyecek de ve ilerde
daha da ağır bir azap var.
18- Rablerine kâfir olanların
örneği, bir küle benzer, kasırga estiği bir günde bu
kül, yelle savrulur gider. Kazançlarından hiçbir şey
elde edemezler, işte budur doğru yoldan çok uzak bir
sapıklık.
19- Görmedin mi ki Allah,
gökleri ve yeryüzünü hak ve gerçek olarak yarattı.
Dilerse sizi helâk eder ve yerinize yeni bir halk
getirir.
20- Ve bu da Allah'a güç bir şey
değildir.
21- Hepsi de toplanıp Allah'ın
tapısına çıkar; zayıflar, ululanan büyüklere şüphe yok
ki derler, biz size uymuştuk, Allah'ın azâbından bir
kısmını olsun bizden defedebilir misiniz? Onlar da Allah
bizi doğru yola sevketseydi biz de size doğru yolu
gösterirdik derler, artık ağlayıp sızlasak da bir bizim
için, sabredip katlansak da; sığınacak hiçbir yerimiz
yok.
22- İş olup bitince Şeytan der
ki: Şüphe yok ki Allah, gerçek olarak vaitte bulundu
size. Ben de size vaat ettim ama vaadimde durmadım ve
zâten de size karşı bir gücüm-kuvvetim yoktu, ancak sizi
dâvet ettim, siz de icâbet ettiniz bana; beni kınamayın,
kendinizi kınayın. Artık ne benim size bir yardımım
dokunabilir, ne sizin bana bir yardımınız dokunabilir.
Zâten daha önceden de beni ona eş tutmanızı tanımamıştım
ben. Şüphe yok ki zulmedenlere elemli bir azap var.
23- İnananlar ve iyi iş
işleyenler, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere
alınırlar, orada, Rablerinin izniyle ebedî kalırlar.
Orada birbirlerine iltifatları, esenlik size sözüdür.
24- Görmedin mi Allah nasıl
örnek getirmede, temiz söz, tertemiz bir ağaca benzer;
kökü sâbittir, dalları, budakları gökte. 161[1]
[1] Temiz sözden maksat, imanı
bildiren şahadet kelimesidir, temiz ağaç da iman
sahibidir. Temiz ağaç hurmadır diyenler de vardır.
25- Meyvesini her zaman verir
Rabbinin izniyle ve Allah, düşünüp ibret alsınlar diye
insanlara örnekler getirir.
26- Pis söz de pis ağaca benzer;
kesilip yerden çıkarılmıştır, duracak hâli yoktur onun.
27- Allah, inananlara dünyâ
yaşayışında da, âhirette de o sâbit sözle sebat verir ve
zulmedenleri saptırır ve Allah, dilediğini yapar. 162[2]
[2] Sabit söz, imanı bildiren
sözdür.
28- Görmedin mi Allah'ın
nîmetini küfre değişenleri ve kavimlerini de sürükleyip
helâk yurduna konduranları.
29- Cehenneme sokanları? Hepsi
de oraya gider ve orası, karâr edilecek ne kötü yerdir.
30- Onlar, halkı onun yolundan
çıkarıp saptırmak için Allah'a benzerler kabûl ettiler.
De ki: Geçinin şimdilik, çünkü gerçekten de dönüp
varacağınız yurt ateştir.
31- İmân eden kullarıma söyle:
Namaz kılsınlar ve onları rızıklandırdığımız şeylerin
bir kısmını yoksullara harcasınlar o gün gelip çatmadan
ki ne alış-veriş var o günde ne karşılıklı dostluk.
32- Bir Allah'tır ki gökleri ve
yeryüzünü yaratmıştır ve gökten yağmur yağdırıp o
sûretle size rızık olarak meyveler bitirmiştir ve
emriyle denizde akıp giden gemileri râm etmiştir size ve
râm etmiştir ırmakları size.
33- Ve devir ve hizmetlerinde
dâim olan güneşle ayı râm etmiştir geceyle gündüzü size.
34- Ve Allah ne dilediyseniz
hepsini de vermiştir size ve Allah'ın nîmetlerini
saymaya kalkışırsanız sayamazsınız. Gerçekten de insan,
pek zâlimdir, küfrü pek boldur onun.
35- An o zamanı ki İbrahîm,
Rabbim demişti, bu şehri emîn et, beni de, oğlumu da
putlara tapmaktan uzaklaştır.163[3]
[3] Ve devamı. İbrahîm
Peygamberin olayları Ahd-i Atıyk'ın Tekvin bölümünde
kayıtlıdır (12-25).
36- Rabbim, şüphe yok ki onlar,
insanların çoğunu doğru yoldan saptırdılar. Artık kim
bana uyarsa o bendendir ve bana isyân edene gelince:
Şüphe yok ki sen, suçları örtersin, rahîmsin.
37- Rabbimiz, soyumun bir
kısmını ekin bitmez bir yere, hürmeti vâcib olan evinin
yanına yerleştirdim, Rabbimiz, namaz kılsınlar diye.
Artık insanların bir kısmı da onlara gönül versin,
sevsinler onları ve şükretmeleri için de meyvelerle
rızıklandır onları.164[4]
[4] Ekin bitmez yer Mekke'dir,
hürmeti vacip ev de Kâ'be'dir.
38- Rabbimiz, şüphe yok ki
gizlediğimizi de bilirsin sen, açığa vurduğumuzu da ve
Allah'tan hiçbir şey gizlenemez ne yeryüzünde, ne de
gökte.
39- Hamd Allah'a ki
ihtiyarlığımda bana İsmâîl'i ve İshak'ı verdi. Şüphe yok
ki Rabbim, duâyı mutlaka duyar.
40- Rabbim, beni de, soyumdan
gelenleri de namaza müdâvim et; Rabbimiz duâmızı da
kabûl et.
41- Rabbimiz, benim suçlarımı
ört, yarlıga beni ve anamı, babamı ve inananları halkın
soru-sorgu için kalktığı gün.
42- Zâlimlerin yaptıklarından
gafil sanma Allah'ı sakın; ancak onların cezâsını,
gözlerin dikilip kalacağı güne tehir etmede.
43- O gün, başları göğe
çevrilmiş, koşup dururlar, göz çevirip kendilerine bile
bakmazlar ve yürekleri bomboştur.
44- Kendilerine azâbın gelip
çatacağı o günü haber ver, korkut insanları. Zulmedenler
diyecekler ki: Rabbimiz, yakın bir zamânadek bırak bizi,
tekrar dünyâya dönelim de dâvetine icâbet edelim ve
peygamberlere uyalım. Siz değil misiniz daha önce, bize
bir zevâl yoktur diye yemin edenler?
45- Kendilerine zulmedenlerin
yurtlarında oturdunuz ve onlara nasıl azâp
ettiğimiz sizce apaçık belli
oldu ve size nice örnekler getirdik.
46- Düzenlerini yaptılar,
düzdükleri hîlelerin cezâsıysa Allah katında, hattâ
hîlelerinden dağlar bile yerinden oynasa.
47- Sakın Allah, peygamberlerine
vaadettiğinden döner sanma. Şüphe yok Allah üstündür,
intikam alır.
48- O gün, bir gündür ki yeryüzü
de başka bir yeryüzüne döner, gökler de. Herkes, bir ve
kahhâr Allah'ın tapısında toplanır.
49- O gün görürsün ki suçluların
boyunlarına zincirler vurulmuş.
50- Gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplamış.
51- Allah, herkese yaptığının
karşılığını verir. Şüphe yok ki Allah'ın hesap görmesi,
pek tezdir.
52- İşte bu, insanlara bir
tebliğdir; ibret alsınlar ondan ve bilsinler ki odur
ancak tapacak bir mabut ve düşünüp ibret alsın akıl ve
dirâyet sâhipleri.
15- HİCR SURESİ
(Hasen'e göre 87. âyetle 90 ve
91. âyetler Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm râ, budur kitabın ve
her şeyi açıklayan Kur'ân'ın âyetleri.
2- Nice demler gelecek ki
kâfirler, ne olur keşke biz de Müslüman olsaydık
diyecekler.
3- Bırak onları, yesinler,
geçinsinler ve isteklere düşüp oyalansınlar, yakında
bilecekler.
4- Ve biz hiçbir şehri helâk
etmedik ki helâk edeceğimiz zaman, malûm ve mukadder
olmasın.
5- Hiçbir ümmet, ne helâk
edileceği zamânı mukadder vaktinden öne alabilir, ne de
onu geciktirebilir.
6- Ve derler ki: Ey kendisine
Kur'ân indirilen sen gerçekten de delisin.
7- Gerçeklerdensen neden
meleklerle gelmiyorsun bize?
8- Biz melekleri, ancak hak ve
gerçek olarak indiririz, indiririz ama o vakit de mühlet
vermeyiz, göz açtırmayız kâfirlere.
9- Şüphe yok ki Kur'ân'ı biz
indirdik ve şüphe yok ki onu mutlaka koruyacağız.
10- Andolsun ki senden önce,
evvelki ümmetlere de peygamberler göndermiştik.
11- Hiçbir peygamber göndermedik
ki alay etmesinler onunla.
12- Biz böylece, Kur'ân'ı,
yüreklerine kadar sokarız da.
13- Gene ona inanmazlar ve
gerçekten, eskilerin yolu-yoradamı da böylece olup
bitmiş, onlar da bu yüzden azâba uğrayıp gitmiştir.
14- Onlara gökten bir kapı açsak
da melekler, o kapıdan inip çıksalar.
15- Bunu görürler de gene ancak
derler, gözlerimiz bağlandı bizim, hattâ büyülenmiş bir
topluluğuz biz.
16- Andolsun ki gökte burçlar
halkettik ve göğü, seyredenlere bezedik.
17- Ve onu, bütün taşlanmış
Şeytanlardan koruduk.
18- Ancak hırsızlama bir şey
duymaya kalkışan olursa onun da ardından apaçık görünen
bir ateş yalımıdır gönderdik.
19- Yeryüzünü, enine boyuna
döşedik ve orada metîn dağlar yarattık ve oradan,
taktîrimize göre, her şeyi bitirdik.
20- Orada sizin için de, sizin
rızıklandırmadığınız mahlûkat için de geçim sebepleri
halkettik.
21- Hiçbir şey yoktur ki
hazîneleri, katımızda olmasın ve biz onu ancak malûm bir
miktarda indiririz.
22- Yüklü rüzgârlar gönderdik de
gökten yağmur yağdırdık, suya kandırdık sizi ve onu
koruyup saklayan siz değilsiniz.
23- Ve şüphe yok ki ancak biz
diriltiriz, biz öldürürüz ve biziz her şeye vâris olan.
24- Ve andolsun ki önce geçip
gidenlerinizi de biliriz, sonraya kalanlarınızı da.
25- Ve şüphe yok ki Rabbin,
hepsini de haşreder; şüphe yok ki o, hüküm ve hikmet
sâhibidir ve her şeyi bilir.
26- Andolsun ki biz Âdem'i,
kuru, kokmuş, şekil ve sûret verilmiş balçıktan
yarattık.
27- Şeytan'ıysa daha önce, yakıp
öldürücü bir harâreti olan ateşten yarattık. 165[1]
[1] 27. Metinde "Cân" diye
geçer. Cân, Hasen ve Katâde'ye ve birçok müfessirlere
göre Şeytandır. Cin taifesinin babasıdır diyenler de
vardır. Bu kavil İbn-i Abbas'tan rivâyet edilmiştir.
Cân, İblis'in soyudur diyenler de olmuştur.
28- An o zamanı ki Rabbin,
meleklere demişti: Gerçekten de ben, kuru, kokmuş, şekil
ve sûret verilmiş balçıktan bir insan yaratacağım.
29- Onun yaratılışını tamamlayıp
kemâle getirerek ruhumdan ruh üfürünce derhal ona karşı
secdeye kapanın.
30- Meleklerin hepsi birden
secde ettiler.
31- Ancak İblis secde etmedi,
secde edenlere katılmaktan çekindi.
32- Ey İblis dedi, sana ne oldu
da secde edenlere katılmaktan çekindin?
33- Kuru, kokmuş, şekil ve sûret
verilmiş balçıktan yarattığın insana dedi, ben secde
etmem.
34- Çık buradan dedi, şüphe yok
ki taşlanmış, kovulmuşsun sen.
35- Ve gerçekten de din gününe
dek lânet sana.
36- Rabbim dedi, onların tekrar
dirilecekleri güne dek mühlet ver, yaşat beni.
37- Şüphe yok ki dedi, sen,
mühlet verilmişlerdensin.
38- Malûm vaktin gelip çatacağı
güne dek.166[2]
[2] Surun ilk üfürüleceği vakte
dek.
39- Rabbim dedi, beni
rahmetinden mahrûm ettiğin gibi bende kötülükleri,
yeryüzünde onlara bezeyecek, onları isyân ettirerek
hepsini de rahmetinden mahrûm edeceğim.
40- Ancak ihlâsa sâhip edilmiş
kulların müstesna.
41- Tanrı, işte bu yol dedi,
dosdoğru bana varan yol.
42- Şüphe yok ki kullarıma
hiçbir sûretle gücün yetmez, ancak sana uyan azgınlara
yeter senin gücün.
43- Ve şüphe yok ki onların
hepsine de vaadedilen yer, cehennemdir.
44- Orasının yedi kapısı var,
her kapıya da onlardan bir kısmı ayrılmıştır.167[3]
[3] Mücâhid, İkrime ve sairenin
rivâyetlerine göre cehennem tabakaları birbirinin
üstündedir ve yedi tanedir.En altta bulunanı
cehennemdir. Onun üstündeki tabaka leza, onun üstündeki
huteme, onun üstündeki sakar, onun üstündeki cahim, onun
üstündeki sair, onun üstündeki de haviyedir. Bu kavil,
Hz. Ali (a.s)'den rivayet edilmiştir. Bir rivayete
göreyse en alttaki haviyedir, en üstteki cehennemdir.
İbn-i Abbas'a göre birincisi cehennem, ikincisi sair,
üçüncüsü sakar, dördüncüsü cahim, beşincisi leza,
altıncısı huteme, yedincisi haviyedir. En üst cehenneme,
tanrıyı bir ve Hz. Muhammed (s.a.a)'i gerçek peygamber
tanıdıkları halde suç işleyenler girecekler ve suçları
miktarınca yanacaklardır. En alt cehennemse münafıklara
mahsustur (Mecma, 1, 33). Cehennem kelimesinin
Farsça’dan geldiği de söylenmiştir (al-Müfredat, 101).
45- Şüphe yok ki çekinenler,
cennetlerde ve ırmak başlarındadır.
46- Esenlikle emîn olarak girin
cennetlere.
47- Gönüllerindeki kîni, hasedi,
tâ kökünden söküp attık onların, kardeşlerdir,
birbirlerine karşı tahtlar üstünde otururlar.
48- Orada ne bir yorgunluk
duyarlar, ne de oradan çıkarılırlar.
49- Haber ver kullarıma, şüphe
yok ki ben suçları örterim, rahîmim.
50- Ve şüphe yok ki azâbım da
pek elemli bir azaptır.
51- Onları, İbrahîm'e gelen
misâfirlerden de haberdâr et.
52- Hani, huzûruna girmişler de
esenlik sana demişlerdi; o da, biz gerçekten de sizden
korkuyoruz demişti.
53- Korkma demişlerdi, biz sana,
bilgi sâhibi bir erkek evlât müjdeliyoruz.
54- İhtiyarlık çağımda mı
demişti, bana müjde veriyorsunuz? Neye istinâden müjde
vermektesiniz bana?
55- Sana öyle bir müjde
veriyoruz ki gerçektir bu, sakın ümîdini kesenlerden
olma demişlerdi.
56- O da Rabbinin rahmetinden
demişti, ancak doğru yoldan sapanlardan başka kim ümit
keser?
57- Ey elçiler demişti, başka ne
memûriyetiniz var?
58- Biz demişlerdi, şüphe yok ki
mücrim bir topluluğa gönderildik.
59- Ancak Lût ve soyu müstesna;
onların hepsini de mutlaka kurtaracağız.
60- Yalnız karısını
kurtarmayacağız, onun, helâk olanlarla berâber şehirde
kalmasını takdîr ettik.
61- Elçiler Lût âilesine
geldikleri zaman.
62- O, siz dedi tanınmamış
kimselersiniz.
63- Onlar, biz dediler, onların
şüphe ettikleri şeyi getirdik.
64- O gerçek haberle geldik sana
ve biz doğru sözlüyüz.
65- Gece yarısından sonra âileni
yola çıkar, sen de artlarına düş, hiçbiriniz arkanıza
bakmayın, emrolunacak yere geçin-gidin.
66- Ve bu işi ona vahyettik de
hiç şüphe yok ki dedik, sabah çağı bunların kökleri
kesilir.
67- Şehir halkı, birbirlerini
müjdeleyerek misâfirlerin yanına geldi.
68- Lût, bunlar benim konuklarım
dedi, onlara karşı utandırmayın beni.
69- Allah'tan çekinin de mahzûn
etmeyin beni.
70- Seni konuk kabûl etmekten
menetmedik miydi dediler.
71- Lût, evlenecekseniz işte
kızlarım, onları alın dedi.
72- Ömrün hakkı için onlar,
gafletten âdeta sarhoştular, gaflet içinde şaşkın bir
haldeydiler.
73- Güneş doğduktan sonra onları
bir bağırış, helâk ediverdi.
74- Ülkelerinin altını üstüne
getirdik, üstlerine balçıktan meydana gelmiş taşlar
yağdırdık.
75- Şüphe yok ki bunda
düşünenlere ibretler var.
76- Ve şüphe yok ki o şehir,
hâlâ herkesin yol uğrağı olan bir yerde.
77- Şüphe yok ki bunda,
inananlar için bir delil var.
78- Ashâb-ı Eyke de gerçekten
zâlimdi.168[4]
[4] Eyke ormanlık anlamına
gelir. Ashab-ı Eyke, Şuayb Peygamberin gönderildiği
kavimdir.
79- Öcaldık onlardan; iki şehir
de apaçık görünmede, yol uğrağında hâlâ.
80- Ashab-ı Hicr de peygamberini
inkâr etti.169[5]
[5] Sâlih Peygamberin kavmi olan
Semûd kavmi. Hicr, Şam civarında bir yerin adıdır.
81- Delillerimizi göstermiştik
onlara, fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.
82- Ve evlerini dağlarda
oyarlar, emin bir halde yaşarlardı.
83- Sabah çağına erdikleri gibi
bir bağırış yüzünden helâk olup gittiler.
84- Kazandıkları mal ve servet,
azâbı defedemedi onlardan.
85- Ve biz, gökleri ve yeryüzünü
abes olarak halketmedik ve kıyâmet, mutlaka gelecektir,
aldırış bile etme, bir hoşça vaz geç onlardan şimdilik.
86- Şüphe yok ki Rabbin, her
şeyi yaratandır ve her şeyi bilir.
87- Andolsun ki biz sana,
tekrarlanan yedi âyeti ve pek büyük olan Kur'ân'ı
verdik.170[6]
[6] Tekrarlanan yedi âyet, 1.
sûre olan Fâtiha'dır. Hz. Ali (a.s), İbn-i Abbas Hasen,
Ebül-Aliye, Said-ibn-i Cübeyr, İbrahim, Mücahid ve
Katade'den böyle rivayet edildiği gibi İmam
Muhammed-ül-Bakır'la İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'tan da
böyle rivayet edilmiştir. Kur’an'ın ilk uzun yedi
sûresidir, çünkü bu sûrelerdeki haberler ve ibretler,
tekrarlanmıştır diyenler olduğu gibi bütün Kur’an'dır
diyenler de vardır (Mecma, 2, 36-37).
88- Onlara verdiğimiz mala,
evlâda göz dikme, onlar için tasalanıp gam yeme,
inananlara karşı kanadını indir, onları koru, onlara
karşı mütevâzı ol.
89- Ve de ki: Hiç şüphe yok ki
ben, gerçekten de bir korkutucuyum.
90- Nitekim bölük-bölük olanlara
da indirmiştik.
91- Öyle kişilerdi onlar ki
Kurân'ı parça-parça ettiler; bir kısmına inandılar da
bir kısmına inanmadılar.
92- Andolsun Rabbine ki onların
hepsine soracağız.
93- Yaptıkları şeyleri.
94- Artık sen emredildiğin şeyi
açıkla ve şirk koşanlardan yüz çevir.
95- O alaycılara karşı biz
yeteriz sana.
96- Onlar, Allah'tan başka
tanrılar da kabul etmişlerdir; yakında bilip
anlayacaklar.
97- Ve andolsun biliriz ki şüphe
yok, söyledikleri sözlerden yüreğin sıkılır.
98- Artık Rabbine hamd ederek
tenzîh et ve secde edenlerden ol.
99- Ve ölüm gelip çatıncaya dek
Rabbine ibâdet et.
16- NAHL SURESİ
(Baştan kırk âyeti Mekkîdir,
diğerleri Medenîdir. İçinde arıdan bahsedildiği için bu
adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Allah'ın emri gelip çatmada,
sakın hemencecik gelmesini istemeyin. O, müşriklerin
şirk koştuklarından münezzehtir ve yücedir.
2- Benden başka yoktur tapacak o
halde çekinin benden, hükmünü bildirip insanları
korkutun diye, kullarından dilediğine melekleri
indirerek vahyeder.
3- Göklerle yeryüzünü abes
değil, hak ve gerçek olarak yaratmıştır, yücedir
müşriklerin şirk koştuklarından.
4- İnsanı bir damla sudan
yarattı, böyleyken bir de bakarsın o, apaçık bir düşman
kesilmiş.
5- Davarları da o çeşit
halketmiştir; onlardan giyiminizi temin edersiniz ve
size faydalar var onlardan ve bir kısmını da yersiniz.
6- Akşamleyin yayımdan getirir,
sabahleyin yayıma götürürken de güzellikleri var, zevk
alırsınız onlardan.
7- Kendinize meşakkatler vererek
ancak varabileceğiniz şehirlere de yüklerinizi taşırlar;
şüphe yok ki Rabbiniz mutlaka esirgeyicidir, rahîmdir.
8- Binmeniz için ve ziynet için
atları, katırları, merkepleri yaratmıştır, daha da
bilmediğiniz neler yaratır.
9- Doğru yolu bildirmek, Allah'a
âittir, yolların eğrisi de var ve dileseydi hepinizi de
doğru yola sevk ederdi.
10- Öyle bir mabuttur ki size
gökten yağmur yağdırır da suyunu içersiniz,
hayvanlarınızı otlattığınız ağaçlar ve otlar da onunla
biter, yeşerir.
11- Onunla size, ekinler,
zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit-çeşit meyveler
bitirir. Şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa bir delil
var.
12- Ve râm etmiştir size geceyle
gündüzü, güneşle ayı; yıldızlar da râm olmuştur emriyle.
Şüphe yok ki bunda, akıl eden topluluk için deliller
var.
13- Ve yeryüzünde sizin için
yarattığı, ayrı-ayrı, çeşitli renklerde ne varsa hepsi
râm olmuştur size. Şüphe yok ki bunda da ibret alacak
topluluk için bir delil var.
14- Öyle bir mabuttur ki râm
etmiştir size denizi ondan çıkan terü-tâze balıkları
yemeniz, çıkardığınız ziynet eşyâsını takınmanız için ve
görürsün ki gemi, denizde, suları yara-yara gitmede; râm
etmiştir size denizi, nasîbinizi onun lûtfundan arayıp
bularak şükredesiniz diye.
15- Sizinle berâber
sallanmaması, çalkalanmaması için yeryüzünde muhkem ve
metin dağlar yaratmıştır, ırmaklar halketmiştir ve
gideceğiniz yeri bulmanız için yollar meydana
getirmiştir.
16- Ve alâmetler halktemiştir ve
yıldızla yollarını bulur onlar.
17- Yaratan, yaratmayana benzer
mi? Hâlâ mı düşünmeyeceksiniz?
18- Ve Allah nîmetlerini saymaya
kalkışsanız imkân yok, sayamazsınız; şüphe yok ki Allah,
suçları örter, rahîmdir.
19- Ve Allah gizlediğinizi de
bilir, açığa vurduğunuzu da.
20- Allah'tan başka tapıp
çağırdıkları putlar, hiçbir şey yaratamaz, kendileri
yaratılmıştır onların.
21- Ölülerdir onlar, diriler
değil, ne vakit diriltilecekler, ondan da haberleri yok.
22- Mabudunuz, tek mabuttur,
âhirete inanmayanlarınsa gönülleri inkâr eder bunu ve
onlar, ululanmayı dileyen kişilerdir.
23- Gerçekten de şüphe yok ki
Allah, gizlenen şeyleri de bilir, açığa vurulanları da;
şüphe yok ki o, ululananları sevmez.
24- Onlara, Rabbiniz ne indirdi
size dense derler ki: Geçmişlere âit masallar.
25- Bu da, kıyâmet günü kendi
günahlarını tamamıyla yüklendikten başka bilgisizlikle
doğru yoldan çıkarıp saptırdıkları kişilerin suçlarının
bir kısmını da yüklenmeleri içindir. Bilin ki
yüklendikleri yük, ne de kötü yüktür.
26- Gerçekten, onlardan önce
gelip geçenler de düzenler kurdular, Allah, yapılarını
temellerinden yıktı da tavan, başlarına yıkılıverdi ve
hem de bu azap, anlayamadıkları bir yerden gelip çattı
onlara.
27- Sonra kıyâmet gününde de
onları hor-hakir bir hâle getirecek de Nerede diyecek,
onların yüzünden inananlara düşman kesildiğiniz
ortaklarım? Bilgiye sâhib olanlarsa bugün diyecekler,
gerçekten de horluk ve kötülük kâfirlere.
28- Melekler, kendi kendilerine
zulmedenlerin canlarını alırken onlar, biz hiçbir
kötülük yapmadık diye-diye can verirler. Evet, şüphe yok
ki Allah, sizin yaptıklarınızı tamamıyla bilir.
29- Artık girin cehennem
kapılarından, ebedî kalacaksınız orada. Ululuk
satanların yurtları, ne de kötüdür.
30- Çekinenlere, Rabbiniz ne
indirdi size denince hayır indirdi derler. Bu dünyâda
güzel hareket edenlere güzel bir mükâfat var, âhiret
eviyse elbette daha da hayırlı ve çekinenlerin evleri,
gerçekten de ne güzeldir.
31- Ebedî Adn cennetleridir
yurtları, oraya girerler, kıyılarından ırmaklar akar,
âhiret eviyse elbette daha da hayırlı ve çekinenleri
böyle mükâfatlandırır.
32- Öyle kişilerdir onlar ki
melekler, tertemiz olarak canlarını alır onların ve
onlara, esenlik size derler, yaptığınız işlere karşılık
girin cennete.
33- Kâfirler, meleklerin gelip
çatmasından, yahut Rabbinin emrinin gelmesinden başka
bir şey mi beklerler? Onlardan öncekiler de böyle
yapmışlardı ve onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar,
kendi kendilerine zulmettiler.
34- Yaptıkları kötülüğe
uğradılar ve alay ettiklerinin cezâsını çektiler.
35- Şirk koşanlar, Allah
dileseydi dediler, ne biz ondan başka birşeye tapardık,
ne atalarımız taparlardı; ne de emri olmadan birşeyi
haram sayardık. İşte onlardan öncekiler de tıpkı böyle
hareket ettiler. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne
vazîfe var ki?
36- Andolsun ki biz her ümmete,
Allah'a kulluk edin ve Şeytan'dan uzaklaşın diye bir
peygamber gönderdik; içlerinde, Allah'ın doğru yola
sevkettiği de var, sapıklığı hakedeni de. Gezin
yeryüzünde de bakın, görün, yalanlayanların sonuçları ne
olmuş.
37- Onları doğru yola sevketmek
için üstlerine düştükçe düşsen de şüphe yok ki Allah,
sapıklığı kabul edeni doğru yola getirmez ve onlara bir
tek yardımcı da yoktur.
38- Onlar, Allah'a kesin olarak
ant içtiler de Allah dediler, ölen kişiyi tekrar
diriltmez. Evet, diriltecek, bir vaittir bu ki gerçektir
ve yerine getirecektir onu, fakat insanların çoğu
bilmez.
39- İhtilâf ettikleri şeylerin
kendilerince apaçık anlaşılması için ve kâfir olanların,
yalancı olduklarını bilmeleri için diriltecek onları.
40- Sözümüz budur ancak,
birşeyin olmasını diledik mi ona ol deriz, derhal olur.
41- Zulme uğradıktan sonra Allah
yolunda yurtlarından göçenlere mutlaka dünyâda güzel
yurtlar vereceğiz ve âhiret mükâfâtıysa elbette bundan
da büyüktür bilseler.
42- Onlar öyle kişilerdir ki
sabrettiler ve Rablerine dayandılar.
43- Andolsun ki senden önce de
gönderdiğimiz ve kendilerine vahyettiğimiz kimseler,
insandı. Sorun bilmiyorsanız bilenlere.
44- Onları, delillerle,
kitaplarla gönderdik ve sana da, onlara ne indirildiğini
açıkça anlatman, düşünmelerini sağlaman için Kur'ân'ı
indirdik.
45- Kötülük düzenleri kuranlar
emin mi oldular Allah'ın, onları yere batırmayacağından,
yahut hiç anlamadıkları bir yerden başlarına bir azap
gelmeyeceğinden.
46- Yahut onu âciz
bırakamayacaklarına göre dönüp dolaşırlarken tutup
onları helâk etmeyeceğinden.
47- Yahut da yavaş-yavaş
azaltarak onları mahvetmeyeceğinden? Şüphe yok ki
Rabbiniz, esirgeyicidir, rahîmdir.
48- Allah'ın halkettiği şeyleri
görmezler mi? Hepsinin de gölgesi, sağdan, soldan,
alçalarak Allah'a secde etmededir.
49- Ve Allah'a secde etmededir
göklerde ne varsa ve yeryüzünde yürüyen ne varsa ve
melekler de ululanmadan Allah'a secde etmededir.
50- Her şeye gücü yeten
Rablerinden korkarlar da emredileni yaparlar.
51- Allah, iki mabut tanımayın
dedi, o, ancak bir mabuttur ve artık benden korkun.
52- Onundur ne varsa göklerde ve
ne varsa yeryüzünde, ibâdet ve itâat de dâimâ onadır,
hâlâ mı Allah'tan başka birinden çekinmede,
korkmadasınız?
53- Size bir nîmet gelse o,
mutlaka Allah'tandır, sonra bir zarara uğrasanız gene
ona yalvarırsınız.
54- Sonra da sizden o zararı
defetti mi o vakit içinizden bir kısmı, Rablerine şirk
koşar.
55- Kendilerine verdiğimiz
nîmetlere nankörlük etmek için. Geçine durun, yakında
bilir, anlarsınız.
56- Kendilerini
rızıklandırdığımız şeylerden, mâhiyetlerini bilmedikleri
putlara bir hisse ayırırlar; andolsun Allah'a ki iftirâ
ettikleri şeyler yüzünden sorguya çekilecek onlar.
57- Hâşâ, münezzehtir o, kızları
olduğunu söylerler Allah'ın, hoşlarına gidenlerse
kendilerinindir onlarca.
58- Onların birine kızı olduğu
müjdelenirse pek ziyâde kızar da yüzü simsiyah olur.
59- Müjdelendiği kötü şey
yüzünden, kavminden gizlenir; onu horlukla yaşatacak mı,
yoksa toprağa mı gömecek, buna dalar. Bilin ki
hükmettikleri şey, ne de kötüdür.171[1]
[1] Müslümanlıktan önce Araplar,
ilk çocukları kız olursa onu diri diri gömerlerdi. Bu
âdete işaret edilmektedir.
60- Âhirete inanmayanlar, kötü
sıfatlara sâhiptir, en yüce sıfatsa Allah'ındır ve o
üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
61- Allah, insanları zulümleri
yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk
kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna
tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri
kalırlar, ne bir an önce gelip-çatar o mukadder vakit.
62- Allah'a, kendilerinin bile
hoşlanmadıkları şeyleri atfederler ve dilleri de güzel
ve hayırlı sonucun kendilerine mukadder olduğunu yalan
yere söyler durur. Hiç şüphe yok ki onlarındır ateş ve
tezcek, herkesten önce onlar girerler ateşe.
63- Andolsun Allah'a ki senden
önce de ümmetlere peygamberler göndermiştik de Şeytan,
onların yaptıkları şeyleri bezemiş, hoş göstermişti
onlara ve o, bugün de dostudur onların ve onlara elemli
bir azap var.
64- Biz sana kitabı, ancak
hakkında ayrılığa düştükleri nesneleri onlara apaçık
bildirmen için indirdik ve inanan topluluğa da
hidâyettir ve rahmettir.
65- Ve Allah, gökten yağmur
yağdırır da yeryüzünü, ölümünden sonra diriltir onunla;
şüphe yok ki duyan topluluğa bunda bir delil var.
66- Davarlarda da ibret
alacağınız şeyler var. Karınlarındaki fışkıyla kan
arasındaki hâlis sütü içirmedeyiz size ve süt, içenlerin
boğazlarından kayıp gitmede.
67- Hurma ağacının meyveleriyle
üzümlerden de şarap yaparsınız, güzel bir rızk elde
edersiniz; şüphe yok ki bunda da akıl eden topluluğa bir
delil var.
68- Ve Rabbin, bal arısına,
dağlarda, ağaçlarda ve çardak kurulan yerlerde kovan
yapın diye vahyetti.
69- Sonra dedi, bütün
meyvelerden bal toplayın ve gönül alçaklığıyla
Rabbinizin yollarını tutun. Karınlarından çeşitli renkte
ballar çıkar, onlarda şifâ var insanlara. Şüphe yok ki
bunda da düşünen topluluk için bir delil var.
70- Ve Allah sizi halketti,
sonra öldürür ve içinizden yaşayışın en aşağılık çağına,
kocalığa kadar ömür sürdürülenler de vardır ki
bildikleri şeyleri bilmez olurlar; şüphe yok ki Allah
her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.
71- Ve Allah, rızık bakımından
bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün etmiştir. Geçimi
üstün olanlar, rızıklarını, elleri altında bulunanlara
verip onları da geçim bakımından kendilerine eşit
etmezler, Allah'ın nîmetini bile-bile inkâr mı ederler?
72- Ve Allah size, kendi
cinsinizden eşler halketti, eşlerinizden de size
oğullar, torunlar verdi ve tertemiz şeylerle
rızıklandırdı sizi. Hâlâ bâtıla inanırlar da Allah'ın
nîmetine karşı nankörlükle mi bulunurlar?
73- Allah'ı bırakırlar da ne
göklerde, ne yeryüzünde hiçbir şeye sâhip olmayan ve
hiçbir şeye gücü yetmeyen putlara kulluk ederler.
74- Artık Allah'a eşit varlıklar
tanımayın; şüphe yok ki Allah bilir her şeyi ve siz
bilmezsiniz.
75- Allah bir örnek getirmiştir:
Bir köle olsa ve hiçbir şeye gücü yetmese ve bir de
güzel bir sûrette rızıklandırdığımız birisi bulunsa da
rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını, gizli, açık
yoksullara harcasa, onları geçindirse bunlar
eşit ve denk olur mu hiç? Hamd
Allah'a, eşit değildir bunlar, fakat çoğu bilmez.
76- Ve Allah, gene iki kişiyi
örnek getirir: Biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez,
sâhibine bir yüktür, nereye yollasa hayırlı bir iş
becerip gelemez. O, hiç adâletle emreden ve doğru yolu
tutmuş olan adamla eşit olur mu?
77- Ve göklerin ve yeryüzünün
gizli şeyleri Allah'ındır ve kıyâmetin kopması da göz
kırpıp açacak bir ân içinde olup biter, belki ondan daha
da çabuk bir ân içinde. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye
gücü yeter.
78- Ve Allah sizi, analarınızın
karnından çıkardı, hiçbir şey bilmezdiniz ve size,
şükredesiniz diye kulak verdi, gözler verdi, gönüller
verdi.
79- Gökle yer arasında uçup
duran kuşları görmezler mi? Onları boşlukta tutan, ancak
Allah'tır. Şüphe yok ki bunda da inanan topluluğa
deliller var.
80- Ve Allah, evlerinizi oturma
ve dinlenme yeri yaptı ve davarların derilerinden, göç
gününüzde de, konak gününüzde de taşıyabileceğiniz
çadırlar yapmanızı sağladı ve yünlerinden,
yapağılarından, tüylerinden bir zamâna dek
kullanacağınız ve alıp satacağınız eşyâlar meydana
getirmenizi temîn etti.
81- Ve Allah, yarattığı
şeylerden gölgeler halketti size ve dağlarda kovuklar,
mağaralar meydana getirdi sizin için, sizi sıcaktan,
soğuktan koruyacak elbiseler, savaşta zarardan koruyacak
zırhlar yapmanızı da sağladı. Ona teslîm olmanız için
nîmetlerini böylece tamamlar size.
82- Bütün bunlara rağmen yüz
çevirirlerse şüphe yok ki sana düşen vâzîfe, açıkça
tebliğden ibârettir.
83- Onlar, Allah'ın nîmetini
tanırlar da sonra inkâr ederler ve çoğu kâfirdir
onların.
84- Ve o gün her ümmete bir
tanık getiririz de sonra kâfirlere, ağız açıp özür
dilemeye bile izin verilmez ve yaptıkları kötülüklerden
vazgeçeceklerine dâir verdikleri söz de kabûl edilmez.
85- Zulmedenler azâbı görmeye
başladılar mı hafifletilmez azapları ve mühlet de
verilmez onlara.
86- Şirk koşanlar, Tanrıya eş
olarak kabûl ettikleri şeyleri görünce Rabbimiz derler,
seni bırakıp kulluk ettiğimiz eşlerimiz bunlar işte.
Sözleri reddedilir de şüphe yok ki denir,
yalancılarsınız siz.
87- O gün Allah'a teslîm olurlar
ve uydurdukları şeyler, önlerinden kaybolup gider.
88- Kâfir olup halkı Allah
yolundan menedenleri, yaptıkları bozgunculuk yüzünden
azâp üstüne azap katarak cezâlandırırız.
89- Her ümmete, kendi cinsinden
bir tanık getireceğiz ve seni de bunlara tanık tutacağız
ve biz, sana her şeyi açıklayıp anlatan ve Müslümanlara
hidâyet, rahmet ve müjde olan kitabı indirdik.
90- Şüphe yok ki Allah, adâleti,
lütuf ve keremde bulunmayı ve yakınlara ihtiyaçları olan
şeyleri vermeyi emreder ve çirkin olan, kötü görünen
şeylerle haksızlığı nehyeder; öğüt alasınız diye de size
öğüt vermededir.
91- Karşılıklı bir ahde
girişince Allah ahdine vefâ edin ve Allah'ı kefil
göstererek ettiğiniz yeminleri, bu sûretle
pekiştirdikten sonra bozmayın; şüphe yok ki Allah, ne
yaparsanız hepsini de bilir.
92- İpliğini iyice büktükten
sonra onu söken kadına benzemeyin. Bir topluluk diğer
bir topluluktan daha çok ve üstün diye yeminlerinizi bir
düzen haline koymayın; Allah sizi bununla sınar ancak ve
hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyi de kıyâmet günü, size
açıklar, bildirir.
93- Allah dileseydi sizi bir tek
ümmet olarak halk ederdi, fakat o, dilediğini saptırır,
dilediğini doğru yola sevk eder ve yaptıklarınızdan
dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz.
94- Yeminlerinizi, birbirinizi
aldatmaya vâsıta edinmeyin, sonra ayağınız adamakıllı
pekişip yerleştikten sonra kayıverir ve halkı, Allah
yolundan menetmenize karşılık kötülüğe uğrarsınız ve
hakkınız olur pek büyük azap.
95- Allah'la giriştiğiniz ahdi,
az bir menfaat karşılığında satmayın ve Allah'ın
katındaki yok mu, bilirseniz o, daha da hayırlıdır size.
96- Sizde ne varsa bitip
tükenir, Allah'ın katındakiyse kalır. Sabredenlerin
mükâfâtını, yaptıkları en güzel işlere karşılık olarak
mutlaka vereceğiz.
97- Erkek olsun, kadın olsun,
inanarak iyi işlerde bulunanı tertemiz bir yaşayışa
mazhar ederiz ve mükâfâtını, yaptığı en güzel işlere
karşılık olarak mutlaka vereceğiz.
98- Kur'ân okuyacağın vakit
Allah'a sığın taşlanmış Şeytan'dan.
99- Şüphe yok ki inanan ve
Rablerine dayanan kimselere karşı gücü-kuvveti yoktur,
hükmü yürümez onun.
100- Onun kudreti, ancak ona
dost olup itâat edenlere yeter ve onlar da Tanrıya şirk
koşanlardır.
101- Bir âyeti, başka bir âyetin
yerine koyup hükmünü değiştirdik mi, Allah neyi
indireceğini daha iyi bildiği halde, sen derler, ancak
bir iftirâcısın; halbuki onların çoğu bilmez.
102- De ki: Onu, inananların
inançlarını sağlamlaştırmak için Müslümanlara hidâyet ve
müjde olarak Rûh-ül-Kudüs, Rabbinden hak ve gerçek
olarak indirmiştir.172[2]
[2] 2. sûrenin 87. âyetinin
izahına bakınız.
103- Andolsun ki biz biliyoruz,
onlar, bunu ona ancak birisi öğretmede diyorlar.
Bellettiğini sandıkları adam, yabancıdır, Arapçayı doğru
düzen konuşamaz, bu Kur'ân'sa, apaçık Arap
diliyle.173[3]
[3] Müşriklerin, Hz. Muhammed
(s.a.a)'e, Ahd-i Atıyk ve Ahd-i Cedid'deki olayları
söyleyip bellettiğini sandıkları adam hakkında çeşitli
rivâyetler vardır. İbn-i Abbas'a göre Mekke'de
demircilikle geçinen Bel'âm adlı bir Rum Hıristiyandır.
Dahhak, Selman-ı Farisi'dir demiştir. Mücahid ve katade,
Ya'ış, yahut Ayiş denen bir Rumdur, sonra Müslüman
olmuştur diye rivayet etmişlerdir. Müslim oğlu Abdullah,
Cahiliyye devrinde Yesar ve Hıbr adlı iki Hıristiyan
vardı, demircilikle geçinirler, kılıç yaparlardı. Hz.
Muhammed (s.a.a) onların dükkanına uğrar, onlar Kitab-ı
Mukaddes okurlarken dinlerdi. Kureyş, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in bunlardan öğrendiğini sandılar der (Mecma, 2,
58-59). Hz. Muhammed (s.a.a), on yaşlarındayken, amcası
Ebu-Talib'in kervanıyla Şam yakınlarındaki Busra'ya
gitmişti. Orda Sergius adında bir Nasturi rahibiyle
görüşmüştü. Ayette buna işaret ediliyor diyenler de
olmuş, fakat Kur’an'ı İngilizce’ye çeviren Sale, Hz.
Peygamber'in yaşı dolayısıyla bu iddiayı reddettiği gibi
Selman'ın Medine'de Müslüman olduğundan bahsederek bu
adamın Selman olduğu hakkındaki rivayeti de reddetmiştir
(Ömer Rıza Doğrul: Tanrı Buyruğu, İst. Muallim Ahmet
Halit Kitaphanesi - 1934, c. 2, s. 406, not. 2).
104- Allah'ın âyetlerine
inanmayanları Allah, doğru yola sevketmez; onlara elemli
bir azap var.
105- Allah'ın âyetlerine
inanmayanlar, yalan söylerler, iftirâda bulunurlar,
onlardır yalancıların tâ kendileri.
106- Canla, gönülle inanmışken
ve yüreği, inançla yatışmışken zorla, cebirle,
istemediği halde dininden döndüğünü söyleyenden başka
inandıktan sonra Allah'ı inkâr eden, hattâ kâfirlikle
yüreği genişleyen, hoşlanan kişi yok mu, bu çeşit
kişileredir Allah'ın gazabı ve onlara pek büyük bir azap
var. 174[4]
[4] Kureyş, Ammâr'ın babası
Yâsir'i Müslümanlıktan döndürmek için işkencelerle
öldürdüler. Annesi Sümeyye'yi de iki deveye bağladılar,
develeri muhalif taraflara sürerek parçaladılar.
Müslümanlıkta ilk şehit bunlardır. Ammâr, işkenceye
dayanamadı, kâfir olduğunu söyledi, kurtuldu. Bunu Hz.
Muhammed (s.a.a)'e haber verdiler, Ammâr dinden döndü,
kâfir oldu dediler. Hz. Muhammed (s.a.a), kat'iyen
olamaz, o, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur
buyurdu. Ammâr, ağlıya ağlıya .Hz. Muhammed (s.a.a)'e
gelip tanrılarına inandığımı söylemedikçe beni
bırakmadılar dedi. Hz. Peygamber, Ammar'ın göz yaşlarını
elleriyle silerek, gene zorlarlarsa ne dedirtmek
istiyorlarsa de buyurdu. Ayet, bu olaya işaret
etmektedir.
107- Bu da, dünyâ yaşayışını
sevip âhiretten üstün tutmalarındandır ve şüphe yok ki
Allah, kâfir olan topluluğu doğru yola sevketmez.
108- Onlar, öyle kişilerdir ki
Allah, onların kalplerini, kulaklarını, gözlerini
mühürlemiştir ve onlardır gaflet edenlerin tâ kendileri.
109- Hiç şüphe yok ki onlar,
âhirette de ziyana uğrayanlardır.
110- Sonra şüphe yok ki Rabbin,
mihnetlere uğradıktan sonra yurtlarından göçenleri ve
sabredenleri yarlıgar; zorla dine aykırı söz söyledikten
sonra da Rabbin, şüphe yok ki onların suçlarını örter,
rahîmdir.
111- Bir gün gelir ki herkes,
ancak canıyla uğraşır ve herkese, ne yaptıysa karşılığı
tastamam verilir ve onlar, zulüm görmezler.
112- Allah bir örnek getirir,
bir şehir var meselâ ahâlisi, emniyet içinde yaşamada,
gönülleri rahat, rızıkları, her yandan bol bol gelmede;
derken Allah'ın nîmetlerine nankörlük ederler de Allah
onları açlık ve korku elbisesine bürür, onlara açlığı ve
korkuyu tattırır işledikleri işler yüzünden.175[5]
[5] Mekke'deki kıtlığa
işarettir.
113- Andolsun ki onlara, kendi
cinslerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar,
onları helâk ediverdi azap ve onlardır zulmedenler.
114- Ancak ona kulluk
ediyorsanız Allah'ın size verdiği helâl ve temiz
rızıkları yiyin ve Allah'ın nîmetine şükredin.
115- Allah size ancak ölüyü,
kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası için kesilmiş
hayvanı haram etmiştir. Zorda kalan, isyân etmek
niyetini gütmeden ve fazla olmamak şartıyla yiyebilir,
şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
116- Yalanlar uydurup dile
getirerek Allah'a iftirâ etmeyin şu helâldir, bu haram
diye; şüphe yok ki yalan söyleyip Allah'a iftirâ
edenler, kurtulmazlar, muratlarına ermezler.
117- Elde ettikleri pek az bir
geçimden ibârettir ve onlara elemli bir azap var.
118- Yahûdi olanlara da daha
önce sana anlattığımız şeyleri harâm etmiştik. Onlar,
bize zulmetmediler, kendilerine zulmettiler.
119- Sonra şüphe yok ki Rabbin,
bilgisizlikle kötü işler yapıp da tövbe ederek hallerini
düzeltenleri, yaptıkları kötü işlerden sonra da yarlıgar
muhakkak, suçları örter, rahîmdir.
120- Şüphe yok ki İbrâhim, tek
başına bir ümmetti, Allah'a itâat ederdi dâimâ, doğruydu
ve müşriklerden değildi.
121- Onun nîmetlerine
şükrederdi. Tanrı onu seçmiş ve doğru yola sevketmişti.
122- Ve dünyâda ona iyilik
vermiştik, âhirette de gerçekten, sâlih kişilerdendi.
123- Sonra sana da, doğru
hareket eden İbrâhim'in dînine uy diye vahyettik ve o,
müşriklerden değildi.
124- Cumartesi gününün hürmeti,
ancak o gün hakkında ihtilâfa düşenlere farzedilmiştir
ve şüphe yok ki Rabbin, kıyâmet günü, ihtilâfa
düştükleri şeyler hususunda aralarında hükmeder onların.
125- Rabbinin yoluna hikmetle ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir tarzda
münakaşa ve mübahasede bulun. Şüphe yok ki Rabbin, kendi
yolundan sapanları daha iyi bilir ve o, daha iyi bilir
doğru yolu tutanları.
126- Mücâzatta bulunacaksanız
sizi cezâlandırdıkları gibi ve o kadar cezâlandırın
onları, fakat sabrederseniz elbette bu hareket,
sabredenlere daha da hayırlıdır.
127- Sabret, sabretmen, ancak
Allah'ın vereceği başarıyla mümkündür. Sana düzen
kurduklarından dolayı da daralma, sıkıntıya düşme.
128- Şüphe yok ki Allah,
çekinenlerle ve iyilik eden kişilerledir.
17- İSRÂ SURESİ
(26, 32, 33, 56, ve 78. ayetleri
Medenîdir denmiştir. 73. ayetten 80. âyete kadar
Medenîdir diyenler de vardır. İsrâ, geceleyin yol
yürütmek anlamına gelir. Sûre, Hz. Muhammed (s.a.a)'in
miracını, yani Mekkke'den Kudüs'e bir gece vakti
gittiğini anlattığı cihetle bu adla anılmıştır. İçinde
İsrailoğullarının olayları anlatıldığından Beni-İsrail
sûresi de denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Noksan sıfatlardan
münezzehtir kulunu geceleyin Mescid-i Harâm'dan
çevresini kutladığımız Mescid-i Aksâ' ya götüren,
âyetlerimizden bir kısmını ona da gösterelim diye, şüphe
yok ki o, her şeyi duyar, görür.176[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bir
gece, Mekke'den Kudüs'e gitmesine ve oradan göğe
çıkmasına, yani Mirac mucizesine aittir. Mirac'dan, 53.
sûrede bahsedilecektir.
2- Ve biz, Mûsâ'ya kitap verdik
ve o kitabı, benden başka hiçbir koruyucu tanımayın
emriyle İsrailoğulları için doğru yola bir rehber ettik.
3- Ey Nûh'la beraber gemiye
bindirip kurtardığımız insanların soyundan gelenler,
şüphe yok ki Nûh, çok şükreden bir kuldu.
4- Ve İsrailoğullarına kitapta
şu haberi vermiştik: Yurtta mutlaka iki kere bozgunculuk
edeceksiniz ve iki kere baş kaldıracak, büyük bir
taşkınlıkta bulunacaksınız. 177[2]
[2] Bu iki bozgunculuğun biri
Zekeriyya Peygamberi, ikincisi Yahya Peygamberi
öldürmeleridir. Hz. Zekeriyya'ya ait 14. bablık bir
bölüm, Ahd-i Atıyk'ın sonlarındadır.
5- O iki taşkınlıktan
birincisinin mukadder zamânı gelince size, azâp etmede
çetin, kuvvetli kullarımızı gönderdik de yurdunuzun tâ
içine girip sizi araştırdılar ve bu, yerine getirilen
bir vaatti.
6- Sonra onlara karşı size gene
devlet ve kudret verdik, mallar, oğullar ihsân ederek
yardım ettik size ve sizi, topluluk bakımından da pek
çoğalttık.
7- İyilik ederseniz faydası
kendinize kötülükte bulunursanız zararı gene size.
İkinci vaadimizin mukadder zamânı gelince gene yüzünüzü
karartacaklar, ilk defa girdikleri gibi gene mescide
girecekler, üst geldiklerini büsbütün mahiv ve helâk
edeceklerdir. 178[3]
[3] Buradaki Mescit, Kudüs'teki
Beyt-i Mukaddes, yani Mescid-i Aksâ'dır. 5. âyette
İsrailoğullarının, milâttan 588 yıl önceki esirliğine, 6
ve 7. âyetler de bu esirlikten kurtulup tekrar Kudüs'ü
aldıklarına işarettir.
8- Rabbinizin size acıyacağı
umulur, fakat tekrar kötülüğe dönerseniz biz de döner,
cezânızı veririz ve biz, cehennemi kâfirlere bir zindan
olarak halkettik.
9- Şüphe yok ki bu Kur'ân,
insanları en doğru bir yola sevk eder ve iyi işlerde
bulunan inanmış kimselere, gerçekten de büyük bir
mükâfâta nâil olacaklarını müjdeler.
10- Âhirete inanmayanlara
gelince: Onlara elemli bir azap hazırladık.
11- İnsan, hayra duâ
ediyormuşçasına şerre de duâ eder ve insan, pek
acelecidir.
12- Geceyle gündüzü, iki delil
olarak yarattık ve bir delil olan geceyi giderdik de
Rabbinizin lûtfunu aramanız, yılların sayısını bilmeniz,
hesâbını anlamanız için yerine başka bir delîl olan ve
her şeyi gösterip belirten gündüzü getirdik ve biz, her
şeyi apaçık anlatmadayız.179[4]
[4] Bir delil olan geceyi
giderdik, yahut gecenin delili olan ayın nurunu, güneşe
nazaran azalttık. Âyette "tâir" kelimesi geçmektedir ve
kuş, uçan anlamına gelir. Cahiliyye devrinde kuşların
uçuşundan hükümler çıkarmak, kuşu uçurup sağa doğru
giderse hayra, sola doğru giderse şerre yormak, bir
gelenekti. Müslümanlık, "tatayyur" denen bu geleneği
menetmiştir. Âyette, "Her insanın yaptığı iş" yerine
"tâiri" eklemesi vardır ki bu geleneğe işarettir.
13- Her insanın yaptığı işleri
boynuna astık, kıyâmet günü de apaçık yazılmış bir kitap
olarak meydana çıkaracağız onları, herkes, ne yapmışsa
hepsini o kitapta yazılmış bulacak.
14- Oku kitabını, bugün hesap
görmek için sen yetersin sana.
15- Kim doğru yolu bulursa ancak
kendisi için bulmuştur ve kim doğru yoldan sapmışsa
kendisini sapıtmıştır ve kimse, bir başkasının yükünü
yüklenmez ve biz, peygamber göndermedikçe hiçbir
topluluğu azaplandır-mayız.
16- Bir şehri helâk etmek
istersek ileri gelenlerine emrimizi tebliğ ederiz,
buyruktan çıkar, orada isyâna koyulurlar da azâbı hak
ederler, biz de onları tamamıyla helâk eder, orasını
yerle yeksan ederiz.
17- Nûh'tan sonra nice
toplulukları helâk ettik. Rabbin, kullarının suçlarından
haberdardır, görür onları ve bu, yeter.
18- Kim, şu hemencecik, pek tez
geçen dünyâyı dilerse biz de dilediğimize, dilediğimiz
şeyi hemencecik veririz orada, sonra biz, cehennemi de
onun için halkettik, oraya kınanmış, kovulmuş bir halde
girer.
19- Ve kim, inanarak âhireti
diler ve bu hususta adamakıllı çalışıp çabalarsa bu
çeşit kimseler, çalışmalarının mükâfatını mutlaka
görürler.
20- Onlara da, bunlara da,
hepsine, Rabbinin lütuf ve ihsânından yardımda
bulunuruz, bağışlar dururuz ve Rabbinin ihsânı, kimseden
men edil-mez.
21- Bak da gör, onların bir
kısmını nasıl bir kısmından üstün ettik; elbette
âhiretteki yücelik, dereceler bakımından da daha
büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyük.
22- Allah'la berâber başka bir
mabut tanıma, sonra kınanmış bir halde ve tek başına,
yardımdan mahrûm olarak oturup kalırsın.
23- Ve Rabbin, kendisinden
başkasına kulluk etmemenizi ve anaya, babaya iyilik
etmenizi hükmetmiştir; onlardan biri, yahut her ikisi,
senin hayâtında ihtiyarlık çağına ererse onlara üf bile
deme, azarlama onları ve onlara güzel ve iyi söz söyle.
24- İkisine karşı da merhametle
kanatlarını indir, mütevâzı ol ve yâ Rabbi de, onlar,
çocukluğumda beni nasıl büyütüp yetiştirdilerse sen de
onlara öylece merhamet et.
25- İçinizde ne var, Rabbiniz,
sizden daha iyi bilir. Düzgün ve temiz kişiler olursanız
şüphe yok ki o, tövbe edip hakka dönenlerin suçlarını
örter.
26- Akrabâya, yoksula, yolda
kalmışa hakkını ver ve israfta ileri giderek boş yere,
haksız yere malını saçma, savurma.
27- Gerçekten de malını boş yere
saçıp savuranlar, Şeytanlara kardeş olurlar ve Şeytan,
Rabbine karşı nankördür.
28- Rabbinden umduğun bir
rahmeti dileyerek onlara bir şey veremez, yüz çevirmek
zorunda kalırsan güzel sözler söyle onlara, gönüllerini
al.
29- Elini boynuna bağlama,
tamâmıyla da açma, sonra kendini kınar ve birşeye gücün
yetmeyerek pişman bir halde oturur-kalırsın.
30- Şüphe yok Rabbin,
dilediğinin rızkını genişletir, daraltır, şüphe yok ki
o, kullarından haberdardır, onları görür.
31- Evlâdınızı, yoksulluk
korkusuyla öldürmeyin; onları da biz rızıklandırırız,
sizi de. Şüphe yok ki onları öldürmek, pek büyük bir
suçtur.180[5]
[5] Kızları diri diri gömme
geleneğini menetmektedir.
32- Zinâya yaklaşmayın, şüphe
yok ki zinâ, kötülüktür ve zinâda bulunmak, kötü bir yol
tutmaktır.
33- Haklı olmadıkça Allah'ın
harâm ettiği cana kıymayın ve kim, zulümle öldürülürse
mîrasçısına, öldürene karşı bir kudret ve salâhiyet
verdik ancak öldürmede aşırı gitmemeli; şüphe yok ki
yardıma da mazhar edilmiştir o.
34- Ergenlik çağına erişinceye
dek yetîmin malına yaklaşmayın, ancak çok güzel bir
tarzda o malı idare edebilirsiniz ve ahitlerinizde
durun, şüphe yok ki ahitlerden sorumlusunuz siz.
35- Bir şey ölçtüğünüz vakit
ölçeği tam tutun, tarttığınız şeyi doğru teraziyle
tartın. Bu, hem daha hayırlıdır size, hem sonucu daha
güzeldir.
36- Bilmediğin şeyin üstünde
durup ısrâr etme; çünkü kulak da, göz de, gönül de,
hepsi de sorumludur bundan.
37- Yeryüzünde kibirlenerek
yürüme; çünkü ne yeri yarabilirsin, ne de boyun dağlara
erer, onlara erişebilirsin.
38- Bunların hepsi de kötüdür ve
Rabbinin katında hoşa gitmiyen şeylerdir.
39- Bunlar, Rabbinin, sana
vah-yettiği hikmetlerdendir ve Allah'la berâber başka
bir mabut tanıma, sonra kınanmış, kovulmuş bir halde
cehenneme atılırsın.
40- Yoksa Rabbiniz, size erkek
çocuklar verdi de kendisinin, meleklerden kız çocukları
mı var? Gerçekten, ne de büyük bir söz söylüyorsunuz.
41- Andolsun ki düşünüp ibret
almaları için şu Kur'ân'da bu meseleyi apaçık ve
defalarca anlattık, fakat bu anlatış, onların ancak,
gerçekten büsbütün uzaklaşmalarına sebep olmada.
42- De ki: Onların dedikleri
gibi Allah'la berâber başka mabutlar da olsaydı o zaman
elbette arş sâhibine ulaşmak için bir yol, bir sebep
araştırırlardı.
43- Halbuki o, onların
söylediklerinden tamâmıyla münezzehtir, tamâmıyla
yücedir, büyüktür.
44- Yedi gök ve yerle onlarda ne
varsa hepsi, onu noksan sıfatlardan tenzîh eder ve
hiçbir şey yoktur ki ona hamdederek onu noksan
sıfatlardan tenzîh etmesin, yalnız siz, onların tesbîh
edişlerini anlayamazsınız. Şüphe yok ki o, azâp etmede
acele etmez, halîmdir ve suçları örter.
45- Kur'ân okuduğun zaman
seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde
gereriz biz.
46- Anlamamaları için
gönüllerine perdeler gerer, kulaklarına ağırlık veririz
ve sen, Kur'ân'da, Rabbini, bir olarak andın mı yüz
çevirirler, uzaklaşırlar senden.
47- Biz, seni dinleyecekleri
zaman asıl neyi dinliyeceklerini ve birbirleriyle
gizlice konuşurlarken o zâlimlerin, siz ancak büyülenmiş
bir adama uymuşsunuz diyeceklerini pek iyi biliriz.
48- Bak da gör, sana nasıl
örnekler getirip de saptılar ve artık bir yol bulmaya
güçleri yetmeyecek onların.
49- Biz dediler, kemik ve toz
haline geldikten sonra mı yeniden halk edile-cek,
dirileceğiz?
50- De ki: Taş, yahut demir
olun.
51- Yahut da aklınızca bundan da
daha büyük bir başka mahlûk olun; mutlaka
dirileceksiniz. Diyecekler ki kim tekrar hayâta
getirecek bizi? De ki: İlk defa sizi yaratan. Alay
ederek başlarını sallayacaklar da ne zaman olacak bu iş
diyecekler; de ki: Umarım ki pek yakında.
52- O gün sizi çağıracak, hamd
ederek icâbet edeceksiniz ona ve sanacaksınız ki pek az
bir müddet kalmışsınız dünyâda.
53- Kullarıma söyle: Sözün en
güzelini söylesinler. Şüphe yok ki Şeytan, aralarına
fesat sokar. Şüphe yok ki Şeytan, insana apaçık bir
düşmandır.
54- Rabbiniz, sizi daha iyi
bilir; dilerse acır size, yahut dilerse azâp eder size
ve seni, onların amellerini gözetmek, onları korumak
için göndermedik.
55- Ve Rabbin pek iyi bilir ne
varsa göklerde ve yeryüzünde. Andolsun ki bâzı
peygamberleri bâzısından üstün ettik ve Dâvûd'a Zebûr'u
verdik.
56- De ki: Allah'tan başka mabut
sandıklarınızı çağırın, onlar, sizden ne bir zararı
defedebilirler, ne onu çevirmeye güçleri yeter.
57- Onların taptıkları, öyle
varlıklar ki bizzat kendileri de hangisi daha yakın
acaba diye Rablerine ulaşmak için bir vesile arayıp
durmadalar, onun rahmetini ummadalar ve azâbından
korkmadalar. Şüphe yok ki Rabbinin azâbı, çekinip
kaçınmaya değer bir azaptır.
58- Hiçbir şehir yoktur ki biz o
şehri, kıyâmetten önce helâk edip hâk ile yeksan
etmeyelim, yahut şiddetli bir azâba uğratmayalım. Bu,
kitapta yazılmıştır, taktîr edilmiştir.
59- Bizi, mûcizeler göndermekten
meneden şey, ancak evvelki ümmetlerin, onları
yalanlamalarıdır ve Semûd'a apaçık bir mûcize olarak
dişi deveyi verdik de zulmettiler ona ve biz âyetleri,
ancak korkutmak için göndeririz.
60- An o zamânı, hani sana
demiştik ki hiç şüphe yok, Rabbin, insanları çepeçevre
kuşatmıştır ve biz sana gösterdiğimiz rüyayı da, Kur'ân
'daki lânetlenmiş ağacı da ancak insanları sınamak için
gösterdik ve onları korkutmadayız, fakat bu, ancak
onların taşkınlıklarını arttırmada.181[6]
[6] Rüyadan maksat, gözle
görüştür ve Hz. Muhammed (s.a.a)'in Mekke'den Kudüs'e
gitmesine, oradan da göklere ağmasına, yani Mirac'a
işarettir Mirac hakkında, daha Hz. Muhammed (s.a.a)'in
zamanında ve Mirac'ı nakleder etmez bir hayli sözler
söylendiği için âyette Mirac, "İnsanları sınamak için"
meydana gelmiş bir olay diye tavsif edilmiştir. Bu
kavil, İbn-i Abbas, Cübeyr oğlu Said, Hasen, Katâde ve
Mücâhid'in kavlidir. Hz. Muhammed (s.a.a) Medine'deyken
Mekke'yi alacağını görmüştür, buradaki rüyadan maksat
budur da denmiştir. Bu rivâyet, başka bir yolla İbn-i
Abbas'tan geliyor. Lanetlenmiş ağaç, cehennemin
dibinden biten zakkum ağacıdır. Bu rivayet, İbn-i Abbas
ve Hasen'den gelmektedir. Ebu Cehl, Muhammed sizi
taşları bile yakacak bir ateşle korkutmada, bir yandan
da o ateşin içinden ağaç biteceğini söylemekte demiş ve
müşrikler ateş içinde ağaç olamayacağını dillerine
dolayıp alaya başlamışlardı. Bu yüzden, lanetlenmiş ağaç
da insanları bir sınama olmuştu. Bu rüya ve ağaç
hakkında bir kavil daha vardır. Said oğlu Sehl,
babasından şöyle rivayet etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.a),
bir gece minberine maymunların çıktığını görmüş, pek
üzülmüştü. Bu, Muhammed-ül-Bakır'la Ca'fer-üs-Sadık
(a.s)'tan ve Yesar oğlu Said'ten de rivayet edilmiştir.
Bu kavle göre lanetlenmiş ağaç da Ümeyyeoğullarıdır
(Mecma, 2, 77). İncil'de de iyi ağaç ve kötü ağaç
temsili vardır (Matyus, 7, 17-20).
61- Hani bir zaman meleklere,
Âdem'e secde edin demiştik de İblis'ten başka hepsi
secde etmişti ve o, balçıktan yarattığın mahlûka secde
mi edeyim demişti.
62- Bildir bana demişti, benden
daha şerefli ve yüce olarak yarattığın bu mahlûk kimdir?
Kıyamet gününedek yaşatırsan beni andolsun ki pek azı
müstesna, onun soyunu azdıracağım.
63- Git demişti, kim sana uyarsa
onlardan, hepinizin de cezâsı cehennemdir gerçekten ve o
cezâ, noksansız, tastamam bir cezâ.
64- Onlardan kime gücün yeterse
seslen, oynat yerinden onu, atlı, yaya, bütün ordunla
yürü üstlerine, malda, evlâtta ortak ol onlarla ve
vaadet onlara ve Şeytan, yalandan başka bir şey vaat
edemez ki onlara.
65- Şüphe yok ki gerçek
kullarımın üstünde hiçbir hükmün yoktur, onlara karşı
hiçbir gücün olmaz senin ve Rabbin, koruyucu olarak
yeter onlara.
66- Rabbiniz, öyle bir Rabdir ki
lütuf ve ihsânını arayın diye sizin için denizde
gemileri yürütür. Şüphe yok ki o, size rahîmdir.
67- Denizde bir zarara uğradınız
mı tapıp çağırdıklarınızın hepsi kaybolup gider, ancak o
kalır. Sizi kurtarıp karaya çıkardı mı da yüz
çevirirsiniz ve insan, pek nankördür.
68- Emin misiniz sizi herhangi
bir yerde orasıyla berâber yere geçirmeyeceğinden, yahut
üstünüze taşlı-topaçlı bir kasırga göndermeyeceğinden?
Sonra bir koruyucu da bulamazsınız kendinize.
69- Yoksa emin misiniz bir kere
daha sizi denize döndürüp üstünüze kırıp döken bir
fırtına yollamayacağından ve
nankörlüğünüze karşı sizi sulara
gark etmeyeceğinden? Sonra bizden öcünüzü alacak bir
kimse de bulamazsınız kendinize.
70- Andolsun ki biz
Âdemoğullarını üstün ettik,karada suda taşıdık onları,
tertemiz şeylerle rızıklandırdık onları ve
yarattıklarımızın çoğundan üstün ettik onları.
71- O gün, herkesi, her
topluluğu, uydukları kişilerle berâber çağıracağız.
Gerçekten de kitabı, sağ eline verilenler, çekirdekteki
kıl kadar bile zulüm görmeden kitaplarını okuyacaklar.
72- Ve burada kör olan, âhirette
de kördür ve yolunu da tam sapıtmıştır, şaşırmış
gitmiştir.
73- Onlar, sana vahyettiğimizden
başka şeyler düzüp bize iftirâ etmen için az kaldı ki
seni bile fitneye düşüreceklerdi ve o vakit seni dost
edineceklerdi işte.
74- Sana sebât etme kabiliyeti
vermeseydik andolsun ki birazcık meyledecektin onlara.
75- Eğer bunu yapsaydın hayâtın
acısını da iki kat olarak tattıracaktık sana, ölümün
acısını da iki kat, sonra da bize karşı hiçbir yardımcı
bulamayacaktın kendine.
76- Onlar, nerdeyse seni
yurdundan çıkarmak için tacîz edip duracaklar, fakat sen
çıktıktan sonra arkandan onlar da pek az bir müddet
kalacaklar.
77- Senden önce gönderdiğimiz
peygamberler hakkındaki yol-yordam da buydu ve
yolumuzda- yordamımızda bir değişiklik bulamazsın.
78- Ve namaz kıl güneşin zevâl
vaktinde, geceleyin karanlık basınca ve fecir çağında;
şüphe yok ki sabah namazı, meleklerin tanık olduğu bir
namazdır.182[7]
[7] Zevâl vaktindeki namaz, öğle
namazı ve ondan sonraki ikindi namazıdır. Karanlık
basınca kılınması emredilen namaz, akşam ve yatsı
namazlarıdır. Fecir çağındaki de sabah namazıdır.
79- Gecenin bir kısmında uyanıp
namaz kıl, bu namaz, sana mahsustur ve farz namazlardan
fazla bir namazdır. Umulur ki Rabbin, seni Makam-ı
Mahmûd'a sâhip kılar.183[8]
[8] Makâm-ı Muhmud, cumhura göre
şefaattir. Buhârî, Kitâbu Tefsir-il-Kur’ân babından
şefaat hadisini Ebu-Hureyre'den tahric eder. Bu hadise
göre halk, Adem, Nûh, İbrahim, Mûsa ve İsa peygamberlere
baş vuracak, fakat hiçbiri şefaate kalkışamayacak,
nihayet Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelecekler, o, arşın
altına gelip secde edecek, ümmetini bağışlatacaktır.
İbn-i Ömer de, kıyamette her ümmete, kendi peygamberini
şefaat edeceğini, nihayet şefaat nöbetinin Hz. Muhammed
(s.a.a)'e geleceğini söylemiş ve Makam-ı Mahmud'un,
şefaat makamı olduğunu bildirmiştir (al-Tecrid, 2,
103-104). Buhari'nin son hadisinden bir evvelki hadis de
Enes'ten rivayet edilmiştir. Bu hadise göre Peygamber,
kıyamet günü, ümmetine şefaat edecek ve bu şefaat
yüzünden Tanrı, kalbinde hardal tanesinden daha da az
iman bulunanı cennete sokacak, bir diğer rivayete göre
"Tanrıdan başka yoktur tapacak" diyeni bile cehennemden
çıkaracaktır (Aynı kitap, 2, 166). Makam-ı Mahmud'un,
Liva-ül-Hamd denen bayrağın, Hz. Muhammed (s.a.a)'e
verilmesi olduğunu söyliyenler de vardır. Bütün
peygamberlerle melekler bu bayrağın altında
toplanacaktır.
80- Ve de ki: Yâ Rabbi, beni
gireceğim yere gerçek olarak sok, çıkacağım yerden
gerçek olarak çıkar ve katından, bana yardım eden bir
kudret, kuvvet ver.
81- Ve de ki: Gerçek geldi,
bâtıl yok olup gitti, şüphe yok ki bâtıl, zâten yok olur
gider.
82- Ve biz, Kur'ân'dan,
inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmedeyiz ve
bunlar, zâlimlerin ancak ziyanlarını arttırır.
83- İnsana nîmet verdik mi yüz
çevirir, uzaklaşır, fakat bir şerre uğradı mı ümidini
tamâmıyla keser, yeise düşer.
84- De ki: Herkes huylandığı
huya göre hareket eder. Gerçekten de Rab-biniz, en doğru
yolu kim bulmuştur, pek iyi bilir onu.
85- Ve sana rûhu soruyorlar; de
ki: Ruh, Rabbimin işindendir, hakındandır ve zâten size
pek az bir bilgiden başka bir şey de verilmemiştir.
86- Ve dilersek sana
vahyettiğimizi senden de gidermeye muktediriz, sonra
bize karşı onu koruyacak bir kimse de bulamazsın.
87- Ancak Rabbinin rahmeti onu
korumuştur; gerçekten de onun lütfü, ihsânı pek büyüktür
sana.
88- De ki: İnsanlar ve cinler,
bu Kur'ân'ın bir benzerini meydana getirmek için bir
araya gelseler bir benzerini meydana koyamazlar, hattâ
bir kısmı bir kısmına yardım etse bile.
89- Andolsun ki bu Kur'ân'da
insanlara bütün örnekleri tekrar-tekrar anlattıksa da
insanların çoğu kabûl etmedi, ancak küfre kapıldı.
90- Dediler ki: Bize yeryüzünden
bir kay-nak çıkarıp akıtmadıkça inanmayız sana.
91- Yahut hurma fidanlarıyla,
üzüm çotuklarıyla dolu bir bahçen olup içinde de
ırmaklar gürül-gürül akmadıkça.
92- Yahut umduğun gibi göğü,
parça-parça üstümüze düşürmedikçe, yahut Allah'la
melekleri karşımıza getirmedikçe.
93- Yahut altından yapılma bir
evin olmadıkça, yahut da gökyüzüne gözümüzün önünde
çıkmadıkça ve bunu yapsan bile herbirimize gökten yazılı
bir kitap indirmedikçe ve biz, onu okumadıkça gene
gerçeklemeyiz, seni, gene inanmayız sana. De ki: Rabbimi
tenzîh ederim, ben neyim, ancak insan bir peygamber.
94- Fakat kendilerine doğru yolu
gösteren bir peygamber geldi mi insanları inanmaktan
meneden şey de Allah, hiçbir insanı peygamber olarak
gönderir mi demeleridir zâten.
95- De ki: Yeryüzünde melekler
bulunsaydı da rahat-rahat gezselerdi onlara gökten bir
meleği peygamber olarak gönderirdik.
96- De ki: Benimle sizin
aranızda tanık olarak Allah yeter; şüphe yok ki o,
kullarından haberdardır, onları görür.
97- Allah, kimi doğru yola
sevk-ederse odur doğru yolu bulan ve kimi saptırırsa o
çeşit adamlara ondan başka hiçbir yardımcı bulamazsın ve
biz onları, kıyâmet günü, yüzü koyun kapanmış olarak kör
ve dilsiz haşr-ederiz, yurtları da cehennemdir; orasının
ateşi ve harâreti sâkin oldukça alevini fazlalaştırır,
yakar-yandırırız.
98- Bu da, delillerimizi inkâr
edip kemik haline geldikten, toz olup gittikten sonra mı
yeniden yaratılacağız da dirileceğiz demelerinin
karşılığı.
99- Görmüyorlar mı ki Allah,
öyle bir mabut ki hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü
yaratmıştır, onların benzerini de yaratmaya gücü yeter
ve onlar için bir müddet tâyin etmiştir ki şüphe yok
bunda. Fakat zulmedenler, kabûl etmezler de ancak küfre
kapılırlar.
100- De ki: Rabbimin rahmet
hazîneleri elinizde olsaydı harcayıp tükenmeden korkar,
hasislik ederdiniz, zâten de insan, pek hasistir.
101- Andolsun ki biz, Mûsâ'ya
dokuz tane apaçık delil vermiştik; sor İsrailoğullarına;
Mûsâ, onlara gelince Firavun yâ Mûsâ demişti, şüphe yok
ki ben seni büyülenmiş sanıyorum.
102- O da, sen de biliyorsun ki
demişti, bunları, insanlara apaçık deliller olmak üzere
ancak göklerin ve yeryüzünün Rabbi indirmiştir ve şüphe
yok ki ey Firavun, ben de seni küfriyle helâk olmuş
sanıyorum.
103- Onları Mısır'dan çıkarmayı
kurunca onu da onunla berâber bulunanların hepsini de
sulara boğduk.
104- Ve bundan sonra
İsrailoğul-larına dedik ki: Yeryüzünde oturun, eğleşin,
âhiret hakkındaki vaadimizin yerine gelme zamânı çatınca
hepinizi derleyip tapımıza getirirler.
105- Ve biz Kur'ân'ı hak ve
gerçek olarak indirdik, o da hak ve gerçek hükümlerle
indi ve seni de ancak müjdeci ve korkutucu olarak
gönderdik.
106- Bir Kur'ân'dır ki onu
insanlara dura-dura, yavaş-yavaş okuman için âyet-âyet,
sûre-sûre ayırdık ve onu azar-azar indirdik.
107- De ki: İster inanın, ister
inanmayın; bundan önce kendilerine bilgi verilenlere
okundu mu onlar, yüzüstü kapanıp secde ediyorlar
108- Ve noksan sıfatlardan
münezzehtir Rabbimiz diyorlar, gerçekten de Rabbimizin
vaadi, yerine gelmiştir.
109- Ağlaya-ağlaya yüzüstü yere
kapanıyorlar ve Kur'ân'ı dinleyiş onların gönül
alçaklığını ve itâatlerini arttırıyor.
110- De ki: İster Allah Adıyla
duâ edin, ister rahman adıyla, hangi adla duâ ederseniz
edin, gerçekten de bütün güzel adlar, onundur ve
namazında pek yüksek sesle okuma, sesini pek de
yavaşlatma, ikisinin arasında bir yol tut.
111- Ve de ki: Hamd Allah'a ki
oğul edinmemiştir kendisine ve saltanatta, tasarrufta
ortağı yoktur ve âciz olmadığından yardımcıya da
ihtiyâcı yoktur ve pek büyük bil, onu, büyüklüğünü de
bildir.
18- KEHF SURESİ
(İbn-i Abbas'a göre yalnız 28.
âyeti Medenîdir. İçinde, zamanındaki padişahın emrine
uymadıkları için zulmünden kaçıp mağaraya sığınan
kişilerin kıssası bulunduğundan mağara anlamına gelen
kehf adıyla adlanmıştır.)
Rahman ve rahîm Allah Adıyla
1- Hamt Allah'a ki kuluna kitap
indirdi ve o kitapta hiçbir eğrilik, ifrat veya tefrit
yoktur.
2- Dosdoğru bir kitaptır,
katından kâfirlere çetin bir azâp olduğunu haber verip
onları korkutmak ve inanıp iyi işlerde bulunanları da
onlara güzel bir mükâfât olduğunu söyleyip müjdelemek
için indirdi.
3- O mükâfât yurdunda ebedî
kalacaktır onlar.
4- Ve Allah, kendisine oğul
edindi diyenleri korkutmak için indirdi.
5- Ne onların bir bilgisi var,
ne atalarının; ağızlarından çıkan söz, ne de büyük söz.
Onlar, ancak yalan söylüyorlar.
6- Şu Kur'ân'a inanmadıkları ve
senden yüz çevirdikleri için üzülüp hayıflanarak kendini
helâk mi edeceksin?
7- Biz, gerçekten de insanların
hangisi daha iyi ve güzel iş işleyecek, bunu sınamak
için yeryüzünde ne varsa, yere biz ziynet olarak
halkettik onu.
8- Ve biz, elbette yeryüzünde ne
varsa hepsini kupkuru toprak haline getiririz sonunda.
9- Kehf ve Rakıym ashâbının
ahvâlini, delillerimiz içinde şaşılacak bir delil mi
sandın?184[1]
[1] İshak oğlu Muhammed'in,
Cübeyr oğlu Said'in ve İkrime'nin vasıtasiyle İbn-i
Abbas'tan gelen rivâyete göre Kureyş uluları, Medine
Yahûdilerinin bilginlerine haber göndererek Hz. Muhammed
(s.a.a) hakkında ne dediklerini sormuşlar, onlar da,
Muhammed'den ruhu, Ashab-ı Kehf'i, Zül-Karneyn'i sorun,
ikisinden haber verir, birinden vermese peygamberdir,
üçünden de haber vermez, yahut üçünü de anlatmaya
kalkışırsa değildir demişlerdir. Müşrikler, Hz.
Peygamber'e bunları sorunca ruh hakkında 17. sûredeki
85. ayet vahyedilmiş ve ruhun mahiyeti anlatılmamış, bu
sûredeyse Ashab-ı Kehf'le Zül-Karneyn'den etraflıca
bahsedilmiştir. Kehf, geniş mağara anlamına gelir.
Rakıym, o mağaranın bulunduğu vadi, yahut dağdır.
Rakıym, Ashab-ı Kehf'in bulundukları şehrin adıdır
diyenler de vardır. Rakıym'in, sonradan mağaranın
kapısına konan ve üstünde, Ashab-ı Kehf'in başından
geçen olaylar kazılmış bulunan taş levha olduğu Cübeyr
oğlu Said'den rivayet edilmiştir. Ashab-ı Kehf hakkında
yazılmış bir kitaptır diyenler de mevcuttur. Rakıym'in
lügat manası yazılmış şeydir. Batılı Kur’an
mütercimlerine göre Ashab-ı Kehf'in mağarası Efesus
şehrindedir (Savary: Le Koran, Paris - 1951, s. 315,
not. 1. E. H. Palmer, The Koran, Oxford - 1953, s. 241,
not. 1).
10- Hani o zaman o yiğitler,
mağaraya sığınmışlardı da Rabbimiz demişlerdi, katından
bir rahmet ihsân et bize ve işimizin başarıyla doğruluğa
ulaşması için sebepler hazırla bize.185[2]
[2] Umeyr oğlu Ubeyd'e göre
Ashâb-ı Kehf, Dikyanus adlı bir hükümdarın zamanında
Efesus'ta yaşamıştır. Bu hükümdar Mecusî imiş. Ashâb-ı
Kehf, Hıristiyanlığı kabul ettikleri için zulme
uğramışlar ve bir mağaraya sığınmışlardır (Mecma, 2,
90).
11- Onları bir uykuya daldırdık,
yıllarca hiçbir şey duymadılar.
12- Sonra da iki taraftan
hangisi, onların ne kadar yatıp kaldıklarını hesâb edip
ayırt edecek, bilelim diye tekrar onları uyandırdık.
13- Onların ahvâlini gerçek
olarak sana haber veriyor, hikâye ediyoruz. Şüphe yok ki
onlar, Rablerine inanmışlardı ve biz de hidâyetlerini
arttırmıştık onların.
14- Ve kalplerini gerçeğe
bağladık kalkıp da Rabbimiz, göklerin ve yeryüzünün
Rabbidir, ondan başka bir mabuda tapmayız biz ve
andolsun ki böyle bir şey söyledik mi gerçekten
uzaklaşmış oluruz dedikleri zaman.
15- Ve şu kavmimiz, ondan başka
mabut kabûl etti, bâri bu hususta açık bir delilleri
olsaydı, kimdir yalan yere Allah'a iftirâ edenden daha
zâlim dedikleri zaman.
16- Ve mâdemki dediler, onlardan
ayrıldınız ve Allah'tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz,
sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik
versin size ve işinizde de kolaylık sebepleri hazırlasın
size.
17- Bir görseydin, güneş doğunca
ışığı, mağaralarının içine değil de sağ tarafına
vurmadaydı, batarken de sol tarafına ve onlar, mağaranın
geniş bir yerindeydiler ve bu, Allah'ın
delillerindendir. Allah, kimi doğru yola sevk ederse
odur doğru yolu bulan ve kimi saptırırsa artık ona,
kesin olarak doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18- Onları uyanık sanırsın,
halbuki uyuyor onlar ve biz onları sağ ve sol
taraflarına çevirip durmadayız ve köpekleri de mağaranın
girilecek yerinde, ön ayaklarını yere uzatmış, yatmada.
Hallerini anlasaydın mutlaka onlardan kaçardın ve
mutlaka onların halinden korku dolardı içine.
19- Onları uyuttuğumuz gibi
birbirlerine sormaları için öylece de uyandırdık ve
içlerinden biri, ne kadar kaldık burada dedi. Bir gün
uyumuşuz, yahut günün bir kısmını uykuyla geçirmişiz
dediler ve Rabbiniz, daha iyi bilir dediler, ne kadar
kaldığınızı, hele şimdi birinizi şu gümüş parayla şehre
yollayın da yiyeceklerin hangisi daha temizse bir miktar
alsın, bir rızık getirsin size, ancak çok ihtiyatlı
davransın ve hiçbir kimse sizi duyup anlamasın.
20- Çünkü anlarlar, duyarlarsa
ya taşlarlar sizi, yahut da dinlerine döndürürler ve
artık kesin olarak kurtulamazsınız onlardan.
21- İşte böylece Allah'ın
vaadinin hak ve gerçek olduğunu ve gerçekten de
kıyâmetin kopacağını ve onda hiçbir şüphe bulunmadığını
bilmeleri için, tam bu hususlarda birbirleriyle çekişip
dururlarken, insanları haberdâr ettik de müşrikler
dediler ki: Onların bulunduğu yere bir yapı yapın,
halktan gizli kalsınlar. Halbuki Rableri, onların
ahvâlini daha iyi bilir. Hallerine vâkıf olanlarsa
onların bulundukları mağaranın önüne mutlaka bir mescit
yapmalıyız dediler.
22- Diyecekler ki onlar üçtü,
dördüncüleri, köpekleri ve beş tâneydi onlar,
altıncıları köpekleri; fakat bu sözler, ortada olmayan
hedefe boşuna taş atmak ve diyecekler ki yedi taneydi
onlar, sekizincileri köpekleri. De ki: Onların sayısını
Rabbim daha iyi bilir, onları pek az kişi bilir ancak.
Artık sen de onlar hakkında sana açıkladığımıza râzı ol
da fazla münâkaşaya, mübâ-haseye girişme ve onlara dâir
kitap hakkında bir hüküm dilemeye kalkışma.
23- Ve hiçbir şey hakkında da
bunu mutlaka yarın yapacağım deme.
24- Ancak Allah dilerse yaparım
de ve birşeyi unutunca Rabbini an ve de ki: Umarım,
Rabbim, beni bundan daha ziyade hayra ve doğruya yakın
birşeye erdirir ve başarı verir bana.
25- Onlar, mağaralarında üç yüz
yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha
kattılar.
26- De ki: Ne kadar yatıp
kaldıklarını Allah daha iyi bilir; onundur göklerdeki ve
yeryüzündeki gizli şeyler, tam görüştür onun görüşü ve
tam duyuştur duyuşu. Ondan başka bir dost ve yardımcı da
yoktur onlara ve hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.
27- Rabbinin kitabından sana
vahy-edileni oku sözlerini değiştirecek yoktur ve ondan
başka sığınacak bir kimseyi de bulamazsın.
28- Sabah, akşam, rızâsını
dileyerek Rablerine dua edenlerle berâber sabret ve
dünya yaşayışının ziynetini dileyenlere uyup ayırma
gözlerini onlardan ve bizi anmamaları için gönüllerine
gaflet verdiğimiz heva ve heveslerine uymuş ve işi
hadden aşıp taşmış kişiye itâat etme.
29- Ve de ki: Kur'ân Rabbinizden
hak ve gerçek olarak inmiştir, artık dileyen inansın,
dileyen inkâr etsin. Şüphe yok ki biz, zâlimlere öyle
bir ateş hazırladık ki etrafındaki duvarlar, onları
çepeçevre kuşatır, susayıp su istedikleri zaman irin
gibi bir su sunulur onlara ve bu su,
yüzlerini bile yakıp kavurur, ne
de kötü bir sudur ve orası, ne de kötü dayanılacak,
oturulacak yerdir.
30- İnanan ve iyi işlerde
bulunanlara gelince: Şüphe yok ki biz, iyi işlerde
bulunanların, güzel hareket edenlerin ecrini zâyi
etmeyiz.
31- Öyle kişilerdir onlar ki
onlarındır ebedî Adn cennetleri, kıyılarından ırmaklar
akar, orada altın bilezikler takınarak süsleneceklerdir
ve ince ve kalın ipekli yeşil elbiseler giyineceklerdir,
orada tahtlarda oturacaklardır ve ne hoş ve güzel bir
mükâfattır bu ve o tahtlar, ne de güzel dayanılacak,
oturulacak yerlerdir.
32- Onlara iki adamı örnek
getir: Onların birine iki üzüm bağı vermiş, bağların
çevresini hurma ağaçlarıyla çevirmiş ve iki bağın
arasını da ekinlik haline getirmiştik. 186[3]
[3] Bu iki adamın,
İsrailoğullarından olduğu rivâyet edilmiştir.
33- Bu iki bağ, dâimâ mahsûl
verirdi, veriminde noksan bulunmazdı, iki bağın arasında
da bir ırmak akıtmıştık.
34- Daha başka da gelirleri
vardı da konuşurken arkadaşına dedi ki: Ben malca da
senden üstünüm, evlât ve ayalce de.
35- Ve bağına girdi, kendi
kendisine de zulmetmedeydi, dedi ki: Şu nâil olduğum mal
ve menalin zevâl bulup tükeneceğini hiç mi ummam.
36- Ve kıyâmetin kopacağını da
ummam ama Rabbimin tapısına gönderilmiş olsam bile
mutlaka bundan daha da iyi nîmetler bulurum.
37- Onunla konuşurken arkadaşı
da seni dedi, topraktan, sonra bir damla sudan yaratıp
bundan sonra da tam, âzası düzgün bir insan haline
getireni inkâr mı ediyorsun?
38- Fakat ben, Rabbim olan
Allah'ı inkâr etmem ve Rabbime hiçbir varlığı eş tutmam.
39- Bağına girdiğin zaman Allah,
neyi dilerse o olur, kuvvet, ancak Allah'ındır deseydin
ya. Beni malca, evlâtça senden düşkün gördün ama.
40- Umarım ki Rabbim, bana
seninkinden daha hayırlı bir bağ verir, senin bağına da
yıldırımlar yollar gökten de kaypak, kaygan bir toprak
oluverir bağın.
41- Yahut da suyu öylesine
çekilir ki onu arayıp bulmaya bile gücün yetmez.
42- Derken serveti mahvoldu da
çardakları çökmüş, yerle bir olmuş bağında ellerini
uğuşturarak keşke Rabbime hiçbir varlığı eş, ortak
olarak tanımasaydım demeye başladı.
43- Ona Allah'tan başka yardım
edecek bir topluluk olmadığı gibi onun da bu zararı
gidermeye bir kudreti yoktu.
44- İşte bu makamda yardım ve
nusret, ancak Allah'ındır ve ona itâat, hem mükâfat
bakımından daha hayılıdır, hem son bakımından daha
hayırlı.
45- Onlara örnek getir: Dünyâ
yaşayışı, gökten yağdırdığımız yağmura benzer,
yeryüzünün nebatlarını sular, bünyelerine girer de
onları yeşertir, yetiştirir, derken nebatlar kurur,
ufalanır, yeller de onları savurur gider ve Allah'ın her
şeye gücü yeter, hiçbir şeyden âciz değildir o.
46- Mal ve oğullar, dünyâ
yaşayışının ziynetidir. Ebedî olarak kalan hayır ve
hasenâtsa hem mükâfat bakımından Rabbinin katında daha
hayırlıdır, hem sonucu bakımından daha hayırlı.
47- Ve o gün dağları yerinden
sökeriz ve görürsün ki yeryüzü dümdüz olmuş ve onları
diriltiriz, haşrederiz, hiçbir tanesini bırakmayız.
48- Hepsi de saf-saf Rabbine arz
edilir, andolsun ki der, önce nasıl yarattıysak sizi
öylece geldiniz tapımıza; size muayyen bir zaman tâyin
etmedik mi sandınız?
49- Kitap ortaya konmuştur,
suçluları görürsün ki o kitapta yazılı olan şeyler
yüzünden korku içinde ve eyvahlar olsun bize derler, ne
biçim kitap bu, ne küçük bir şey bırakmış, ne büyük,
hepsini de sayıp dökmüş ve ne yaptılarsa hepsini de
karşılarında bulurlar ve Rabbin hiçbir kimseye
zulmetmez.187[4]
[4] Bahsedilen kitap, herkesin
dünyada yaptığı işlerin yazılı olduğu amel defteridir.
50- An o zamânı hani biz
meleklere, secde edin Âdem'e demiştik de İblis'ten başka
hepsi secde etmişti, o, cin cinsindendi de Rabbinin
emrinden çıkmıştı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost
mu ediniyorsunuz, halbuki onlar, size düşmandır; Allah'ı
bırakıp Şeytanı dost edinmek, zâlimler için ne de kötü
bir değişme muâmelesidir bu.188[5]
[5] Kur’ân'ın birçok âyetlerinde
meleklerle berâber anılan Şeytan'ın, cin taifesinden
olduğu, cins bakımından melek olmadığı bildirilmektedir.
Cin, Arapçada bir şeyi duyurmayacak derecede örtmek
anlamına gelir. Geceleyin, hiçbir şey görülmediği için
"cennel leyl", gece karanlığı çöktü denir. Cennet,
ağaçlarla, dallarla, yapraklarla toprağı örten bahçe
anlamınadır. Ana karnında olduğu için görünmeyen çocuğa
cenin, insanı örten, düşmandan gizleyen kalkana cünne
denir ki bu sözler, hep aynı köktendir. Cin, duyguyla
anlamamıza imkan bulunmayan ruhani yaratıklar demektir.
Bu bakımdan meleklerle Şeytanlar da bu yaratıklardandır.
Ancak her melek cindir, fakat her cin, yani göze
görünmeyen ruhani yaratık, melek değildir. Araplar,
deliliği cinlerin yaptığını sanırlardı. Delilik ve deli
anlamına gelen cinnet ve mecnun sözleri, bu kanaatten
doğan sözlerdir (al-Müfredat, 97-98).
51- Ne göklerle yerin
yaratılışına tanık ettik onları, ne kendilerinin
yaratılışına. İnsanları doğru yoldan saptıranları da
yardımcı edinmem.
52- Ve o gün bana eş ve ortak
sandıklarınızı çağırın der de çağırırlar ama onlar
icâbet etmez ve aralarına cehennemde derin bir uçurum
koymuşuzdur.
53- Ve suçlular cehennemi
görürler de içine düşeceklerini anlarlar ama oradan
savuşup gidecek bir yer bulamazlar.
54- Andolsun ki biz bu
Kur'ân'da, insanlara her çeşit örneği tekrar-tekrar
açıkça anlatmadayız ve insan, her mahlûktan daha fazla
mücâdelecidir.
55- İnsanları, kendilerine
hidâyet geldikten, doğru yol bildirildikten sonra da
inanmaktan ve Rablerinden yar-lıganma dilemekten meneden
şey, ancak evvelkiler hakkındaki yolun, yor-damın,
dünyâda helâk edilişin gelmesini, yahut da apaçık bir
sûrette âhiret azâbının gelip çatmasını bekleyiş.
56- Ve biz, peygamberleri ancak
müjdeci, korkutucu olarak göndeririz. Kâfir olanlar,
hakkı bâtılla gidermek için çalışırlar, çekişirler,
âyetlerimizi ve kendilerine verilen korkulu haberleri
alaya alırlar.
57- Rabbinin âyetleriyle
kendisine öğütler verildiği halde onlardan yüz çeviren
ve elleriyle hazırladığı şeyi unutan kişiden daha zâlim
kimdir ki? Gerçekten de biz, onların anlamamaları için
gönüllerine perdeler gerdik ve kulaklarını ağırlaştırdık
ve onları doğru yola çağırsan da imkân yok doğru yola
gelmez onlar.
58- Ve Rabbin, suçları örter,
rahmet sâhibidir. Kazandıklarına karşılık onları helâk
ediverse çabucak azâp ederdi; fakat onlara vaadedilmiş
mukadder bir zaman var, o zaman geldi mi, ondan başka
sığınacak hiçbir makam bulamazlar.
59- İşte zulmettikleri için
helâk ettiğimiz bunca şehir ve biz, onların helâki için
de mukadder bir zaman tâyin etmiştik.
60- An o zamânı ki Mûsâ, genç
arkadaşına, ben demişti, iki denizin kavuştuğu yeredek
durmadan, dinlenmeden gideceğim, yahut da yıllarca bu
uğurda uğraşacağım. 189[6]
[6] Mûsâ'nın genç arkadaşı Nun
oğlu Yûşâ'dır. Müfessirlere göre Yûşâ Peygamber, Hz.
Yakup'un soyundandır.
61- İki denizin kavuştuğu yere
vardıkları zaman balıklarını unutmuşlardı; balık, denize
atlamış, dalıp bir yol tutmuş gitmişti.
62- Oradan geçtikten sonra Mûsâ,
genç arkadaşına kuşluk yemeğimizi getir dedi, gerçekten
de şu yolculuk, yordu bizi.
63- Arkadaşı, gördün mü dedi,
kayanın üstünde oturduğumuz zaman balığı unutmuştum; onu
bana unutturan ve sana söylememe mâni olan da ancak
Şey-tan'dır; balık, şaşılacak bir sûrette denizde bir
yoldur tuttu, dalıp gitti.
64- Mûsâ, buydu aradığımız işte
dedi ve kendi izlerini izleyerek geri döndüler.
65- Derken kullarımızdan bir
kulu buldular ki biz, katımızdan ona rahmet ihsân
etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik.190[7]
[7] Bu zatın, Hızr olduğunda
hemen hemen ittifak vardır. Hızır’ın Belya adlı bir zat
olduğu söylenmiştir. Buhârî'de, kuru otların üstüne
oturduğu vakit otların yeşerdiği ve bu yüzden Hızır
adıyla anıldığı rivâyeti vardır (al-Tecrid, Kitâbu
Bed'il- halk, 2, 41). Hızır’ın, kıyamete dek hayatta
olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi ölmüştür diyenler de
vardır. Sufilerin, Hızır hakkında çeşitli kanaatleri
mevcuttur. Hızır'ın, peygamber olduğunu söyleyenler
bulunduğu gibi erenlerden birisi bulunduğunu söyleyenler
de olmuştur (Hızır hakkındaki incelemeleri ve çeşitli
inançları anlamak için Prof. Pertev Naili Boratav'ın,
İslam Ansiklopedisi'ndeki Hızır maddesine bakınız, cüz,
44, s. 457-471).
66- Mûsâ, ona, sana öğretilen
gerçek bilgiden bana da öğretmen şartıyla sana uyayım mı
dedi.
67- O, sen dedi, benimle berâber
bulunmaya dayanamazsın.
68- İç yüzünü kavramana imkân
olmayan birşeye nasıl sabredebilirsin ki?
69- Mûsâ, Allah dilerse dedi,
görürsün, sabredeceğim ve hiçbir hususta sana isyân
etmeyeceğim.
70- O, bana uyarsan dedi, sana
ona âit bir söz söyleyinceyedek hiçbir şey sorma bana.
71- Derken kalkıp yola düştüler,
nihâyet bir gemiye bindiler, o zât, gemiyi deldi. Mûsâ,
içindekileri boğmak için mi gemiyi deldin dedi, andolsun
ki pek kötü bir iş yaptın.
72- O zât, demedim mi dedi,
gerçekten de sen, benimle berâber bulunmaya
dayanamazsın.
73- Mûsâ, unuttum dedi, bu
yüzden azarlama beni ve şu arkadaşlığımızda ağır bir yük
yükleme bana.
74- Gene yola düştüler, derken
bir erkek çocuğa rastladılar, o zât, çocuğu öldürdü.
Mûsâ bir cana kıymamışken tuttun, tertemiz birisini
öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey
yaptın sen dedi.
75- O, demedim miydi sana dedi,
gerçekten de sen, benimle berâber bulunmaya
dayanamazsın.
76- Mûsâ, bundan sonra dedi,
sana bir şey sorarsam benimle arkadaş olma artık, bir
daha bir şey sorarsam benden ayrılmada gerçekten de
mâzursun.
77- Gene yola düştüler. Bir
şehre geldiler, halkından yemek istedilerse de onları
konuklayıp doyuran bir tek kişi bile çıkmadı. Orada bir
duvar buldular, yıkılmak üzereydi. O zât, duvarı
doğrulttu. Mûsâ, dileseydin dedi, bu hizmete karşılık
bir ücret alırdın.191[8]
[8] Bu şehir, İbn-i Abbas'a göre
Antakya'dır. Eyle ve Nasıra diyenler de vardır.
78- O zât, işte dedi, seninle
benim aramda artık ayrılık bu. Sabredemediğin şeylerin
iç yüzünü haber vereyim sana.
79- Gemi, denizde çalışan yoksul
kimselerindi, onu kusurlu bir hale getirmek istedim,
çünkü ilerde bir padişah var, bütün gemileri zaptetmede.
80- Çocuğa gelince: Anası,
babası inanmış kimseler. Bu çocuğun, onları azgınlığa ve
kâfirliğe sevketmesinden korktuk da öldürdük.
81- Rablerinin onlara, bu
çocuğun yerine temizlikte daha ileri, merhametçe daha
duygulu bir çocuğu vermesini diledik.
82- Duvarsa, şehirdeki iki yetim
çocuğundu ve altında, onlara âit bir defîne vardı,
babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik
çağına gelmelerini ve defînelerini çıkarıp elde
etmelerini diledi. Bunları kendiliğimden yapmadım. İşte
sabredemediğin şeylerin iç yüzü.
83- Sana Zülkarneyn'i sorarlar.
De ki: Ona âit haberleri de okuyalım size. 192[9]
[9] Zül-karneyn, iki boynuzlu
anlamına gelir. Doğuyu, Batıyı fetheden bir peygamber
olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi adâlet sahibi bir
padişah olduğunu söyleyenler de vardır. Başında, boynuza
benzer iki çıkıntı bulunduğu, yahut yeryüzünün batısıyla
doğusunu zaptettiği için Zül-karneyn dendiği rivâyet
edilmiştir. Ana ve baba tarafından soyca yüce
bulunduğundan bu adla anılmıştır diyenler de vardır.
Zül-karneyn'i, İskender olarak kabul edenler
yanılmışlardır. Zül-karneyn hakkında en yeni ve en doğru
incelemeyi, Hindistan Maarif veziri Mevlana Ebül-Kelam
Azad başarmıştır. Bütün tarihçilerin fikirlerini
inceleyen Mevlana Ebül-Kelam Azad, Ahd-i Atıyk'ın Danyal
kitabının 8. babında Danyal'ın, rüyasında iki boynuzlu
bir koç görüp bunu Med ve Fars hükümetlerini birleştiren
İran hükümdarı olarak yorduğunu kaydediyor. Ona göre
ibranca "Lokranim" sözünün Arapça’da tam karşılığı
"Zül-karneyn" dir. Azra'nın kitabında da
İsrailoğullarını tutsaklıktan kurtaran bu hükümdarın adı
"Huruş" tarzında geçer (1, 6). Eş'iya'da da 45. babda
Kuruş'tan bahsedilir (1). 11. babda Kuruş, "doğudan
getirilecek yırtıcı kuş" diye anılır (11). İrmiya'da da
yer yer, esaretten kurtuluş anılmaktadır. Kuruş,
milattan önce 559. yılda zuhur etmiştir. 544’te Babil'i
almış, Yahûdileri, memleketlerine göndermiştir. 519 da
ölmüştür. Med ve Fars hükümetlerini birleştirip bir
imparatorluk kurması dolayısıyla Kuruş'un heykelinde iki
boynuz vardır (Mevlana Ebül-Kelam Azad'ın bu çok değerli
incelemesi, Prof, Said Nefisi tarafından Farsça’ya
çevrilmiş ve "Zül-Karneyen ya Kuruş-i Kebir" adıyla ve
başta Mevlana Ebül-Kelam Azad'ın hal tercümesini muhtevi
olarak 1330 hicri şemsi yılında Tahran’da basılmıştır).
Mısır'da Zevs Amon, iki boynuzlu
bir koç şeklinde temsil edilen bir ilahtır. Amon, koç
demektir. Zül-karneyn'e İskender denmesi belki buraya
bağlıdır. Çünkü İskender, Zevs'in oğludur. Zevs, ziya
şeklinde anasına yaklaşmış ve anası bu sûretle gebe
kalıp İskender’i doğurmuştur (Prof, H. Ritter'in ders
takrirlerinden).
84- Biz, gerçekten de onu
yeryüzünde yerleştirip yüceltmiştik, her şeyin
yoluna-yoradamına âit ne bilgi varsa vermiştik ona.
85- O, batıya doğru bir yol
tutmuştu.
86- Nihâyet güneşin battığı yere
gelince görmüştü ki güneş, kara bir balçığa batmada ve
orada bir topluluğa rastladı. Dedik ki: Ey Zülkarneyn,
istersen azaplandırırsın bunları, istersen iyilik
edersin onlara. 193[10]
[10] Kuruş'un Lidya'yı zaptına
işarettir (Aynı kitap, s. 53-54).
87- Dedi ki: Zulmedeni
azaplandırırız, sonra da Rabbinin tapısına götürülür de
Rabbi, onu şiddetli bir azâba uğratır.
88- Fakat inanan ve iyi iş
işleyene güzel bir karşılık var ve biz ona
emirlerimizden kolay olanını emredecek, o çeşit emirler
vereceğiz.
89- Sonra, bir yol daha tuttu.
90- Da gide-gide güneşin doğduğu
yere vardı, orada öyle bir topluluk buldu ki onların
güneşten başka hiçbir elbisesi yoktu, öyle bir topluluğa
doğmadaydı güneş orada. 194[11]
[11] Bakterya (Belh)’daki göçebe
ve yoksul boylar (Aynı kitap, s. 56).
91- Böyleydi işte bu, gerçekten
de nesi var, nesi yoksa bilgimiz hepsine şâmildir,
hepsinden de haberdarız.
92- Sonra gene bir yol tuttu.
93- Tâ iki setin arasına vardı,
onların yanında bir topluluk buldu ki hemen hiçbir söz
anlamıyorlardı.195[12]
[12] Hazar deniziyle Karadeniz
arasındaki Kafkas dağları (Aynı kitap, s. 57-58).
94- Dediler ki: Ey Zülkarneyn,
Ye'cuc'la Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk yapan
tâifelerdir, onlarla bizim aramıza bir set yapmak
şartıyle sana mallarımızdan versek râzı olur musun,
yapar mısın?196[13]
[13] Ye'cuc'la Me'cuc, Kur’ân'da
bir kere burada, bir kere de 21. sûrenin 96. âyetinde
anılır. Ahd-i Atıyk'ın Tekvin bölümünde Nûh'un oğlu
Yafes'in oğulları arasında Comer ve Macuc vardır (10,
2). Hızkıyal Peygambere ait kitapta, Macuc, bir ülkedir
(38, 1). Aynı kitapta, bir şahıs adıdır (39, 1). Maksat,
Karadeniz kıyılarında yaşayan ve arada bir Kafkas
dağlarını aşarak batı Asya’ya saldıran boylardır (Aynı
kitap, 85-91).
95- Rabbimin bana verdiği devlet
ve servet, daha hayırlıdır bana dedi, siz bana
emeğinizle yardım edin de aranıza bir sed yapayım.
96- Siz bana demir parçaları
getirin. Dağların iki tarafı birbirine müsâvî olunca
üfleyin dedi. Onu ateş haline sokunca da getirin de
dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim.197[14]
[14] Hazer ve Karadeniz
arasındaki Kafkas dağlarının geçit yerinde yapılan ve
hâlâ artıkları mevcut olan settir ki Araplar buna
"Bab-ül-Hazer" ve "Bab-üt-Türk" derler, bizse Derbent
geçidi deriz (Aynı kitap, 91-96).
97- Artık bu seti aşmaya da
güçleri yetmez, delmiye de güçleri yetmez.
98- Bu dedi, Rabbimin
rahmetinden bir lütuf. Rabbimin vaadettiği zaman gelince
bu seti dümdüz yapar, yerle bir eder ve Rabbimin vaadi
de gerçektir.
99- O gün deniz gibi dalgalanır,
dalga-dalga birbirlerine karışır onlar ve sûr üfürülür
de onların hepsini toplarız.
100- Ve o gün kâfirlere,
cehennemi öyle bir gösteririz ki.
101- Onların delillerimi görüp
beni anmak husûsunda gözleri perdelenmişti ve Kur'ân'ı
dinlemeye tahammülleri yoktu onların.
102- Kâfir olanlar, benden başka
ve kullarımdan, kendilerine yardımcı edindiklerini mi
sandılar? Biz, kâfirlere, konak yeri olarak cehennemi
hazırladık.
103- De ki: İşledikleri işler
bakımından en fazla ziyan edenler kimlerdir, haber
vereyim mi size?
104- Onlardır en fazla ziyan
edenler ki dünyâ yaşayışında bütün çalışmaları boşa
gider, halbuki onlar, gerçekten de kendilerinin iyilik
ettiklerini, iyi işlerde bulunduklarını sanırlardı.
105- Onlardır kâfir olanlar
Rable-rinin delillerine ve ona ulaşacaklarını inkâr
edenler, bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve biz, kıyâmet
günü onları hiçbir ölçüye vurmayız, onlara hiçbir değer
vermeyiz.
106- Bu, cezâları olan
cehennemdir kâfir olduklarından ve delillerimle
peygamberlerimi alaya aldıklarından dolayı.
107- İnanıp iyi işlerde
bulunanların konak yerleriyse Firdevs cennetleridir.
108- Orada ebedî olarak kalırlar
ve oradan ayrılmak da istemezler.
109- De ki: Deniz mürekkep olsa
tükenir, yazılmaz Rabbimin sözleri tükenmeden, hattâ o
deniz kadar bir deniz daha eklense gene tükenir,
yazılamaz.
110- De ki: Ben de ancak sizin
gibi bir insanım, bana vahyedildiki mâbûdunuz ancak ve
ancak bir mâbuttur, arttık Rabbiyle buluşmayı uman iyi
işlerde bulunsun ve Rabbinin kulluğunda hiçbir kimseyi
eş tutmasın.
19- MERYEM SURESİ
(İçinde, İsa Peygamberin anası
Hz. Meryem'den bahsedildiği için bu adla anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Kâf hâ yâ ayn sâd.
2- Bu, kulu Zekeriyya'ya
Rabbinin rahmetini anıştır.198[1]
[1] Bu olay, Luka İncili'nin 1.
babında anlatılmaktadır (1-24).
3- Hani o, gizlice Rabbine niyâz
etmişti de.
4- Demişti ki: Rabbim,
kemiklerim bile incelip zayıfladı, saçım-sakalım ağardı,
parıl-parıl parlamada başım sanki ve sana ne duâ
etmişsem mahrûm olmadım ben.
5- Benden sonra yerime geçecek,
mîrâsıma konacak yakınlarımdan endişelenmekteyim, karım
da kısır, sen bana katından bir oğul ihsân et de.
6- Bana da mîrasçı olsun, Yakup
soyuna da mîrasçı olsun ve Rabbim, onu, rızânı
kazanmışlardan et.
7- Ey Zekeriyya, biz seni
müjdelemekteyiz, bir oğlun olacak, adı da Yahya'dır ve
ondan önce bu adla adlanmış hiç kimseyi yaratmadık.
8- Rabbim dedi, benim nasıl
oğlum olabilir ki karım kısır ve ben de ömrümün
sonlarına vardım, tamâmıyla ihtiyarladım.
9- Böyledir bu dedi, Rabbine
dedi, bu pek kolay ve sen yokken evvelce de seni
yaratmıştım.
10- Rabbim dedi, bana bir delil
göster. Sıhhatin yerindeyken dedi, tam üç gece
insanlarla konuşamayacaksın, işte bu, sana delildir.
11- Zekeriyya, mihraptan çıkıp
kavmine, sabah-akşam onu tenzîh edin noksan sıfatlardan
diye işâret etti. 199[2]
[2] Aynı Eser
12- Ey Yahya, azim ve kuvvetle
kitabı al. Ve ona çocukken peygamberlik verdik.
13- Katımızdan ona bir kalb
yumuşaklığı, bir temizlik ihsân ettik ve o, mabûdundan
çekinirdi.
14- Anasına-babasına iyilik
ederdi ve cebbar ve âsi değildi.
15- Ve esenlik ona doğduğu gün,
öldüğü gün ve diriltilerek kabrinden çıkarılacağı gün.
16- Kitapta Meryem'i de an. Hani
o, âilesinden ayrılmış, doğu tarafında bir yere
çekilmişti.
17- Ve âilesiyle arasına bir
perde germişti. Derken ona rûhumuzu göndermiştik de
gözüne, âzası düzgün bir insan şeklinde görünmüştü.
18- O, fenalıklardan çekinen bir
adamsan demişti, rahmâna sığınırım senden.
19- Ruh, ben demişti, ancak
Rabbinin bir elçisiyim, sana bir erkek çocuk vermeye
geldim.
20- Meryem, benim nasıl oğlum
olabilir ki hiç bir kimse, henüz bana dokunmadı demişti,
hem kötü bir kadın da değilim ben.
21- Böyledir bu demişti ruh, bu
iş, Rabbin için pek kolay demişti. Çünkü biz, onu
insanlara bir delil ve katımızdan bir rahmet olarak
halkedecektik ve bu iş, zâten de mukadderdi, olup bitti.
22- Sonunda ona gebe kaldı ve
onunla uzak bir yere çekilip gitti.
23- Derken doğum sancısı, onu
bir hurma ağacının dibine sevketti de keşke dedi, bundan
önce ölseydim de unutulup gitseydim.
24- Uzaktan bir ses geldi ona:
Mahzûn olma, Rabbin, ayağının altından bir ırmak akıttı.
25- Hurma ağacını silk, sana
terü-tâze hurmalar dökülecek.
26- Ye, iç, gözün aydın. Fakat
seni birisi görürse ben de, bugün rahmân için oruç
tutmadayım ve hiçbir kimseyle kesin olarak konuşamam.
27- Çocuğunu kucağına alıp
kavmine gelince ey Meryem dediler, gerçekte de pek büyük
bir iş işledin.
28- Ey Hârûn'un kız kardeşi,
baban, fena bir adam değildi, anan da kötü bir kadın
değildi.
29- Meryem, çocuğuna işâret
etti. Nasıl olur da dediler, beşikteki çocuk konuşur?
30- İsâ, Şüphe yok ki dedi, ben
Allah'ın kuluyum, bana kitap vermiştir ve beni peygamber
etmiştir.
31- Ve Nerede olursam olayım
kutlamıştır beni ve diri oldukça namaz kılmamı, zekât
vermemi emretmiştir bana.
32- Ve anama itâatli etmiştir
beni ve cebbar, kötü kişi olarak yaratmamıştır beni.
33- Esenlik bana doğduğum gün,
öleceğim gün ve tekrar dirilip kabirden çıkacağım gün.
34- İşte budur Meryemoğlu İsâ.
Onların şüpheye düştükleri şey hakkında gerçek söz,
budur.
35- Evlât edinmesi, lâyık
değildir Allah'a, noksan sıfatlardan münezzehtir o. Bir
işin olmasını takdîr etti mi ona ancak ol der, oluverir.
36- Ve şüphe yok ki Allah,
Rabbimdir ve Rabbiniz, ona kulluk edin; budur doğru yol.
37- Aralarından bölükler
ayrıldı, ayrılığa-aykırılığa düştüler. Ulaşıp
görecekleri büyük günün şiddetli azâbı kâfirlere.
38- Neler duyacaklar, neler
görecekler bize geldikleri gün; fakat zâlimler, bugün,
apaçık bir sapıklıkta.
39- Onları hasret günüyle
korkut; iş olup biter o zaman ve onlar, şimdi
gaflettedir ve onlar, inanmazlar.
40- Şüphe yok ki biziz
yeryüzünün ve yeryüzünde olanların mîrasçısı ve dönüp
bizim tapımıza gelir onlar.
41- Kitapta İbrâhim'i de an.
Şüphe yok ki o, çok gerçek bir peygamberdi.
42- Hani o atasına ata demişti,
ne diye taparsın duymaz, görmez, senden hiçbir şeyi
gideremez şeylere?
43- Gerçekten de ata, sence
bilinmeyen bir bilgiye sâhip oldum ben, artık bana uy da
seni dosdoğru yola ileteyim.
44- Ata, Şeytan'a kulluk etme,
şüphe yok ki Şeytan, rahmâna âsîdir.
45- Ata, gerçekten de
korkuyorum, sana rahmândan bir azap gelip çatar da
Şeytan'a dost olursun.
46- Atası, ey İbrâhim dedi,
benim mâbutlarımdan yüz mü çevirmedesin? Bu işten
vazgeçmezsen taşlarım seni, uzun bir zaman görünme, git,
bırak beni.
47- İbrâhim, esenlik sana dedi,
Rabbimden yarlıganmanı dileyeceğim, şüphe yok ki o, pek
lûtfeder bana.
48- Ve sizi ve Allah'tan başka
kulluk ettiğiniz şeyleri bırakıyor ve Rabbime duâ
ediyorum, umarım ki duâmı kabûl eden, mahrûm etmez beni.
49- Onların ve Allah'tan başka
kulluk ettikleri şeyleri bırakınca ona İshak'ı ve
Yakup'u verdik ve hepsini de peygamber ettik.
50- Ve onlara rahmetimizden
ihsânlar ettik, gerçek şöhretlerini yaydık, adlarını
yücelttik.
51- Kitapta Mûsâ'yı da an; şüphe
yok ki o, ihlâsa mazhar olmuş şeriat sâhibi bir
peygamberdi.
52- Ona, Tûr'un sağ yanından
nidâ ettik, bizimle konuşmak üzere tapımıza yaklaştırdık
onu.
53- Rahmetimizden bir lütuf
olarak kardeşi Hârûn'u da peygamber ettik.
54- Kitapta İsmâîl'i de an;
şüphe yok ki o, vaadinde gerçekti ve insanlara
gönderilmiş olan bir peygamberdi.
55- Ehline, ayâline namaz
kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi, Rabbinin
katından da rızâsını kazananlardandı.
56- An kitapta İdrîs'i de; şüphe
yok ki o çok gerçek bir peygamberdi.
57- Biz onu pek yüce bir mevkie
yükselttik.
58- İşte bunlar, Âdem soyundan,
Nûh'la berâber gemiye yüklediklerimizin soylarından,
İbrâhim'in ve İsrâil'in soylarından gelen ve Allah
tarafından kendilerine nîmetler ihsân edilen
peygamberlerdendir, doğru yola sevk-ettiğimiz ve
seçtiğimiz kişilerdendir. Rahmânın âyetleri, onlara
okundu mu ağlaya-ağlaya hemen secdeye kapanırlardı.
59- Onlardan sonra öyle bir soy
geldi ki namazı zâyi etti onlar, şehvetlere uydular,
azınlıklarının cezâsına pek yakında uğrayacak onlar.
60- Ancak tövbe eden, inanan ve
iyi işlerde bulunan müstesna. Bu çeşit kişiler cennete
girerler ve hiçbir hususta zulüm görmezler.
61- Ebedî Adn cennetlerine
girerler ki rahman, kullarının gıyabında, onlara
vaadetmiştir bu cennetleri. Şüphe yok ki onun vaadi,
mutlaka yerine gelir.
62- Orada mânasız bir söz
işitmeyecekler, ancak esenlik size sözünü duyacaklar ve
sabah-akşam, rızıkları gelecek onlara.
63- Öylesine cennettir ki
kullarımızdan kim, bizden çekinirse ona mîras vereceğiz
o cenneti.
64- Biz melekler, ancak Rabbinin
emriyle inebiliriz; onundur ne varsa ilerimizde ve ne
varsa gerimizde ve ne varsa ikisi arasında ve Rabbin,
hiçbir şeyi unutmaz.
65- Rabbidir göklerin ve
yeryüzünün ve ikisi arasında ne varsa hepsinin, ona
kulluk et ve dayan ona ibadet etmede, onun Adıyla anılan
başka bir varlık bilir misin?
66- Ve insan der ki: Ben
öleceğim de sonra dirilip kabirden mi çıkarılacağım?
67- İnsan hiç mi düşünmez ki o
hiçbir şey değilken daha önce biz yarattık onu.
68- Andolsun Rabbine onları da,
Şeytanları da haşredeceğiz de sonra onları, diz çökmüş
bir halde cehennemin çevresine getireceğiz.
69- Sonra hangi tâife, rahmâna
karşı en fazla azgınlıkta bulunduysa onu ayırıp önce
cehenneme atacağız.
70- Sonra elbette biz daha iyi
biliriz cehenneme girmeye daha lâyık olanı.
71- Sizden bir tek kişi bile
yoktur ki oraya uğramasın; bu, Rabbinin takdîr ettiği
bir şeydir.
72- Sonra çekinenleri
kurtarırız, zâlimleriyse dizüstü çökmüş bir halde
bırakırız orada.
73- Onlara âyetlerimiz, apaçık
okununca kâfir olanlar, iki bölükten dediler, hangisinin
durağı daha hayırlı, meclisi daha güzel?
74- Onlardan önce nice ümmetler
helâk ettik ki mal bakımından da daha güzel mallara
sahipti onlar, gösteriş bakımından da.
75- De ki: Kim sapıklıktaysa
rahman, onun sapıklığını uzattıkça uzatır da sonunda
azâp olsun, kıyâmet olsun, kendilerine vaat olunan şeyi
görür bu çeşit adamlar ve görünce de bilirler kimin
yurdu daha hayırlıymış ve kimin kuvveti daha zayıf.
76- Ve Allah, hidâyete erenlerin
hidâyetini arttırdıkça arttırır ve ebedî kalacak iyi
işler, Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır,
sonuç bakımından da daha hayırlı.
77- Gördün mü delillerimizi
inkâr edeni ve elbette bana mal da verilecek, evlât da
diyeni?
78- Gizli olan bir şeyi mi
anlamış, yoksa rahmandan bir söz mü almış?
79- Hâşâ söylediğini yazarız
onun ve azâbını uzattıkça uzatırız.
80- Söylediği şeylere biz
mîrasçı oluruz ve o bize yapayalnız gelir.
81- Onlar, kendilerine bir
yücelik versinler, şefaatçi olsunlar diye Allah'tan
başka mâbutlar kabûl etmişlerdir.
82- Hâşâ. Onların kulluğunu
inkâr edecek o mâbut sandıkları şeyler ve onlara düşman
kesilecek onlar.
83- Görmez misin, biz kâfirlere.
onları boyuna taciz edecek Şeytanlar gönderdik.
84- Onların azâba uğraması için
acele etme, biz ancak yıllarını, günlerini saymadayız
onların.
85- O gün, çekinenleri
bölük-bölük, rahmânın huzurunda haşrederiz.
86- Ve mücrimleri susamış bir
halde cehenneme sevk ederiz.
87- Rahmandan ahd almış
olanlardan başkaları şefaat de edemez.
88- Ve dediler ki: Rahman, oğul
edindi.
89- Andolsun ki pek çirkin bir
söz söylediniz.
90- Öylesine bir söz ki
neredeyse gökler parçalanacak ve yer yarılacak ve dağlar
dağılıp çökecek.
91- Rahmânın oğlu var demeleri
yüzünden.
92- Rahmâna oğul edinmek
yaraşmaz.
93- Göklerde ve yerde ne varsa
hepsi de rahmânın tapısına kul olarak gelir.
94- Andolsun ki hepsini topluluk
bakımından da saymıştır, tek-tek de ve hepsini, hepsinin
ahvâlini bilir.
95- Ve hepsi de kıyâmet günü,
onun tapısına yapayalnız gelir.
96- Şüphe yok ki inanan ve iyi
işlerde bulunanlara karşı rahman, gönüllere bir sevgidir
verir.
97- Gerçekten de biz, ancak
çekinenleri müjdelemen, düşmanlıkta inat ve ısrâr
edenleri korkutman için Kur'ân'ı, senin dilinle
indirerek kolaylaştırdık sana.
98- Onlardan önce nice ümmetleri
helâk ettik. Onlardan bir kişiyi bile duyuyor musun,
yahut bir tânesinin olsun, sesini işitiyor musun?
20- TÂHÂ SURESİ
(Tâhâ, İbn-i Abbas'a, Cübeyr
oğlu Said'de Hasen'e, Mücâhid'e ve Kelbi'ye göre ey
insan demektir. Bâzılarına göre bu kelime, habeşçe ve
nıbtçadır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tâhâ. 200[1]
2- Kur'ân'ı zahmet çekmen için
indirmedik. 201[2]
3- Ancak, korkacaklara bir öğüt
olarak indirdik. 202[3]
200-[1], [2], [3] Hz. Muhammed
(s.a.a)’in, geceleri, sabahlara dek namaz kıldığı,
nefsine eziyet olmak üzere tek ayağının üstünde durduğu
ve ayaklarının altı şiştiği rivâyet edilmiştir. İlk
âyette ey insan diye Hz. Muhammed (s.a.a)'e hitab
edilmektedir. Bu kelimeyi, ayağını yere bas anlamına
gelen "Tıh" diye okuyanlar da vardır.
4- Yeryüzünü ve yüce gökleri
yaratanın katından indirdik.
5- Rahman, hâkim ve
mutasarrıftır arşa.
6- Onundur ne varsa göklerde ve
ne varsa yeryüzünde ve ne varsa ikisinin arasında ve ne
varsa yerin altında.
7- Sesini yükseltsen de,
yükseltmesen de hiç şüphe yok ki o, gizliyi de bilir,
açığa vurulanı da.
8- Bir Allah'tır ki yoktur ondan
başka tapacak, onundur güzel adlar da.
9- Mûsâ hikâyesi ulaşmadı mı
sana?203[4]
[4] v. d. Ahd-i Atıyk'ın Huruc
bölümündedir.
10- Hani bir ateş görmüştü de
âilesine durun demişti, ben bir ateş görüyorum, ya
gider, bir kor getiririm oradan size, yahut birine
rastlarım da yol öğrenirim ateş başında.
11- Ateşe doğru gidince ona
seslenildi: Ey Mûsâ.
12- Şüphe yok ki benim senin
Rabbin, çıkar ayakkabılarını, kutlu vâdîdesin,
Tuvâ'dasın sen.
13- Ve seni seçtim ben, dinle
vahyedileni.
14- Şüphe yok ki ben öyle bir
Allah'ım, yoktur benden başka tapacak, bana kulluk et
ancak ve namaz kıl beni anmak için.
15- Kıyâmet gelip çatmada
gerçekten de; herkes, yaptığının karşılığını bulsun diye
gizlemekteyim vaktini.
16- Ona inanmayan ve havasına
uyup giden, sakın seni inancından çevirmesin, yoksa
helâk olursun sen de.
17- Sağ elindeki nedir ey Mûsâ.
18- Sopam dedi, ona dayanırım,
davarlarıma yaprak silkerim onunla, başka işler de
yaparım onunla.
19- Dedi ki: Elinden bırak onu
ey Mûsâ.
20- Bıraktı onu, bir de baktı ki
bir yılan olmuş, koşup durmada.
21- Al onu dedi, korkma, evvelce
olduğu gibi sopa olarak vereceğiz onu sana.
22- Elini koynuna sok da bir
hastalık yüzünden olmamak şartıyla bembeyaz çıksın; bu
da bir başka delil sana.
23- Böylece de en büyük
delillerimizden bir kısmını gösterelim sana.
24- Git Firavun'a şüphe yok ki
pek azdı o.
25- Rabbim dedi, kalbime
genişlik ver.
26- İşimi kolaylaştır.
27- Dilimin bağını çöz de.
28- Anlasınlar sözümü iyice.
29- Âilemden birini vezîr et
bana.
30- Kardeşim Hârûn'u.
31- Arka olsun bana, onunla
kuvvetlendir beni.
32- İşime ortak et onu.
33- Bunları yap da şanını çok
tenzîh edelim.
34- Seni çok analım.
35- Şüphe yok ki sen, görmedesin
bizi.
36- Dedi ki: Gerçekten de
verildi dileğin ey Mûsâ.
37- Andolsun ki bir kere daha
lûtfetmiştik sana.
38- Hani vahyedilecek şeyi ilhâm
etmiştik anana.
39- Sandığa koy onu da nehre
bırak, nehir onu kıyıya bırakır, benim düşmanım ve senin
düşmanın, alır onu demiştim ve himâyem altında yetişmen
için sana karşı bir sevgi de vermiştim ona.
40- Hani kız kardeşin gitmiş de
onu yetiştirecek birisini bulayım mı size demişti, gözü
aydın olsun, kederlenmesin diye tekrar anana
kavuşturmuştuk seni ve birisini öldürmüştün de seni
gamdan kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk ve
yıllarca Medyen halkının içinde kalmıştın, sonra da
mukadder olduğu gibi buraya geldin ey Mûsâ.
41- Kendim için seçtim seni.
42- Delillerimle git kardeşinle
ve beni anmayı ihmâl etmeyin.
43- Firavun'a gidin, çünkü o,
gerçekten de azdı.
44- Ona yumuşak bir tarzda söz
söyleyin, belki öğüt alır, yahut korkar.
45- Rabbimiz dediler, korkarız
aşırı davranır hakkımızda, yahut da büsbütün azar.
46- Korkmayın dedi, gerçekten de
benim sizinle berâber, duyarım ben ve görürüm.
47- Hemen gidin de biz deyin,
şüphe yok ki Rabbinin iki peygamberiyiz bizimle gönder
İsrâiloğullarını ve onlara azap verme. Rabbinden delille
geldik sana, esenlik hidâyete uyana.
48- Gerçekten de bize vahyedildi
ki azap, yalanlayanadır ve yüz çevirene.
49- Dedi ki: Kimdir Rabbiniz ey
Mûsâ.
50- Rabbimiz dedi, her şeye
yaratılışını veren, sonra da yolunu gösterendir.
51- Firavun, peki, önce
gelenlerin halleri ne olacak dedi.
52- Mûsâ, onlara âit bilgi de
dedi, Rabbimin katındadır, yazılmıştır; ne yanılır
Rabbim, ne unutur.
53- Öyle bir mâbuttur ki
yeryüzünü size döşek etmiş, orada size yollar açmış,
gökten yağmur yağdırmış, o yağmur sebebiyle de
çeşit-çeşit ve çifter-çifter nebatlar bitirmiştir.
54- Yiyin ve yedirin
davarlarınıza; şüphe yok ki bunda, aklı olanlara
deliller var.
55- Oradan yarattık sizi, gene
oraya iâde edeceğiz ve oradan çıkaracağız sizi bir kere
daha.
56- Andolsun ki ona bütün
delillerimizi gösterdik, yalanladı, çekindi.
57- Bizi dedi, büyünle
yerimizden, yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey Mûsâ?
58- O halde biz de onun gibi bir
büyü yaparak karşı geleceğiz sana, aramızda bir buluşma
yeri ve vakti tâyin et de sen ve biz, vaadimizden
caymayalım, buluşalım orada, hem de ikimize de müsâvî
mesâfede, münâsip bir yer olsun orası.
59- Mûsâ dedi ki: Herkesin
süslenip bayram ettiği ziynet gününü buluşma zamânı
olarak tâyin ediyorum size, halkın toplandığı kuşluk
çağında buluşalım.
60- Derken Firavun dönüp gitti,
sonra bütün hîlesini derleyip geldi.
61- Mûsâ, onlara, yazıklar olsun
size dedi, Allah'a yalan yere iftirâda bulunmayın, sonra
size azâp eder de kökünüzü kurutur ve muhakkak kim
iftirâ ederse ziyan eder.
62- Sonra bu iş hakkında
aralarında çekişe-çekişe görüşüp gizlice danıştılar.
63- Bu iki büyücü dediler,
büyüleriyle sizi yerinizden, yurdunuzdan çıkarmak
istiyor, sizi yüce yolunuzdan çevirmek diliyor.
64- Hîlelerinizi, düzenlerinizi
bir araya getirin, sonra saf-saf olun da gelin ve
muhakkak olan şu ki: Bugün üstün olan, murâdına
ermiştir.
65- Büyücüler dediler ki:
İstersen sen at önce sopanı, istersen biz atalım önce yâ
Mûsâ.
66- Mûsâ, siz atın önce dedi.
Derken büyüleriyle ipleri ve sopaları, Mûsâ'ya doğru
koşuyormuş gibi göründü.
67- Mûsâ'nın içine bir korku
düştü.
68- Korkma dedik, hiç şüphe yok
ki sen, daha üstünsün.
69- At sağ elindeki sopanı,
onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun, çünkü
onlar, ancak büyücülük düzeniyle yaptılar bu işi ve
büyücü, Nerede olursa olsun, eremez umduğuna.
70- Sonunda büyücüler secde
ederek yere kapandılar ve inandık dediler, Hârûn'la
Mûsâ'nın Rabbine.
71- Siz dedi Firavun, ben size
izin vermeden inandınız mı ona? Şüphe yok ki o size büyü
öğreten büyüğünüz. Ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama
kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o
vakit bilir, anlarsınız hangimizin azâbı daha çetin ve
daha sürekli.
72- Şu bize gösterilen apaçık
mûcizelere karşı artık yaradanımıza tercîh edemeyiz seni
dediler, elinden geleni yap, zâten ancak şu dünyâ
yaşayışında hükmünü yürütebilirsin.
73- Gerçekten de biz,
hatâlarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüden dolayı
girdiğimiz günahları yarlıgaması için inandık Rabbimize
ve Allah, daha hayırlıdır, verdiği karşılık da daha
sürekli.
74- Şüphe yok ki Rabbine mücrim
olarak gelenedir cehennem; orada ne ölür, ne diri kalır.
75- Ve kim de inanmış ve iyi
işlerde bulunmuş bir halde ona gelirse işte o çeşit
kişileredir yüce dereceler.
76- Kıyılarından ırmaklar akan
ebedî Adn cennetleri ve bu, inanış ve ibâdetle
temizlenen kişinin karşılığıdır.
77- Andolsun ki biz Mûsâ'ya,
kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir
yol aç, düşmanların yetişmelerinden, denizde boğulmadan
korkma diye vahyetmiştik.
78- Derken Firavun, askeriyle
artlarına düştü, deniz de onları tamâmıyla kuşatıp
kapladı, boğulup gittiler.
79- Ve saptırdı kavmini Firavun
ve doğru yola sevketmedi onları.
80- Ey İsrâiloğulları, sizi
kurtardık düşmanlarınızdan, sözleştik sizinle Tûrun sağ
yanında ve size kudret helvasıyla bıldırcın yağdırdık.
81- Sizi rızıklandırdığımız
tertemiz şeyleri yiyin ve bu hususta taşkınlık etmeyin,
sonra size gazabım vâcip olur ve kime gazabım vâcip
olursa uçuruma yuvarlanır, helâk olur gider.
82- Ve şüphe yok ki ben bütün
suçlarını örterim tövbe edip inananın ve iyi işlerde
bulunup sonra da doğru yolu bulanın.
83- Neden acele ettin, kavminden
ayrıldın da geldin ey Mûsâ?
84- İşte dedi, onlar da arkamdan
geliyorlar ve ben yâ Rabbi, benden daha fazla râzı
olasın diye acele ettim.
85- Şüphe yok ki dedi, biz
senden sonra kavmini sınadık ve doğru yoldan çıkardı
Sâmirî.
86- Mûsâ, öfkeli bir halde
hayıflanarak kavmine döndü de ey kavmim dedi, Rabbiniz
size güzel bir farzda vaitte bulunmadı mı, çok mu uzun
sürdü sizden ayrılışım, yoksa Rabbi-nizin gazabının
vâcip olmasını mı dilediniz size de bana verdiğiniz
sözden caydınız?
87- Dediler ki: Sana verdiğimiz
sözden, kendimize mâlik olarak caymadık biz, fakat
Mısırlıların ziynet eşyâlarını almıştık ya, onları,
erisin diye ateşe attık, böyle telkin etti Sâmirî.
88- O, onlara bir buzağı heykeli
yapmıştı ki böğürmedeydi. O ve ona uyanlar işte bu
dediler, sizin de mâbûdunuz, Mûsâ'nın da mâbûdu, fakat
Mûsâ, unuttu bunu.
89- Görmüyorlar mıydı, onlara
bir söz söyleyemiyordu bu heykel ve onlara ne bir zarar
veriyordu, ne bir fayda.
90- Andolsun ki Hârûn, daha önce
onlara, ey kavmim demişti, siz bununla sınanmadasınız
ancak ve şüphe yok ki Rabbiniz rahmandır, bana uyun ve
emrime itâat edin.
91- Onlar, Mûsâ, dönüp gelinceye
dek demişlerdi, biz bu heykele tapmadan kesin olarak
vazgeçmeyiz.
92- Mûsâ, ey Hârûn dedi,
bunların doğru yoldan saptıklarını görünce ne mâni oldu
da.
93- Bana uymadın, yoksa emrime
isyan mı ettin?
94- Anam oğlu dedi, sakalımı,
başımı bırak benim, gerçekten de, sözüme tam uymadın da
İsrâiloğullarının arasına ayrılık saldın diyeceğinden
korktum.
95- Sen ne diye bu işi işledin
ey Sâmirî dedi Mûsâ.
96- Sâmirî, onların
görmediklerini gördüm ben, sana gelen elçi meleğin
izinden bir avuç toprak aldım, eriyen külçeye attım onu
ve nefsim, bu işi bana böylece hoş gösterdi dedi.
97- Git hadi dedi Mûsâ, hiç
şüphe yok ki hayatta cezan, rastladığına yaklaşma,
dokunma bana demendir ve sana bir de azap vaadedilmiştir
ki değişmesine imkân yok; kulluğunda bulunup durduğun
mâbuduna bak da gör, onu biz yakacağız, sonra da
kaldırıp denize atacağız.204[5]
[5] Rivâyetlere göre Samirî, bu
olaydan sonra İsrailoğulları arasından çıkarılmıştır.
Bir rivâyete göreyse kendisi korkup çöllere kaçmıştır.
98- Mâbûdunuz, ancak Allah'tır
ki yoktur ondan başka tapacak; bilgisi, her şeye
şâmildir.
99- İşte böylece geçmişlerin
ahvâlinden bir kısmını sana hikâye etmedeyiz ve şüphe
yok ki sana katımızdan bir de Kur'ân verdik.
100- Kim yüz çevirirse ondan
şüphe yok ki kıyamet günü, ağır bir yük yüklenecek.
101- Ebedî olarak kalacak azâb
içinde; bu, kıyâmet günü, onlara ne de kötü bir yük.
102- Sûrun üfürüleceği gün o
mücrimleri gözleri göğermiş bir halde haşrederiz.
103- Aralarında gizli-gizli
konuşup ancak derler, on geceden fazla kalmadınız
dünyâda.
104- Ne dediklerini daha iyi
biliriz biz aklı ve yolu yoradamı daha düzgün olanın
ancak bir günceğiz kaldınız dediği zaman.
105- O gün dağlar ne olur diye
soruyorlar sana; de ki: Rabbim onları unufak eder, kuma
döndürür de savurur.
106- Yeryüzünü dümdüz bir hâle
getirir.
107- Orada ne bir iniş
görebilirsin, ne bir tümsek.
108- O gün hiçbir kimse kalmaz
ki Allah'a dâvet edene uymasın ve rahmânın heybetinden
sesler kesilir, ancak ayak sesleri, tıpırtılar hâlinde
duyulabilir.
109- O gün rahmânın izin verdiği
ve sözünden hoşnût olduğu kimseden başka hiçbir fert
şefâat de edemez.
110- Önlerinde ne varsa onu da
bilir, artlarında ne varsa onu da ve onların bilgisi,
bunu ihata edemez.
111- Bütün yüzler eğilir diri ve
her an yarattıklarını tedbîr ve tasarruf eden mâbûda;
bir zulüm yükünü yüklenmiş olanlarsa mahrûmiyet
içindedir.
112- Fakat inanarak iyi işlerde
bulunan ne günâhının arttırılmasından korkar, ne
sevâbının eksiltilmesinden.
113- İşte biz, belki çekinirler,
yahut onlara bir öğüt olur, bir ibret verir diye Arapça
olan Kur'ân'ı indirdik ve onda, bâzı tehditleri
tekrar-tekrar söyledik, açıkladık.
114- Çok yücedir her şeye sâhip
ve mutasarrıf olan gerçek Allah ve acele etme Kur'ân'ı
okumak için sana vahiy tamamlanmadan ve de ki: Rabbim,
bilgimi çoğalt.
115- Andolsun ki daha önce
Âdem'le de ahitleşmiştik de unutmuştu ve onu, bilerek,
isteyerek günah işleyen bir adam olarak da bulmamıştık.
116- Hani, meleklere demiştik
ki: Âdem'e secde edin, onlar da secde etmişlerdi, yalnız
İblis secde etmekten çekinmişti.
117- Demiştik ki: Ey Âdem, şüphe
yok ki bu, sana ve eşine düşmandır, sakın sizi cennetten
çıkarmasın sonra zahmetlere uğrarsınız.
118- Çünkü aç kalmaman da ancak
oradadır, çıplak kalmaman da.
119- Ve sen orada susamazsın,
güneşin harâreti de dokunmaz sana.
120- Şeytan, ona vesvese verdi
de ey Âdem dedi, sana ebedîlik ağacını ve zeval
bulmayacak devleti göstereyim mi?
121- İkisi de o ağacın
meyvesından yediler de avret yerlerini gördüler ve
cennetteki ağaçların yapraklarıyla avret yerlerini
örtmeye koyuldular ve Âdem, Rabbinin emrine karşı geldi
de umduğundan mahrûm oldu.
122- Sonra da Rabbi seçti onu,
kabûl etti tövbesini ve onu doğru yola sevketti.
123- Hepiniz dedi, inin oradan;
bir kısmınız, bir kısmınıza düşman olsun. Fakat benden,
size bir yol gösteren geldi mi onu kabûl edip doğru
yoluma uyan, ne dünyâda yoldan çıkar, ne âhirette
kutsuzluğa düşer.
124- Beni anmadan yüz çevirene
gelince: Dünyâda ona dar bir geçim var, kıyâmet günü de
onu kör olarak haşrederiz.
125- Yâ Rabbi der, beni neden
kör haşrettin, halbuki ben görüyordum.
126- Böylece der, sana
delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de
tıpkı o çeşit unutulmadasın bugün.
127- Ve işte biz, suç işlemekte
ileri gidenleri ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları
böyle cezâlandırırız; âhiret azâbıysa elbette daha da
çetindir, daha da sürekli.
128- Onlardan önce nice
ümmetleri helâk ettik; bu, onları doğru yola sevketmez
mi ki? Onların yerlerinde, yurtlarında gezip duruyorlar.
Şüphe yok ki bunda, aklı başında olanlara deliller var.
129- Rabbinin söylenmiş bir
sözü, takdîr edilmiş bir hükmü olmasaydı ve o hükmün
muayyen bir zamânı bulunmasaydı onlara da azap gelip
çetıverirdi.
130- Söyledikleri sözlere sabret
ve Rabbini, hamd ederek gün doğmadan ve batmadan önce ve
gecenin bir kısmıyle gün ortasında noksan sıfatlardan
tenzîh et de rızâsına mazhar ol.205[6]
[6] Hamd ederek tenzîh etmekten
maksat namazdır. Gün doğmadan kılınan sabah namazıdır.
Gün batmadan kılınan ikindidir. Gecenin bir kısmında
kılınan akşam ve yatsı namazlarıdır. Gün ortasındaki
namaz da öğledir.
131- Ve onları, bunlara sınamak
için dünya yaşayışının ziyneti olarak faydalandırdığımız
mala-menâle gözünü dikme ve Rabbinin rızkı, hem daha
hayırlıdır, hem daha sürekli.
132- Ehline, namaz kılmalarını
emret ve sen de devâm et namaza. Senden bir rızık
istemiyoruz biz, biziz sana rızık veren ve sonuç,
çekinenlerindir.
133- Ve dediler ki: Bize
Rabbinden bir delille, bir mûcizeyle gelmeli değil
miydin? Evvelki kitaplarda bulunan şeyler, onlara apaçık
bildirilmedi mi?
134- Daha önce, bir azapla helâk
etseydik onları derlerdi ki: Rabbimiz, bizi hor-hakir
etmeden bir peygamber gönderseydin de delillerine
uysaydık.
135- De ki: Hepimiz beklemekte,
gözetlemekteyiz, siz de gözetip durun, yakında
bileceksiniz, doğru yola sâhib olanlar kimlermiş, doğru
yolu bulan kimmiş.
21- ENBİYÂ' SURESİ
(İçinde peygamberlerin adları
anıldığı ve bahisleri geçtiği için peygamberler anlamına
gelen Enbiyâ adı verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- İnsanların hesap günü
yaklaştı da hâlâ onlar gaflet içinde, yüz çevirmedeler.
2- Rablerinden, Kur'ân'a âit
yeni bir âyet geldi mi onu alaya alarak dinlerler, oyun
sanırlar.
3- Kalpleri de oyuna dalmıştır
da o zâlimler, fısıltıyla konuşarak bu da sizin gibi bir
insandan başka bir mahlûk mu ki, göz göre göre büyüye mi
kapılacaksınız derler.
4- Peygamber de, Rabbim der,
gökte söylenen sözü de bilir, yeryüzünde söyleneni de ve
odur duyan, bilen.
5- Hattâ derler ki: Bu sözler,
saçma-sapan rüyadan ibâret, belki de kendisi uyduruyor
bunları, hattâ o, bir şâir. Değilse neden evvelkilere
gönderildiği gibi bize bir mûcize gösteremiyor?
6- Onlardan önce helâk ettiğimiz
hiçbir şehir halkı inanmamıştı, şimdi bunlar mı
inanacaklar?
7- Senden önce de, kendilerine
vahyettiğimiz erleri göndermiştik insanlara,
bilmiyorsanız sorun kitap ehlinin bilginlerine.
8- Ve onları yemek yemeyen bir
kalıp olarak yaratmamıştık ve onlar, ebedî de
değillerdi.
9- Sonra vaadimizi
gerçekleştirmiştik onlara da onları da kurtarmıştık,
dilediklerimizi de ve imansızlıkta ileri gidenleri helâk
etmiştik.
10- Sonra size bir kitap
indirdik ki o kitapta şerefiniz, yüceliğiniz
anılmadadır, hâlâ mı akıl etmezsiniz?
11- Zulmeden nice şehirleri
helâk ettik de ondan sonra diğer toplulukları yarattık.
12- Azâbımızı hissettiler mi
hemen kaçmaya başlıyorlardı ondan.
13- Kaçmayın, dönün sâhip
olduğunuz mallara, nîmetlere ve evlere; çünkü sorguya
çekileceksiniz.
14- Yazıklar olsun bize derler,
gerçekten de zulmetmiştik biz.
15- Onları kesilmiş bir ot,
ateşi yanıp bitmiş bir kül yığını haline getirinciye dek
sözleri, ancak budur işte.
16- Ve biz, göğü, yeryüzünü ve
ikisinin arasında olanları, bir eğlence diye yaratmadık.
17- Eğlence için bir kadın
edinmek isteseydik kendi katımızdakilerden edinirdik,
fakat biz, böyle bir şey yapmayız.
18- Biz, gerçeği, aslı olmayan
şeye karşı izhâr ederiz de onu tamâmıyla iptâl ederiz ve
bâtıl, helâk olup gider o zaman. Ona isnâd ettiğiniz
şeylerden dolayı yazıklar olsun size.
19- Ve onundur ne varsa göklerde
ve yeryüzünde ve onun katındakiler, ona kulluk etmekten
çekinip ululanmadıkları gibi yorulmazlar, bıkmazlar da.
20- Hiç durmadan gece-gündüz onu
noksan sıfatlardan tenzîh ederler.
21- Yoksa onlar, yeryüzünde,
ölüleri diriltecek mâbutları mı edindiler?
22- Gökte ve yerde, Allah'tan
başka bir mâbut daha olsaydı gök de bozulup mahvolurdu,
yer de. Şüphe yok ki arşın Rabbi Allah, onların
söyledikleri şeylerden yücedir, münezzehtir.
23- Yaptığından sorulmaz ona,
fakat onlardır sorumlu olanlar, sorguya çekilenler.
24- Ondan başka bir mâbut mu
kabûl ettiler? De ki: Getirin delîlinizi öyleyse. İşte
benimle berâber olanların kitabı ve işte benden
öncekilerin kitapları. Hayır, onların çoğu, gerçeği
bilmiyorlar ve bundan dolayı da yüz çeviriyorlar.
25- Ve senden önce hiçbir
peygamber göndermedik ki ona, benden başka yoktur
tapacak, bana kulluk edin ancak diye vahyetmeyelim.
26- Derler ki: Rahman, kendisine
evlât edinmiştir, hâşâ, yücedir, münezzehtir bundan,
onlar, kadirleri yüceltilmiş kullardır.
27- Onların sözleri, hep onun
emrine uygundur ve onlar, dâimâ onun emrini yerine
getirirler.
28- O bilir, onların önlerinde
ve artlarında ne varsa ve Tanrı rızâsına mazhar olandan
başkasına şefâat de edemezler ve onlar, onun korkusundan
ürkerler.
29- Onlardan kim, ben de ondan
ayrı bir mâbûdum derse onu cehennemle cezâlandırırız;
zâlimleri böyle cezâlandırırız biz.
30- Kâfir olanlar görmezler mi
ki gerçekten de göklerle yer birdi de biz onları ayırdık
ve her şeyi, sudan yarattık, hâlâ mı inanmazlar?
31- İnsanlarla berâber
çalkalanmasın diye yeryüzünde metin dağlar yarattık ve
yollarını bulsunlar, maksatlarına ersinler diye de orada
geniş yollar açtık.
32- Gökyüzünü, korunmakta olan
bir tavan yaptık, onlarsa hâlâ delillerinden yüz
çevirmedeler.
33- O, öyle bir mâbut ki geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı yaratmıştır, hepsi de gökte yüzüp
durmada.
34- Senden önce de ebedî olarak
yaşayacak hiçbir insan yaratmadık; sen ölürsen onlar
ebedî mi kalacaklar?
35- Herkes, ölümü tadacak ve
sizi, bir sınama olarak hayırla, şerle de denemedeyiz ve
dönüp tapımıza geleceksiniz.
36- Kâfir olanlar, seni görünce
ancak alaya alırlar, bu mudur derler, mâbutlarınızı
anan, halbuki onlar rahmânı anmayı inkâr ederler.
37- İnsan, pek aceleci
yaratılmıştır; delillerimi yakında göstereceğim size,
acele etmeyin.
38- Doğru söylüyorsanız derler,
ne zaman yerine gelecek vaadiniz?
39- Bir bilselerdi kâfir olanlar
önlerinden, artlarından kendilerini saran ateşi
defedemeyecekleri ve hiçbir yardım da göremeyecekleri
zamânı.
40- Hattâ o gün, onlara
birdenbire geliverecek de şaşırtacak onları ve onu
reddetmeye güçleri yetmeyeceği gibi mühlet de
verilmeyecek onlara.
41- Andolsun ki senden önceki
peygamberlerle de alay edilmiştir de onlarla alayları
yüzünden alay ettikleri azâba uğrayıvermişlerdir.
42- De ki: Kim koruyabilir
rahmandan sizi geceleyin ve gündüzün? Fakat onlar,
Rablerini anmaktan yüz çevirirler.
43- Onların, azâbımızı
kendilerinden menedecek bir mâbutları mı var yoksa? O
mâbutların, ne kendilerine yardım etmeye güçleri yeter,
ne de bizden bir yardım görür kâfirler.
44- Hattâ biz, onların da,
atalarının da ömürlerini uzattık, ömürleri boyunca
onları geçindirdik, fakat görmezler mi ki yerlerine,
yurtlarına girip hâkim oldukları yerleri daraltıp
azaltmadayız; hâlâ onlar mı üstün olanlar?
45- De ki: Ben sizi vahiyle
korkutup duruyorum ancak, fakat sağırlar,
korkutuldukları zaman da kendilerini dâvet edenin sözünü
duymazlar.
46- Fakat onlara Rabbinin
azâbından bir koku bile esse derhal eyvahlar olsun bize
derler gerçekten de biz zâlimdik.
47- Kıyâmet günü, adâlet
terâzilerini kuracağız, hiçbir kimse hiçbir şeyde
haksızlığa uğramıyacak, hattâ hardal tânesi ağırlığında
bir işin bile karşılığını vereceğiz, bizim hesap
görüşümüz yeter.
48- Ve andolsun ki Mûsâ'ya ve
Hârûn'a, hakkı bâtıldan ayıran ve çekinenlere ışık ve
öğüt olan kitabı verdik.
49- O çekinenler, görmedikleri
halde Rablerinden korkarlar ve kıyâmetten ürküp
titrerler.
50- Ve bu da kutlu Kur'ân'dır,
bunu da indirdik; inkâr mı edeceksiniz onu?
51- Andolsun ki daha önce
İbrâhim'e onu doğru yola sevkedecek delilleri vermiştik
ve onun, buna ehil olduğunu da biliyorduk.
52- Hani atasına ve kavmine,
nedir bu tapıp durduğunuz heykeller demişti.
53- Biz dediler, atalarımızı
bunlara tapıyor bulduk.
54- O da andolsun ki demişti,
siz de apaçık bir sapıklık içindesiniz, atalarınız da.
55- Onlar, bize bir gerçekle mi
geldin demişlerdi, yoksa oyun oynayanlardan mısın?
56- O, hayır demişti, Rabbiniz,
göklerin ve yeryüzünün Rabbidir, onları yaratmıştır ve
ben de bu söze tanık olanlardanım.
57- Ve andolsun Allah'a ki siz
dönüp gittikten sonra ben, onlara yapacağımı yapacağım.
58- Onları param-parça etti,
yalnız, ona baş vursunlar diye büyüklerini bıraktı.
59- Mâbutlarımıza kim yaptı bu
işi dediler, şüphe yok ki o gerçekten de zâlimlerden.
60- Bir genç duymuştuk dediler,
İbrâhim deniyordu adına, onlardan bahsediyordu.
61- Öyleyse dediler, onu halkın
gözü önüne getirin de söylediği söze tanıklıkta
bulunsunlar.
62- Ey İbrâhim dediler, bu işi
sen mi yaptın mâbutlarımıza?
63- O, belki de şu put yapmıştır
bu işi dedi, büyükleri bu, söyliyebilirse sorun ona.
64- Birbirlerine dönüp de
gerçekten de zâlimsiniz siz dediler.
65- Sonra başlarını eğdiler ve
andolsun ki dediler, sen de bunların konuşmadığını
bilirsin.
66- İbrâhim, peki dedi, öyleyse
Allah'ı bırakıp da ne diye tapıyorsunuz size ne bir
faydası dokunan, ne bir zararı gelen şeylere?
67- Yuh size de, Allah'ı bırakıp
taptığınız şeylere de; akıl etmez misiniz ki?
68- Bir şey yapacaksanız
dediler, yakın onu da mâbutlarınıza yardım edin.
69- Ey ateş dedik, soğu
İbrâhim'e karşı ve bir zarar verme ona.
70- Onlar, İbrâhim'e bir düzen
kurmak istedilerse de biz, onları en büyük bir ziyâna
uğrattık.
71- Onu da, Lût'u da kurtarıp
âlemlere kutlu ettiğimiz yere ulaştırdık.
72- Ve ona İshak'ı verdik,
Yakup'u da istemeden ihsân ettik ve hepsini de temiz ve
iyi kişiler kıldık.
73- Onları öyle rehberler ettik
ki emrimizle halkı doğru yola sevk ederler ve onlara
hayırlı işleri, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik
ve onlar, bize ibâdet eden kişilerdi.
74- Ve Lût'a da peygamberlik ve
bilgi verdik ve halkı, kötü işlerde bulunan şehirden
kurtardık onu; gerçekten de onlar, kötü ve buyruktan
çıkmış bir topluluktu.
75- Ve rahmetimize ithâl ettik
onu; gerçekten de temiz kişilerdendi o.
76- Ve Nûh da bundan önce hani
nidâ etmişti de duâsını kabûl etmiştik, onu ve âilesini,
yürekleri bile yakan pek büyük bir dertten kurtarmıştık.
77- Ve delillerimizi yalanlayan
bir topluluğa karşı yardım etmiştik ona; gerçekten de
kötü bir topluluktu onlar ve bu yüzden hepsini de sulara
boğmuştuk.
78- Dâvûd'la Süleyman da, hani
bir topluluğun koyunları, geceleyin birisinin tarlasına
yayılmış, harâp etmişti de bu hususta hüküm vermişlerdi
ve biz de hükümlerine tanık olmuştuk.
79- O hükmü, biz anlatmıştık
Süleyman'a ve hepsine de peygamberlik ve bilgi vermiştik
ve berâberce Tanrıyı tenzîh etmek için dağları ve
kuşları, Dâvûd'a râm ettik ve bunları yaptık, gücümüz
yeter yapmaya.
80- Ve ona, sizi savaşlarda
koruması için zırh yapma sanatını öğrettik, hâlâ mı
şükretmezsiniz?206[1]
[1] Dâvûd Peygamberin, zırh
yaparak sattığı ve bu satışın parasıyla geçindiği
rivâyet edilmiştir.
81- Ve Süleyman'a kasırga gibi
esen rüzgârı râm ettik, emriyle, kutladığımız yere esip
giderdi ve biz her şeyi biliriz.
82- Ve Şeytanlardan, onun için
denize dalıp ona mücevherat çıkaranlar ve bundan başka
daha ayrı işler yapanlar da vardı ve biz de onları
korurduk.
83- Ve Eyyub da hani Rabbine
nidâ etmişti de gerçekten demişti, bana zarar dokundu ve
sen, merhametlilerin en merhametlisisin.
84- Derken duâsını kabûl ettik
de ne zarara uğradıysa giderdik ve katımızdan rahmet ve
ibâdet edenlere ibret olmak üzere ona âilesini ve
onlarla berâber daha da bir mislini verdik. 207[2]
[2] Ahd-i Atıyk'te 42 babdan
ibaret Eyyub Peygambere ait bir bölüm vardır.
85- Ve İsmâîl de, İdris de,
Zül-Kifl de, hepsi de sabredenlerdendi. 208[3]
[3] İdris Peygamber Ahd-i
Atıyk'te Enuş diye geçer (Tekvin, v, 6). Zül-kifl
Peygamberin, İlyas, Yûşâ, Zekeriyya olduğunu söyleyenler
vardır. Kur’ân'ı İngilizciye çeviren Rodwell, Arapların,
Hızkıyâl'e Zül-kifl dediklerini söyler (Tanrı Buyruğu,
s. 490, not. 3). Hızkıyâl'e ait Ahd-i Atıyk'te de
kırksekiz bablık bir bölüm vardır.
86- Ve onları rahmetimize ithâl
ettik; gerçekten de temiz kişilerdendi onlar.
87- Ve Zün-nun da hani öfkelenip
gitmişti de sanmıştı ki bizim gücümüz yetmeyecek ona;
derken karanlıklarda nidâ ederek gerçekten de senden
başka yoktur tapacak, tenzîh ederim seni ve şüphe yok ki
ben, zâlimlerden oldum demişti.209[4]
[4] Zün-nun, balık sahibi
anlamına gelir, Yunus Peygambere işarettir.
88- Derken duâsını kabûl
etmiştik onun ve gamdan kurtarmıştık onu ve böyle
kurtarırız insanları.
89- Ve hani Zekeriyya da Rabbine
nidâ etmiş ve Rabbim demişti, beni yalnız bırakma ve
sensin mîrasçıların en hayırlısı.
90- Derken duâsını kabûl
etmiştik onun ve ona Yahya'yı vermiştik ve karısının
kısırlığını gidermiştik, doğurmaya kabiliyet vermiştik.
Onlar, hayırlı işlerde koşuşurlar, yarışırlar ve umarak,
korkarak bize duâ ederlerdi ve onlar, bize karşı gönül
alçaklığı gösterirlerdi.
91- Hani, bir de ırzını koruyan
o kız vardı, onu da an; biz, ona rûhumuzdan üflemiştik
ve onu ve oğlunu, âlemlere bir delil yapmıştık. 210[5]
[5] Irzını koruyan kız, İsa'nın
anası Meryem'dir.
92- Hiç şüphe yok ki bir tek
ümmetsiniz siz ve ben Rabbinizim, bana kulluk edin.
93- Dîne âit işlerinde, kendi
aralarında bölük-bölük oldu onlar ve hepsi de dönüp
bizim tapımıza gelecek.
94- İnanarak iyi işlerde
bulunanların çalışmaları, inkâr edilmez ve biz, şüphe
yok ki onları yazmadayız.
95- Helâk ettiğimiz bir şehir
halkının, dönüp bizim tapımıza gelmemesine imkân yok.
96- Sonunda Ye'cüc ve Me'cuc'un
seti açılınca ve onlar, her tepeden yeryüzüne
saldırınca.
97- Ve gerçek vait yaklaşınca
işte o zaman kâfir olanlar, gözlerini dikip kalacaklar
ve yazıklar olsun bize diyecekler, bundan gafildik,
hattâ zâlimdik biz. 211[6]
[6] Ye'cuc, Me'cuc'un seti
aşmaları, kıyamet alâmetlerindendir.
98- Şüphe yok ki siz de, Allah'ı
bırakıp taptıklarınız da cehennem odunusunuz, siz, oraya
gireceksiniz.
99- Şunlar, mâbud olsalardı
oraya uğramazlardı, halbuki hepsi de orada ebedîdir.
100- Orada şiddetle inleyerek
nefes alacak onlar ve onlar, orada hiçbir şey
duymayacaklar.
101- Fakat kendilerine,
tarafımızdan güzel bir vaitte bulunulan, haklarında
iyilik takdîr edilen kimseler, oradan uzaklaşmışlardır.
102- Orasının en hafif bir
sesini bilmez-duymaz onlar ve canlarının dilediği,
arzuladığı şeylerin içinde ebedîdir onlar.
103- O en büyük korku, onları
hüzünlendirmez ve melekler, onları karşılarlar da işte
derler, size vaadedilen gün, bugün.
104- Biz o gün göğü, kitap
sahîfe-lerini dürüp büker gibi dürüp bükeceğiz; önce
nasıl yaratmaya başladıysak tekrar yaratacağız, bu,
vaadimizdir bizim ve gerçekten de yapacağız bunu,
gücümüz yeter yapmaya.
105- Andolsun ki biz, Tevrat'tan
sonra Zebur'da da yazdık: Şüphe yok ki yeryüzü, temiz
kullarıma mîras kalır.212[7]
[7] Zebur, Ahd-i Atıyk'te
"Mezâmir" diye anılır ve yüz elli mezmurdan ibarettir.
Kur’ân'da istişhat edilen âyet, 37. mezmurun 29.
âyetidir.
106- Şüphe yok ki bu, kullukta
bulunan topluluğa bir tebliğdir.
107- Ve biz seni, ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.
108- De ki: Bana, mâbûdumuzun,
bir tek mâbut olduğu vahyedildi ancak, Müslüman oluyor
musunuz siz de?
109- Eğer yüz çevirirlerse de
ki: Aynı tarzda hepinize de bildirdim ve size vaadedilen
yakında mı olacak, uzak bir zamanda mı, onu bilmem ben.
110- Şüphe yok ki o, açık
konuşulan sözü de bilir, gizlediğiniz sözü de.
111- Ve bildirdiğim, sizi bir
sınama ve bir zamana dek geçindirme de olabilir, onu da
bilmem ben.
112- Dedi ki: Rabbim, gerçek
olarak hükmet ve Rabbimiz olan rahmânın yardımını
dileriz onun hakkında söylediğiniz aslı olmayan sözler
yüzünden.
22- HAC SURESİ
(Hasen, Medenîdir demiştir, ona
göre seferde inen âyetlerden başka bütün âyetleri,
Medine'de inmiştir. Bâzılarına göre 19. âyetten 24.
âyete kadar Medenîdir. İçinde Hac töreninden
bahsedildiği için bu adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey insanlar, çekinin
Rabbinizden, şüphe yok ki kıyâmetin sarsıntısı, pek
büyük birşeydir.
2- Onu gördüğünüz gün, bütün
emzikli kadınlar; çocuklarını bile unutup bırakır, her
gebe kadın, çocuğunu düşürür ve insanları sarhoş
görürsün, fakat sarhoş değildir onlar, ancak Allah'ın
azâbı pek çetindir.
3- İnsanlardan öylesi de var ki
bilgisi olmadığı halde Allah hakkında münâkaşaya girişir
ve her azgın Şeytanın peşine düşer.
4- Ezelden takdîr edilmiştir,
kim, onu sever, kim ona uyarsa şüphe yok ki o, azdırır
onu ve alev-alev yanan ateşin azâbına sürükler.
5- Ey insanlar, ölümden sonra
dirilme hakkında şüphedeyseniz bilin ki hiç şüphe yok,
sizi topraktan yarattık biz, sonra bir katre sudan,
sonra donmuş bir parça kandan, sonra yaratılışı
tamamlanmış, tamamlanmamış bir et parçasından size
apaçık gösterelim kudretimizi diye. Ve sizi, dilediğimiz
muayyen bir zamana dek rahîmlerde kararlaştırırız, sonra
çocuk olarak çıkarırız sizi, sonra da ergenlik çağına
getiririz ve sizden ölen olur, gene sizden, bilgisinden
sonra hiçbir şey bilmez bir hale gelen ve ömrün en
aşağılık devresine sürüklenen olur. Ve yeryüzünü kupkuru
görürsün, fakat ona yağmur yağdırdığımız zaman harekete
gelir, kabarır ve çeşitli, çifter-çifter güzelim
nebatlar bitirir.
6- Bu da, şüphe yok ki Allah'ın
gerçek oluşundandır ve şüphe yok ki o, ölüyü de diriltir
ve şüphe yok ki onun, her şeye gücü yeter.
7- Ve gerçekten de kıyâmet
gelmededir, şüphe yok onda ve gerçekten de Allah,
kabirlerdekileri diriltecektir.
8- Ve insanlardan, bilgisi ve
aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde Allah hakkında
münâkaşaya girişen var.
9- Halkı Allah yolundan
saptırmak için kendi kendine ululanır durur. Ona,
dünyada aşağılık bir durum var ve kıyâmet günü de yakıp
kavurucu azâbı tattırırız ona.
10- Bu da senin, kendi ellerinle
kendine hazırladığın şeydir ve şüphe yok ki Allah,
alabildiğine zulmetmez kullarına.
11- Ve insanlardan, Allah'a
kalbiyle değil de diliyle kulluk eden de var; ona bir
hayır isâbet ederse kalbi yatışır o hayır yüzünden,
fakat bir sınamaya uğrarsa yüzü dönüverir; dünyâda da
ziyan eder, âhirette de; işte budur apaçık ziyan.
12- Allah'ı bırakır da kendisine
ne bir zarar verebilen, ne bir fayda verebilen şeyi
çağırır. Budur işte doğruluktan tamâmıyla uzak bir
sapıklık.
13- Zararı, faydasından daha
yakın olanı çağırır; fakat ne de kötü yardımcıdır o, ne
de kötü arkadaş.
14- Şüphe yok ki Allah, inanan
ve iyi işlerde bulunanları, kıyılarından ırmaklar akan
cennetlere sokar; şüphe yok ki Allah, dilediğini yapar.
15- Allah, peygambere dünyâda
da, âhirette de yardım etmeyecek sanan bilsin ki yardım
edecektir, isterse tavana bir ip takıp assın kendini de
ölsün ve baksın da görsün, bu yaptığı düzen, kızdığı
şeyi ortadan kaldırır mı?
16- İşte biz, apaçık âyetleri
böyle indirdik ona ve şüphe yok ki Allah, dilediğini
doğru yola sevk eder.
17- Şüphe yok ki inananlar ve
Yahûdi olanlar, Sabiîler, Nasrânîler ve Mecusîlerle bir
de şirk koşan kişiler; şüphe yok ki Allah, kıyâmet
gününde onların aralarını ayırır; şüphe yok ki Allah,
her şeye tanıktır. 213[1]
[1] Zertüşt dinine mensup
bulunanlara "Mecusi" denegelmiştir. Hz. Peygamberin, bu
din mensuplarına yapılacak muâmeleyi talim ederken,
onlarla Kitap Ehli muâmelesinde bulunun dediği rivâyet
edilmiştir, Şeyh Şihabeddin Sühreverdî-i Maktul (ölm.
1191), "Hikmet-ül-İşrak" ında Zertüşt'ün, peygamber
olduğunu söyler, bu kitabı şerheden Kutbeddin Şirâzı de
aynı inancı taşır (Mevlânâ Ebül-Kelâm Azâd - Prof. Said
Nefisi: Zülkarneyn yâ Kuruş-i Kebir, s. 81-83. 2.
sûrenin 62. âyetine ait izaha da bakınız).
18- Görmez misin, Allah, şüphe
yok, öyle bir mâbut ki ona secde eder ne varsa göklerde
ve ne varsa yeryüzünde ve güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaç, hayvanlar ve insanların çoğu ve çoğu da azâbı hak
etmiştir ve Allah, kimi hor kılarsa onu kutluluğa
ulaştırıp ona lütuf ve ihsânda bulunan hiçbir kimse
bulunamaz; şüphe yok ki Allah, dilediğini yapar.
19- Şu iki zümre, Rablerinin
dini hakkında birbirleriyle çekişen iki düşmandır; kâfir
olanlara ateşten libaslar biçilmiştir, tepelerine de
kaynar su dökülecek. 214[2]
[2] Bu iki bölükten maksat,
Bedir'de, ilk karşılaşanlardır, yani Abdülmuttalip oğlu
Hamza, Ebu-Tâlip oğlu Ali, Hars oğlu Ubeyde'yle
düşmanları olan ve onlar tarafından öldürülen
müşriklerden Rabia oğlu Utbe, Utbe oğlu Velid ve Rabia
oğlu Şiybe'dir (Mecma, 2, 166).
20- Ve bu sûretle karınlarında
ne varsa o da eritilecek, derileri de.
21- Onlara demirden çomaklar da
var.
22- Ne zaman elemlerinden,
oradan çıkmak isteseler gene oraya gönderilirler de
tadın yakıp kavuran azâbı denir.
23- Şüphe yok ki Allah, inanan
ve iyi işlerde bulunanları, kıyılarından ırmaklar akan
cennetlere koyar, orada altın bilezikler ve inciler
takınıp bezenirler ve orada, elbiseleri de ipektir.
24- Ve onlar, sözün en temizini
söylemeye irşât edilmişlerdir ve onlar hamde lâyık
Tanrının yoluna irşâd edilmişlerdir.
25- Kâfir olanlar ve halkı
Allah'ın yolundan çıkaranlar ve insanlar için ibâdet
yeri olarak halkettiğimiz ve orada yurt tutanla orayı
ziyâret için gelen hakkında aynı hükümleri yürüttüğümüz
Mescid-i Harâm'dan men edenlerse. Ve kim orada nehy
edilmiş birşeyi zulmederek yapmak isterse ona elemli
azâbı tattırırız.
26- An o zamanı ki hani biz
İbrâhim'e, bana hiçbir şeyi şerik tutma ve tavâf
edenlere, namaz kılanlara, rükû edenlere, secde
kılanlara tertemiz tut evimi diye Beyt'in yerini
göstermiştik.
27- Ve insanları hacca davet et,
uzak-uzak, bütün yerlerden yaya olarak, yahut hayvana
binerek gelsinler sana.
28- Gelsinler de kendilerine âit
olan menfaâtleri elde etsinler ve kendilerine rızık
olarak verilen dört ayaklı hayvanları, muayyen günlerde
Allah'ın adını anarak kessinler. Yiyin artık onlardan ve
yok-yoksul fakiri de doyurun.
29- Sonra ihramdayken yapılmayan
şeyleri yapıp temizlensinler, adaklarını yerine
getirsinler ve tavâf etsinler Beyt-al-atıyk'ı.
30- İşte budur hac ve Allah'ın,
hürmeti emrettiği şeylere tâzîm eden kişiye bu hareketi,
Rabbi katında hayırlıdır ve size, okunan şeyler
müstesna, öküz, inek, koyun, deve helâl edilmiştir,
artık çekinin putlara tapma pisliğinden ve çekinin yalan
sözden.
31- Allah'ı bir tanıyıp ona şirk
koşmaksızın ve kim, Allah'a şirk koşarsa sanki havadan
düşmüştür de kuş kapmıştır onu, yahut da rüzgâr almış,
pek uzak bir yere sürüp atmıştır onu.
32- İşte böyledir bu ve kim
Allah dininin hükümlerini ulularsa şüphe yok ki bu
hareket, yüreklerdeki çekinme duygusundandır.
33- Kurbanlık hayvanlarda,
muayyen bir zamanadek faydalar var size, sonra varıp
gidecekleri yer, Beyt-al-Atıyk'tir.
34- Her ümmete kurban kesmeyi
meşrû kıldık davarlardan onlara rızık olarak
verdiklerimizi keserlerken Allah'ın adını anmaları
şartıyla ve bilin ki mâbûdunuz, bir mâbuttur artık ona
teslîm olun ve müjdele itâat edip alçak gönüllü
olanları.
35- Öyle kişilerdir onlar ki
Allah anılınca yürekleri oynar korkudan ve uğradıkları
müsîbetlere katlanırlar, namaz kılmaya devâm ederler ve
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını
harcarlar yoksullara.
36- Büyük develeri de Allah'ın
size meşrû kıldığı kurbanlık hayvanlar olarak yarattık,
onlarda hayır ve menfaat var size. Artık onlar,
ayaktayken onları boğazlayın ve Allah'ın adını anın,
yanüstü düştükleri zaman da hem siz yiyin ondan, hem de
yoksulluğunu bildirip isteyen ve gizleyip istemeyen
yoksulları doyurun; siz şükredesiniz diye böylece onları
da râm ettik size.
37- Onların ne etleri Allah'a
ulaşır, ne kanları, fakat sizin çekinmenizdir ki ona
ulaşır. Sizi doğru yola sevkettiğin-den dolayı Allah'ı
büyük bilmeniz için onları da râm etti size ve müjdele
iyilik edenleri.
38- Şüphe yok ki Allah,
inananlardan müşriklerin şerrini defedecek; şüphe yok ki
Allah, hâinlikte ileri giden nankörlerin hiçbirini
sevmez.
39- Kendileriyle savaşa
girişilenlere, zulme uğradıklarından dolayı savaşmaya
izin verildi ve şüphe yok Allah'ın, onlara yardım etmeye
gücü yeter elbette.
40- O kişilerdir onlar ki ancak
Rabbimiz Allah'tır dediklerinden dolayı haksız olarak
yurtlarından çıkarıldılar ve eğer Allah, insanların bir
kısmını bir kısmıyle defetmeseydi, içlerinde Allah
adının çok anıldığı manastırlar da yıkılırdı, havralar
da, kiliseler de, mescitler de ve Allah, kendisine
yardım edene mutlaka yardım eder; şüphe yok ki Allah,
kuvvetlidir, üstündür.
41- O kişilerdir onlar ki onları
yeryüzünde yerleştirdik mi namaz kılarlar, zekât
verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye
çalışırlar ve bütün işlerin sonucu, Allah'a varır.
42- Seni yalanlarlarsa onlardan
önce gelip geçen Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de
yalanlamışlardı.
43- Ve İbrâhim kavmi de, Lût
kavmi de.
44- Ve Medyen ehli de
yalanlamıştı ve Mûsâ da yalanlanmıştı da onların azâbını
geciktirdim, bir mühlet verdim onlara da sonra helâk
ediverdim onları; nasılmış beni inkâr etmek, nasıl da
devletlerini felâkete çevirmişim.
45- Nice şehirler var ki halkı
zâlim olduğundan helâk ettik onları ve o şehirlerin
tavanları, duvarlarına çökmüş, yerle bir olmuş, ıpıssız
kalmış ve nice kuyular kuruttuk, nice yüce köşkler
yıktık.
46- Akıl ve tedbîre sâhip olacak
akıl, duyup anlayacak kulak elde etmek için hiç de mi
yeryüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör
olmaz ama gönüllerdeki can gözleri körleşir.
47- Azâbın, çabucak gelip
çatmasını isterler senden ve Allah, vaadinden caymaz
kesin olarak ve Rabbinin katında bir gün, sizin sayıp
durduğunuz bin yıl gibidir.
48- Ve nice şehir var ki halkı
zâlim olduğundan mühlet verdik onlara da sonra helâk
ediverdim ve dönüp gelecekleri yer de benim tapımdır.
49- De ki: Ey insanlar, ben
ancak size, apaçık bir korkutucuyum.
50- İnanan ve iyi işlerde
bulunanlaradır yarlıganmak ve güzel bir rızık.
51- Delillerimize karşı gelmeye
uğraşanlara gelince: Onlar, alev-alev yanan cehennemin
ehlidir.
52- Ve senden önce, şeriât
sâhibi veya başkasının şeriâtine uymuş hiçbir peygamber
göndermedik ki o, bir şey dilediği zaman Şeytan, onun
dileğine bir fitne katmaya uğraşmasın. Fakat Allah,
Şeytan'ın katmak istediği şeyi bozar, sonra da
âyetlerini sağlamlaştırır ve Allah, her şeyi bilir,
hüküm ve hikmet sâhibidir.
53- Bu da, Şeytan'ın katmak
istediği şeyi, gönüllerinde hastalık olanlarla yürekleri
katı bulunanlara bir sınama yapmak içindir ve şüphe yok
ki zâlimler, gerçekten pek uzak bir ayrılık içindedir.
215[3]
[3] Kur’ân'ın 53. sûresinin 19
ve 20. âyetlerini okuyan Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bu
âyetlerden sonra "onlar yüce ak kuşlardır, gerçekten de
elbette şefaatleri uludur" dediği ve Lât, Menât ve Uzzâ
adlı putları övdüğü ve bu sözleri duyan müşriklerin,
Muhammed' le aramızda bir şey kalmadı, bizim putlarımızı
övdü, biz de bir ulu Tanrının varlığını biliyorduk,
fakat putlarımız da bize şefaatçidir diyerek sûrenin
sonundaki secde âyetini duyunca müminlerle berâber secde
ettikleri, İbn-i Abbas'tan rivâyet edilmiştir. Ona göre
bu sözleri, Hz. Muhammed (s.a.a)'e Şeytan söylemiş, o da
vahiy sanarak okumuştur. Sonradan bu iki ayet, bu
münasebetle vahyedilmiştir. Bu rivayet, 53. sûrenin,
yukarda işaret edilen ayetlerinden sonraki 23. ayetinden
de açıkça anlaşıldığı gibi tamamıyla uydurmadır. Çünkü
23. ayette, putların, hiçbir şeye güçleri yetmediği ve
onların, müşrikler ve ataları tarafından konmuş birer
addan başka bir şey olmadıkları bildirilmektedir. Aynı
zamanda söylenen bir sözün içinde hem medih, hem zem
olamaz. Olsa dinleyenler, söyleyeni de kabul etmezler,
söyleneni de. Bu bakımdan, esasen senedi zayıf olan
olayı tevile hiç lüzum yoktur, çünkü öyle bir olay
yoktur.
54- Bir de bu sûretle
kendilerine bilgi verilenler, bilirler ki Kur'ân,
Rabbinden gelen bir gerçektir ve artık inanırlar ona,
gönülleri, onunla tevâzuya erişir ve şüphe yok ki Allah,
inananları elbette doğru yola sevk eder.
55- Kâfir olanlarsa, kıyâmet
gelip çatmadıkça, yahut o kısır gün, onlara gelmedikçe
onun hakkında şüphe etmekten kurtulamazlar.
56- O gün, saltanat ve tasarruf,
Allah'ındır, aralarını hükmeder o, inanıp iyi işlerde
bulunanlar, nîmetlerle dolu cennetlerdedir.
57- Kâfir olup delillerimizi
yalanlayanlarsa, onlar içindir horlayan, aşağılatan
azâp.
58- Allah yolunda yurtlarından
göçenleri, sonra öldürülenleri, yahut ölenleri Allah,
mutlaka güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır ve şüphe
yok ki Allah, elbette rızık verenlerin en hayırlısıdır.
59- Mutlaka onları, hoşnut
olacakları bir yere ithal edecektir ve şüphe yok ki
Allah, her şeyi bilir ve azâp etmede acele etmez.
60- Böyledir bu ve kim bir
cezâya uğrar da cezâ edeni ona benzer bir sûrette
cezâlandırırsa, sonra da gene aleyhine taşkınlıkta
bulunulursa Allah yardım eder ona; şüphe yok ki Allah,
suçları bağışlar, örter.
61- Böyledir bu, çünkü Allah,
geceyi kısaltır, gecenin bir kısmını gündüz yapar,
gündüzü kısaltır, bir kısmını gece yapar ve şüphe yok ki
Allah, her şeyi duyar, görür.
62- Böyledir bu, çünkü Allah,
gerçektir ve şüphe yok ki ondan başka neyi çağırırlarsa
boştur, aslı yoktur ve şüphe yok ki Allah, pek yücedir,
pek büyük.
63- Görmez misin, şüphe yok ki
Allah, gökten yağmur yağdırır da yeryüzü yemyeşil olur;
şüphe yok ki Allah, lütuf ve ihsân sâhibidir, her şeyden
haberdardır.
64- Onundur ne varsa göklerde ve
ne varsa yeryüzünde ve şüphe yok ki Allah, müstağnîdir
her şeyden ve odur hamde lâyık.
65- Görmez misin, şüphe yok ki
Allah, râm etmiştir size yeryüzünde ne varsa ve emriyle
denizde akıp giden gemiyi ve izni olmadıkça gökyüzünü
yeryüzüne yıkmaz da tutar; şüphe yok ki Allah, insanları
pek esirger ve rahîmdir.
66- Öyle bir mâbuttur ki sizi
diriltti, sonra öldürür, sonra gene diriltir, fakat
şüphe yok ki insan, pek nankördür.
67- Ve her ümmete bir din
verdik, o dine göre ibâdette bulunurlar, artık seninle
her hususta çekişmeye kalkışmasınlar ve Rabbinin yoluna
çağır, şüphe yok ki sen, doğru yolu bulmuşsun.
68- Seninle mücâdele ederlerse
artık Allah de, ne yaptığınızı bilir.
69- Allah, kıyâmet günü, ne
hususta aykırılığa düştüyseniz, aranızda hükmeder sizin.
70- Bilmez misin ki Allah,
gerçekten de bilir ne varsa göklerde ve ne varsa
yeryüzünde; şüphe yok ki bu, bir kitapta tespît
edilmiştir; şüphe yok ki bu, Allah'a pek kolaydır.
71- Ve bu hususta kendilerinin
bir delilleri olmadığı ve bir bilgiye sâhip
bulunmadıkları halde Allah'ı bırakırlar da başka şeylere
kulluk ederler ve zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.
72- Onlara apaçık âyetlerimizi
okudun mu yüzlerinde inkâr alâmetleri belirir, görüp
tanırsın sen de; neredeyse âyetlerimizi onlara
okuyanlara saldırıverecekler. De ki: Bundan daha şer,
daha da beter bir şey haber vereyim mi size: Ateş.
Allah, kâfir olanlara vaadetmiştir onu ve orası, dönüp
gidilecek ne de kötü yer.
73- Ey insanlar, bir örnek
getirilmede, dinleyin onu: Allah'ı bırakıp da taptığınız
putlar yok mu, onlar, bir sineği bile yaratamazlar kesin
olarak, hattâ hepsi bir araya gelse bile ve sinek,
onlardan bir şey kapıp gitse onu da tekrar geri
alamazlar ondan; isteyen de âcizdir, istenen de.
74- Onlar, Allah'ın büyüklüğünü
hakkıyla bilemediler; şüphe yok ki Allah, kuvvet
sâhibidir, üstündür.
75- Allah, meleklerden ve
insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah,
duyar, görür.
76- Bilir ne varsa önlerinde ve
ne varsa artlarında ve bütün işler, dönüp Allah'a varır.
77- Ey inananlar, rükû edin,
secde edin, kulluk edin Rabbinize ve hayır işleyin de
kurtulun, erin muradınıza.
78- Ve Allah için hakkıyla
savaşın. O seçti sizi ve dinde bir güçlük vermedi size;
babanız İbrâhim'in dini. O mâbuttur daha önce ve bu
Kur'ân'da size Müslüman adını takan, Peygamber, size
tanık olsun, siz de insanlara tanıklık edin diye. Artık
namaz kılın, zekât verin ve sarılın Allah'a, odur
dostunuz; ne de güzel dosttur, ne de güzel yardımcı.
23- MU'MİNÛN SURESİ
(Sûre, inananları ve vasıflarını
anarak başladığı için bu adı almıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gerçekten de kurtulmuşlardır,
muratlarına ermişlerdir inananlar.
2- Öyle kişilerdir onlar ki
namazlarını gönül alçaklığıyla kılarlar.
3- Ve öyle kişilerdir onlar ki
boş şeylerden yüz çevirirler.
4- Ve öyle kişilerdir onlar ki
zekâtlarını verirler.
5- Ve öyle kişilerdir onlar ki
ırzlarını korurlar.
6- Ancak eşleri, ve malları olan
cariyeleri müstesna ve bunda da hiç kınanmaz onlar.
7- Bunun ötesinde bir şey
isteyenlerse, onlardır haddi aşanlar.
8- Ve öyle kişilerdir onlar ki
emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.
9- Ve öyle kişilerdir onlar ki
namazlarını korurlar.
10- Onlardır mîrasçılar.
11- Öyle kişilerdir onlar ki
Firdevs'i mîras alırlar ve onlar orada ebedî kalırlar.
12- Andolsun ki biz insanı,
balçık mayasından yarattık.
13- Sonra onu, sağlam bir karar
yurdunda bir katre su kıldık.
14- Sonra o bir katre suyu kan
pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir parça
et hâline soktuk, derken ette kemikler yarattık, derken
kemiklere et giydirdik, sonra da onu başka bir
yaratılışla meydana getirdik; ne yücedir şanı
yaratıcıların en güzeli Allah'ın.
15- Sonra şüphe yok ki siz
öleceksiniz.
16- Sonra gene şüphe yok ki
kıyâmet günü tekrar diriltileceksiniz.
17- Ve andolsun ki üstünüzde
yedi yol yarattık ve bu yaratıştan gafil değiliz biz.
216[1]
[1] Yedi yoldan maksat yedi
göktür.
18- Ve gökten, ihtiyaç
miktârınca yağmur yağdırdık da yağmur suyunu yerde
kararlaştırdık, topladık ve bizim, hiç şüphe yok ki onu
gidermeye de gücümüz yeter.
19- Onunla da size hurmalıklar
ve üzüm bağları meydana getirdik, oralarda sizin için
birçok meyvelar var, onlardan yemedesiniz.
20- Ve Tûr-ı Seynâ'dan çıkan bir
ağaç da meydana getirdik ki yağıyla ve yiyenlere,
katığıyla biter.
21- Ve şüphe yok ki dört ayaklı
hayvanlarda da ibret var sizin için elbette;
karınlarındakini içiririz size ve onlarda, size daha
birçok da faydalar var ve bir kısmını yersiniz.
22- Onlara ve gemiye binersiniz.
23- Ve andolsun ki Nûh'u kavmine
gönderdik de ey kavmim dedi, kulluk edin Allah'a, size
yoktur ondan başka bir mâbut, hâlâ mı çekinmeyeceksiniz?
24- Kavminin ileri gelenlerinden
kâfir olanlar, bu dediler, sizin gibi bir insandan başka
bir şey değil, size üstün olmayı dilemekte ve Allah
isteseydi melekleri indirirdi, fakat bizden önce gelip
geçen atalarımız zamanında da böyle bir şey olduğunu
duymadık biz.
25- Bu, deliliğe tutulmuş bir
adam ancak, artık bir zamanadek gözetleyin bunu.
26- Nûh, Rabbim dedi, beni
yalanlamalarına karşı sen yardım et bana.
27- Derken ona, nezâretimiz
altında ve vahyimize uyarak bir gemi yap diye vahyettik;
derken emrimiz gelip tandırın altından su kaynamaya
başlayınca her mahlûktan birer çifti ve helâki takdîr
edilenden başka âilenden olanları gemiye yükle ve
zulmedenler hakkında bana söz söyleme, şüphe yok ki
onlar garkolacaklar dedik.
28- Sen ve seninle berâber
bulunanlar, gemiye oturunca da hamdolsun Allah'a ki de,
bizi zâlim topluluktan kurtardı.
29- Ve de ki: Rabbim, beni
kutlulukla indir ve sensin indirenlerin en hayırlısı.
30- Şüphe yok ki bundan deliller
var elbet ve şüphesiz ki biz, insanları deneriz.
31- Sonra onların ardından,
başka bir nesil meydana getirdik.
32- Derken onlara, kendi
cinslerinden bir peygamber gönderdik de kulluk edin
Allah'a dedi, yoktur size ondan başka bir mâbut, hâlâ mı
çekinmezsiniz?
33- Kavminin ileri gelenlerinden
kâfir olanlar ve âhirete ulaşmayı yalanlayanlar, onlara
dünyâ yaşayışında nîmetler verdiğimiz halde bu dediler,
sizin gibi bir insandan başka bir şey değil; yediğiniz
şeylerden o da yemekte ve içtiğiniz şeylerden o da
içmekte.
34- Kendiniz gibi bir insana
itâat ederseniz o zaman gerçekten de ziyan edersiniz.
35- Ölüp toprak ve kemik
kesildikten sonra kabirden çıkacağınızı mı vaadediyor
size?
36- Size vaadedilen şey,
gerçekten ne de uzak, ne de uzak.
37- Yaşayış, ancak şu dünyâdaki
yaşayışımızdan ibâret; ölürüz, yaşarız ve tekrar
dirilmeyiz biz.
38- Bu, ancak yalan yere Allah'a
iftirâ eden bir adam ve biz, ona inanmayız.
39- Rabbim dedi, beni
yalanlamalarına karşı sen yardım et bana.
40- Tanrı, az bir zamanda dedi,
herhalde nâdim olacaklar.
41- Gerçek ve yerinde gelen bir
bağırışla onları helâk ediverdik de selle sürüklenip
gelen çer-çöpe döndürdük; artık uzaklık, zulmeden
topluluğa.
42- Sonra onların ardından,
başka bir nesil meydana getirdik.
43- Hiçbir ümmet, helâk edilmesi
mukadder olan zamânı ileriye alamayacağı gibi geriye de
atamaz.
44- Sonra birbiri ardınca
peygamberlerimizi gönderdik. Bir ümmete peygamber geldi
mi yalanladılar onu, biz de bir kısmını, bir kısmının
peşine takıp birbiri ardınca helâk ettik onları ve
adları, sözleri kaldı ancak; artık uzaklık inanmayan
topluluğa.
45- Sonra Mûsâ'yı ve kardeşi
Hârûn'u, delillerimizle ve apaçık bir burhanla
gönderdik.
46- Firavun'a ve kavminin ileri
gelenlerine, ululanmak istediler ve kibirli bir
topluluktu onlar.
47- Derken, inanacağız mı bizim
gibi iki insana, kavimleri de bize kulluk etmede
dediler.
48- Dediler de ikisini de
yalanladılar ve onlar, helâk edilenlerdi zâten.
49- Andolsun ki biz, doğru yolu
bulsunlar diye Mûsâ'ya kitap vermiştik.
50- Ve Meryemoğlunu ve anasını
kudretimize birer delil olarak yaratmış, onları düz,
otlak ve sulak bir tepede barındırmıştık.
51- Ey Peygamberler, yiyin temiz
şeyleri ve iyi işlerde bulunun, şüphe yok ki ben,
yaptıklarınızı bilirim.
52- Ve şüphe yok ki şu
ümmetiniz, bir ümmetten ibârettir ve ben de Rabbinizim,
artık çekinin benden.
53- Fakat din husûsunda
ayrıldılar ve ayrılanlar, kendi kitaplarından başka
kitapları inkâr ettiler ve her bölük, kendi elindekine
râzı oldu, onunla övünmiye koyuldu.
54- Artık bir zamânadek
sapıklıkları içinde bırak onları.
55- Sanıyorlar mı ki onlara mal
ve evlât vererek mükâfatlandırmadayız, yardım etmedeyiz
onlara.
56- Hayırlara ulaşıvermelerini
sağlamadayız, hayır, anlamıyorlar.
57- Şüphe yok, öyle kişilerdir
onlar ki Rablerinin büyüklüğünden korkarlar.
58- Öyle kişilerdir onlar ki
Rableri-nin delillerine inanırlar.
59- Öyle kişilerdir onlar ki
Rablerine şirk koşamazlar.
60- Öyle kişilerdir onlar ki
verecekleri neyse verirler ve yürekleri, şüphesiz olarak
dönüp Rablerinin tapısına varacaklarını bildikleri için
korkuyla dolar.
61- Onlardır hayırlara,
yarışırcasına koşanlar ve onlardır hayırlarda önde
bulunanlar.
62- Ve biz, hiç kimseye gücü,
yetmeyeceği bir şey teklif etmeyiz ve katımızdadır
gerçek olanı söyleyen kitap ve onlar, zulüm görmezler.
63- Hayır, onların gönülleri, bu
hususta sapıklık içindedir ve onların, bundan başka
işledikleri işler var, onlar, o işleri işlerler.
64- Sonunda nîmet içinde
yaşayanlarını azâba uğrattığımız zaman feryâda ve
yalvarmaya başlarlar.
65- Bugün feryât edip
yalvarmayın, şüphe yok ki bizden bir yardım
göremezsiniz.
66- Size âyetlerimiz okunduğu
zaman gerisin geriye dönerdiniz.
67- Ululanırdınız orada ve
geceleyin de Peygamber hakkında ulu-orta söylenirdiniz.
68- Şu Kur'ân'ı bir iyice
düşünmezler mi, yoksa evvelce gelip geçen atalarına
gelmeyen bir şey mi geldi onlara?
69- Yoksa Peygamberlerini
tanımazlar mı ki onu inkâr etmedeler?
70- Yoksa onda delilik var mı
derler? Hayır, o, gerçek olan Kur'ân'la gelmiştir
onlara, fakat çoğu gerçeği istemez.
71- Gerçek Tanrı, onların
dileklerine uysaydı elbette gökler de bozulur-giderdi,
yeryüzü de, onlarda olan varlıklar da. Hayır, biz onlara
kendi yüceliklerini getirdik, gösterdik, fakat onlar
kendi yüceliklerinden de yüz çevirmedeler.
72- Yoksa onlardan ücret mi
istiyorsun? Gerçekten de Rabbinin mükâfatı daha
hayırlıdır ve o, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73- Şüphe yok ki sen, onları
mutlaka doğru yola çağırmadasın.
74- Fakat gerçekten de âhirete
inanmayanlar, doğru yoldan sapıyorlar.
75- Onlara acırsan ve
uğradıkları zararı giderirsen gene azgınlıklarında
şaşkıncasına ısrâr edip giderler.
76- Andolsun ki biz onları
azaplandırmıştık da gene Rablerine baş eğmemişlerdi ve
yalvarmamışlardı.
77- Sonunda, onlara çetin bir
azap kapısı açmıştık da o zaman her şeyden ümitlerini
kesmişlerdi.
78- Ve o, bir mâbuttur ki size
kulak, gözler ve kalpler verdi ne de az şükrediyorsunuz.
79- Ve o, bir mâbuttur ki sizin
için bitirdi yeryüzündekileri ve onun tapısında
haşrolacaksınız.
80- Ve o, bir mâbuttur ki
diriltir ve öldürür ve geceyle gündüzün uzanıp kısalması
da onun tedbîriyledir, akıl etmez misiniz?
81- Hayır, onlar, hep
evvelkilerin dedikleri gibi demedeler.
82- Dediler ki: Öldükten ve
toz-toprak ve kemik kesildikten sonra mı diriltileceğiz?
83- Andolsun ki bize de, daha
önce atalarımıza da vaadedilmişti bu, fakat bu,
öncekilerin masallarından başka bir şey değil.
84- De ki: Kimindir yeryüzü ve
orada bulunanlar biliyorsanız eğer?
85- Diyecekler ki: Allah'ın. De
ki: O halde ne diye hâlâ düşünüp anlamazsınız?
86- De ki: Kimdir Rabbi yedi
göğün ve Rabbi pek büyük arşın.
87- Diyecekler ki: Bunlar da
Allah'ın. De ki: Ne diye hâlâ çekinmezsiniz?
88- De ki: Kimdir her şeyin
saltanat ve tasarrufu elinde olan ve odur koruyan, oysa
korunmaya muhtaç değil; biliyorsanız eğer?
89- Diyecekler ki: Bunlar da
Allah'ın. De ki: Ne diye hâlâ boş şeylere
kapılmadasınız?
90- Hayır, biz onlara gerçeği
getirdik ve şüphe yok ki onlar, yalan söylemedeler
elbette.
91- Allah, hiç kimseyi evlât
edinmez ve onunla birlikte bir başka mâbut yoktur,
olsaydı her mâbut, kendi halkettiğini benimseyip alır
gider ve bir kısmı, öbürlerinden üstün olurdu.
Münezzehtir Allah onların söylediklerinden.
92- Gizliyi de bilir, görüneni
de; gerçekten de yücedir şirk koşanların ona eş
tanıdıkları şeylerden.
93- De ki: Rabbim, onlara
vaadedileni bana göstereceksen.
94- Rabbim, beni zâlim
topluluğun içinde bırakma.
95- Ve şüphe yok ki bizim,
onlara vaadettiğimiz şeyleri sana göstermeye gücümüz
yeter elbette.
96- Kötülüğü, en güzel bir huyla
defet, biz, onların neler dediğini, bizi ne çeşit tavsîf
ettiklerini daha iyi biliriz.
97- Ve de ki: Rabbim, sana
sığınırım Şeytanların vesveselerinden.
98- Ve sana sığınırım Rabbim,
onların yanımda bulunmalarından.
99- Sonunda, onlardan birine
ölüm gelip çattı mı Rabbim der, beni geriye, tekrar
dünyâya yolla da.
100- Belki iyi işler işlerim ve
zâyi ettiğim ömrü telâfî ederim. Hayır, boş bir söz,
onun söylediği söz. Onların önlerinde, diriltilip
mezarlarından çıkarılacakları günedek bir berzah var.
101- Sûra üfürülünce aralarında
ne soy-sop var, ne de birbirlerinin halini
soruştuRabilirler o gün.
102- Kimin iyilikleri ağır
gelirse o çeşit kişilerdir kurtulanlar, muratlarına
erenler.
103- Ve kimin iyilikleri hafif
gelirse gerçekten de o çeşit kişilerdir kendilerini
ziyana sokanlar, cehennemde ebedîdir onlar.
104- Yüzlerini yalar ateş ve
onlar, orada somurtup kalırlar.
105- Siz değil miydiniz size
âyetlerim okunurken onları yalanlayanlar?
106- Rabbimiz derler,
kötülüğümüz üst oldu bize ve doğru yoldan sapmış bir
topluluk olduk.
107- Rabbimiz, bizi buradan
çıkar, gene kötülüğe dönersek gerçekten de zulmetmiş
oluruz artık.
108- Hoşt, defolun oraya ve bana
da söz söylemeyin der.
109- Şüphe yok ki bir bölük
vardır kullarımdan, Rabbimiz derler, inandık, yarlıga
bizi ve acı bize ve sensin merhametliler merhametlisi.
110- Halbuki siz, onları alaya
aldınız da sonunda beni anmayı unutturdu size bu hal ve
siz onlara gülerdiniz.
111- Şüphe yok ki ben de
sabrettiklerine karşılık bugün onları
mükâfatlandıracağım; şüphe yok ki onlardır muratlarına
erenlerin ta kendileri.
112- Yeraltında kaç yıl kaldınız
der.
113- Bir gün derler, yahut da
bir günün bir kısmı kadar, artık, sayanlara sor.
114- Ancak pek az kaldınız der,
fakat bir bilseniz âhiretin ebedîliğini.
115- Yoksa sizi ancak boşu
boşuna yarattık gerçekten de dönüp tapımıza
gelmeyeceksiniz mi sanıyordunuz?
116- Yücedir her şeye sâhip ve
mutasarrıf olan gerçek Allah, yoktur ondan başka
tapacak, güzelim arşın de sâhibidir.
117- Ve kim Allah'la berâber bir
başka mâbûdu çağırırsa onun, bu hususta bir burhânı
yoktur; sorusu da Rabbine âittir onun; hiç şüphe yok ki
kâfirler, kurtulmazlar, muratlarına ermezler.
118- Ve de ki Rabbim, yarlıga
acı ve sensin acıyanların en hayırlısı.
24- NÛR SURESİ
Sûrenin 35. âyetinde nurdan
bahsedildiği için bu adı almıştır ve bâzı âyetler gibi
bu âyetin de adı vardır ve nur âyeti denir.
Rahman ve Rahîm Allah adıyla
1- Bir sûredir ki onu indirdik
ve hükümlerini farzettik ve anıp ibret alın diye onda
nice apaçık deliller de gösterdik.
2- Zinâ eden kadınla zinâ eden
erkeğin herbirine yüzer sopa vurun ve Allah dinindeki bu
hüküm husûsunda onları esirgemeniz tutmasın ve
azaplarını da inananların bir bölüğü görsün. 217[1]
[1] Dayakta, üsteki palto, kürk
gibi şeyler çıkarılır, diğer elbise çıkarılmaz. Sopanın,
yalnız deriyi incitmesi, ete tesir etmemesi şarttır.
Bunun için vuran kişinin, dirseğini bedeninden
ayırmaması gerektir. Bu bakımdan dayak, adeta bir teşhir
cezasından ibarettir. Zinada dayağın şartı, zina edenle
zina edilenin evli olmamalarıdır. Aksi takdirde ayrı
bele kadar toprağa gömüp taşlayarak öldürme cezası
tatbik edilir.
3- Zinâ eden erkek, ancak zinâ
eden kadını, yahut şirk koşan kadını nikâhlayabilir ve
zinâ eden kadın da ancak zinâ eden erkekle, yahut şirk
koşanla nikâhlanabilir ve bu, inananlara harâm
edilmiştir.
4- Hür namuslu kadınlara iftirâ
edip de sonra dört tanık getiremeyenlere de seksen sopa
vurun ve tanıklıklarını ebedîyen kabûl etmeyin ve
onlardır buyruktan çıkanların ta kendileri.
5- Ancak bundan sonra tövbe
ederler ve düzgün bir hâle gelirlerse artık şüphe yok ki
Allah, suçları örter rahîmdir.
6- Eşlerinin zinâ ettiğini
söyleyenlere gelince: Kendilerinden başka tanık yoksa,
gerçekten de doğru söyleyenlerden olduklarına dâir
herbirinin, dört kere tanıklık etmesi gerektir.
7- Beşincide, yalancılardansam
Allah'ın lâneti yalancıya diye tanıklık eder.
8- Kadının, Allah adına dört
kere tanıklık edip kocasının, gerçekten de yalancılardan
olduğunu söylemesi, cezâyı, kendisinden giderir.
9- Beşincide, kocam doğru
söyleyenlerdense gerçekten de Allah'ın gazabı bana der.
10- Allah'ın, size lütfü ve
rahmeti olmasaydı ve şüphesiz bir sûrette Allah,
tövbeleri kabûl etmeseydi, hüküm ve hikmet sâhibi
bulunmasaydı ne yapardınız?
11- O uydurma haberi size
getiren sizden bir tâifedir; onu şer sanmayın kendinize,
hattâ o, hayırdır size. Onlardan herbirinin kazandığı
günah, kendisine âittir, içlerinden, suçun en büyüğünü
yüklenene gelince: Onundur en büyük azap.
12- Bunu duydukları zaman inanan
erkeklerle kadınlar, kendilerine nasıl hüsnü zanda
bulunuyorlarsa öylece hüsnü zanda bulunsalardı da bu,
apaçık bir iftirâ deselerdi.
13- Bu işe âit dört tanık
getirselerdi ya. Tanık getiremeyince de onlar, Allah
katında yalancıların ta kendileridir.
14- Dünyâda ve âhirette
Allah'ın, size lütfü ve rahmeti olmasaydı daldığınız o
dedikodu yüzünden mutlaka pek büyük bir azâba
uğrardınız.
15- O zaman siz, onu ağızdan
ağıza naklediyor ve hiçbir bilginiz olmayan o şeyi
ağızlarınızla söyleyip duruyordunuz ve sanıyordunuz ki
o, kolay bir şey, halbuki o, Allah katında pek büyük
birşeydi.
16- Duyduğunuz vakit, buna dair
bir söz söylemek, bize düşmez; hâşâ, bu, pek büyük bir
iftirâ deseydiniz.
17- Eğer inanmışsanız Allah size
öğüt vermededir bir daha ebedîyen buna benzer birşeye
dönmemeniz hakkında.
18- Ve Allah, size delillerini
apaçık bildirmededir ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve
hikmet sâhibidir.218[2]
[2] Mustalak oğullarıyla savaşa
gidilirken Ayişe de vardı. Savaştan Medine'ye dönülürken
bir yerde konaklanmıştı. Ayişe orada deveden inmiş,
biraz eğlenmişti. Bu sırada gerdanlığını kaybetmişti.
Onu ararken kafile, Ayişe hevdiçtedir sanarak hareket
etmişti. Ayişe, gerdanlığını bulduktan sonra kafilenin
konduğu yere gelmiş, kafilenin göçtüğünü anlayınca orada
oturmuş, birisinin gelip götürmesini beklemeye başlamış,
bu sırada uykusu gelmiş, uyumuştu. Kafilenin ardından
gelen Safvan, Ayişe'yi görünce devesine bindirmiş,
kervana ulaştırmıştı. Münafıkların başı Ubeyy oğlu
Abdullah, bu olayı fırsat bilmiş, Ayişe hakkında kötü
sözler söylemeye başlamış, münafıklarla beraber bazı
müminler de o sözlere inanarak dedikoduya girişmişlerdi.
Hz. Muhammed (s.a.a), Ayişe'nin isteği üzerine onu,
babasının evine göndermişti. Hz. Muhammed (s.a.a), bu
hususta Ali (a.s) ve Üsame'yle danışmış, Üsame Ayişe'nin
lehinde sözler söylemiş, Hz. Ali (a.s) ise, kadınların
hepsi bir, onun üstüne düşmende sebep yok demişti. Altı
ay sonra bu ayetler vahyedilmiş, Hz. Muhammed (s.a.a)
Ayişe'yi müjdelemiş ve babasının evinden almıştı.
19- İnananlar arasında kötü
şeylerin yayılmasını sevenleredir dünyâda ve âhirette
elemli azap ve Allah, her şeyi bilir, sizse bilmezsiniz.
20- Allah'ın, size lütfü ve
merhameti olmasaydı ve şüphesiz bir sûrette Allah,
esirgeyici ve rahîm bulunmasaydı ne yapardınız?
21- Ey inananlar, Şeytan'ın
izini izlemeyin ve kim, Şeytan'ın izini izlerse bilsin
ki hiç şüphe yok o, çirkin ve kötü şeyleri buyurur ve
Allah'ın, size lütfü ve rahmeti olmasaydı içinizden
hiçbiriniz, ebedîyen temiz bir hâle gelemezdi, fakat
Allah dilediğini temizler ve Allah, her şeyi duyar,
bilir.
22- Üstün ve geçimi geniş
olanlarınız, akrabâya, yoksullara ve Allah yolunda
yurtlarından göçenlere vermekten çekinmesinler ve iyilik
etmeyi terketmesinler ve bağışlasınlar ve suçtan
geçsinler. Allah'ın, sizi yarlıga-masını sevmez, istemez
misiniz? Ve Allah suçları örter, rahîmdir. 219[3]
[3] Bkz. Dipnot 216
23- Hiçbir şeyden haberi olmayan
hür, nâmuslu, inanmış kadınlara iftirâ edenlere, dünyâda
da lânet edilmiştir, âhirette de ve onlaradır pek büyük
azap.
24- O günde ki kendi dilleri,
elleri ve ayakları, yaptıkları şeylere dâir kendilerinin
aleyhinde tanıklık eder.
25- O gün Allah, onların gerçek
cezâlarını tam olarak verir ve bilirler ki Allah,
şüphesiz olarak apaçık gerçek mâbuttur.
26- Pis kadınlar, pis
erkeklerindir ve pis erkekler, pis kadınların ve temiz
kadınlar, temiz erkeklerindir ve temiz erkekler, temiz
kadınların; onlar, öbürlerinin söyledikleri sözlerden
uzaktır, onlarındır yarlıganma ve güzelim bir rızık.
27- Ey inananlar, kendi
evlerinizden başka evlere, sâhipleriyle tanışmadan ve
onlara selâm vermeden girmeyin, düşünüp öğüt almanız
için daha hayırlıdır bu size.
28- Orada kimseyi bulamazsanız
size izin verilmedikçe girmeyin ve eğer, geri dönün
denirse size dönün artık, bu, sizin için daha temiz bir
harekettir ve Allah, ne yaparsanız hepsini bilir.
29- Orada bir menfaatiniz varsa
içinde kimse oturmayan eve girmenizde bir suç yok size
ve Allah, açığa vurduğunuzu da bilir, gizlediğinizi de.
30- İnananlara söyle: Gözlerini
haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, bu, daha
temiz bir harekettir size. Şüphe yok ki Allah, ne
işlerseniz hepsinden de haberdardır.
31- İnanan kadınlara da söyle,
gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve
açığa çıkanlardan, görünenlerden başka ziynetlerini
göstermesinler ve örtülerini, göğüslerini örtecek bir
tarzda omuzlarından aşağıya doğru salsınlar;
kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının
babasından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından,
yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin
oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından,
yahut Müslüman kadınlardan, yahut kendi malları olan
kölelerden, yahut erkeklikten kesilmiş veya kudreti
olmayan erkek hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların
gizli hallerine vâkıf olmayan erkek çocuklardan başka
erkeklere ziynetlerini göstermesinler; gizledikleri
ziynetler, bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar ve
tövbe edin hepiniz Allah'a ey inananlar da kurtulun,
erin murâdınıza.220[4]
[4] Bu âyet de yukarda anlatılan
olay üzerine vahyedilmiştir. "Hicab âyeti" diye anılır.
32- Sizden bekâr olanları ve
kölelerinizden, câriyelerinizden temiz olanları
nikâhlayıp evlendirin; yoksulsalar Allah, lûtfuyla
zengin eder onları ve Allah'ın lütfü boldur ve o, her
şeyi bilir.
33- Evlenmeye güçleri
yetmeyenler de Allah, onları lûtfuyla zengin edinceye
dek ırzlarını korusunlar. Köle ve câriyelerinizden, bir
müddet içinde birden veya taksitle bir mal veya para
karşılığı azât olmak isteyenlerin dileklerini de, bunda
bir hayır olduğunu bilirseniz kabûl edin ve onlara,
Allah'ın size verdiği maldan verin. Câriyelerinizi,
onlar da namuslu yaşamayı istedikleri halde, geçici
dünyâ malı için kötülük yapmaya mecbûr etmeyin. Zorla
kötülüğe sevkedildikten sonra da şüphe yok ki Allah,
onların suçlarını örter, rahîmdir.
34- Andolsun ki biz, size apaçık
deliller, sizden önce gelip geçenlere ait örnekler ve
çekinenlere öğütler indirdik.
35- Allah ışığıdır göklerin ve
yeryüzünün. Işığının örneği, kandil konan bir yere
benzer, orada bir kandil var, kandil, bir sırça içinde,
sırça da parıl-parıl parlayan bir yıldız sanki; doğuda
da olmayan, batıda da olmayan kutlu zeytin ağacından
yakılmış; ateş dokunmadan da yağı, hemen ışık verecek;
nûr üstüne nûr. Allah, doğru yolu gösterir nûruyla
dilediğine ve Allah, örnekler getirir insanlara ve
Allah, her şeyi bilir. 221[5]
[5] Işık, doğru yolu
göstermekten kinayedir, bu, İbn-i Abbas'ın kavlidir.
Hasen, Ebül-Aliye ve Dahhâk, Allah, gökleri ve
yeryüzünü, güneşle, ayla, yıldızlarla ışıtır diye tefsir
etmişlerdir. Kâ'b oğlu Ubeyy, Allah, gökleri meleklerle,
yeryüzünü peygamberler ve bilginlerle süsler, bezer
demiştir. "Işığının örneği" sözündeki ışığı iman ve
Kur’ân, yahut Hz. Muhammed (s.a.a)'in nuru diye tefsir
etmişlerdir. Tanrıya itaat etmektir diyenler de
olmuştur. Kandil konan yeri, Hz. Muhammed (s.a.a)'in
göğsü, kandili peygamberliği, "doğuda ve batıda olmayan
kutlu zeytin ağacı"nı, Tanrıyı tenzih temeline dayanan
Mûsa diniyle yalnız teşbih temeline dayanan
Hıristiyanlığın ortasında, ifrat ve tefritten münezzeh
olan dini diye tevil edenler olmuştur. Bu ayeti tefsir
ve Tevil yolunda çeşitli sözler söylenmiş, hatta kitap
dahi yazılmıştır. (Mecma, 2, 197).
36- Bu ışık, o evlerdedir ki
Allah, oralarda adının yüceltilmesine ve anılmasına izin
vermiştir ve oralarda, sabah-akşam onu tenzîh edenler
vardır.
37- Öyle erler vardır ki onları
ne ticâret, ne alım-satım, Allah'ı anmaktan ve namaz
kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz, gönüllerin ve
gözlerin döneceği günden korkar onlar.
38- Allah'ın onları, yaptıkları
işlerin daha da güzeliyle mükâfatlandırması ve
haklarında, lûtfunu arttırması için ve Allah, dilediğini
hesapsız olarak rızık-landırır.
39- Kâfir olanlarsa, onların
yaptıkları, çöldeki serâba benzer, susamış kimse, su
sanır onu, fakat oraya gidince suya
âit hiçbir şey bulamaz da kendi
yanında bulur Allah'ı ve o, kâfirin hesâbını tamâmıyla
görüp karşılığını öder ve Allah, pek tez hesap görür.
40- Yahut da derin bir denizi
kaplayan karanlıklara benzer; onu bir dalgadır,
sarmıştır, üstüne bir dalga daha gelir, daha üste de
bulut çökmüştür, karanlıklar, karanlıklar üstüne
yığılmıştır, öylesine ki elini çıkarsa onu bile nerdeyse
göremez ve Allah, kime nur vermemişse artık bir nur
yoktur ona.
41- Görmez misin ki şüphesiz
olarak Allah'ı tenzîh eder göklerde bulunanlar da,
yeryüzünde bulunanlar da ve kanatlarını çarpıp
katar-katar uçan kuşlar da. Hepsi, duâlarını da bilmede,
onu tenzîh etmeyi de ve Allah, ne yaparlarsa hepsini
bilir.
42- Ve Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün saltanatı ve tedbîri ve her şey, dönüp Allah
tapısına varır.
43- Görmez misin ki Allah,
bulutları sürmede, sonra onları birbirine katıp
birleştirmede, sonra yığın haline getirmededir. Görürsün
ki bulutlardan yağmur yağmadadır ve gökte dağ gibi
yığılmış bulutlarda dolu var, bunları yağdırmadadır da
dilediğine âfetler vermededir, dilediğine de isâbet
ettirmemede. Şimşeğinin parıltısıysa neredeyse gözleri
alacak.
44- Ve Allah, geceyle gündüzü,
uzatıp kısaltmada, getirip götürmededir. Şüphe yok
bunda, can gözü açık olanlara ibret var.
45- Ve Allah, her hayvanı sudan
yaratmıştır onlardan, karnı üstünde sürünen var,
onlardan, iki ayakla yürüyen var ve onlardan, dört
ayakla yürüyen var. Allah, dilediğini yaratır; şüphe yok
ki Allah'ın, her şeye gücü yeter.
46- Andolsun ki biz, her şeyi
açıklayan deliller indirdik; ve Allah, dilediğini doğru
yola sevk eder.
47- Ve derler ki: İnandık
Allah'a ve Peygambere ve itâat ettik, sonra da onların
bir kısmı bu sözün ardından yüz çevirir ve onlar inanmış
kişiler değildir.
48- Onlar, aralarında hükmetmesi
için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman
içlerinden bir kısmı, derhâl yüzlerini döndürür.
49- Fakat hak kendilerindeyse
ona koşa-koşa gelirler.
50- Gönüllerinde hastalık mı
var, yoksa şüphe mi ediyorlar, yoksa Allah'ın ve
Peygamberinin, onlara bir haksızlık edeceğinden mi
korkuyorlar? Hayır, onlardır zâlimlerin ta kendileri.
51- Aralarında hükmetmesi için
Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman inananların
sözü, ancak duyduk ve itâat ettik sözüdür, böyle der
onlar ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin
ta kendileri.
52- Ve kim Allah'a ve
Peygamberine itâat eder, Allah'tan korkar ve ondan
çekinirse o çeşit kişilerdir muratlarına erenlerin,
kurtulup nusret bulanların ta kendileri.
53- Emredersen onlara, savaşa
çıkacaklarına dâir olanca kuvvetleriyle yemin ederler
elbette Allah'a de ki: Yemin etmeyin, bu, zâten âdet
olan, gerekli bulunan bir itâatten ibâret; şüphe yok ki
Allah, ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
54- De ki: İtâat edin Allah'a ve
itâat edin Peygambere. Gene de yüz çevirirlerse ona
düşen, ancak kendisine yüklenen vazîfedir ve size düşen
de, size yüklenen ve eğer ona itâat ederseniz doğru yolu
bulursunuz ve Peygambere, apaçık tebliğden başka bir şey
düşmez.
55- Allah, sizden inanıp iyi
işlerde bulunanlara, onlardan önce gelip geçenleri nasıl
yeryüzüne sâhip ve hâkim kıldıysa onları da mutlaka
yeryüzüne sâhip ve hâkim kılmayı ve onlara, râzı ve
hoşnût oldukları dîni nasîp edip o dini,
bütün dinlerden üstün etmeyi,
korkularını emniyete tebdîl eylemeyi vaad-etmiştir; bana
kulluk etsinler ve hiçbir şeyi eş tutmasınlar bana; ve
bundan sonra kim kâfir olursa o çeşit adamlardır,
buyruktan çıkanların ta kendileri.
56- Ve namaz kılın, zekât verin
ve Peygambere itâat edin de acınmışlardan olun.
57- Kâfir olanlar, hiç
ummasınlar ki yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacaklar ve
yurtları ateştir onların ve dönüp varılacak ne de kötü
yerdir orası.
58- Ey inananlar, malınız olan
köle ve câriyelerle sizden olup henüz ergenlik çağına
girmemiş çocuklar, yanınıza gelirlerken üç vakitte, izin
alsınlar sizden: Sabah namazından önce, öğle sıcağında
elbisenizi soyduğunuz zaman ve yatsı namazından sonra;
bu üç vakit, halvet vaktidir size. Bu vakitlerden başka
zamanlarda yanınıza izinsiz girerlerse ne size suç var,
ne onlara ve birbirinizi de dolaşabilirsiniz. Allah,
delillerini böyle apaçık bildirmede size ve Allah, her
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.222[6]
[6] Bu üç vakit, sabahleyin ve
öğleyin uykudan uyanıp kalkmak ve geceleyin soyunup
yatmak zamanlarıdır.
59- Çocuklarınız ergenlik çağına
girince de evvelce nasıl izinle yanınıza geliyorlarsa
gene öylece izin alsınlar. Allah, delillerini böylece
açıklamadadır size ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve
hikmet sâhibidir.
60- Nikâh ümidi kalmamış,
kadınlık halinden kesilmiş kadınlar, ziynetlerini
göstermemek şartıyla dış elbiselerini çıkarırlarsa suç
yok onlara; fakat giyerlerse bu, daha da hayırlıdır
onlara ve Allah, her şeyi duyar, bilir.
61- Köre vebâl yok, topala vebâl
yok, hastaya vebâl yok size de vebâl yok evlerinizde,
yahut babalarınızın evlerinde. Yahut analarınızın
evlerinde, yahut erkek kardeşlerinizin evlerinde, yahut
kız kardeşlerinizin evlerinde, yahut amcalarınızın
evlerinde, yahut halalarınızın evlerinde, yahut
dayılarınızın evlerinde, yahut teyzelerinizin evlerinde,
yahut anahtarlarına sâhib olduğunuz evlerde, yahut da
dostunuzun evlerinde yemek yemenizde; toplu olarak,
yahut ayrı-ayrı yemek yemenizde de bir vebâl yok. Evlere
girince, Allah tarafından kutlu ve temiz bir sağlık,
esenlik vesîlesi olmak üzere selâm verin ev halkına.
İşte Allah, aklınız ersin, düşünüp anlayın diye
delillerini böyle açıklar size.
62- İnananlar, ancak Allah'a ve
Peygamberine inanırlar ve onunla berâber, topluluğu icâb
ettiren bir işte bulunurlarsa izin almadan bırakıp
gitmezler. Şüphe yok ki senden izin isteyenlerdir
Allah'a ve Resûlüne inananlar. Bâzı işlerini görmek için
izin istediler mi senden, sen de onlardan dilediğine
izin ver ve onlar için Allah'tan yarlıganma dile; şüphe
yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir. 223[7]
[7] Hutbeyi bırakıp gidenler
hakkındadır.
63- Aranızda, birbirinizi
çağırdığınız gibi çağırmayın Peygamberi. İçinizden,
birbirini siper ederek gizlice gidenleri, gerçekten de
bilir Allah; artık onun emrine aykırı hareket edenler,
bir sınanmaya uğramaktan, yahut da elemli bir azâba
düşmekten sakınsınlar. 224[8]
[8] Yâ Muhammed, ey Abdullah
oğlu Muhammed diye çağırmayın, ey Allah elçisi deyin
anlamınadır.
64- Bilin ki Allah'ındır ne
varsa göklerde ve yeryüzünde. Neyle oyalandığınızı
mutlaka bilir ve dönüp tapısına vardığınız gün, ne
yaptıklarını mutlaka haber verecek ve Allah, her şeyi
bilir.
25- FURKÂN SURESİ
(İbn-i Abbas'a göre 68, 69 ve
70. âyetleri Medenîdir. Doğruyla eğri arasını ayıran
kitap anlamına gelen "Furkan" sözü, Kur'ân'a bir ad
olarak verildiği ve bu sûrede geçtiği için sûreye Furkan
sûresi denmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ne yücedir şânı, Furkân'ı
âlemleri korkutmak üzere kuluna indirenin.
2- Öyle bir mâbuttur ki onundur
saltanatı ve tedbîri göklerin ve yeryüzünün ve hiçbir
kimseyi evlât edinmez, saltanat ve tasarrufta ortağı
yoktur ve her şeyi yaratmıştır da mukadderâtı takdîr
etmiştir.
3- Onu bırakıp da o çeşit
tanrılar kabûl etmişlerdir ki onlar, hiçbir şey
yaratamazlar ve kendileri yaratılmıştır zâten ve
kendilerinden bile bir zararı defedemezler, kendilerine
bile bir fayda veremezler, ne öldürmeye güçleri yeter,
ne yaşatmaya, ne de ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya.
4- Ve kâfir olanlar, bu dediler,
ancak kendi uydurması ve bu hususta ona bir topluluk da
yardım etmiştir; gerçekten de zulmettiler onlar ve yalan
söylediler.
5- Ve bunlar, evvelce gelip
geçmiş olanlara dâir masallar, onları başkasına
yazdırıyor, sabah-akşam ona okunup duruyor dediler.
6- De ki: Onu, göklerde ve
yeryüzünde gizli olanları bilen indirdi; şüphe yok ki o,
suçları örter, rahîmdir.
7- Ve bu ne çeşit peygamber
dediler, yemek yiyor, sokaklarda geziyor; ona bir melek
indirilseydi de yanında bir korkutucu olsaydı ya;
8- Yahut ona bir defîne
verilmeliydi, yahut da bir bahçesi olmalıydı da orada
biten şeyleri yemeliydi ve zâlimler, siz dediler, ancak
büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.
9- Bak da gör, senin için ne
çeşit örnekler getirdi onlar da saptılar doğru yoldan ve
artık gerçeğe varmak için hiçbir yol bulamaz onlar.
10- Ne yücedir şânı ki dilerse
bunlardan daha da hayırlı cennetler verir sana,
kıyılarından ırmaklar akar ve köşkler kurar senin için.
11- Hattâ onlar, kıyâmeti de
yalanladılar ve biz, kıyâmeti yalanlayana, alev-alev
yanan ateşi hazırladık.
12- Ateş, onları tâ uzaktan
gördü mü duyacak onlar, ateşin şiddetli kızgınlığını ve
harıl-harıl yanarken çıkardığı sesi.
13- Elleri, boyunlarına
zincirlerle bağlanarak ateşin dar bir yerine atıldıkları
zaman da helâk olduk, bittik diye bağrışacaklar.
14- Bugün, bittik, helâk olduk
diye bir kere bağırmayın, birçok kere bağırın bittik,
helâk olduk diye.
15- De ki: Bu mu daha
hayırlıdır, yoksa çekinenlere vaadedilen ebedîlik
cenneti mi? Bu, onlara bir mükâfattır ve dönüp
varacakları yer.
16- Diledikleri gibi ebedîlik,
onlarındır orada; bu, yerine getirilmesi istenen ve
getirilecek olan bir vaadidir Rabbinin.
17- O gün, onları da, Allah'tan
başka kulluk ettiklerini de toplayacak da siz misiniz
diyecek, kullarımı doğru yoldan saptıranlar, yoksa onlar
mı doğru yoldan sapıttılar?
18- Diyecekler ki: Tenzîh ederiz
seni, senden başka dost ve yardımcı kabûl etmek bize
yaraşmaz; fakat sen, onları da, atalarını da nîmetler
vererek yaşattın, sonunda seni anmayı unuttular ve
helâke müstahak bir topluluk oldular.
19- Gerçekten de
söylediklerinizi reddedip yalanlar sizi ve sizden ne
azâbı gidermeye güçleri yeter, ne size yardıma
kudretleri var. Ve sizden kim zulmederse ona. büyük bir
azap tattırırız.
20- Senden önce de
peygamberlerden hiçbirini yollamadık ki onlar, yemek
yememiş, sokaklarda gezmemiş olsunlar ve biz, sizin bir
kısmınızı, bir kısmınızla denedik, bakalım dayanacak
mısınız? Ve Rabbin, her şeyi görür.
21- Bize ulaşacaklarını
ummayanlar, bize melekler inmeliydi, yahut da Rabbimizi
görmeliydik dediler. And-olsun ki onlar, kendi
kendilerine ululanmadalar ve büyük bir azgınlığa ve
inada düşmedeler.
22- Melekleri görecekleri gün,
mücrimlere hiçbir müjde yok ve melekler, müjde sözü bile
mücrimlere haram diyecekler.
23- Ne yaptılarsa hepsini ele
aldık da zerreler haline getirip dağıttık.
24- Cennet ehli, o gün, en
hayırlı bir yurttadır, en güzel bir dinlenme yerinde.
25- Ve o gün, gök yarılıp beyaz
bir bulutla örtülecek ve melekler, boyuna indirilecek.
26- O gün, saltanat ve tasarruf,
gerçekten de rahmânındır ve kâfirlere, çok güç bir
gündür o.
27- O gün zâlim, ellerini ısırıp
duracak da ne olurdu diyecek, ben de Peygamberle aynı
yolu tutsaydım.
28- Yazıklar olsun bana, ne
olurdu filânı dost edinmeseydim.
29- Andolsun beni Kur'ân'dan
saptıran, hem de bana tebliğ edildikten sonra saptıran
odur; ve Şeytan, insanı yardımcısız, hor-hakir bir halde
bırakıverir.
30- Ve Peygamber, yâ Rabbi dedi,
bu kavmim, şu Kur'ân'ı ihmâl etti, terkedilmiş bir hale
getirdi.
31- Ve biz böylece her
peygambere, mücrimlerden düşmanlar halkettik ve doğru
yolu göstermek için de Rabbin yeter sana, yardım etmek
için de.
32- Kâfir olanlar, ona Kur'ân
dediler, birden ve toplu olarak indirilseydi ya. Biz,
onu, gönlüne iyice yerleştirmen için böyle indirdik ve
onu âyet-âyet ayırdık, birbiri ardınca indirdik.
33- Onlar, sana bir örnek
getirdiler mi biz, gerçek olarak ve daha da güzel bir
açıklıkla bir örnek veririz sana.
34- Yüzüstü sürünerek cehennemde
haşredilenlerin yerleri de en kötü yerdir, yolları da en
sapık yol.
35- Andolsun ki biz Mûsâ'ya
kitap verdik ve kardeşi Hârûn'u, ona vezîr ettik.
36- Derken delillerimizi
yalanlayan topluluğa gidin dedik, sonucu, onları
tamâmıyla helâk ettik.
37- Nûh kavmini de,
peygamberleri yalanladıkları zaman, sulara boğduk ve
insanlara ibret olacak bir hâle
getirdik ve zâlimlere, elemli bir azap hazırladık.
38- Âd'ı da helâk ettik, Semûd'u
da, Ress ashâbını da ve bunların arasında daha birçok
soyları da.225[1]
[1] Ress Ashabı, bâzılarına göre
Şuayb Peygamberin gönderildiği kavimdir. Bâzılarına
göreyse Ress, bir kuyudur. O kuyunun bulunduğu yerde
oturan kavim, kendilerine gönderilen peygamberi bu
kuyuya atmıştır. Ress, Yemâme'de bir şehirdir, oraya
Hanzale adında bir peygamber gönderildi, kavmi, onu
öldürdü diyenler de vardır. Ress'in, Antakya'da bir kuyu
olduğunu, İsa'ya inanan Habib-i Neccâr'ın orada
öldürüldüğünü de rivâyet etmişlerdir.
39- Hepsine de örnekler
getirdik, hepsini de kırıp geçirdik.
40- Andolsun ki onlar,
uğramışlardır kötü bir yağmur yağdırılan o şehre, onu
olsun görmüyorlar mı? Görüyorlar, fakat onlar, ölümden
sonra dirileceklerini ummuyorlar.226[2]
[2] Lut Peygamberin gönderildiği
kavmin en büyük şehri olan Sedum şehridir.
41- Seni, gördükleri zaman da
Allah bunu mu peygamber olarak gönderdi diye alaya
alıyorlar.
42- Kulluklarında sebât
etmeseydik neredeyse bizi de mâbûtlarımızdan
saptıracaktı derler ve yakında, azâbı gördüler mi,
bilecekler onlar, kimin yolu, daha yabanda.
43- Gördün mü dileğini mâbut
yapanı? Sen mi koruyucu olacaksın ona?
44- Yoksa çokları dinlerler ve
akıllarını başlarına alırlar mı sanıyorsun? Onlar, ancak
hayvanlara benzerler, hattâ yol yordam bakımından
hayvandan da sapıktır onlar.
45- Rabbinin işini görmedin mi?
Nasıl da gölgeyi uzattı, dileseydi onu sâkin eder,
uzatıp kısaltmazdı; elbette, sonra güneşi, delîl ettik
gölgeye.
46- Sonra da onu yavaş-yavaş,
gizlice kendimize çekip aldık.
47- Ve öyle bir mâbuttur o ki
geceyi bir libâs olarak yarattı size, uykuyu, bir
dinlenme zamânı olarak ve gündüzü de, âdetâ yeni bir
hayât olarak halketti.
48- Ve öyle bir mâbuttur o ki
rahmetinden önce bir müjde olarak rüzgârları
göndermiştir ve biz, gökten tertemiz bir su olan yağmuru
yağdırmadayız.
49- Onunla ölü şehri diriltelim,
yarattığımız hayvanları ve insanların çoğunu suya
kandıralım diye.
50- Ve andolsun ki biz onu,
bulundukları yerlere akıttık düşünüp ibret alsınlar
diye, fakat insanların çoğu, ibret almaya yanaşmadı,
nankör olup gitti.
51- Ve dileseydik her şehre, bir
korkutucu gönderirdik.
52- Artık kâfirlere itâat etme
ve onlara adamakıllı savaş.
53- Ve öyle bir mâbuttur o ki
iki denizi akıtmıştır; bu, tatlı ve içilecek sudur ve
şu, tuzlu ve acı su ve aralarında da bir sınır,
birbirlerine karışmalarına imkân bulunmayan bir engel
halk etmiştir.
54- Ve öyle bir mâbuttur o ki
bir katre sudan insanı yaratmış ve ona ana-baba
tarafından soy-sop, karı-koca tarafından akRabalık
vermiştir ve Rabbinin, her şeye gücü yeter.
55- Allah'ı bırakıp da
kendilerine ne bir faydası, ne bir zararı dokunan
şeylere kulluk ederler ve insan, Rabbine karşı Şeytan'a
yardımcıdır.
56- Ve biz seni, ancak müjdeci
ve korkutucu olarak gönderdik.
57- De ki: Ben, Kur'ân'ı tebliğ
ettiğimden dolayı sizden bir ücret istemiyorum, ancak
yolunu Rabbine doğrultan adamlar istiyorum.
58- Ve dayan o daimî diriye ki
hiç ölmez ve ona hamd ederek şânını tenzîh et ve
kullarının suçlarından haberdar olması yeter.
59- Öyle bir mâbuttur ki gökleri
ve yeryüzünü ve ne varsa ikisinin arasında hepsini altı
günde yaratmıştır da sonra arşa hâkim ve mutasarrıf
olmuştur, rahmandır, artık haberi olana sor bunu.
60- Onlara, secde edin rahmâna
dendi mi, rahmân da nedir ki derler, bize emrettiğine mi
secde edeceğiz? Ve bu, ancak uzaklaşmalarını arttırır.
61- Ne yücedir şânı gökte
burçlar yaratanın ve orada bir ışık ve aydınlatıcı bir
ay halk edenin.
62- Ve öyle bir mâbuttur o ki
anıp ibret almaya niyetlenen, yahut şükretmeyi dileyen
kimse için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca gelmek
üzere halketmiştir.
63- Ve rahmânın kulları,
öylesine kullardır ki yeryüzünde gönül alçaklığıyla
yürürler ve bilgisizler, onlara söz söyleyince sağlık,
esenlik size diye cevap verirler.
64- Ve öyle kişilerdir onlar ki,
gecelerini Rablerine secde ederek, onun tapısında
kıyamda bulunarak geçirirler.
65- Ve öyle kişilerdir onlar ki
Rabbimiz derler, savuştur cehennem azâbını bizden; şüphe
yok ki onun azâbı dâimîdir.
66- Gerçekten de orası, karâr
edilecek ne kötü yerdir, durulacak ne kötü yurt.
67- Ve öyle kişilerdir onlar ki
yoksullara bir şey verince ne isrâf ederler, ne de az
verirler, ikisinin ortasını bulurlar.
68- Ve öyle kişilerdir onlar ki
Allah'la berâber başka bir mâbuda kulluk etmezler ve
haklı olmadıkça Allah'ın harâm ettiği bir cana kıyıp
kimseyi öldürmezler ve zinâ etmezler ve kim, bunları
yaparsa cezâya düşer.
69- Kıyâmet günündeyse azâbı
kat-kat arttırılır ve hor-hakir bir halde, ebedî olarak
azapta kalır.
70- Ancak tövbe edip inanan ve
iyi işler işleyen müstesna. O çeşit kişilerdir ki Allah,
kötülüklerini iyiliklere tebdîl eder onların ve Allah,
suçları örter, rahîmdir.
71- Kim tövbe eder ve iyi
işlerde bulunursa şüphe yok ki o, Allah'a, tövbesi kabûl
edilmiş olarak döner.
72- Ve öyle kişilerdir onlar ki
yalan yere tanıklıkta bulunmazlar ve suç yapılan bir
yere uğrarlarsa oradan, suç yapmadan ve yapılan suça
râzı olmadan geçip giderler.
73- Ve öyle kişilerdir onlar ki
Rablerinin delilleri anıldığı ve Kur'ân okunduğu zaman,
sağır bir halde ve körü körüne yerlere kapanmazlar.
74- Ve öyle kişilerdir onlar ki
Rabbimiz derler, eşlerimizden, soylarımızdan,
gözlerimizi aydınlatacak kişiler ihsân et bize ve bizi,
çekinenlere rehber kıl.
75- Onlar, sabrettiklerinden
dolayı, cennetin yüce dereceleriyle mükâfatlandırılır ve
melekler, onlarla, sağlık, esenlik size diye buluşurlar.
76- Orada ebedî kalırlar; orası,
karâr edilecek ne güzel bir yerdir, durulup kalınacak ne
güzel bir yurt.
77- De ki: Sizi îmana dâvet
etmeseydi ne değeriniz olabilirdi Rabbimin katında; ama
siz gerçekten de yalanladınız tebliğ edilenleri, artık
azaplandırmak gerekmekte sizi.
26- ŞUARÂ SURESİ
(224. âyetten sonuna kadar olan
âyetler Medenîdir. Sûrenin sonunda şairler yerilmede,
ancak inanan ve iyi işlerde bulunup Tanrıyı çok ananları
istisna edilmektedir. Bu bakımdan sûreye şairler
anlamına gelen Şuarâ sûresi denmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tâ sîn mîm.
2- Bunlardır gerçekle bâtılı
açıklayan kitabın âyetleri.
3- Kendine kıyacaksın
inanmıyorlar diye âdetâ.
4- Dileseydik gökten bir delîl
indirirdik onlara, onun karşısında başlarını eğerlerdi,
kalakalırlardı.
5- Rahman katından, Kur'ân'ın
yeni bir âyeti indi mi, hemen yüz çevirirler ondan.
6- Gerçekten de yalanladılar,
artık yakında alay ettikleri şeyin haberleri gelip
çatacak onlara.
7- Bakmazlar mı yeryüzüne, nice
güzelim nebatlar bitirdik çifter-çifter orada.
8- Bunda bir delil var elbette
ve çoğu inanmaz gene de.
9- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
10- An o zamanı ki hani Rabbin,
Mûsâ'ya, git zâlimler topluluğuna diye nidâ etmişti,
11- Firavun'un kavmine, hâlâ mı
çekinmeyecekler?
12- Mûsâ, Rabbim demişti,
gerçekten de beni yalanlarlar diye korkuyorum.
13- Gönlüm daralır, dilim
açılmaz, sen Hârûn'u gönder.
14- Ve bir de onlara karşı suçum
var, korkarım, öldürürler beni.
15- Rab, hayır dedi, ikiniz de,
delillerimizle gidin, şüphe yok ki biz, sizinleyiz, her
şeyi duyarız.
16- Firavun'un tapısına geldiler
de biz dediler, şüphe yok ki âlemlerin Rabbinin
peygamberleriyiz.
17- İsrâiloğullarını bizimle
gönder.
18- Firavun, sen dedi, çocukken
içimizde büyüyüp yetişmedin mi ve ömrünün nice yılını
aramızda geçirmedin mi?
19- Ve o yaptığın işi de yaptın
ve sen, nankörlerdensin.
20- Mûsâ, o işi yaptım ama dedi,
o vakit cahillerdendim.
21- Korktuğumdan da hemen kaçtım
sizden, derken Rabbim bana peygamberlik verdi ve beni,
peygamberler zümresine aldı.
22- Verdiğin nîmeti başıma
kakıyorsun ama bu da, İsrâiloğullarını kendine kul
edindiğinden meydana gelen bir şeydi.
23- Firavun, âlemlerin Rabbi ne
der ki dedi.
24- Mûsâ, göklerin ve yeryüzünün
ve ikisinin arasındakilerin Rabbi, dedi, iyice bilip
anlıyorsanız.
25- Firavun, etrafındakilere,
işitiyor musunuz? dedi.
26- Mûsâ, sizin de Rabbinizdir
dedi, sizden önce gelip geçen atalarınızın da Rabbi.
27- Firavun, gerçekten de dedi,
size gönderilen peygamberiniz, mutlaka deli.
28- Mûsâ, doğunun da Rabbidir
dedi, batının da ve ikisi arasında bulunanların da
düşünüp akıl ediyorsanız.
29- Firavun, eğer dedi, benden
başka bir mâbut kabûl edersen seni mutlaka zindana
atılmışlara katarım, hapsederim.
30- Mûsâ, ya sana dedi, apaçık
bir delil gösterirsem,
31- Firavun, doğru
söyleyenlerdense hadi dedi, göster onu.
32- Mûsâ, sopasını attı, sopa
hemen apaçık görünen koca bir ejderhâ oldu.
33- Elini koynundan çıkardı,
derhal bakanlara parıl parıl parlayan bembeyaz bir el
göründü.
34- Firavun, yanındaki ileri
gelenlere, gerçekten de dedi, bu, pek bilgili bir
büyücü.
35- Sizi, büyüsüyle yurdunuzdan
çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz şimdi?
36- Ona ve kardeşine bir zaman
mühlet ver dediler ve şehirlere, büyücüleri toplayıp
getirecek adamlar yolla da.
37- Adamakıllı bilgili bütün
büyücüleri tapına getirsinler.
38- Muayyen bir günün muayyen
bir zamânında büyücüler toplandı.
39- Halka da denildi ki siz de
toplanıyor musunuz?
40- Umarız ki üst gelirlerse biz
de büyücülere uyarız.
41- Derken büyücüler gelince
Firavun'a üst gelirsek dediler, bize bir mükâfat var mı?
42- Firavun, evet dedi, siz o
zaman yakınlarımdan olursunuz.
43- Mûsâ, onlara, atacağınız
şeyleri atın dedi.
44- İplerini sopalarını attılar
ve Firavun'un yüceliği hakkı için dediler, biz elbette
üst olacağız.
45- Derken Mûsâ da sopasını
attı, sopa, hemen onların düzüp meydana getirdiği
şeyleri yutmaya başladı.
46- Büyücüler, derhal secdeye
kapandılar.
47- Alemlerin Rabbine inandık
dediler.
48- Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine.
49- Firavun, size izin vermeden
inandınız ha dedi, şüphe yok ki o, sizin büyüğünüz,
büyüyü o öğretti size; şimdi anlarsınız siz, mutlaka
ellerinizi, ayaklarınızı çaprazvari kestireceğim ve
hepinizi de astıracağım.
50- Zararı yok dediler, şüphe
yok ki biz, dönüp Rabbimize varacağız.
51- İlk inananlardan olduğumuz
için umarız ki Rabbimiz hatâlarımızı yarlıgar.
52- Ve Mûsâ'ya, kullarımı
geceleyin yola çıkar, şüphe yok ki ardınızdan gelecekler
diye vahyettik.
53- Firavun, şehirlere asker
toplayan adamlar yolladı.
54- Bunlar, hiç şüphe yok azlık
bir topluluk.
55- Ve hiç şüphe yok ki gene de
bizi kızdırmadalar.
56- Bizse onların şerrine karşı
uyanık ve kuvvetli bir topluluğuz diye haberler
gönderdi.
57- Derken onları bahçelerden,
kaynaklardan sürüp çıkardık.
58- Ve defînelerden ve güzelim
yerlerden ettik.
59- Böyle işte ve oralara
İsrâiloğullarını mîrasçı kıldık.
60- Firavun'a uyanlar, gün
doğunca İsrâiloğullarının artlarına düştüler.
61- İki topluluk da birbirini
görünce Mûsâ'nın arkadaşları dediler ki: Mutlaka bize
yetişecekler.
62- Mûsâ, hayır dedi, şüphe yok
ki Rabbim bana yol gösterecek.
63- Derken Mûsâ'ya, sopanı
denize vur diye vahyettik. Vurunca deniz hemen yarıldı
ve her parçası, koca bir dağa döndü.
64- Öbürlerini buraya
yaklaştırdık.
65- Mûsâ'yı ve onunla berâber
bulunanların hepsini kurtardık.
66- Sonra öbürlerini sulara
garkettik.
67- Şüphe yok ki bunda bir delil
var, fakat halkın çoğu inanmaz.
68- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
69- Onlara oku İbrâhim'e âit
haberi.
70- Hani atasına ve kavmine,
neye tapıyorsunuz demişti.
71- Putlara tapıyoruz dediler ve
onlara kulluk edip durmadayız.
72- Çağırdığınız vakit dedi,
duyuyorlar mı?
73- Yahut size bir faydaları var
mı, bir zarar veriyorlar mı?
74- Hayır dediler, atalarımızı
böyle bulduk, böyle yapıyordu onlar.
75- Şimdi gördünüz mü dedi, neye
kulluk ediyorsunuz.
76- Siz ve çok daha önce gelip
geçen atalarınız.
77- Hiç şüphe yok ki artık,
âlemlerin Rabbinden başka onlar, bana düşman.
78- Âlemlerin Rabbi, öyle bir
mâbuttur ki beni yaratmıştır ve odur doğru yolu gösteren
bana.
79- Ve öyle bir mâbuttur ki beni
doyurur ve suya kandırır.
80- Ve hastalandığım zaman o
şifâ verir bana.
81- Ve öyle bir mâbuttur ki beni
öldürür, sonra da diriltir.
82- Ve öyle bir mâbuttur ki
kıyâmet gününde umarım, hatâmı da yarlıgar.
83- Rabbim, bana peygamberlik
ver ve beni temiz kişilere kat.
84- Sonra gelenler arasında da
güzel bir adsan ver bana, doğrulukla andır beni.
85- Beni Naîm cennetinin
mîrasçılarından et.
86- Atamı da yarlıga, şüphe yok
o, sapıklardan.
87- Utandırma beni insanların
dirilecekleri günde.
88- O günde ki ne mal fayda
verir o gün, ne evlât.
89- Ancak Allah'a, şirkten ve
şüpheden arınmış bir gönülle gelen faydalanır.
90- Ve cennet, o gün,
çekinenlere yaklaştırılmıştır.
91- Ve cehennem, azgınlara
gösterilmiş, meydana çıkarılmıştır.
92- Ve onlara, nerede kulluk
ettikleriniz denilmiştir,
93- Allah'ı bırakıp da
tapıyordunuz onlara, size yardım ediyorlar mı, yoksa
kendilerine bir yardımda bulunuyorlar mı?
94- Hepsi de, birbiri üstüne,
baş aşağı cehenneme atılmışlardır tapanlar da,
tapılanlar da.
95- Ve İblîs'in bütün ordusu da.
96- Orada birbirleriyle
çekişerek derler ki.
97- Allah hakkı için gerçekten
de biz, apaçık bir sapıklık içindeydik.
98- Sizi, âlemlerin Rabbiyle bir
tuttuğumuz zaman.
99- Bizi, ancak o mücrimler
saptırdı.
100- Artık ne şefâatçilerden bir
şefâatçi var bize.
101- Ne bir can dostu.
102- Ne olurdu bir kere daha
dünyâya dönebilseydik de inananlardan olsaydık.
103- Şüphe yok ki bunda bir
delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
104- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
105- Nûh kavmi de peygamberleri
yalanladı.
106- Hani, kardeşleri Nûh,
onlara demişti ki: Hâlâ mı çekinmezsiniz?
107- Şüphe yok ki ben, size emin
bir peygamberim.
108- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
109- Ve ben, tebliğime karşılık
bir mükâfât istemem sizden, benim mükâfâtım, ancak
âlemlerin Rabbine âit.
110- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
111- Dediler ki: Sana, aşağılık
kişiler uymuş, biz de mi inanalım sana?
112- Nûh, benim onların
yaptıklarına dâir bir bilgim yok dedi.
113- Onların hesâbı ancak
Rabbime âittir eğer anlarsanız.
114- Ve ben, inananları kovamam.
115- Ben ancak, apaçık bir
korkutucuyum.
116- Ey Nûh dediler, bu işten
vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarız.
117- Rabbim dedi, gerçekten de
kavmim, yalanladı beni.
118- Sen, onlarla benim aramda
hükmet ve beni de kurtar, inananlardan benimle berâber
bulunanları da.
119- Derken onu da o dopdolu
gemiyle kurtardık, onunla berâber bulunanları da.
120- Sonra da onlardan başka
geri kalanları sulara garkettik.
121- Şüphe yok ki bunda bir
delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
122- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
123- Âd kavmi de peygamberleri
yalanladı.
124- Hani , kardeşleri Hûd,
onlara demişti ki: Hâlâ mı çekinmezsiniz?
125- Şüphe yok ki ben, size emin
bir peygamberim.
126- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
127- Ve ben, tebliğime karşılık
bir mükâfât istemem sizden, benim mükâfâtım, ancak
âlemlerin Rabbine âit.
128- Siz, her yüksek tepede,
ihtiyâcınız olmayan bir yapı kurarak eğlenip durur
musunuz?
129- Sağlam yapılar, kaleler
yaparsınız da ebedî kalacağını mı umarsınız?
130- Tutup yakaladığınızı
cebbarcasına mı yakalarsınız?
131- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
132- Çekinin o mâbuttan ki
bildiğiniz nîmetleri vererek yardım etti size.
133- Yardım etti size hayvanlar
ve evlât vererek.
134- Ve bahçeler ve kaynaklar
ihsân ederek.
135- Şüphe yok ki ben, o pek
büyük günün azâbı size gelip çatacak, ondan korkuyorum.
136- Bizce bir dediler, istersen
öğüt ver bize, istersen öğüt verenlerden olma.
137- Bu, önce gelip geçenlerin
uydurmalarından başka bir şey değil.
138- Ve biz, azâba
uğratılmayacağız.
139- Derken onu yalanladılar,
biz de onları helâk ettik. Şüphe yok ki bunda bir delil
var, fakat halkın çoğu inanmaz.
140- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
141- Semûd kavmi de
peygamberleri yalanladı.
142- Hani, kardeşleri Sâlih,
onlara demişti ki: Hâlâ mı çekinmezsiniz?
143- Şüphe yok ki ben, size emin
bir peygamberim.
144- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
145- Ve ben, teblîğime karşılık
bir mükâfât istemem sizden, benim mükâfâtım, ancak
âlemlerin Rabbine âit.
146- Burada emin bir halde
bırakılacak mısınız?
147- Bağlarda, kaynaklarda.
148- Ekinler içinde,
tomurcukları nazik, yumuşak hurmalıklar yanında.
149- Ve büyük bir akılla,
ustalıkla dağlarda evler yontmadasınız.
150- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
151- Aşırı gidenlerin emrine
uymayın,
152- o aşırı gidenler ki
yeryüzünde bozgunculuk ederler de ıslâh etmezler.
153- Sen dediler, ancak
büyülenmiş kişilerdensin.
154- Bizim gibi bir insandan
başka bir şey de değilsin sen. Doğru söyleyenlerdensen
bir delil göster bize.
155- Bu dedi, dişi bir deve; su
içme hakkı, bir gün onun, malûm bir gün de su içme hakkı
sizin.
156- Ve ona kötülükle
dokunmayın, sonra pek büyük bir günün azâbı, helâk eder
sizi.
157- Ayaklarını kesip öldürdüler
onu da nâdim oldular.
158- Azap, onları helâk
ediverdi. Şüphe yok ki bunda bir delil var, fakat halkın
çoğu inanmaz.
159- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
160- Lût kavmi de peygamberleri
yalanladı.
161- Hani, kardeşleri Lût,
onlara demişti ki: Hâlâ mı çekinmezsiniz?
162- Şüphe yok ki ben, size emin
bir peygamberim.
163- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
164- Ve ben, tebliğime karşılık
bir mükâfât istemem sizden, benim mükâfâtım, ancak
âlemlerin Rabbine âit.
165- Siz, insanlardan erkeklere
yaklaşıyor da.
166- Rabbinizin, sizin için
yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz? Hayır, siz,
haddi aşmış bir topluluksunuz.
167- Ey Lût dediler, bu işten
vazgeçmezsen seni mutlaka şehrimizden çıkarırız.
168- Şüphe yok ki dedi, ben,
sizin yaptığınızdan nefret etmedeyim, onu kınamadayım.
169- Rabbim, beni de onların
yaptıkları işin azâbından kurtar, âilemi de.
170- Derken onu da kurtardık,
bütün âilesini de.
171- Ancak bir kocakarı, geri
kalanların içindeydi.
172- Sonra berikileri mahvettik.
173- Üstlerine öylesine bir
yağmur yağdırdık ki, ne de kötüdür korkutulanlara
yağdırılan yağmur.
174- Şüphe yok ki bunda bir
delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
175- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
176- Ashâb-ı Eyke de
peygamberleri yalanladı.
177- Hani Şuayb, onlara demişti
ki: Hâlâ mı çekinmezsiniz?
178- Şüphe yok ki ben, size emin
bir peygamberim.
179- Artık Allah'tan çekinin ve
itâat edin bana.
180- Ve ben, tebliğime karşılık
bir mükâfât istemem sizden, benim mükâfâtım, ancak
âlemlerin Rabbine âit.
181- Ölçeği tam ölçün, eksik
ölçenlerden olmayın.
182- Doğru terâziyle tartın.
183- İnsanların haklarından
hiçbir şeyi eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncu olmayın.
184- Çekinin o mâbuttan ki sizi
de yaratmıştır, önceki ümmetleri de.
185- Sen dediler, ancak
büyülenmiş kişilerdensin.
186- Ve bizim gibi insandan
başka bir şey de değilsin sen ve biz seni mutlaka
yalancılardan sanmadayız.
187- Gökyüzünden parçalar düşür
üstümüze eğer doğru söyleyenlerdensen.
188- Rabbim dedi, yaptığınız
şeyi daha iyi bilir.
189- Derken onu yalanladılar da
karanlık günün azâbı helâk etti onları; şüphe yok ki bu,
o günün pek büyük bir azâbıydı.
190- Şüphe yok ki bunda bir
delil var, fakat halkın çoğu inanmaz.
191- Ve şüphe yok ki Rabbin,
elbette üstündür, rahîmdir.
192- Ve hiç şüphe yok ki Kur'ân,
âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
193- Rûh-ül-Emîn indirmiştir
onu.
194- Senin gönlüne,
korkutanlardan olasın diye.
195- Apaçık Arapçayla.
196- Ve şüphe yok ki o hükümler,
elbette önceki kitaplarda da var.
197- Onu, İsrâiloğullarının
bilginlerinin bilmesi de bir delil değil miydi onlara?
198- Kur'ân'ı Arap
olmayanlardan, Arapça bilmeyenlerden birisine
indirseydik de.
199- Onlara okusaydı gene
inanmazlardı.
200- Biz, böylece Kur'ân'ı,
mücrimlerin gönüllerine kadar işlettik.
201- Fakat elemli azâbı
görmedikçe inanmazlar ona.
202- Ansızın gelip çatar onlara
ve onlar anlamazlar bile.
203- Derler ki: Bize mühlet
verilir mi acaba?
204- Hâlâ azâbımızın çabucak
gelmesini mi isterler?
205- Diyelim ki yıllarca onları
yaşattık, geçindirdik de.
206- Sonra onlara vaadedilen
azap geldi.
207- O yaşayıp geçinmeleri,
onları herhangi bir sûretle kurtarabilir mi ki?
208- Ve hiçbir şehri helâk
etmedik ki oraya, korkutucu peygamberler göndermeyelim
de.
209- Öğüt vermesinler ve biz
zulmetmeyiz hiç.
210- Ve onu Şeytanlar indirmedi.
211- Ve bu, onlara yakışmadığı
gibi buna güçleri de yetmez.
212- Şüphe yok ki onlar, vahyi
duymaktan uzaklaştırılmışlardır.
213- Sakın Allah'la berâber bir
başka mâbûdu çağırma, yoksa azâba uğratılanlardan
olursun.
214- Ve en yakın hısımlarını
korkut.
215- İnananlardan sana uyanlara
karşı kanadını indir, mütevâzi ol.
216- Sana isyân ederlerse de de
ki: Şüphe yok ki ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.
217- Ve dayan üstün ve rahîm
mâbûda.
218- Öylesine mâbut ki namaza
kalktığın zaman da seni görür.
219- Ve secde edenler arasında
secde edişini de görür.
220- Şüphe yok ki o, her şeyi
duyar, bilir.
221- Haber vereyim mi size, kime
iner Şeytanlar?
222- Onlar, bütün yalancı ve
suçlulara inerler.
223- Ve onlar da Şeytanlara
kulak verirler ve Şeytanların çoğuysa yalancıdır.
224- Ve şâirlere de akılsızlar
ve ziyankârlar uyar. 227[1]
[1] Âyetteki şâirler, İbni
Abbâs'a göre müşrik şâirlerdir ki Mukaatil, adlarını
saymıştır. Abdullah-az Zib'ari, Abu-Süfyan ibn-al Hars,
Hubayrat ibni Abu-Vahab, Musafi'ibni Abdi Manaf,
Abu-Gırra, Abdullah, Umayyat ibni Ahıssalt,
bunlardandır. Hz. Peygamberi ve ashabını hecvederler,
biz de onun gibi sözler söyleriz derlerdi. Kızınca
söven, söyleyince yalanlar düzen, övünce yalan söyleyip
övdüğü adama, sahip olmadığı vasıfları veren şairlerin
hepsidir diyenler de olmuştur.
225- Görmez misin ki hiç şüphe
yok, onlar, her vâdide sersemce dolaşıp dururlar.
226- Ve hiç şüphe yok ki onlar,
yapmadıkları şeyleri söylerler.
227- Ancak inananlar ve iyi
işlerde bulunanlar ve Allah'ı çok ananlar ve zulme
uğradıktan sonra yardıma mazhar olanlar müstesnâ. Ve
zulmedenler, yakında bileceklerdir halleri neye varacak
ve nereye varıp gidecekler. 228[2]
[2] İstisnâ edilenler,
Ravâhaoğlu Abdullah, Mâlik oğlu Kâ'b, Sâbitoğlu Hassân
gibi Hz. Muhammed (s.a.a)'i öven, müşrik şâirlerinin
hecivlerini reddeden iman sâhibi şâirlerdir.
27- NEML SURESİ
(İçin de Süleyman Peygamberin
ordusundan çekinmelerini, karıncalara söyleyen bir
karıncadan bahsedildiği için karınca anlamına gelen Neml
adıyla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tâ sîn, bunlardır Kur'ân'ın,
gerçekle bâtılı açıklayan kitabın âyetleri.
2- Doğru yolu gösterir ve
müjdedir inananlara.
3- O inananlara ki namazlarını
kılarlar, zekâtlarını verirler ve onlardır âhi-rete
adamakıllı inananlar.
4- Âhirete inanmayanların
işledikleri işleri bezedik de artık onlar, şaşkın bir
halde kalakaldılar.
5- Onlar, o kişilerdir ki
onlarındır kötü azap ve onlardır âhirette en fazla ziyan
edenlerin ta kendileri.
6- Ve şüphe yok ki sen,
Kur'ân'ı, hüküm ve hikmet sâhibinin, her şeyi bilenin
katından almadasın.
7- An o zamanı, hani Mûsâ, eşine
demişti: Gerçekten de ben bir ateş görüyorum, ya gider,
size bir haber getiririm oradan, yahut bir kor getiririm
de ısınırsınız.
8- Oraya gelince nidâ edildi:
Ateşteki melekler de gerçekten kutlanmıştır,
çevresindeki Mûsâ da ve münezzehtir noksan sıfatlardan
âlemlerin Rabbi Allah.
9- Ey Mûsâ, gerçek olan şey şu
ki: Benim üstün olan, hüküm ve hikmet sâhibi Allah.
10- Ve at sopanı. Mûsâ, sopayı
tıpkı bir yılan gibi kıvranıyor görünce arkasını dönüp
kaçmıştı ve geriye de dönmemişti. Ey Mûsâ dendi, korkma,
şüphe yok, ben öyle bir mâbûdum ki korkmazlar benim
katımda peygamberler.
11- Ancak zulmeden korkar; fakat
kötülükten sonra onu iyiliğe döndürene gelince, hiç
şüphe yok ki ben suçları örterim, rahîmim.
12- Ve elini koynuna sok da bir
hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz, parıl parıl
parlar bir halde çıksın; bu, Firavun'la kavmine
gösterilen dokuz delil içindedir; şüphe yok ki onlar,
buyruktan çıkmış bir topluluktur.
13- Delillerimiz, gözle görünür
bir sûrette onlara gösterilince bu, apaçık bir büyü
dediler.
14- Kendileri de bunlara
adamakıllı inandıkları, bunları iyice bilip anladıkları
halde zulümle, ululanmayla inadına inkâr ettiler; bak da
gör, bozguncuların sonları ne oldu.
15- Ve andolsun ki biz, Dâvûd'a
ve Süleyman'a bilgi verdik ve hamdolsun Allah'a ki
dediler, bizi inanan kullarının çoğundan üstün etti.
16- Ve Süleyman, Dâvûd'un
mîrasçısı oldu ve ey insanlar dedi, bize kuşdili
öğretildi ve her şeye âit bilgi verildi bize; şüphe yok
ki bu, elbette apaçık bir lütuf ve ihsândır. 229[1]
[1] "Kuş dili öğretildi"
sözünde, dil, yalnız insanlarda olur, maksat, kuşların
seslerinden, meramlarını anladığını bildirmektir
demişlerdir.
17- Ve Süleyman'ın, cinlerden,
insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları toplandı
ve her takım, yerli yerince karâr etti.
18- Sonunda bir karınca vâdisine
geldikleri zaman bir karınca, ey karıncalar dedi,
yuvalarınıza girin de Süleyman ve orduları, bilmeden
çiğnemesinler sizi. 230[2]
[2] Tâif'te ve Şam'da olduğunu
söyleyenler vardır.
19- Süleyman, onun sözünü
duyunca hafifçe güldü de Rabbim dedi, bana ve anamla
babama verdiğin nîmetlere şükretmemi ve razı olacağın
iyi işlerde bulunmamı ilhâm et bana ve rahmetinle, beni
temiz kullarının arasına kat. 231[3]
20- Kuşları araştırdı da ne oldu
dedi, hüthüdü görmüyorum, yoksa bir yere mi gidip
gizlendi? 232[4]
[4] Hüthüt kuşuna, çavuş kuşu da
denir.
21- Ona şiddetli bir sûrette
azâp edeceğim, yahut onu kestireceğim, yahut da bana,
neden bulunmadığının sebebini açıklayan bir delil
gösterir.
22- Derken hüthüt, çok geçmeden
geldi de dedi ki: Senin henüz bilmediğin birşeyi
öğrendim ve sana doğru bir haberle Sebe'den geliyorum.
23- Orada, onlara bir kadının
hükümdâr olduğunu gördüm ve kendisine her şey verilmiş
ve bir de çok büyük tahtı var.
24- Onu ve kavmini, Allah'ı
bırakıp güneşe secde eder buldum ve Şeytan, yaptıklarını
bezemiş de yoldan çıkarmış onları ve onlar, doğru yolu
bulamıyorlar.
25- Ve bunu da, göklerde ve
yeryüzünde gizli olan şeyleri meydana çıkaran ve neyi
gizliyorlar, neyi açığa vuruyorlarsa hepsini bilen
Allah'a secde etmemek için yapıyorlar.
26- Öyle bir Allah ki yoktur
ondan başka tapacak ve pek büyük Arşın da sâhibi.
27- Süleyman, bakayım dedi,
doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın?
28- Git, şu mektubumu götür, ver
onlara, sonra biraz çekil onlardan, bak bakalım, ne
cevap verecekler?
29- Sebe hükümdârı, ey ulular
dedi, bana pek güzel bir mektup geldi;
30- O, gerçekten de Süleyman'dan
geliyor ve gerçekten de içinde şunlar yazılı: Rahman ve
rahîm Allah Adıyla.
31- Bana karşı yücelik dâvasına
girişmeyin ve teslîm olarak gelin bana.
32- Ey ulular dedi, şu işi ne
yapacağım, bana bir rey verin, sizi çağırmadan kesin bir
karar vermedim.
33- Biz dediler; güçlü-kuvvetli
ve şiddetli savaşır bir topluluğuz, fakat emir senin, ne
yapacaksan sen düşün, yap.
34- Dedi ki: Padişahlar, bir
şehre girdiler mi, o şehri harâp ederler ve halkının
yücelerini aşağılık bir hâle getirirler ve bunlar da
böyle yapacaklar.
35- Onlara bir armağan
göndereyim de bakalım elçiler, dönüp ne cevap
getirecekler?
36- Elçiler, Süleyman'a gelince
Süleyman, bana dedi, mal göndererek yardım mı
ediyorsunuz? Allah'ın bana verdikleri, sizin
getirdiklerinizden daha da hayırlı, fakat siz,
armağanınızla sevinir, övünürsünüz.
37- Dön, git onlara, öyle bir
orduyla geleceğim ki karşı duramayacaklar ve oradan,
hor-hakir bir halde çıkaracağım onları, aşağılık bir
hâle gelecek onlar.
38- Ey ulular dedi, onlar, bana
teslîm olup gelmeden onun tahtını kim getirebilir bana?
39- Cinlerden bir ifrit, sen
yerinden kalkmadan dedi, ben onu sana getiririm ve şüphe
yok ki ben, elbette güvenilecek bir kuvvete sâhibim.
40- Kitaba âit bir bilgiye sâhib
olansa ben dedi, gözünü yumup açmadan onu getiririm
sana. Derken baktı ki taht yanında durmada, onu görünce
bu dedi, Rabbimin lûtfundan, ihsânından, şükür mü
edeceğim, nankör mü olacağım, beni sınamak istiyor.
Fakat şükreden, mutlaka kendisini faydalandırmış olur ve
nankörlük edene gelince hiç şüphe yok ki Rabbim,
kullarından müstağnîdir, onlara karşı lütuf ve kerem
sâhibidir.
41- Süleyman, tahtının şeklini
değiştirin dedi, bakalım tanıyacak mı, tanımıyacak mı?
42- Hükümdâr gelince, tahtın
bumuydu dendi, o da ona pek benziyor zâten daha önce de
Süleyman'ın peygamberliğini bilmiş, anlamıştık ve teslîm
olmuştuk dedi.
43- Allah'ı bırakıp da kulluk
ettiği şeyler, onu yoldan çıkarmıştı; şüphe yok ki o,
kâfirler topluluğundandı.
44- Ona, saraya gir dendi.
Billûr döşemeyi görünce derin bir su sandı ve
bacaklarını sıvadı. Süleyman, bu dedi, billûr döşenmiş
düz bir sâha. Bunun üzerine o da Rabbim dedi, ben
kendime zulmettim ve teslîm oldum Süleyman'la berâber
âlemlerin Rabbi Allah'a.233[5]
[5] Bu kadın, Sebe ülkesinin
padişahı olan Belkıys'tir. Ahd-i Atıyk'te, Süleyman
Peygamberi ziyaretinden bahis vardır (Müluk-i Salis,
10).
45- Ve andolsun ki biz, Semûd
kavmine, Allah'a kulluk edin diye kardeşleri Sâlih'i
göndermiştik. O zaman onlar, birbiriyle çekişen,
birbirine düşmanlık eden iki fırkaya ayrılmışlardı.
46- Ey kavmim dedi, iyilikten
önce ne diye çarçabuk kötülüğü istersiniz? Ne olur,
Allah'tan yarlıganma dileseniz de merhamete lâyık
olsanız.
47- Biz dediler, seninle ve
yanında bulunanlarla uğrusuzluğa uğramadayız. O,
uğradığınız uğursuzluk, Allah katından gelmede; hattâ
siz, sınanmakta olan bir topluluksunuz dedi.
48- Şehirde dokuz kişi vardı ki
yeryüzünde bozgunculuk ediyorlar, düzene hiç
yanaşmıyorlardı.
49- Allah adına, aralarında
yemîn ederek dediler ki: Bir gece Sâlih'i de, âilesini
de öldürelim, sonra velîsine, onu öldürmediğimiz gibi
öldüreni de bilmiyoruz ve şüphe yok ki doğru söylüyoruz
deriz.
50- Onlar, bir düzendir
kurdular, biz de düzenlerine bir cezâdır verdik, fakat
onlar, anlamıyorlardı bunu, haberleri bile yoktu bundan.
51- Düzenlerinin sonucu ne oldu,
bak da gör; şüphe yok ki biz, onları da, topluluklarını
da tamâmıyla helâk ettik.
52- İşte zulümleri yüzünden
bomboş kalmış evleri; şüphe yok ki bunda, bilen
topluluğa bir delil var.
53- Ve inanıp çekinenleri
kurtardık biz.
54- Ve Lût'u da göndermiştik de
o zaman, kavmine demişti ki: Çirkin bir iş işlemedesiniz
ve siz de onun çirkinliğini görüyorsunuz.
55- Kadınları bırakıp da
şehvetle erkeklerle mi temâs edeceksiniz, hattâ siz,
bilgisiz bir topluluksunuz.
56- Kavminin cevâbı, Lût'u ve
soyunu şehrinizden çıkarın, hiç şüphe yok ki onlar,
temizliğe pek düşkün bir topluluk sözünden başka bir söz
değildi.
57- Derken, onu ve âilesini
kurtardık, ancak karısını kurtarmadık, onun, geri
kalanlarla kalmasını takdîr etmiştik.
58- Ve onlara öylesine bir
yağmur yağdırdık ki, korkutulanlara yağan yağmur, ne de
kötü yağmurdur.
59- De ki: Hamd Allah'a ve
esenlik, seçtiği kullarına; Allah mı daha hayırlıdır,
ona şirk koştukları şeyler mi?
60- Gökleri ve yeryüzünü yaratan
ve size gökten yağmur yağdıran mı hayırlı? Biz, o
yağmurla, ağacını bile bitiremiyeceğiniz nice güzelim
bahçelerdeki nebatları bitirmedeyiz; Allah'la berâber
bir başka mâbut var mı? Hayır, siz, yoldan sapmış
kişilersiniz.
61- Yoksa yeryüzünü, karâr
edilecek bir sâha olarak yaratan ve yerin üstünden
ırmaklar akıtan ve orada sağlam dağlar halkeden ve iki
denizin arasına bir sınır çeken mi hayırlı? Allah'la
berâber bir başka mâbut var mı? Hayır, onların çoğu
bilmez.
62- Yoksa darda kalana, duâ
ettiği zaman icâbet eden ve kötülüğü gideren ve sizi,
yeryüzüne sâhip kılan mı hayırlı? Allah'la berâber bir
başka mâbut var mı? Ne de az düşünmedesiniz.
63- Yoksa karanın ve denizin
karanlıklarında sizi doğru yola sevkeden ve rahmetinden
önce müjde olarak rüzgârları yollayan mı hayırlı?
Allah'la berâber bir başka mâbut var mı? Yücedir,
münezzehtir Allah, onların şirk koştuklarından.
64- Yoksa dâimâ halkı yaratıp
duran, sonra da yeniden halkeden ve sizi, gökten ve
yeryüzünden rızıklandıran mı hayırlı? Allah'la berâber
bir başka mâbut var mı? De ki: Gösterin delillerinizi
doğru söylüyorsanız.
65- De ki: Göklerde ve
yeryüzünde bulunanların hiçbiri, gizli şeyi bilemez,
ancak Allah bilir ve onlar da ne vakit tekrar
diriltileceklerini bilemezler
66- Hayır, onların bilgileri, bu
dünyâdayken, âhirete ulaşamaz; hayır, onlar, âhiret
hakkında şüphe içindedir; hayır, onlar âhiret husûsunda
kördür.
67- Ve kâfir olanlar, derler ki:
Biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra mı
mezarlarımızdan çıkarılacağız?
68- Andolsun ki bu, bize de
vaadedilmiştir, daha önce atalarımıza da vaadedilmişti;
fakat bu, gelip geçenlere âit bir masal ancak.
69- De ki: Gezin yeryüzünde de
bakın, görün, ne olmuş mücrimlerin sonu.
70- Ve üzülme onlar için ve
daralma kurdukları düzenlerden.
71- Ve derler ki: Bu vait, ne
vakit yerine gelecek doğru söylüyorsanız.
72- De ki: Çarçabuk gelip
çatmasını dilediğiniz o azâbın birazcığı neredeyse
gelmek üzere size.
73- Ve şüphe yok ki Rabbin,
insanlara lütuf ve ihsân sâhibidir, fakat çoğu
şükretmez.
74- Ve şüphe yok ki Rabbin,
gönüllerinde gizlediklerini de bilir elbette, açığa
vurduklarını da.
75- Gökte ve yeryüzünde hiçbir
gizli şey yoktur ki apaçık kitapta tespît edilmemiş
olsun.
76- Şüphe yok ki bu Kur'ân,
İsrâil-oğullarına, ihtilâfa düştükleri birçok şeyleri
anlatmadadır.
77- Ve şüphe yok ki Kur'ân,
elbette hidâyettir ve rahmettir inananlara.
78- Şüphe yok ki Rabbin,
hükmüyle, aralarında takdîr ettiğini yerine getirecektir
ve odur üstün olan ve bilen.
79- Ve artık dayan Allah'a,
şüphe yok ki sen, apaçık gerçek yoldasın.
80- Şüphe yok ki sen, ölüye
duyuramazsın ve arkalarını çevirip giderlerken çağırsan
da sağırlara sesini işittiremezsin.
81- Ve köre, sapıklığından
döndürüp doğru yolu gösteremezsin sen; ancak
delillerimize inanan kişiye duyurursun sesini ve
onlardır gerçekten de Müslüman olanlar.
82- Sözün, onlar hakkında yerine
geleceği, tahakkuk edeceği zaman gelip çatınca
yeryüzünden, onlara bir mahlûk çıkarırız ki o, konuşur
onlarla ve gerçekten de insanlar, delillerimize
adamakıllı inanmazlar der.234[6]
[6] Âyetteki mahlûkun, kıyamet
alâmetlerinden olduğu, müminle kâfiri ayırt edeceği
hakkında hadisler vardır.
83- Ve o gün, her ümmetten,
delillerimizi yalanlayan bir topluluğu toplayacağız ve
onlar, takım-takım duracaklar.
84- Sonunda, onlar geldi mi,
delillerimi bir bilgi edinip kavramadığınız halde
yalanladınız mı, neydi o yaptığınız der.
85- Zulmettiklerinden dolayı o
söz, tahakkuk etmiş, başlarına gelmiştir, artık onlar
konuşamazlar da.
86- Görmezler mi ki biz, şüphe
yok ki dinlensinler diye geceyi yarattık, gözlerini
açsınlar diye de gündüzü; şüphe yok ki bunda deliller
var inanan topluluğa.
87- Ve o gün Sûr üfürülür de
göllerde kimler varsa ve yeryüzünde kimler varsa,
Allah'ın dilediğinden başka hepsi, pek şiddetli bir
korkuya kapılır ve hepsi de hor-hakir bir halde onun
tapısına gelir.
88- Ve görürsün dağları da
yerlerinde duruyor sanırsın, halbuki onlar, kıyâmette
bulut gibi geçip gider, dağılır. Her şeyi, adamakıllı ve
yerli yerinde halkeden Allah'ın işidir bu; şüphe yok ki
o, ne yapıyorsanız hepsinden de haberdardır.
89- Kim, bir iyilikle gelirse
yaptığı iyilikten de hayırlı bir mükâfat var ona ve
onlar, o günün şiddetli korkusundan emindirler.
90- Ve kim, bir kötülükle
gelirse o çeşit kişiler, yüzüstü cehenneme atılırlar;
yaptığınıza karşılık neyse ondan başka bir şeyle mi size
cezâ verilecek sandınız?
91- Bana, ancak orasını emin bir
harem olarak halkeden bu şehrin Rabbine ibâdet etmem
emredildi ve onundur her şey ve Müslümanlardan olmam
emredildi bana.
92- Ve Kur'ân okumam emredildi.
Artık kim doğru yolu bulursa faydası kendisine âit ve
kim saparsa artık de ki: Ben ancak korkutanlardanım.
93- Ve de ki: Hamd Allah'a,
yakında delillerini gösterecek size ve siz de
tanıyacaksınız onları ve Rabbin, ne yaptığınızdan gafil
değildir.
28- KASAS SURESİ
(İçinde peygamberler ait
kıssalar geçtiğinden bu adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tâ sîn mîm.
2- Bunlardır gerçekle bâtılı
açıklayan kitabın âyetleri.
3- Mûsâ'ya ve Firavun'a âit
haberlerden bir kısmını, gerçek olarak, inanan topluluğa
bildirmen için okumaktayız sana.
4- Şüphe yok ki Firavun,
yeryüzünde yücelmişti ve halkını bölük-bölük etmişti ve
onlardan bir topluluğu zayıf bir hâle getirmede,
oğullarını kesmede, kadınlarını bırakmadaydı; hiç şüphe
yok ki o, bozgunculardandı.
5- Ve bizse yeryüzünde zayıf bir
hâle getirilmesi istenenlere lûtfetmeyi ve onları, halka
rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları mîras bırakmayı
dilemedeydik.
6- İstiyorduk ki onları
yeryüzünde yerleştirip kuvvetlendirelim ve Fira-vun'la
Hâmân'a ve askerlerine de, onlardan çekindikleri şeyleri
gösterelim.235[1]
[1] Hâman, Firavun’un veziridir.
7- Ve Mûsâ'nın anasına, onu
emzir, bir tehlikeye uğramasından ürkersen at onu nehre
ve korkma, tasalanma, şüphe yok ki biz, onu sana tekrar
veririz ve onu peygamberlere katar, peygamber yaparız
diye vahyettik.
8- Kendilerine düşman olması,
onları tasalandırması için Firavun'un adamları, onu
buldular; şüphe yok ki Firavun ve Hâmân'la askerleri,
yanlış hareket etmedeydiler.
9- Firavun'un karısı dedi ki:
Senin de gözünü aydınlatır bu, benim de, öldürme bunu,
umarım ki bize faydası dokunur, yahut da evlât ederiz
onu kendimize ve onların, hiçbir şeyden haberleri yoktu.
10- Mûsâ'nın anası, gönlü bomboş
bir halde kaldı, eğer inananlara katılması için gönlünü,
bize bağlamasaydık nerdeyse açığa vuracaktı bunu.
11- Ve kız kardeşine, sen dedi
gözetle onu; o da, öbürleri anlamadan uzaktan gözetledi.
12- Ve Mûsâ'ya daha önce bütün
süt ninelerin sütünü harâm etmiştik; kız kardeşi, ona
süt verip yetiştirecek, ona öğüt verip büyütmeyi
üstlerine alacak bir âileyi bildireyim mi size dedi.
13- Derken, gözü aydın olsun,
ışıklansın ve mahzûn olmasın ve Allah'ın vaadettiği
şeyin, şüphesiz gerçek olduğunu bilsin diye tekrar
anasına verdik onu, fakat insanların çoğu bilmez.
14- Ergenlik çağına gelip
olgunlaşınca ona peygamberlik ve bilgi verdik ve biz,
iyilik edenleri böylece mükâfâtlandırırız.
15- Halkı, gaflete dalmış, öğle
uykusundayken şehre girdi de orada iki adamın kavga
etmekte olduğunu gördü; bu, kendi taraftarlarındandı,
öbürü, düşmanlarından. Derken, taraftarlarından olan,
düşmanlarından olana karşı Mûsâ'dan yardım istedi, o da
düşmanlarından olan kişinin göğsüne bir yumruk indirdi
de işini bitiriverdi; bu iş dedi, Şeytan'ın işlerinden;
şüphe yok ki o, insanı apaçık sapıklığa sevkeden bir
düşman.
16- Rabbim dedi, ben kendime
zulmettim, sen yarlıga beni ve mabudu, onu yarlıgadı;
şüphe yok ki o, suçları örter, rahîmdir.
17- Rabbim dedi, beni
nîmetlendir-diğin şeylerle mücrimlere kesin olarak arka
olmayacağım artık.
18- Korkarak, gözleyip
bekleyerek şehirde sabahladı, derken dün kendisinden
yardım isteyen, gene birisiyle çekişmedeydi ve gene
kendisinden yardım istedi. Mûsâ da ona, şüphe yok ki
dedi sen, apaçık bir azgınsın.
19- Kendilerine düşman olanı
tutmak isteyince öbürü, Mûsâ'yı kendi aleyhinde sanıp ey
Mûsâ dedi, dün birini öldürdüğün gibi beni de öldürmek
istiyorsun galiba; sen, yeryüzünde mutlaka bir cebbar
olmak istiyor, ara buluculardan olmayı hiç dilemiyorsun.
20- Ve şehrin öte yanından koşa
koşa birisi geldi de ey Mûsâ dedi, ileri gelenler, seni
öldürmek için birbirleriyle görüşüp danışmadalar, hemen
çık git, şüphe etme ki ben sana öğüt verenlerdenim.
21- Mûsâ, korkarak, çekinip
gözetleyerek şehirden çıktı ve Rabbim dedi, sen beni
zâlim topluluktan kurtar.
22- Medyen tarafına yönelince de
umarım ki dedi, Rabbim, beni doğru yola sevk eder.
23- Medyen suyuna varınca orada,
hayvanlarını sulayan bir bölük halk gördü. Gerilerinde
de iki kadın vardı, onlar, hayvanlarını sudan
men-ediyorlardı. Mûsâ, ne yapıyorsunuz, niçin
hayvanlarınızı sulamıyorsunuz deyince dediler ki
çobanlar gidinceye dek biz, hayvanlarımızı sulayamıyoruz
ve babamız da pek ihtiyar bir adam.
24- Mûsâ, onların hayvanlarına
su verdi, sonra da bir gölgeye çekilip Rabbim dedi,
bana, hayra âit ne indirdiysen, ne lütufta bulunduysan
şüphe yok ki hepsine de muhtâcım ben.
25- Derken o iki kadının biri,
utanarak ona geldi de babam dedi, hayvanlarımızı
suladığından dolayı seni mükâfâtlandırmak için
çağırıyor. Mûsâ, ona gidip başından geçenleri anlatınca
o, korkma dedi, zâlim topluluktan kurtuldun.
26- O iki kızın biri de
babacığım dedi, onu ücretle tut, şüphe yok ki ücretle
tutacağın adamların en hayırlısı, en emîni bu.
27- Babası, Mûsâ'ya dedi ki:
Bana sekiz yıl hizmet edersen buna karşılık sana şu iki
kızımdan birini vermek istiyorum; ama sen on yılı
doldurursan bu da sana âit artık ve ben, sana zahmet ve
meşakkat vermek istemem; Allah dilerse beni iyi
kişilerden bulursun.
28- Mûsâ, bu dedi, seninle benim
aramda bir sözleşme. Hangi müddeti tamamlarsam
tamamlayayım, demek bir haksızlık edilmeyecek bana ve
Allah da şu sözlerimize tanık.
29- Derken Mûsâ, o müddeti
bitirince âilesiyle yola düştü ve Tur tarafında bir ateş
gördü. Âilesine, siz durun dedi, gerçekten de bir ateş
görüyorum ben, gideyim de orada birisi varsa yoldan
haber alayım, yahut da ısınmanız için bir kor getireyim
size.
30- Oraya gelince kutlu yerde
bulunan vâdînin sağ tarafındaki ağaçtan kendisine nidâ
edildi: Ey Mûsâ, şüphe yok ki ben, âlemlerin Rabbi
Allah'ım.
31- Ve at sopanı yere. Mûsâ,
sopayı, bir yılan gibi kıvranıyor görünce geri döndü ve
bir daha da oraya gelmemek istedi.
Rab, ey Mûsâ dedi, gel ve
korkma, şüphe yok ki sen, emniyete erenlerdensin.
32- Elini koynuna koy da bir
hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz, parıl-parıl
parlar bir halde çıksın, korkudan yanlarına düşen
ellerini kavuştur göğsüne; bu iki şey, Rabbinden,
Firavun'a ve ileri gelen adamlarına iki kesin delil;
şüphe yok ki onlar, buyruktan çıkmış bir topluluktur.
33- Mûsâ, Rabbim dedi, ben
onlardan birisini öldürdüm, korkarım, beni öldürürler.
34- Ve kardeşim Hârûn, dil
bakımından benden daha fasih, onu da benimle berâber
gönder de bana yardım etsin, gerçeklesin beni, çünkü ben
yalanlamalarından korkmaktayım.
35- Kardeşinle dedi, kolunu
kuvvetlendireceğiz ve size öylesine bir kuvvet vereceğiz
ki delillerimiz sâyesinde size hiçbir fenalıkta
bulunamayacaklar; siz ve size uyanlar, üstünsünüz.
36- Mûsâ, apaçık delillerimizle
onlara gelince bu, uydurma bir büyüden başka bir şey
değil, gelip geçmiş atalarımız zamanında böyle bir şey
duymadık biz dediler.
37- Mûsâ dedi ki: Kim hidâyetle
gelmiştir onun katından ve yurdun sonu, kimin için daha
hayırlı olacak, bunu Rabbim, daha iyi bilir; şüphe yok
ki zâlimler, kurtulmazlar muratlarına ermezler.
38- Ve Firavun, ey ileri
gelenler dedi, ben, benden başka bir mâbûdunuz olduğunu
bilmiyorum. Ey Hâmân, balçığa bir ateş yak da tuğla yap
bana ve yüksek bir köşk kur, belki oraya çıkar, Mûsâ'nın
mâbûdunu anlarım ve gene de şüphe yok ki ben
yalancılardan sanıyorum onu.
39- O da, askerleri de
yeryüzünde haksız yere ululanmaya kalkıştılar ve şüphe
yok ki dönüp tapımıza gelmeyecekler sandılar
kendilerini.
40- Biz de hem onu, hem askerini
helâk ettik, onları suya boğduk; artık bak da gör,
zâlimlerin sonucu ne olmuş.
41- Ve onları, halkı ateşe
çağıran rehberler yaptık ve kıyâmet günü de yardım
edilmez onlara.
42- Ve şu dünyâda artlarından
lânet ettik onlara ve kıyâmet günü de onlar, çirkin bir
azâba uğrayanlara katılacaklar.
43- Ve andolsun ki gelip geçen
eski çağlardaki ümmetleri helâk ettikten sonra öğüt
alsınlar, ibret alsınlar diye insanlara cangözleri,
hidâyet ve rahmet olarak Mûsâ'ya kitap verdik.
44- Ve Mûsâ'ya o emri verip
takdîrimizi yerine getirdiğimiz zaman sen, ne batı
tarafındaydın, ne de görüyordun onu.
45- Fakat biz, Mûsâ'dan sonra da
nice nesiller meydana getirdik de ömürleri uzayıp gitti
onların ve sen, Medyen halkı içinde oturup âyetlerimizi
onlardan okumak sûretiyle de bellemedin, fakat biziz
onları gönderen.
46- Nidâ ettiğimiz zaman Tur
tarafında da değildin; fakat senden önce kendilerine bir
peygamber gelmeyen topluluğu, belki ibret alırlar, öğüt
dinlerler
diye korkutmak için Rabbinden
bir rahmet olarak gönderildin.
47- Onlara, elleriyle
hazırladıkları bir felâket gelip çatsaydı Rabbimiz
derlerdi, bize bir peygamber gönderseydin de delillerine
uysaydık ve inananlara katılsaydık.
48- Fakat katımızdan o gerçek
gelince de Mûsâ'ya verilen mûcizeler gibi mûcizeler
verilseydi ona derler; önce Mûsâ'ya verilen mûcizeleri
de inkâr edip iki büyü, birbirini desteklemede bunlar
demediler mi ve şüphesiz biz, hepsini de inkâr ediyoruz
demediler mi?
49- De ki: Şu iki kitaptan daha
fazla doğru yola sevkeden bir kitap getirin doğru
söylüyorsanız, getirin de uyayım ona.
50- Bunu kabûl etmezlerse artık
bil ki onlar, ancak kendi dileklerine uyuyorlar ve
Allah'ın hidâyetini bırakıp kendi dileğine uyan kişiden
daha sapık kimdir ki? Şüphe yok ki Allah, zâlim
topluluğu doğru yola sevketmez.
51- Ve andolsun öğüt alsınlar
diye sözü, birbiri ardınca âyet-âyet ulayıp
indirmedeyiz.
52- Bundan önce kendilerine
kitap verdiklerimiz, inanıyorlar buna.
53- Onlara okundu mu inandık ona
diyorlar, şüphe yok ki o, Rabbimizden gelen bir gerçek,
bundan önce de gerçeğe teslîm olmuştuk biz.
54- İşte onlardır ki mükâfatları
iki kat verilir onlara sabrettiklerinden dolayı ve
onlar, iyilikle giderirler kötülüğü ve kendilerini
rızıklandırdığımız şeylerden bir kısmını yoksullara
harcarlar.
55- Ve onlar, kötü ve çirkin söz
duyunca yüz çevirirler ve bizim yaptıklarımız derler,
bize âit, sizin yaptıklarınız size, esenlik size, biz
bilgisizleri dilemez, sevmeyiz.
56- Şüphe yok ki sen, sevdiğini
doğru yola sevkedemezsin ve fakat Allah, dilediğini
doğru yola sevk eder ve odur hidâyete erecekleri daha
iyi bilen.
57- Ve dediler ki: Seninle
berâber doğru yola uyarsak yerimizden, yurdumuzdan
oluruz, bizi çıkarıverirler buradan. Biz onları, her
çeşit yiyeceklerin, meyvelerin getirilip toplandığı emin
bir haremde yerleştirmedik mi, onlara katımızdan rızık
olarak vermedik mi bunları ve fakat çoğu bilmez.
58- Ve biz, geçim bolluğuna nâil
olmuş ve şükretmemiş nice şehirlerin halkını helâk
ettik; işte pek azı müstesna, kendilerinden sonra
insanlara yurt olmayan evleri ve oralara biz vâris
olmuşuzdur.
59- Ve Rabbin, ana şehirlerine,
halka âyetlerimizi okuyacak peygamber göndermedikçe
şehirleri helâk etmez ve biz, halkı zâlim olan
şehirlerden başka şehirleri helâk etmedik.
60- Ve size ne verildiyse, dünyâ
yaşayışına âit metâlardan, dünyâ ziynetinden ibâret ve
Allah katındaki, daha hayırlıdır ve daha sürekli; hâlâ
mı akıl etmezsiniz?
61- Kendisine güzelim bir vaitte
bulunduğumuz ve vaadettiğimize kavuşmuş olan, dünyâ
yaşayışında nî-metlendirdiğimiz, sonra da kıyâmet
gününde tapımıza getirdiğimiz kimseye mi benzer?
62- O gün, onlara nidâ eder de
nerede der, bana eş, ortak sandığınız şeyler?
63- Azâp edeceğimize dâir
söylediğimiz sözü hakedenler, Rabbimiz derler, işte
şunlar, azdırdığımız kişiler, biz nasıl azmışsak onları
da öyle azdırdık. Onlardan uzaklaştık, tapına geldik;
onlar, bize tapmıyorlardı zâten.
64- Ve çağırın şirk koştuğunuz
şeyleri denir, onlar da çağırırlar, fakat icâbet
etmezler onlara ve azâbı görürler; ne olurdu doğru yolu
bulsalardı.
65- Ve o gün onlara nidâ eder de
ne cevap verdiniz der, gönderilen peygamberlere?
66- O gün bütün bahâneler kör
olur onlarca ve hiçbir şey söyleyemezler.
67- Fakat tövbe eden ve inanan
ve iyi işlerde bulunan, umulur ki kurtulanlardan olur,
muradına erer.
68- Ve Rabbin, dilediğini
yaratır ve seçer; seçmek, onlara âit bir hak değildir;
münezzehtir Allah ve yücedir şirk koştukları şeylerden.
69- Ve Rabbin bilir,
gönüllerinde ne saklıyorlarsa ve neyi açıklıyorlarsa.
70- Ve o, bir Allah'tır ki
yoktur ondan başka tapacak, onadır hamd önde de, sonda
da ve onundur hüküm ve dönüp onun tapısına varacaksınız.
71- De ki: Allah, kıyâmet
gününe dek geceyi uzatsaydı size, Allah'tan başka kim
bir ışık verebilirdi size? Hâlâ mı duymazsınız?
72- De ki: Allah, kıyâmet gününe
dek gündüzü uzatsaydı, içinde huzûra erip dinleneceğiniz
geceyi Allah'tan başka kim getirebilirdi size? Hâlâ mı
görmezsiniz?
73- Ve rahmetindendir ki sükûn
ve huzûra ermeniz ve lûtfundan rızkınızı arayıp bulmanız
ve şükretmeniz için geceyle gündüzü halketti size.
74- Ve o gün onlara nidâ edilir
de Nerede denir, bana eş sandıklarınız?
75- Ve biz her ümmetten bir
tanık getirir de getirin bakalım deriz, delillerinizi.
Artık bilirler ki şüphesiz gerçek, Allah'ındır ve
uydurdukları şeylerin hepsi de gözlerinden kaybolup
gider.236[2]
76- Şüphe yok ki Kârun, Mûsâ'nın
kavmindendi de onlara karşı isyân etti; ona öyle
hazîneler vermiştik ki anahtarlarını bile güçlü-kuvvetli
on, onbeş kişi götüremezdi. Hani kavmi ona sevinip
övünme demişti, şüphe yok ki Allah, sevinip övünenleri
sevmez.
77- Allah'ın sana verdiği
mal-menâl yüzünden âhiret yurdunu aramaya bak ve
dünyâdaki nasîbini de unutma ve Allah sana nasıl ihsân
ettiyse sen de ihsân et ve yeryüzünde bozgunculuk etmeye
kalkışma; şüphe yok ki Allah, bozguncuları sevmez.
78- O, bu dedi, ancak bendeki
bilgi sâyesinde bana verilmiştir. Bilmez miydi ki Allah,
hiç şüphesiz ondan önce, kuvvet bakımından ondan daha
üstün, topluluk bakımından ondan daha fazla nice
nesilleri helâk etmiştir ve suçluların suçlarını bile
sormaya hâcet yok zâten.
79- Derken kavminin karşısına
süslenip çıktı da dünyâ yaşayışını dileyenler, ne olurdu
dediler, bize de Kârun'a verilen verilseydi, şüphe yok
ki o, dünyâ malından büyük bir nasîbe sâhip.
80- Ve kendilerine bilgi
verilenlerse yazıklar olsun size dediler, inanan ve iyi
işlerde bulunana Allah'ın sevâbı, daha da hayırlıdır ve
buna da ancak sabredenler nâil olur.
81- *Derken onu da, sarayını da
yere geçirdik, Allah'tan başka ona yardım edecek bir
topluluğa sâhip değildi ve kendisinin de kendisine bir
yardımı dokunamadı.237[3]
[3] Kârun'un, Mûsâ Peygamberin
teyzesinin, yahut amcasının oğlu olduğu rivâyet
edilmiştir. Ahd-i Atıyk'te de adı, Korah diye geçer ve
bununla berâber iki yüz elli kişinin Mûsâ ve Hârûn
peygamberlere isyan ettikleri ve Tanrının onları yere
batırdığı anlatılır (A'dâd, 16, 1-35).
82- Dün, onun yerinde olmayı
dileyenler, öylesine sabahladılar ki hey gidi hey
diyorlardı, şüphe yok ki Allah, kullarından dilediğinin
rızkını bollaştırmada, dilediğini daraltmada, Allah
lûtfetmeseydi bize, bizi de yere geçirirdi ve hey gidi
hey, şüphe yok ki kâfirler kurtulmazlar, muratlarına
ermezler.
83- İşte âhiret yurdu; biz onu,
yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz
ve sonuç, çekinenlerindir.
84- Kim bir iyilikle gelirse
ona, yaptığından daha hayırlı mükâfat var ve kim, bir
kötülükle gelirse o kötülükleri işleyenler, ancak
yaptıklarının karşılığı neyse onunla cezâlandırılır.
85- Şüphe yok ki sana, Kur'ân'ın
hükümlerini farz eden, elbette döneceğin yere döndürecek
seni. De ki: Rabbim daha iyi bilir, kimdir doğru yola
gelen ve kimdir apaçık sapıklıkta kalan.
86- Sana ancak Rabbinden bir
rahmet olarak kitabın vahyedilmesini umuyordun, artık
kâfirlere arka olma.
87- Ve sakın sana indirildikten
sonra seni Allah'ın âyetlerinden çevirmesinler ve
Rabbine çağır halkı ve sakın şirk koşanlardan olma.
88- Ve Allah'la berâber bir
başka mâbûdu çağırma; yoktur tapacak ondan başka; her
şey helâk olur, ancak onun zâtıdır kalan, onundur hüküm
ve hepiniz, dönüp onun tapısına varacaksınız.
29- ANKEBÛT SURESİ
(Sûrede, Tanrıdan başkalarını
dost edinenlerin, ağ kuran örümceğe benzedikleri
anlatıldığından örümcek anlamına gelen Ankebut adıyla
adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm.
2- İnsanlar, sanırlar mı ki
inandık derler de öylece bırakılıverirler ve sınanmaz
onlar?
3- Ve andolsun ki biz onlardan
öncekileri de sınadık; artık Allah, doğru olanları da
mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.
4- Yoksa kötülük edenler,
sanırlar mı ki bizden kurtulacaklar, ne de kötü
hükmediyorlar.
5- Kim, Tanrı'ya kavuşmayı
umarsa artık şüphe yok ki Allah'ın takdîr ettiği zaman
elbette gelecek ve odur duyan, bilen.
6- Ve kim savaşırsa ancak
kendisi için savaşır; şüphe yok ki Allah, âlemlerden
müstağnîdir.
7- İnananların ve iyi işlerde
bulunanların kötülüklerini elbette örteriz ve onları,
yaptıklarından daha güzeliyle mükâfatlandırırız.
8- Ve insana, anasına babasına
iyilikte bulunmasını tavsiye ettik ve senin bir bilgin
olmayan birşeyi bana eş tutman için seninle çekişirlerse
artık itâat etme onlara; dönüp geleceğiniz yer, benim
tapımdır, neler yaptıysanız size ben haber vereceğim.
9- İnananları ve iyi işlerde
bulunanları elbette temiz kişilere katacağım.
10- Ve insanlardan Allah'a
inandık diyen var ki Allah uğrunda bir eziyete
uğratılınca insanların, kendisini sınamasını Allah'ın
azâbıymış gibi sayar ve Rabbinden bir yardım ve zafer de
gelirse bu çeşit kişiler, biz sizinleyiz derler mutlaka;
Allah, âlemlerin gönüllerinde ne var, daha iyi bilmez
mi?
11- Ve Allah elbette inananları
da bilir, münâfıkları da bilir.
12- Kâfir olanlar, iman edenlere
bizim yolumuza uyun dediler, hatalarınızı biz
yükleniriz; halbuki onlar, bunların hatalarından hiç mi
hiç, bir şey yüklenemezler, şüphe yok onlar,
yalancılardır.
13- Onlar, elbette kendi
yüklerini de yüklenecekler, o yüklerle berâber başka
yükleri de ve kıyâmet gününde de iftirâ ettikleri
şeyler, elbette sorulacak onlardan.
14- Ve andolsun ki biz Nûh'u,
kavmine gönderdik de aralarında tam bin yıldan elli yıl
eksik bir müddet kaldı; derken onları tufan helâk etti
ve onlar zâlimlerdi.
15- Onu ve gemidekileri
kurtardık ve bunu, âlemlere ibret olarak yaptık.
16- Ve İbrahîm de hani kavmine
demişti ki: Allah'a kulluk edin ve çekinin ondan;
bilseniz bu, size daha hayırlıdır.
17- Gerçekten de Allah'ı bırakıp
da putlara tapıyor, yalanlar uyduruyorsunuz; Allah'ı
bırakıp taptığınız şeylerin, size bir rızık vermeye
güçleri yetmez; rızkı, Allah katında arayın ve kulluk
edin ona ve şükredin ona; dönüp onun tapısına
varacaksınız.
18- Ve yalanlarsanız sizden
önceki ümmetler de yalanlamıştı ve Peygambere düşen iş,
ancak apaçık tebliğden ibâret.
19- Görmezler mi ki Allah, nasıl
yaratmaya başlıyor, sonra yaratışı, nasıl yeniliyor?
Şüphe yok ki bu, Allah'a pek kolay.
20- De ki: Yeryüzünü gezin de
bakıp görün, nasıl yaratmaya başlamıştır; sonra Allah
âhiret yaşayışını da meydana getirecektir; şüphe yok ki
Allah'ın her şeye gücü yeter.
21- Dilediğini azaplandırır ve
dilediğine acır ve siz, döndürülüp onun tapısına
götürüleceksiniz.
22- Siz onu, ne yeryüzünde âciz
bırakabilirsiniz, ne gökyüzünde ve size, Allah'tan başka
da ne bir dost var, ne bir yardımcı.
23- Allah'ın delillerine kâfir
olanlar ve onunla buluşacaklarını inkâr edenlerse
onlardır rahmetimden tamâmıyla ümitlerini kesenler ve
onlaradır elemli bir azap.
24- Kavminin cevâbı, ancak onu
öldürün, yahut yakın sözü olmuştu da Allah, onu ateşten
kurtarmıştı; şüphe yok ki bunda elbette deliller var
inananlara.
25- Ve siz dedi, dünyâ
yaşayışında birbirinize dost olduğunuzdan bu dostluk
yüzünden Allah'ı bırakıp da putları mâbûd edindiniz,
sonra da kıyâmet günü, bir kısmınız, bir kısmınızı inkâr
edecek, bir kısmınız, bir kısmınıza lânet okuyacak ve
yurdunuz ateştir ve size hiçbir yardımcı yoktur.
26- Lût, ona inandı ve İbrâhim,
ben dedi, bunlardan göçecek, Rabbime sığınacağım, şüphe
yok ki o üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
27- Ve ona İshak ve Yakup'u
verdik ve soyuna, peygamberlik ve kitap ihsân ettik ve
dünyâda, mükâfâtını verdik onun ve şüphe yok ki o,
âhirette de elbette temiz kişilerdendir.
28- Ve Lût'u da göndermiştik de
hani kavmine demişti ki: Siz, sizden önce, âlemlerde
hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin bir işi yapmadasınız.
29- Siz, boyuna erkeklerle mi
temas edecek, meşrû yolu mu kesecek, meclislerinizde hep
kötü işlerde mi bulunacaksınız? Kavminin cevâbı, ancak
eğer doğru söyleyenlerdensen Allah azâbını getir bize
sözü olmuştu.
30- O da, Rabbim demişti,
bozgunculukta bulunan kavme karşı sen yardım et bana.
31- Elçilerimiz, İbrahîm'e
müjdeyle gelince, şüphe yok ki demişlerdi, biz şu şehrin
halkını helâk edeceğiz; şüphe yok ki o şehrin halkı
zâlim oldu.
32- İbrâhim, orada Lût da var
demişti de onlar, biz daha iyi biliriz demişlerdi, orada
kim var; onu ve âilesini kurtaracağız, ancak karısı
kurtulmayacak, o, şüphe yok ki orada kalanlardan olacak.
33- Elçilerimiz Lût'a gelince
Lût, onların yüzünden kederlenmişti, gönlü daralmıştı.
Onlar, korkma ve tasalanma demişlerdi; şüphe yok ki biz,
seni de, âileni de kurtaracağız, ancak karın müstesnâ ve
şüphe yok o, orada kalanlardan olacak.
34- Şüphe yok ki bu şehir
halkının üstüne, buyruktan çıkarak yapageldik-leri işler
yüzünden, gökten bir azâp indireceğiz.
35- Ve andolsun ki biz, akıl
eden topluluk için, onlara âit apaçık bir delil
bıraktık.
36- Ve Medyen'e de kardeşleri
Şuayb'i göndermiştik de ey kavmim demişti, kulluk edin
Allah'a ve umun âhiret gününü ve yeryüzünde bozgunculuğa
çalışmayın.
37- Derken yalanlamışlardı onu
da onları bir sarsıntı, helâk edivermişti, derken
evlerinde diz çökmüş bir halde yerlere yığılıp helâk
oluvermişlerdi.
38- Ve Âd'le Semûd'u da helâk
etmiştik ve gerçekten de yerlerinden apaçık
anlamaktasınız ve Şeytan, onların yaptıklarını,
bezemişti kendilerine ve gerçeği gördükleri halde yoldan
çelmişti onları.
39- Ve Kârun'u ve Firavun'u ve
Hâmân'ı da helâk etmiştik ve andolsun ki Mûsâ, onlara
apaçık delillerle gelmişken tuttular da, yeryüzünde
ululanmaya kalkıştılar ve azâbı da savuşturamadılar.
40- Hepsini de suçları yüzünden
helâk ettik. Onlardan, üstlerine kasırgayla taş
yağdırdıklarımız var ve onlardan, bir bağırışla helâk
olanlar var ve onlardan yere geçirdiğimiz var ve
onlardan sulara garkettiğimiz var ve Allah zulmetmemişti
onlara ve fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmişlerdi.
41- Allah'tan başka dost ve
yardımcı edinenler, ağ kuran örümceğe benzerler ve
evlerin en çürüğü, elbette örümcek ağıdır bir bilseler.
42- Şüphe yok ki Allah,
kendisinden başka neye tapıyorlarsa hepsini bilir ve
odur üstün, hüküm ve hikmet sâhibi.
43- Ve işte örnekler, onları
insanlara gösterip durmadayız ve bilgi sâhiplerinden
başkaları anlamaz onları.
44- Allah, gökleri ve yeryüzünü
gerçek olarak yarattı; şüphe yok ki bunda, inananlara
deliller var elbet.
45- Oku kitaptan ne
vahyedildiyse sana ve namaz kıl; şüphe yok ki namaz,
çirkin ve kötü şeylerden alıkoyar insanı ve elbette
Allah'ı anmak, pek büyük birşeydir ve Allah, ne
işlerseniz hepsini bilir.
46- Ve kitap ehliyle, ancak en
güzel bir tarzda mücâdele edin; yalnız içlerinden
zulmedenler müstesnâ ve deyin ki: İnandık bize
indirilene de, size indirilene de ve mâbûdumuz ve
mâbûdunuz birdir ve biz, ona teslîm olmuşuz.
47- Ve işte sana böyle bir kitap
indirdik biz ve bu yüzden kendilerine kitap verilenler,
inanıyorlar ona ve şunlardan da inanan var ona ve
delillerimizi, kâfirlerden başkası da bilerek inkâr
etmez.
48- Ve sen, bundan önce hiçbir
kitap okumazdın ve sağ elinle de bir şey yazmamıştın,
öyle olsaydı, bâtıl, şeylere kapılanlar mutlaka şüpheye
düşerlerdi.
49- Hayır, o, kendilerine bilgi
verilenlerin gönüllerinde kökleşip yerleşmiş olan apaçık
delillerdir ve delillerimizi, zâlimlerden başkası da
bilerek inkâr etmez.
50- Ve derler ki ona Rabbinden
deliller indirilseydi. De ki: Deliller, ancak Allah
katında ve ben, ancak apaçık bir korkutucuyum.
51- Onlara yetmez mi ki şüphe
yok, sana kitap indirdik, onlara okunup durmada; şüphe
yok ki bu kitapta elbette inanan topluluğa hem rahmet
var, hem öğüt.
52- De ki: Aramda ve aranızda
tanık olarak Allah yeter; bilir ne varsa göklerde ve
yeryüzünde ve bâtıla inanıp Allah'a kâfir olanlara
gelince: Onlardır ziyan edenlerin ta kendileri.
53- Ve senden, azâbın çarçabuk
gelmesini isterler ve muayyen bir zamânı olmasaydı azap,
gelip çatardı onlara ve azap, onlara apansız gelecek ve
onların haberleri bile olmayacak.
54- Senden, azâbın, çabucak
gelmesini isterler ve şüphe yok cehennem elbette
kâfirleri kuşatmıştır zâten.
55- O gün azap, üstlerinden,
ayaklarının altından saracak onları ve tadın diyecek,
yaptıklarınızın cezâsını.
56- Ey inanan kullarım, şüphe
yok ki benim yeryüzüm geniştir, artık siz de yalnız bana
kulluk edin.
57- Herkes tadacak ölümü, sonra
da dönüp tapımıza geleceksiniz.
58- İnananları ve iyi işlerde
bulunanları, kıyılarından ırmaklar akan cennetin en yüce
yerlerinde yerleştireceğiz, orada ebedî olarak
kalacaklar; iyi işlerde bulunanlara verilen mükâfat, ne
de güzeldir.
59- Öyle kişilerdir onlar ki
sabrederler ve Rablerine dayanırlar.
60- Ve nice mahlûk vardır ki
rızıklarını kendileri bulup götürmezler; onları da Allah
rızıklandırır; sizi de ve odur duyan, bilen.
61- Andolsun ki onlara, kim
yarattı gökleri ve yeryüzünü ve kim râm etti güneşi ve
ayı diye sorsan Allah derler mutlaka, o halde ne diye
ona kulluktan dönüp uydurma şeylere kapılıyorlar?
62- Allah, kullarından
dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin daraltır;
şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.
63- Andolsun ki onlara, kim
yağdırır gökten yağmuru da onunla, ölümünden sonra
diriltir yeryüzünü diye sorsan Allah derler mutlaka; de
ki: Hamd Allah'a, fakat çoğu akıl etmez.
64- Ve bu dünyâ yaşayışı, ancak
aslı olmayan bir eğlenceden, bir oyundan başka bir şey
değil ve şüphe yok ki âhiret yurdunda gerçek yaşayış,
bunu bir bilselerdi.
65- Gemiye bindiler mi din
husûsunda yalnız onu tanıyarak ihlâsla Allah'ı
çağırırlar, fakat onları karaya çıkarıp da kurtardık mı
o zaman derhal şirk koşarlar.
66- Bu da onlara verdiğimiz
nîmetlere nankörlük edip dünyâda geçinip gitmeleri
içindir, fakat yakında bilecek onlar.
67- Görmezler mi ki
etraflarındaki insanlar, birbirlerini öldürüp dururken
biz Harem'i, emîn ettik; hâlâ mı bâtıla inanırlar da
Allah'ın nîmetine nankörlük ederler?
68- Ve kimdir Allah'a yalan yere
iftirâ edenden, yahut Kur'ân, kendisine geldikten sonra
onu yalanlayandan daha zâlim? Kâfirlere, cehennemde
konaklayacak yer mi yok?
69- Bizim için savaşanları
yollarımıza sevk ederiz biz ve şüphe yok ki Allah,
elbette berâberdir iyilik edenlerle.
30- RÛM SURESİ
(Romalıların, Farsları
yenecekleri anlatıldığından Rum sûresi adı verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm.
2- Rûm mağlûb edildi.
3- En yakın bir yerde, fakat
onlar bu mağlûbiyetten sonra galip olacaklar.
4- Birkaç yıl içinde; emir, önde
de Allah'ın, sonda da ve o gün inananlar, ferahlayacak,
sevinecek.
5- Allah'ın yardımıyla; o,
dilediğine yardım eder ve odur üstün ve rahîm.238[1]
[1] Romalıların Farsları mağlûp
edeceğine aittir. 616 da İranlılar, Mısır'ı, Suriye'yi
ve Nil vâdisini almışlardı. Doğu Roma imparatorluğu,
İran'ın ağır barış şartlarını kabule mecbur olmuştu.
Romalılar Hıristiyan oldukları için müşrikler, sizin
Kitap Ehli olarak tanıdığınız Romalıları Farslar mağlûp
etti diye söylenmeye ve sevinmeye başlamışlar, bu
âyetler o münasebetle vahyedilmiştir. 621 de Roma ordusu
İran'ı mağlûp etti.
6- Allah'ın vaadidir; Allah
vaadinden caymaz ve fakat insanların çoğu bilmez.
7- Dünyâ yaşayışının yalnız dış
yüzünü bilirler ve onlar, âhiretten gafil olanlardır.
8- Hiç olmazsa kendi kendilerine
bir düşünmezler mi ki Allah, gökleri ve yeryüzünü ve
ikisinin arasındakileri gerçek olarak ve mukadder bir
zamân için yaratmıştır ve şüphe yok ki insanların çoğu,
Rablerine kavuşacaklarını inkâr ederler elbet.
9- Yeryüzünü gezip de görmezler
mi kendilerinden öncekilerin sonları ne olmuş; onlar,
kuvvet bakımından daha üstündü bunlardan ve yeryüzünün
altını üstüne getirerek ekmişler ve orasını, bunların
îmâr ettiğinden daha da fazla îmâr etmişlerdi ve onlara
da apaçık delillerle gelmişti peygamberleri; derken
Allah zulmetmemişti onlara ve fakat onlar, kendilerine
zulmetmişlerdi.
10- Sonra da Allah'ın
delillerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri
için o kötülük edenlerin sonu kötü oldu gitti.
11- Allah, önce yaratır da sonra
öldürerek tekrar halkeder ve yaratılışı yeniler, sonra
da hepiniz döndürülür, onun tapısına götürülürsünüz.
12- Ve kıyâmetin koptuğu gün,
suçlular, rahmetten meyûs olurlar.
13- Ve onlara, Tanrı'ya ortak
sandıkları şeylerden şefâat eden de olmaz ve onlar da
Tanrı'ya şerik sandıkları şeylere kâfir olurlar.
14- Ve kıyâmetin koptuğu gün yok
mu, işte o gün tamâmıyla ayrılırlar da.
15- İnanan ve iyi işlerde
bulunanlar, cennet bahçesinde sevinip nîmetlere nâil
olur onlar. 239[2]
[2] Bkz. Dipnot 238
16- Ve fakat kâfir olanlara ve
delillerimizi ve âhirete kavuşacaklarını yalanlayanlara
gelince: Artık onlardır azâp için hazırlananlar.
17- Artık tenzîh edin Allah'ı
akşama girince ve sabaha erince.
18- Ve onadır hamd göklerde ve
yeryüzünde; ve tenzîh edin onu gündüzün sonlarında ve
öğle vaktinde.
19- Ölüden diri izhâr eder,
diriden ölü izhâr eder ve yeryüzünü diriltir ölümünden
sonra ve böylece çıkarır mezarlarınızdan sizi de.
20- Ve delillerindendir ki sizi
topraktan yaratmıştır da sonra insan haline gelir,
yeryüzünün her yanına dağılırsınız.
21- Ve delillerindendir ki sizin
cinsinizden eşler yaratmıştır size, onlarla uzlaşıp
geçinesiniz diye ve aranıza da sevgi ve merhamet ihsân
etmiştir; şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa deliller
var.
22- Ve delillerindendir göklerin
ve yeryüzünün yaratılışı ve dillerinizin ve
renklerinizin ayrılığı; şüphe yok ki bunda, bilenlere
deliller var.
23- Ve delillerindendir uykunuz
geceleyin ve gündüzün ve lûtfundan rızkınızı arayıp
buluşunuz. Şüphe yok ki bunda duyan topluluğa deliller
var.
24- Ve delillerindendir ki sizi
hem korkutan, hem umduran şimşeği göstermede ve gökten
yağmur yağdırmada da o sûretle ölümünden sonra yeryüzünü
diriltmede. Şüphe yok ki bunda, akıl eden topluluğa
deliller var.
25- Ve delillerindendir ki gökle
yer, öylece durmada; sonra sizi bir çağırdı mı hemen
yeraltından çıkacaksınız.
26- Ve onundur göklerde ve
yeryüzünde ne varsa; hepsi de ona itâat eder.
27- Öyle bir mâbuttur ki her
şeyi önce yaratır, sonra öldürür de tekrar diriltir ve
bu, pek kolaydır ona ve onundur göklerde ve yeryüzünde
yüce sıfatlar ve odur üstün, hüküm ve hikmet sahibi.
28- Size, kendinize âit birşeyle
örnek getirmede: Kölelerinizden, câriyelerinizden, sizi
rızıklandırdığımız şeylerde size ortak olanlar var mı ve
siz, o mallarda,
onlarla bir olur musunuz,
onları mallarınıza ortak eder de onlar da, sizin korkup
titrediğiniz gibi o malların üstüne korkup titrerler mi?
İşte, akıl eden topluluğa delilleri böylece tekrarlayıp
açıklarız.
29- Hayır, o zulmedenler,
bilgisizce kendi havalarına uydular; Allah'ın saptırdığı
kişiyi kim doğru yola sevkedebilir? Ve onlara bir
yardımcı da yoktur.
30- Artık, yüzünü tam doğru dine
döndür, Allah'ın ilk yarattığı selâmet haline ki
insanları, o tabîî halde, selâmet halinde yaratmıştır;
Allah'ın yaratışı, dîn, değiştirilemez; budur en doğru
dîn ve fakat insanların çoğu bilmez.
31- Ne emrettiyse ona uyarak
hepiniz, yüzünüzü o dine döndürün ve namaz kılın ve şirk
koşanlardan olmayın.
32- O şirk koşanlardan ki
dinlerinde aykırılığa düşmüşler de bölük-bölük
olmuşlardır ve her zümre, kendisinde bulunana râzı olup
gitmiştir.
33- Ve insanlara bir zarar
erişti mi dönüp Rablerini çağırırlar, sonra onlara,
kendi katından bir rahmet tattırınca da onların bir
bölüğü, Rablerine şirk koşarlar.
34- Şirk koşarlar, onlara
verdiğimiz nîmetlere nankörlük etmek için; şimdilik
geçinin bakalım, yakında bilip anlarsınız.
35- Yoksa biz onlara kesin bir
delil mi indirdik de şirk koştukları şeyler hakkında
onlara söz söyledi.
36- İnsanlara bir rahmet
tattırdık mı onunla sevinir, övünürler ve onlara,
elleriyle yapıp hazırladıkları bir kötülük gelip çatınca
da hemen ümitlerini keserler.
37- Görmezler mi ki şüphe yok
Allah, dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin de
daraltır. Şüphe yok ki bunda, inanan topluluğa deliller
var elbet.
38- Artık yakınlara, yoksula ve
yolda kalana hakkını ver, Allah'ın rızâsını dileyenlere
bu, daha hayırlıdır ve onlardır kurtulanların,
muratlarına erenlerin ta kendileri.
39- Halkın malı artsın diye
fâize âit verdiğiniz şeyler, Allah katında artmaz;
Allah'ın rızâsını dileyerek verdiğiniz zekât artar ve
sevaplarını kat-kat arttıranlar, onlardır.
40- Öyle bir Allah'tır ki sizi
yaratmıştır, sonra rızık vermiştir size, sonra öldürür,
sonra da diriltir sizi. Ona eş sandıklarınızın içinde
bunlardan bir şey yapabilen var mı? Münezzehtir ve
yücedir o şirk koşanların şirk koştukları şeylerden.
41- Bozgun belirdi karada ve
denizde, insanların elleriyle kazandıkları suçlar
yüzünden; bu da, belki dönerler, vazgeçerler diye
yaptıklarına karşılık çekecekleri cezânın az bir kısmını
onlara tattırmak için.
42- De ki: Gezin yeryüzünde de
bakın, görün önce gelip geçenlerin sonları neye varmış;
onların çoğu müşrikti.
43- Reddine imkân bulunmıyan o
gün, Allah tarafından gelmezden önce yüzünü tam doğru
olan dine çevir, o gün onlar, bölük-bölük olacaklardır.
44- Kim kâfir olursa küfrünün
suçu, ona âittir ve kim, iyi işlerde bulunursa bu çeşit
adamlar da o iyiliği kendileri için hazırlamışlardır.
45- Bu da, inanan ve iyi işlerde
bulunanları, lûtfundan mükâfâtlandırmak içindir, şüphe
yok ki o, kâfirleri sevmez.
46- Ve delillerindendir
şükretmeniz için müjdeci rüzgârları göndermesi ve
rahmetini size tattırması ve emriyle gemileri yürütmesi
ve lûtfundan rızkınızı aratıp buldurması.
47- Ve andolsun ki senden önce
de kavimlerine peygamberler gönderdik de apaçık
delillerle geldiler onlara; derken cürmettiklerinden
dolayı öç aldık onlardan ve inananlara yardım, bir
haktır bize.
48- Öyle bir Allah'tır ki
rüzgârları yollar da bulutları sürer onlar, gökyüzünde
bulutu yayar dilediği gibi ve dağınık, parça-parça bir
hale de koyar onları, derken bakarsın ki bulutlardan
yağmur yağmaya başlar da kullarından dilediğine nasîp
eder o yağmuru ve onlar da müjdelerler birbirlerini,
sevinirler.
49- Halbuki onlara yağmur
yağdırılmadan önce hepsi de ümitlerini kesmişlerdi.
50- Artık Allah'ın rahmet
eserlerine bak da gör, ölümünden sonra nasıl diriltir
yeryüzünü; şüphe yok ki o, elbette ölüyü de diriltir ve
onun, her şeye gücü yeter.
51- Ve andolsun ki bir rüzgâr
yolladık da nebatları sararmış gördüler mi ardından
hemen nankörlüğe başlarlar.
52- Hiç şüphe yok ki sen, sesini
duyuramazsın ölüye ve ardına dönüp giderlerken dâvetini
duyuramazsın sağırlara.
53- Ve sen, körleri
sapıklıklarından döndürüp doğru yola sevkedemezsin. Sen,
ancak delillerimize inananlara duyurursun; gerçekten de
onlardır Müslüman olanlar.
54- Öyle bir Allah'tır ki sizi
zayıf bir sudan yaratmıştır, sonra bir zayıflık olan
çocukluk çağından çıkarıp güç-kuvvet vermiştir size,
sonra kuvvetli çağdan gene bir zayıflık çağına ve
ihtiyarlık yaşına getirmiştir sizi; yaratır ne dilerse
ve odur bilen, gücü yeten.
55- Ve kıyâmetin koptuğu gün
suçlular, ancak bir an yatıp eğlendiklerine and içerler;
işte böyle asılsız şeylere kapılıyordu onlar.
56- Kendilerine bilgi ve inanç
verilenlerse derler ki: Andolsun ki siz, Allah'ın
takdîri ne kadarsa, tâ tekrar dirileceğiniz günedek
yatıp eğlendiniz, gerçekten de budur tekrar
dirileceğiniz gün ve fakat siz bilmiyorsunuz.
57- Bir gündür o gün ki
kendilerine zulmedenlerin özürleri de kabûl edilmeyecek
o gün, tövbe edip yaptıklarından vazgeçmeleri de
istenmeyecek artık.
58- Ve biz, bu Kur'ân'da,
insanlara her çeşit örneği getirdik ve sen, onlara bir
delil göstersen: Siz derler, ancak aslı olmayan şeyleri
öne sürenlersiniz.
59- İşte, Allah, bilmeyenlerin
gönüllerini, bu çeşit mühürler.
60- Dayan, şüphe yok ki Allah'ın
vaadi gerçektir ve adamakıllı inanmayanlar, sakın senin
gayretini hafifletip gevşetmesin.
31- LOKMAN SURESİ
(İbn-i Abbas'a göre 27-29.
âyetleri Medenîdir. İçinde Lokman'ın oğluna verdiği
öğütler anıldığından sûreye, Lokman sûresi denmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm.
2- Bunlardır beyanında hikmet,
hükümlerinde metânet bulunan kitabın âyetleri.
3- O kitap, iyilik edenleri
doğru yola sevkeden, onlara rahmet olan bir kitaptır.
4- Onlar, namaz kılarlar ve
zekât verirler ve âhirete de iyice inanmışlardır.
5- Onlardır Rablerinden doğru
yolu bulanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler.
6- İnsanlardan, asılsız ve boş
lâfları satın alan var, halkı, bilgisi olmadığı halde
Allah yolundan saptırmak ve Kur'ân'ı alaya almak için;
onlar, öyle kişilerdir ki onlaradır hor-hakir bir hale
getiren azap.
7- Ona âyetlerimiz okununca
başını çevirir; sanki duymaz onu, sanki iki kulağında da
ağırlık var; artık müjdele onu elemli bir azapla.
8- Şüphe yok ki inananlarındır
ve iyi işlerde bulunanlarındır Naîm cennetleri.
9- Ebedî kalırlar orada;
Allah'ın vaadi gerçektir ve odur üstün, hüküm ve hikmet
sâhibi.
10- Gökleri direksiz
yaratmıştır, onları görüp durursunuz ve yeryüzüne de
sallanıp sizi sarsmaması için metin dağlar koymuştur ve
oraya bütün mahlûkatı yaymıştır ve gökten yağmur
yağdırmıştır da yerde her çeşit güzelim nebâtı,
çifter-çifter bitirmiştir.
11- İşte bunlar, Allah'ın
yarattıklarıdır, ondan başkasının ne yarattığını
gösterin bana; hayır, zulmedenler, apaçık bir sapıklık
içindedir.
12- Ve andolsun ki biz, şükret
Allah'a diye Lokmân'a hikmet verdik ve kim şükrederse
faydası kendisinedir ve kim nankörlük ederse artık şüphe
yok ki Allah, müstağnîdir, hamde lâyık odur. 240[1]
[1] Lokman'ın, Eyyub Peygamberin
kız kardeşinin, yahut teyzesinin oğlu olduğu, Habeşi bir
kul bulunduğu rivâyet edilmiştir. Âyetteki "hikmet"
kelimesini peygamberlik olarak kabul edenlere göre
Lokman, peygamberdir; kabul etmeyenlerce bir filozoftur.
Batı mütercimleri, Lokman'ı, milâttan önce 7-6. yüzyılda
yaşayan Esupe olarak kabul ederler (Savary'nin
tercümesi, s.407, not. 1. E. H. Plamer'in İngilizce
tercümesi, s. 350, not. 1).
13- An o zamanı ki hani Lokmân,
oğluna öğüt verirken oğulcağızım demişti, Allah'a şirk
koşma; şüphe yok ki şirk, elbette pek büyük bir
zulümdür.
14- Ve biz, insana,
anasına-babasına itâat etmesini tavsiye ettik; anası,
yaratılışı zayıf olduğu halde gebelikle büsbütün
zayıflamış, fakat gene de onu taşımıştı ve gebelikle
sütten kesme müddeti, iki yıl sürmüştü; artık şükret
bana ve ananla babana; dönüp geleceğin yer, benim
tapımdır.
15- Eğer o hususta bir bilgin
olmadığı halde, bana şirk koşman için savaşırlarsa
seninle, itâat etme onlara ve dünyâda iyilik et onlara
ve dönüp benim itâatimi kabûl edenlerin yoluna uy, sonra
dönüp geleceğiniz yer, benim tapımdır; neler yaptığınızı
ben haber vereceğim size.
16- Ey oğulcağızım, yaptığın
hayır veya şer, bir hardal tanesi kadar bile olsa, o da
bir taş içinde, yahut göklerde, yahut da yeryüzünde
bulunsa Allah, onu gene meydana çıkarır; şüphe yok ki
Allah'ın lütfü boldur, o, her şeyden haberdardır.
17- Ey oğulcağızım, namaz kıl,
iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış halkı ve bu
hususta uğradığın sıkıntılara dayan; şüphe yok ki
bunlar, kesin olarak yapılması gereken işlerdendir.
18- Ve ululanıp insanlardan yüz
çevirme ve yeryüzünde, kendini beğenerek kibirle yürüme;
şüphe yok ki Allah, ululanıp övünenlerin hiçbirini
sevmez.
19- Ululanarak değil, miskince
de değil, vakarla yürümeye bak, sesini fazla çıkarma;
şüphe yok ki seslerin en çirkini, eşek anırmasıdır.
20- Görmediler mi ki gerçekten
de Allah, râm etti size ne varsa göklerde ve ne varsa
yeryüzünde ve görünen ve gizli olan nîmetlerini size
yaydı, tamamladı ve insanlar içinde, Allah hakkında
mücâdeleye girişen var bilgisi, delili ve aydınlatıcı
bir kitabı yokken.
21- Ve onlara, Allah ne
indirdiyse ona uyun dendi mi hayır derler, biz,
atalarımızı neye uymuş bulduysak ona uyarız; ya Şeytan,
onları yakıp kavuran azâba çağırıyorduysa.
22- Ve kim, özünü, iyiliklerde
bulunarak Allah'a teslîm ederse gerçekten de o, şüphe
yok ki sağlam bir kulpa yapışmıştır ve işler, sonucu,
Allah tapısına varır.
23- Ve kim, kâfir olursa onun
kâfirliği, tasalandırmasın seni; dönüp varacakları yer,
bizim tapımızdır da ne yaptılarsa biz haber veririz
onlara; şüphe yok ki Allah, gönüllerde ne varsa hepsini
bilir.
24- Onları az bir müddet
geçindiririz de sonra istemedikleri halde onları ağır
bir azâba atarız.
25- Onlara, andolsun ki, gökleri
ve yeryüzünü kim yarattı diye sorsan Allah derler
mutlaka. De ki: Hamd Allah'a, hayır, onların çoğu
bilmez.
26- Allah'ındır ne varsa
göklerde ve yeryüzünde; şüphe yok ki Allah, müstağnîdir,
hamde lâyıktır.
27- Yeryüzünde ne kadar ağaç
varsa hepsi kâlem, deniz de mürekkeb olsa ve bundan
sonra da yedi deniz daha mürekkeb olup o denize katılsa
gene Allah'ın sözleri yazılıp tükenmez; şüphe yok ki
Allah, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
28- Sizin yaratılışınız da,
tekrar diriltilmeniz de bir kişinin yaratılması ve
diriltilmesi gibidir ancak; şüphe yok ki Allah, duyar,
görür.
29- Görmedin mi ki Allah, geceyi
kısaltır, bir kısmı gündüz olur, gündüzü kısaltır, bir
kısmı gece olur ve râm etmiştir güneşi ve ayı; hepsi de
mukadder bir zamâna kadar yollarında akıp durur ve şüphe
yok ki Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de haberdardır.
30- Bu da şu yüzdendir; çünkü
Allah, gerçektir ve ondan başka herneye kulluk
ediyorsanız hepsi de boştur ve şüphe yok ki Allah, öyle
bir mâbuttur ki odur pek yüce ve büyük.
31- Görmedin mi ki gemiler,
gerçekten de Allah'ın nîmetiyle denizlerde akıp gider
size onun delillerini göstermek için; şüphe yok ki
bundan adamakıllı sabreden ve adamakıllı şükreden
herkese, elbette deliller var.
32- Onları, gölgeler yapan,
dağlar gibi dalgalar sardı mı dîni, yalnız ona âit
bilerek ve özlerini yalnız ona bağlayarak Allah'ı
çağırırlar; onları kurtarınca içlerinde aşırı gitmeyen,
geri kalmayan ve vaadine vefâ eden kişiler bulunur ve
zâten de ahdine hiç vefâ etmeyen nankör kişilerden
başkası bile-bile inkâr etmez delillerimizi.
33- Ey insanlar, çekinin
Rabbiniz-den ve korkun o günden ki baba, oğluna bir
fayda veremediği gibi oğulun da babaya hiçbir hayrı
olmaz ve sakın aldatmasın sizi dünyâ yaşayışı ve sakın o
hilebaz Şeytan, aldatmasın sizi Allah hakkında.
34- Şüphe yok ki Allah
katındadır kıyâmetin kopacağı zaman ve yağmurun ne vakit
ve nereye yağacağı ve o bilir rahîmlerdekini ve hiçbir
kimse, yarın ne kazanacağını bilmez ve hiçbir kimse,
Nerede öleceğini bilmez; şüphe yok ki Allah, her şeyi
bilir, her şeyden haberdardır.241[2]
[2] Yalnız Tanrının bildiği bu
beş şeye "mugayyebât-ı Hams" derler.
32- SECDE SURESİ
(Hâ mim Secde'yle farkedilmesi
için Lokman Secde sûresi diye de anılır. 18, 19, ve 20.
âyetleri Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elif lâm mîm.
2- Bu kitap, âlemlerin Rabbi
tarafından indirilmiştir, hiç şüphe yok bunda.
3- Yoksa, bunu o mu uyduruyor
diyorlar? Hayır, o, gerçektir Rabbinden, senden önce,
kendilerine bir korkutucu gelmemiş olan topluluğu, doğru
yolu bulsunlar diye korkutman için indirilmiştir.
4- Öyle bir Allah'tır ki gökleri
ve yeryüzünü ve ikisinin arasında ne varsa hepsini altı
günde yaratmıştır da sonra arşa hâkim olmuştur; ondan
başka ne bir dost ve yardımcı var size, ne bir şefâatçi;
hâlâ mı düşünüp öğüt almazsınız?
5- Gökten yeredek her işi tedbîr
eden odur, sonra o işe memûr olan melek, sizin
sayışınıza göre miktarı bin yıl tutan bir günde, onun
tapısına yükselip çıkar.
6- İşte budur gizliyi de bilen,
açıktakini de bilen üstün ve hüküm ve hikmet sâhibi
mâbut.
7- Öylesine mâbut ki her şeyin
yaratılışını güzel ve tam yerinde yapmıştır da insanı da
balçıktan yaratmaya koyulmuştur.
8- Sonra onun soyunu, duru bir
sudan, aşağılık bir su katresinden yaratmıştır.
9- Sonra da onu tamamlamıştır,
ona kabiliyet vermiştir ve ona rûhundan üfürmüştür ve
size kulak, gözler ve gönüller halketmiştir; ne de az
şükredersiniz.
10- Ve dediler ki: Yeryüzüne
karışıp kaybolduktan sonra mı yeniden yaratılacağız?
Hayır, onlar, Rablerine kavuşacaklarını inkâr etmedeler.
11- De ki: Size memûr olan ölüm
meleği öldürecek sizi, sonra da dönüp Rabbinizin
tapısına varacaksınız.
12- Rableri katında başlarını
eğerek Rabbimiz, gördük ve duyduk, artık bizi tekrar
dünyâya döndür de iyi işlerde bulunalım, gerçekten de
adamakıllı inandık dedikleri zaman bir görsen
mücrimleri.
13- Ve dileseydik herkesi doğru
yola sevk ederdik ve fakat benden şu söz çıkmıştır,
mukadderdir bu: Elbette cehennemi, bütün insanlarla,
cinlerle dolduracağım.
14- Tadın azâbı, şu güne
ulaşacağınızı unuttuğunuzdan dolayı, şüphe etmeyin ki
biz de unuttuk sizi ve tadın ebedî olarak azâbı
yaptıklarınıza karşılık.
15- Âyetlerimize, ancak
kendilerine anılıp öğüt verildiği zaman yerlere kapanıp
secde edenler ve Rablerine hamd ederek onu tenzîh
edenler ve hiç ululanmaya kalkışmayanlar, inanırlar.
16- Yanları, yatak nedir,
görmez, korkarak, umarak Rablerini çağırırlar ve
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını
yoksullara harcarlar.
17- Hiç kimsecik bilmez onlar
için gözleri aydınlatacak ne gizli şeyler var;
yaptıklarına karşılık.
18- İnanan kişi, inançtan çıkan
kişiye benzer mi hiç? Eşit olmaz bunlar.
19- İnananlara ve iyi işlerde
bulunanlaradır Me'vâ cennetleri, yaptıklarına karşılık
konuk olmak için.
20- Fakat buyruktan çıkanlara
gelince: Onların yurtları ateştir; oradan çıkmak
istedikleri zaman tekrar atılırlar oraya ve onlara denir
ki: Tadın yalanladığınız ateşin azâbını.
21- Biz, belki dönerler diye pek
büyük azaptan önce de onlara yakın bir azâbı
tattıracağız mutlaka.
22- Kendisine Rabbinin
delillerinden bir kısmı anılıp onlarla öğüt verildikten
sonra da onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir ki?
Şüphe yok ki biz, mücrimlerden öç alacağız.
23- Ve andolsun ki Mûsâ'ya da
kitap vermiştik, ona kavuşacağında şüphen olmasın ve
biz, İsrailoğullarına o kitabı, doğru yolu gösteren bir
rehber yapmıştık.
24- Ve içlerinden, sabrettikleri
takdîrde onları, emrimizle doğru yola sevkedecek
rehberler tâyin etmiştik ve onlar, delillerimize
adamakıllı inanmışlardı.
25- Şüphe yok ki Rabbin, kıyâmet
gününde, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında, aralarında
hükmedecek.
26- Onları doğru yola sevketmez
mi onlardan önce nice ümmetleri helâk etmemiz, onların
yurtlarında gezip durmadalar; şüphe yok ki bunda
deliller var elbet, hâlâ mı işitmezler?
27- Görmediler mi ki biz, suyu,
kurak ve çorak yerlere akıtırız da o sayede
hayvanlarının ve kendilerinin yiyecekleri otları
bitiririz; hâlâ mı görmezler?
28- Ve derler ki: Doğru
söylüyorsanız ne vakit olacak bu fetih?242[1]
[1] Fetihten maksat Mekke'nin
Müslümanlar tarafından zaptıdır diyenler vardır.
29- De ki: Fetih günü, kâfir
olanlar imana gelseler de faydası yok ve onlara mühlet
de verilmeyecek.
30- Artık yüz çevir onlardan ve
bekle; şüphe yok ki onlar da beklemedeler.243[2]
[2] Bkz. 240. Dipnot
33- AHZÂB SURESİ
Mekkîdir, yetmiş üç âyettir.
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey Peygamber, çekin Allah'tan
ve itâat etme kâfirlerle münâfıklara; şüphe yok ki
Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
2- Ve Rabbinden ne vahyedildiyse
ona uy; şüphe yok ki Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de
haberdardır.
3- Ve dayan Allah'a ve Allah
yeter koruyucu olarak.
4- Allah, bir kişiye iki yürek
vermedi ve zıhâr yaptığınız eşlerinizi de analarınız
yerine koymadı ve evlâtlıklarınızı öz oğullarınız olarak
halk etmedi; bunlar, sizin ağızlarınızdaki lâflar ve
Allah, doğruyu söyler ve o, doğru yolu gösterir. 244[1]
[1] Zıhâr, bir erkeğin, karısına
senin sırtın, anamın sırtı gibi demesi, karısını anası
yerine koymasıdır. Cahiliyye devrinde, bu sözü söyleyen
kişinin karısı, kendisinden boş düşerdi. Evlâtlığın
karısı da Câhiliyye devrinde alınamazdı. Halbuki Hz.
Muhammed (s.a.a), oğulluğu olan Zeyd'in boşadığı zevcesi
Hz. Zeyneb'i almıştı Zıhar için 58. sûrenin 1-4.
âyetlerinin izahına bakınız).
5- Onları, babalarının adlarını
da anarak çağırın, bu, Allah katında daha doğrudur.
Babalarını bilmiyorsanız zâten onlar din bakımından
kardeşleriniz ve yardımcılarınızdır ve bir yanlışlıkta
bulunursanız bir vebal yok size ve fakat yüreklerinizden
bir kasıtla hareket ederseniz vebal altına girersiniz ve
Allah, suçları örter, rahîmdir.
6- Peygamber, inananlar
üzerinde, kendilerinden ziyâde tasarruf ve vilâyet
sâhibidir ve onun eşleri de inananların analarıdır ve
akrabalar da, Allah'ın kitabında, diğer inananlardan ve
yurtlarından göçenlerden fazla birbirlerine yakındır
mîras dolayısıyla, ancak dostlarınıza herhangi bir
sûretle iyilikte bulunabilirsiniz; bu hüküm, kitapta
yazılmıştır.
7- An o zamanı ki biz,
peygamberlerden kesin söz almıştık ve senden ve Nûh'tan
ve İbrâhim'den ve Mûsâ'dan ve Meryemoğlu İsâ'dan da ve
biz, onlardan pek sağlam ve kesin söz almıştık. 245[2]
[2] Bu âyette anılan ve şeriat
sahibi olan beş peygambere "Ülül-Azm" derler. Bunların,
bütün yeryüzündeki insanlara peygamber olduğunu
söyleyenler vardır.
8- Doğruların doğruluğunu sormak
için ve kâfirlere, elemli bir azap hazırladık.
9- Ey inananlar, anın size
Allah'ın nîmetini, hani askerler saldırmıştı üstünüze de
onlara bir yel ve görmediğiniz askerler göndermiştik ve
Allah, sizin yaptıklarınızı görür. 246[3]
[3]Hendek savaşı anlatılmadadır.
10- Hani size hem üst
tarafınızdan hücum etmişlerdi, hem alt tarafınızdaki
yerlerden ve hani gözler yılmıştı ve korkudan yürekler,
ağızlara gelmişti ve Allah hakkında çeşitli zanlara
kapılmıştınız.
11- İşte orada, inananlar, bir
sınanmaya uğratılmıştı ve adamakıllı da sarsılmışlardı.
12- Hani münafıklarla
gönüllerinde hastalık olanlar, Allah ve Peygamberi
demişlerdi, bizi ancak aldattılar, vaatlerinde
aldatıştan başka bir şey yok.
13- Ve hani onların bir bölüğü,
ey Yesribliler demişti, burada durmanıza imkân yok,
dönün artık ve bir bölüğü de Peygamberden, evlerimiz
açık, sağlam değil diye izin istemişti, halbuki evleri
açık değildi ve sağlamdı, onlar, ancak kaçmayı
diliyorlardı. 247[4]
[4] Yesrib, Medine'nin eski
adıdır. Hicretten sonra Medinet-ün-Nebi denmiş, sonradan
şehir anlamına gelen Medine kelimesi bu şehre ad
olmuştur.
14- Eğer şehrin etrafından
girilip onların üstlerine varılsaydı da şirk koşmaları
istenseydi hemen işe girişirler ve şehirde pek az bir
müddet kalırlardı.
15- Halbuki onlar, andolsun ki
bundan önce söz de vermişlerdi Allah'a geri dönmemeleri
için ve Allah'a verilen söz, sorulacaktır.
16- De ki: Ölümden, yahut
öldürülmeden kaçmak, size hiçbir fayda vermez ve o zaman
pek az bir müddet geçinir, yaşarsınız.
17- De ki: Allah size bir
kötülük gelmesini dilerse, yahut bir rahmete nâil
olmanızı isterse kimdir sizi Allah'tan kurtaracak ve
Allah'tan başka onlar, ne bir dost bulabilirler, ne bir
yardımcı.
18- Gerçekten de sizden geri
kalanları ve kardeşlerine de bize gelin diyenleri bilir
ve bunların pek azı savaşa gelir ancak.
19- Gelseler de can bakımından
pek hasis bir halde gelir onlar, hele bir korkulu çağ,
gelip çattı mı görürsün ki gözleri dönmüş, sana
bakıyorlar, sanki ölüm yüzünden bayılmışlar,
kendilerinden geçmişler; derken korku geçti mi keskin
dilleriyle sizi incitmeye başlarlar ve hayra pek düşkün
gibi bir tavır alırlar. Onlardır inanmayanlar, derken
Allah da onların yaptıklarını hiçe saymıştır ve bu,
Allah'a pek kolaydır.
20- Sanırlar ki düşman bölükleri
gitmedi ve ö bölükler, bir daha gelseler isterler ki
çöllerde, bedevilerin aralarında bulunsunlar da size âit
haberleri soruştursunlar ve zâten sizin içinizde de
olsalar pek az savaşacaktır onlar.
21- Andolsun ki Allah'ın
Resûlünde, sizin için uyulacak en güzel bir örnek var,
o, size en güzel bir numune ve Allah'tan mükâfât umana
ve âhiret gününde mükâfât umana ve Allah'ı çok çok anana
da en güzel bir örnektir o.
22- İnananlar, düşman
bölüklerini gördüler mi işte dediler, bu, bize Allah'ın
ve Peygamberinin vaadettiği şey ve doğru söylemiştir
Allah ve Peygamberi ve bu, onların ancak inançlarını ve
teslîm oluşlarını arttırmıştır.248[5]
[5] Bkz. 246. Dipnot
23- İnananlardan öyle erler var
ki Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterirler;
onlardan kimisi, adağını ödedi, kimisi de beklemede ve
onlar, sözlerini, özlerini hiçbir sûretle
değiştirmediler. 249[6]
[6] Verilen sözde sadakat
gösterenler, Bedir savaşında şehit düşenlerdir.
24- Çünkü Allah, doğruları,
doğrulukları yüzünden mükâfâtlandıracak, münâfıklaraysa
dilerse azâp edecek, dilerse tövbe nasîb edecek; şüphe
yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
25- Ve Allah, kâfirleri,
hiddetleriyle, şiddetleriyle defetti, onlar hiçbir hayra
nâil olamadan; ve Allah, savaş için yetti inananlara ve
Allah, pek kuvvetlidir, üstündür.
26- Kitap ehli oldukları halde
onlara yardım edenleri de, yüreklerine korku düşürüp
kalelerinden sürdü çıkardı, bir kısmını öldürüyordunuz,
bir kısmını da tutsak ediyordunuz.
27- Onların yerlerine,
yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız bir yere sizi
mîrasçı yaptı ve Allah'ın, her şeye gücü yeter.
28- Ey Peygamber, eşlerine
söyle: Dünyâ yaşayışını ve ziynetini diliyorsanız hadi
gelin, size nikâh paralarınızı vereyim de güzellikle
bırakayım sizi.
29- Yok, eğer Allah'ı ve
Peygamberini ve âhiret gününü istiyorsanız bilin ki hiç
şüphe yok, Allah, iyilik edenlerinize büyük bir mükâfat
hazırlamıştır.
30- Ey Peygamberin eşleri,
içinizden kim, apaçık çirkin bir harekette bulunursa iki
kat azâp edilir ona ve bu, Allah'a pek kolaydır.
31- Ve sizden kim, Allah'a ve
Peygamberine itâat eder ve iyi işlerde bulunursa
mükâfâtını iki kat veririz ve ona güzelim bir rızık da
hazırlamışızdır.
32- Ey Peygamberin eşleri, siz,
öbür kadınlardan birine benzemezsiniz; çekiniyorsanız
sözü yumuşak bir tarzda söylemeyin ki gönlünde bir
hastalık olan ümîde düşer sonra ve doğru ve güzel söz
söyleyin.
33- Ve evlerinizde oturun ve ilk
câhiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın ve
namaz kılın ve zekât verin ve itâat edin Allah'a ve
Peygamberine. Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i Beyt,
sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir
temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler. 250[7]
[7] Cübeyr oğlu Said'in İbn-i
Abbas'tan rivâyetine göre Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in zevceleridir. İkreme ve Mukaatil de bu kavli
kabul eder. Ebu-Said-il-Kudri, Mâlikoğlu Enes, Vâile,
Hz. Peygamberin zevceleri Ayişe ve Ümmü Seleme'nin
rivâyetlerine göreyse Ehl-i-Beyt, Hz. Muhammed
(s.a.a),Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasen ve Hz.
Huseyn'dir. Hz. Muhammed (s.a.a)'in kızı Fâtıma, bir gün
babasının yanına gelmiş, Hz. Muhammed (s.a.a) onu siyah
abasının altına almış, sonra gelen Hz. Ali, Hz. Hasen ve
Hz. Huseyn'i de abasının altına alarak Allah'ın, bunlar
Ehl-i-Beytim'dir, soyumdur, sen onlardan pisliği gider,
onları arıt, tertemiz et buyurmuştur. Ümmü Seleme, ya
ben ya Rasulallah dedim, sen de hayra karşısın buyurdu
demiştir. Arkam oğlu Zeyd'e göre Ehl-i-Beyt, zekat ve
sadaka almaları haram olan Al-i Muhammed'dir ve Al-i
Muhammed de Ukayl, Ca'fer, Abbas, Ali ile bunların
soylarıdır.
34- Ve ey Peygamberin eşleri,
evlerinizde okunan âyetleri ve hikmeti anın; şüphe yok
ki Allah'ın lütfü boldur ve o, her şeyden haberdardır.
35- Şüphe yok ki Müslüman
erkeklere ve Müslüman kadınlara, inanan erkeklere ve
kadınlara, itâat eden erkeklere ve kadınlara, doğru
söyleyen erkeklere ve kadınlara, sabreden erkeklere ve
kadınlara, korkan erkeklere ve kadınlara, sadaka veren
erkeklere ve kadınlara, oruç tutan erkeklere ve
kadınlara, ırzlarını koruyan erkeklere ve kadınlara,
Allah'ı çok-çok anan erkeklere ve kadınlara; Allah,
onlara yar-lıganma ve büyük bir mükâfat vaadetmiştir.
251[8]
[8] Hz. Muhammed (s.a.a), halası
Ümeyme'nin kızı Zeyneb'i, evlâtlığı Zeyd'e almak
istemiş, fakat ikisi de razı olmamışlardı. 35. âyet
vahyedilince razı oldular. Fakat bu evlilik bir müddet
sonra bozuldu. Zeyd, zevcesini bırakmak istedi. Hz.
Muhammed (s.a.a), kendisine öğüt verdiyse de fayda
etmedi. Zeyd, Zeyneb'i boşayınca Hz. Muhammed (s.a.a)
aldı.
36- Allah ve Resûlü, bir işe
hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o
işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkân
yoktur ve kim, Allah'a ve Peygamberine isyan ederse
gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp
gitmiştir. 252[9]
[9] Bkz. 249. Dipnot
37- An o zamanı ki Allah'ın,
kendisine nîmet verdiği ve senin de nîmetler verdiğin
kişiye eşini bırakma ve çekin Allah'tan diyordun ve
Allah'ın açığa vuracağı şeyi, içinde gizliyordun ve
insanlardan korkuyordun ve Allah'tan korkman daha
doğruydu ve o, daha lâyıktı buna.
Derken Zeyd, eşinden ilişiğini
kesince biz o kadını sana eş ettik, bu da, oğul edinilen
kişiler, eşlerinden ayrıldıkları zaman onların
bıraktıkları kadınları inananların almalarında bir beis
olmadığını bildirmek içindi ve Allah'ın emri yerine
gelmiş oldu.
38- Allah'ın, ona farzettiğini
yapmasında hiçbir vebal yok Peygambere; daha önce gelip
geçenler hakkında da Allah'ın koyduğu yol yoradam buydu
ve Allah'ın emri, takdîr edilmiş ve yerine gelmiştir.
39- O gelip geçen peygamberler,
öyle kişilerdi ki Allah'ın elçiliğini yapıp hükümlerini
tebliğ ederler ve ondan korkarlar ve Allah'tan başka
hiçbir kimseden korkmazlardı ve hesap görmeye de Allah
yeter.
40- Muhammed, sizden birisinin
babası değildir ve fakat Allah'ın resûlüdür ve
peygamberlerin sonuncusu ve Allah, her şeyi bilir.
253[10]
[10] Hârise oğlu Zeyd'in, Hz.
Muhammed (s.a.a)'in belinden gelen oğlu olmadığını
bildiriyor.
41- Ey inananlar, Allah'ı çok
çok anın.
42- Ve onu sabah, akşam, tenzîh
edin.
43- Öyle bir mâbuttur ki sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için o ve melekleri,
rahmetler ihsân eder size ve o, inananlara rahîmdir.
44- Ve ona kavuşacakları gün,
birbirlerine iltifatları, esenlik size sözüdür ve onlara
pek güzel bir mükâfat hazırlamıştır.
45- Ey Peygamber, gerçekten de
seni, bir tanık, bir müjdeci ve bir korkutucu olarak
gönderdik.
46- Ve izniyle, halkı Allah'a
davetçi ve aydınlatıcı bir ışık olarak yolladık.
47- Ve müjdele inananları ki
şüphe yok, onlara, Allah'tan büyük bir lütuf ve ihsân
var.
48- Ve itâat etme kâfirlerle
münâfıklara ve eziyetlerine aldırış etme ve dayan
Allah'a ve koruyucu olarak Allah, yeter.
49- Ey inananlar, inanan
kadınları nikâhladıktan sonra onlara dokunmadan
boşarsanız onlar için sayacağınız bir bekleme müddeti
yoktur; onlara geçinecek bir şey verin ve güzellikle
bırakın.
50- Ey Peygamber, mehirlerini
verdiğin eşlerini ve Allah'ın ganîmet olarak sana ihsân
ettiği ve senin de temellük ettiğin câriyeleri, amcanın,
halanın, dayının ve teyzenin, seninle berâber yurdundan
göçen kızlarını helâl ettik sana. Bir de inanan bir
kadın, kendisini Peygambere bağışlar da Peygamber de
dilediği takdîrde onu nikâhla almak isterse bu, yalnız
sana helâldir, başka inananlara değil. Sana bir güçlük
olmasın diye onlara, eşleri ve sâhip oldukları
câriyeleri hakkında ne farz ettiğimizi de gerçekten
bildirdik ve Allah, suçları örter, rahîmdir.
51- Bunlardan dilediğini
bırakabilirsin, dilediğini de alabilirsin ve bıraktığını
tekrar almada da bir vebal yok sana; bu, gözlerinin
ışıklanması, mahzûn olmamaları ve verdiğin şeye,
hepsinin de râzı olması bakımından daha iyidir ve Allah,
gönüllerinizde ne varsa bilir ve Allah, her şeyi bilir,
azâp etmede de acele etmez.
52- Bundan sonra kadın almak ve
onlardan birini, değiştirmek, hattâ güzellikleri seni
hayretlere salsa bile, helâl değildir sana, ancak
malınla temellük ettiğin câriyeler müstesnâ ve Allah,
her şeyi görür, gözetir.
53- Ey inananlar, yemeğe dâvet
edilmeden Peygamberin evlerine gitmeyin, dâvet
edilirseniz yemek vaktini beklemek üzere daha önce
gitmeyin; fakat çağrılınca gidin ve yemek yiyince
dağılın, konuşmak için uzun uzadıya oturmayın; şüphe yok
ki bunlar, Peygamberi incitir de utanır sizden ve
Allah'sa doğruyu söylemekten çekinmez ve kadınlarından
bir şey istediğiniz zaman perde ardından isteyin; bu,
sizin yürekleriniz bakımından da daha temizdir, onların
yürekleri bakımından da ve Allah'ın Peygamberini
incitmeniz câiz olmadığı gibi onun eşlerini de bundan
böyle ebedîyen almayın; şüphe yok ki bu, Allah katında
pek büyük bir günahtır.
54- Birşeyi açığa vursanız da,
gizleseniz de hiç şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.
55- Peygamberin kadınlarının,
babalarına, oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek
kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına,
inanan kadınlara ve sâhip oldukları kölelere ve
câriylere görünmelerinde bir vebal yok ve çekinin
Allah'tan; şüphe yok ki Allah her şeye tanıktır.
56- Şüphe yok ki Allah ve
melekleri, salavat getirir Peygambere; ey inanlar, siz
de ona salavat getirin, tam teslîm olarak da selâm
verin.
57- Gerçekten de Allah'ı ve
Peygamberini incitenlere Allah, dünyâda da lânet
etmiştir, âhirette de ve onlara, horlayıcı, aşağılatıcı
bir azap hazırlamıştır.
58- Kadın ve erkek, inananlara,
yapmadıkları suçlar yüzünden eziyet edenler, pek büyük
bir yalan ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
59- Ey Peygamber, eşlerine ve
kızlarına ve inananların kadınlarına söyle; dışarı
çıkacakları vakit dışarıya mahsus elbiselerini
giysinler; bu, onların tanınıp incinmemelerini daha iyi
sağlar ve Allah, suçları örter, rahîmdir.
60- Münâfıklarla gönüllerinde
hastalık olanlar ve Medîne'de kötü haberler yayanlar, bu
işten vazgeçmezlerse and-olsun ki sana, onlara karşı bir
kuvvet veririz de sonra artık orada pek az bir müddet
komşu olabilirler sana.
61- Lânet edilmişler; nerede
bulunurlarsa yakalanırlar ve boyuna öldürülüp dururlar.
62- Bundan önce gelip geçenler
hakkında da Allah'ın yolu-yoradamı buydu ve Allah'ın
yolunda-yoradamında bir değişme bulamazsın.
63- İnsanlar, kıyâmeti sorarlar
sana; de ki: Onun bilgisi, ancak Tanrı katında ve ne
bilirsin, belki de kıyâmet, pek yakında kopacak.
64- Şüphe yok ki Allah,
kâfirlere lânet etmiştir ve onlara, yakıp kavurucu bir
azap hazırlamıştır.
65- Orada ebedî ve daimî
kalırlar; ne bir dost bulurlar, ne bir yardımcı.
66- O gün yüzleri, ateş içinde
renkten renge girerken ne olurdu derler, Allah'a itâat
etseydik ve Peygambere itâat etseydik.
67- Ve Rabbimiz derler,
gerçekten de ulularımıza ve büyüklerimize itâat ettik de
onlar, sapıttı yolumuzu.
68- Rabbimiz, onları iki kat
azaplandır ve onlara, pek büyük bir lânetle lânet et.
69- Ey inananlar, Mûsâ'yı
incitenlere benzemeyin; Allah, onu, onların söyledikleri
şeylerden temize çıkardı, uzaklaştırdı tamâmıyla ve o,
Allah katında pek değerliydi.
70- Ey inananlar, çekinin
Allah'tan ve sözün düzünü, doğrusunu söyleyin.
71- Söyleyin de yaptığınız
işleri iyi ve düzgün bir hale getirsin ve suçlarınızı
yarlıgasın ve kim, Allah'a ve Peygamberine itâat ederse
gerçekten de pek büyük bir kurtuluşa nâil olur, murâdına
erer.
72- Şüphe yok ki biz arzettik
emâneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara, derken onlar,
onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu
yükledik insana; şüphe yok ki çok zâlim oldu, çok
bilgisiz bir hâle geldi.254[11]
[11] Emanete; yapılması
emredilen, yapılmaması buyurulan şeyler, hükümler ve
farzlar, emanete ve ahde vefa etmek gibi mânalar
verilmiş, göklere, yeryüzüne ve dağlara arzetmekten
maksat, göklerde, yerde ve dağlarda bulunanlara
arzetmektir diyenler olmuştur. Râgıb-ı İsfahanî emaneti
akıl olarak kabul eder (al-Müfredât, 24). Sufiler,
emaneti çeşitli sûretlerde tevil etmişlerdir.
73- Emânete hıyânet etmeleri
yüzünden Allah, münâfık erkeklerle münâfık kadınları ve
şirk koşan erkeklerle şirk koşan kadınları
azaplan-dıracak, hıyânette bulunmayan inanmış erkeklerle
inanmış kadınlara da tövbe nasîp edecektir ve Allah,
suçları örter, rahîmdir.
34- SEBE' SURESİ
(Yemen ülkesinde bulunan Sebe'
şehrine ait olaylardan bahsedildiği için bu adı
almıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hamd Allah'a ki onundur ne
varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve onundur hamd
âhirette de ve odur hüküm ve hikmet sâhibi ve her şeyden
haberdar.
2- Yere gireni, oradan çıkanı,
gökten ineni, göğe ağanı bilir ve odur rahîm olan,
suçları örten.
3- Kâfir olanlar dediler ki:
Kıyâmet kopmayacak; de ki: Hayır, gizli şeyleri bilen
Rabbime andolsun ki kopacak kıyâmet başınıza; zerre
kadar bir şey bile gizli kalmaz ondan; göklerde olsun,
yeryüzünde bulunsun, bundan da küçük olsun, bundan da
büyük olsun, hepsi de apaçık kitaptadır.
4- İnananları ve iyi işlerde
bulunanları mükâfatlandırmak için; onlar, öyle
kişilerdir ki onlarındır yarlıganma ve güzelim bir
rızık.
5- Delillerimizi boşa çıkarmaya
uğraşanlara gelince: Onlar, öyle kişilerdir ki
onlarındır elemli ve kötü bir azap.
6- Kendilerine bilgi
verilenlerse bilirler ki sana Rabbinden indirilen,
gerçektir ve üstün ve hamde lâyık mâbûdun yolunu
göstermededir.
7- Ve kâfir olanlar dediler ki:
Size bir adam gösterelim mi ki param-parça olup
dağıldıktan sonra şüphe yok yeniden dirileceğinizi size
haber vermede.
8- Yalan yere Allah'a mı iftirâ
etmede, yoksa bir delilik mi var onda? Hayır, âhirete
inanmayanlar, azapta ve pek büyük bir sapıklık içinde.
9- Önlerinde ve artlarında,
onları kuşatan göğe ve yere bakmıyorlar mı hiç? Dilersek
yere geçiririz onları, göğün bir parçasını başlarına
yıkarız; şüphe yok ki bunda, mâbûduna dönüp teslîm olan
her bir kula elbette bir delil var.
10- Ve andolsun ki biz, Dâvûd'a,
katımızdan lûtfettik, üstünlük verdik. Ey dağlar dedik,
onunla berâber tenzîh edin beni ve ey kuşlar, siz de ve
ona, demiri yumuşattık.
11- Zırhlar yap dedik ve onları
ne ince, ne kalın, tam münâsip bir metânette ör ve iyi
işlerde bulunun; şüphe yok ki ben ne yaparsanız hepsini
görürüm.
12- Ve Süleymân'a da rüzgârı râm
ettik, sabahleyin bir aylık yol alırdı, akşamleyin bir
aylık yol ve ona bakır mâdenini, sel gibi akıttık ve
cinlerden, huzûrundan iş işliyenler vardı Rabbinin
izniyle ve onlardan, emrimizden çıkana yakıp kavuran
azâbı tattırırdık.
13- Kalelerden, heykellerden,
büyük havuzlara benzer çanaklardan ve sağlam, yerinden
kalkmaz kazanlardan ne isterse yaparlardı ona; ey Dâvûd
soyu, şükredin ve kullarımdan pek azı şükreder.
14- Mukadder ölümünü
hükmettiğimiz zaman da sopasını yiyen kurttan başka
hiçbir mahlûk, öldüğünü bildirmedi onlara; yere
yıkılınca anlaşıldı ki cinler, gizli olan şeyleri
bilselerdi aşağılatıcı azâp içinde kalıp
durmazlardı.255[1]
[1] Hz. Süleyman'ın, sopasına
dayanmış olduğu halde vefat ettiği, kurt, sopayı yiyince
sopanın kırılarak kendisinin yere düştüğü
anlatılmaktadır. O zamana kadar kendisini hayatta
sananlar, ağır ve yorucu olan işlerine devam etmişlerdi.
15- Andolsunki Sebe kavmine,
oturdukları yerde bile bir delil vardı, sağda, solda iki
bahçe bulunmadaydı; yiyin Rabbinizin rızkından ve
şükredin ona; tertemiz bir şehir ve suçları örten bir
Rab.256[2]
[2] Sebe, Yemen ülkesinde bir
şehirdir, Meârib de denir.
16- Derken yüz çevirdiler de
onlara setin suyunu gönderdik ve bahçelerini, ancak
böğürtlen, ılgın ve birazcık da köknar yetiştiren iki
çorak tarlaya çevirdik.
17- İşte nankörlükleri yüzünden
böyle cezâlandırdık onları ve biz, nankör olandan
başkasına cezâ verir miyiz?
18- Onların şehirleriyle
kutladığımız şehirler arasında, âdeta birbirine bitişik
nice şehirler halketmiştik ve o şehirlere gidip gelmeyi
kolay bir hâle getirmiştik; demiştik ki: Geceleri,
gündüzleri emniyet içinde gezin, dolaşın oralarda.
19- Rabbimiz dediler, gidip
geleceğimiz yerlerin aralarını uzaklaştır ve kendilerine
zulmettiler, derken onları masala çevirdik, param-parça
ettik onları; şüphe yok ki bunda, adamakıllı sabreden ve
iyiden iyiye şükreden her kişiye deliller var elbet.
20- Ve andolsun ki İblis'in,
onlar hakkındaki zannı doğru çıktı, derken, inananlardan
bir bölükten başka hepsi de ona uydu.
21- Ve onlar üzerinde hiçbir
kudreti yoktu onun, ancak biz, âhirete inananla o
hususta şüphe içinde kalanı ayırt etmek için yaptık bunu
ve Rabbin, her şeyi adamakıllı korur, hiçbir şey,
bilgisinden dışarı değil.
22- De ki: Çağırın Allah'tan
başka mâbut sandıklarınızı; göklerde ve yeryüzünde bir
zerre kadar bile bir şeyleri yoktur onların ve ne
eşlikleri, ortaklıkları var Tanrıyla, ne de onun,
bunlardan bir yardımcısı var.
23- Katında, izin vermediğinin
şefâati kabûl edilmez; sonunda, yüreklerindeki korku
giderilince Rabbiniz ne dedi derler, onlar da derler ki:
Gerçek söz dedi ve odur pek yüce ve pek büyük.
24- De ki: Kimdir sizi
rızıklandıran göklerden ve yeryüzünden? De ki: Allah ve
şüphe yok ki biz, yahut siz elbette doğru yoldayız,
yahut da apaçık sapıklık içinde.
25- De ki: Bizim işlediğimiz
suçlar, sizden sorulmaz ve sizin yaptıklarınız da bizden
sorulmaz.
26- De ki: Rabbimiz, bizi bir
araya toplar, sonra aramızda gerçekle hükmeder ve odur
her şeyi bilen ve tam hükmeden.
27- De ki: Gösterin bana ona eş
sanıp mâbutluğa kattıklarınızı; hâşâ; ancak odur üstün,
hüküm ve hikmet sâhibi Allah.
28- Ve biz, seni bütün
insanlara, ancak müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik
ve fakat insanların çoğu bilmez.
29- Ve derler ki: Ne vakit
yerine gelecek bu vait, doğru söylüyorsanız.
30- De ki: Size vaadedilen gün,
öylesine bir gündür ki zamanından bir an bile geriye
kalmayacağı gibi ileriye de atılmaz.
31- Ve kâfir olanlar, biz
dediler, ne şu Kur'ân'a inanırız, ne de ondan önceki
kitaplara. Bir görmeliydin zâlimlerin, Rablerinin
katında öylece kalakaldıkları ve birbirlerinin sözlerini
kesip söylendikleri günkü hallerini; o zayıf ve aşağılık
sanılanlar, ululuk satanlara derler ki: Siz olmasaydınız
biz mutlaka inanırdık.
32- Ululuk satanlarsa aşağılık
sanılanlara biz mi derler, sizi doğru yoldan çıkardık, o
doğru yol, size bildirildikten sonra? Hayır, siz
suçlusunuz.
33- Ve aşağılık sanılanlar da
büyüklük satanlara, hayır derler, gece-gündüz düzenler
kurup duruyor ve o zamanlar, bize de Allah'a kâfir
olmamızı ve ona eşler tanımamızı emrediyordunuz ve azâbı
görünce hepsinde de nedâmet belirir ve biz de kâfir
olanların boyunlarına zincirler vururuz. Onların
yaptıklarına karşılık başka bir şey mi verecektik ki?
34- Ve hiçbir şehre
korkutuculardan birini göndermedik ki oradaki nîmete,
mala sâhib olanlar, şüphe yok ki biz, size gönderilen
şeyleri inkâr ediyoruz demesinler.
35- Ve biz demişlerdi, mal
bakımından da daha fazla mala sâhibiz, evlât bakımından
da topluluğumuz daha çok ve bize azâp edilemez.
36- De ki: Şüphe yok ki Rabbim,
dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin daraltır ve
fakat insanların çoğu bilmez.
37- Sizi, bizim katımıza ne
mallarınız yakınlaştırabilir, ne evlâdınız, ancak kim
inanır ve iyi işlerde bulunursa o, yaklaşır bize ve işte
onlar, öyle kişilerdir ki onlaradır yaptıklarına
karşılık kat-kat mükâfat ve onlardır yüce derecelerde
emniyet içinde olanlar.
38- Ve onlar ki delillerimizi
boşa çıkarmaya uğraşırlar, onlardır, azapta hazır
bulundurulanlar.
39- De ki: Şüphe yok ki Rabbim,
kullarından dilediğinin rızkını bollaştırır,
dilediğininse daraltır ve hayır için herhangi bir şey
harcarsanız derhal onun karşılığını verir ve odur rızık
verenlerin en hayırlısı.
40- Ve o gün, hepinizi toplar da
sonra meleklere, bunlar mı der, size tapıyorlardı?
41- Melekler, tenzîh ederiz seni
derler, sensin bizim sâhibimiz ve yardımcımız, onlar
değil. Hayır, onlar, cinlere kulluk ediyorlardı, çoğu,
onlara inanıyordu.
42- İşte bugün birbirinize ne
bir faydanız dokunabilir, ne bir zararınız ve
zulmedenlere, tadın yalanladığınız ateşin azâbını deriz.
43- Onlara, apaçık âyetlerimizi
okuduğun zaman bu adam derler, sizi atalarınızın kulluk
ettiği şeylerden vazgeçirmek isteyen birisi ancak ve bu
derler, uydurulmuş düzme bir şey ancak ve kâfir olanlar,
onlara gerçeğe âit bir şey geldi mi, bu derler, apaçık
bir büyü ancak.
44- Ve halbuki biz, onlara
okuyup ders alacakları kitaplar vermediğimiz gibi senden
önce bir kokutucu da göndermemiştik.
45- Onlardan öncekiler de
yalanlamışlardı ve bunlar, onlara verdiklerimizin onda
birine bile nâil olamadılar, öyle olduğu halde
yalanladılar da cezâ ve azâbım, nasıl gelip çattı, helâk
etti onları.
46- De ki: Ben size tek bir öğüt
vermedeyim ancak: İkişer-ikişer, teker-teker kalkın da
sonra bir düşünün ki sizinle konuşanda deliliğe âit bir
emâre bile yok; o, ancak ve ancak, şiddetli bir azaptan
önce sizi korkutan biri.
47- De ki: Sizden bir ücret, bir
mükâfat da istemiyorum, sizin olsun o. Benim ecrim,
ancak Allah'a âit ve o, her şeye tanık.
48- De ki: Şüphe yok ki Rabbim,
gerçeği yerine getirir, gizli şeyleri de en iyi ve
adamakıllı bilir.
49- De ki: Gerçek geldi ve boş
şey gitti, ne bir daha zuhûr eder, ne de yeniden ve
tekrar gelir.
50- De ki: Ben sapıtmışsam suçu,
bana âit ve eğer doğru yolu bulmuşsam bu da ancak
Rabbimin bana vahyetmesiyle; şüphe yok ki o, her şeyi
bilir ve bize bizden de yakındır.
51- Ve dehşetli bir korkuya
kapıldıkları ve hiçbirinin kurtulamayıp en yakın bir
yerde azâba uğratıldıkları gün, bir görsen onları.
52- Ve diyecekler ki: İnandık
ona, fakat bu uzak bir yerde nereden îmana kavuşacaklar,
ondan faydalanacaklar?
53- Ve gerçekten de önce ona
kâfir olmuşlardı ve uzak bir yerdeyken gizli şeye dâir
dillerine geleni söylüyorlardı.
54- Onlarla dileyip
arzuladıkları şeylerin arasına bir engeldir çekildi
artık, nitekim daha önce onların yolunu tutanlara da
böyle olmuştu; şüphe yok ki onlar, tereddüt
içindeydiler, şüpheye düşmüşlerdi.
35- FÂTIR SURESİ
(29 ve 32. âyetleri Medenîdir,
diğer âyetleri Mekkîdir. 1. âyette Tanrının gökleri ve
yeryüzünü yarattığı ve melekleri, iki, üç, dört ve daha
fazla kanatlı olarak halkettiğinden bahsedildiği cihetle
sûreye Fâtır sûresi dendiği gibi Melâike sûresi de
denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hamd Allah'a ki gökleri ve
yeryüzünü yaratandır ve melekleri, ikişer, üçer, dörder
kanatlı halkedendir; yaratışta neyi dilerse çoğaltır da;
şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter.
2- Allah'ın, kullarına rahmet ve
ihsânına dâir lûtfedeceği şeye mâni olan bulunamaz ve
eğer kısar da vermezse ondan başka gönderecek de olamaz
ve odur üstün, hüküm ve hikmet sâhibi.
3- Ey insanlar, anın Allah'ın
size verdiği nîmetleri; Allah'tan başka bir yaratıcı var
mıdır ki sizi rızıklandırsın gökten ve yeryüzünden;
ondan başka yoktur tapacak, o halde ne diye boş şeylere
kapılıyorsunuz?
4- Seni yalanlıyorlarsa senden
önceki peygamberler de yalanlandı ve işler, dönüp
Allah'a varır.
5- Ey insanlar, şüphe yok ki
Allah'ın vaadi gerçektir, sakın dünyâ yaşayışı
aldatmasın sizi ve sakın hîlebaz Şeytan, aldatmasın sizi
Allah hakkında.
6- Şüphe yok ki Şeytan, size
düşmandır, sizde ona düşman olun. Onun tâifesi, sizi
yakıp kavuran ateş ehli olmaya dâvet eder ancak.
7- O kişiler ki kâfir
olmuşlardır, onlaradır çetin azap ve o kişiler ki
inanmışlardır ve iyi işlerde bulunmuşlardır, onlaradır
yarlıganma ve pek büyük bir mükâfat.
8- İşlediği kötü iş kendisine
bezenen ve onu güzel gören adam, iyiyi, kötüyü bilen
gibi midir? Hiç şüphe yok ki Allah, dilediğini saptırır
ve dilediğini doğru yola sevk eder; onlar için
hasretlere düşüp üzüntüler verme kendine; şüphe yok ki
Allah, onların işledikleri şeyleri bilir.
9- Ve Allah, öyle bir mâbuttur
ki rüzgârları yollar da bulutu sürer, derken ölü şehri
yağmurla suya kandırırız da ölümünden sonra yeryüzünü
diriltiriz onunla, işte ölülerin diriltilmesi de
böyledir.
10- Kim yücelik, üstünlük
dilerse bilsin ki bütün yücelik, üstünlük, Allah'ındır;
güzel sözler, ona ağar, iyi işler de o sözleri yüceltir
ve onlar ki düzenlerle kötülüklerde bulunurlar,
onlaradır çetin bir azap ve onların düzenleri de zâten
mahvolup gider.257[1]
[1] Güzel sözler, tevhit ve
şahadet sözleridir. Tanrıyı anmaktır diyenler de
olmuştur. İyi işler de ibadettir.
11- Ve Allah, sizi topraktan
yaratmıştır, sonra bir katre sudan, sonra da size eşler
halketmiştir. Hiçbir kadın, onun bilgisi olmadıkça gebe
kalamaz ve doğuramaz ve hiçbir ömrü uzun adam, ömür
süremez ve hiç kimsenin ömrü eksilmez ki bunlar, kitapta
mukadder olmasın; şüphe yok ki bu, Allah'a pek kolaydır.
12- Ve iki deniz, bir ve eşit
olamaz; şu, tatlı ve içilecek sudur, içilince kandırır
adamı, boğazdan kolaycacık ve iyi bir sûrette kayıp
gider; buysa tuzludur, acıdır ve hepsinden de terütaze
balıklar çıkarır, yersiniz ve takıp süsleneceğiniz
ziynet eşyâsı çıkarırsınız ve görürsün ki, lütuf ve
ihsânını arayıp bulmanız ve şükretmeniz için hepsinde
de, suları yarayara gemiler gitmede.
13- Ve geceyi kısaltır, bir
kısmı gündüz olur, gündüzü kısaltır, bir kısmı gece olur
ve râm etmiştir güneşi ve ayı; hepsi de mukadder bir
zamana kadar yollarında akar-durur; işte budur Rabbiniz
Allah ve onundur saltanat ve tasarruf; onlar ki onu
bırakıp da putlara taparlar, o putlar, çekirdeğin
içindeki tek bir kıla bile sâhip değildirler.
14- Onları çağırsanız
çağırışınızı duymazlar, imkân olsa da duysalar cevap
veremezler size ve kıyâmet gününde de şirk koşmanızı
inkâr ederler ve hiçbir şey, her şeyden haberdâr olan
gibi haber veremez sana.
15- Ey insanlar, siz Allah'a
karşı yoksulsunuz ve Allahsa, odur müstağnî ve hamde
lâyık.
16- Ve dilerse sizi giderir,
mahveder de yepyeni mahlûkat yaratır.
17- Ve bu, Allah'a göre güç bir
şey de değildir.
18- Ve hiçbir suçlu, bir
başkasının yükünü yüklenmez ve ağır bir yük taşıyan, onu
yüklenmesi için bir başkasını çağırsa, çağırdığı,
akrabası bile olsa o yükün bir kısmını bile yüklenemez.
Sen, gizli olduğu, görmedikleri halde Rablerinden
korkanları ve namaz kılanları korkutabilirsin ancak ve
kim, temiz bir hâle gelirse faydası, ancak kendisinedir
ve dönüp varılacak yer, Allah tapısıdır.
19- Ve ne körle gören eşit olur.
20- Ve ne karanlıklarla
aydınlık.
21- Ve ne gölgeyle ısı.
22- Ve ne de dirilerle ölüler
eşit olur; şüphe yok ki Allah, dilediğine duyurur ve sen
kabirlerdeki ölülere duyuramazsın.
23- Sen, ancak bir korkutucusun.
24- Şüphe yok ki biz seni gerçek
üzere bir müjdeci ve bir korkutucu olarak gönderdik ve
hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir korkutucu
çıkmasın.
25- Ve seni yalanlarlarsa
gerçekten de onlardan öncekiler de, peygamberleri,
onlara apaçık delillerle, sahîfe-lerle ve aydınlatıcı
kitapla geldikleri halde yalanladılar.
26- Sonra o kâfir olanları helâk
ettim ben, benim onları inkârım ve cezâlandırmam
nasılmış, gördüler.
27- Görmez misin ki şüphe yok,
Allah, gökten yağmur yağdırır da o sâyede renkleri
çeşitçeşit meyveler bitirir ve dağlarda da beyaz,
kırmızı, çeşitli renklerde ve kapkara yollar meydana
getirir.
28- Ve insanlardan da,
havanlardan da, davarlardan da çeşitli renkte mahlûklar
yaratır tıpkı bunun gibi; Allah'tan, ancak kullarının
bilgili olanları korkar, şüphe yok ki Allah, üstündür,
rahîmdir.
29- O kişiler ki kitabı okurlar
ve namaz kılarlar ve onları rızıklandır-dığımız şeylerin
bir kısmını gizli, âşikâr, yoksullara harcarlar ve bu
sûretle de kesat bulmaz bir alış-veriş umarlar.
30- Onların mükâfâtını,
tamâmıyla öder elbette ve lûtfundan, ihsânından,
mükâfatlarını arttırır da; şüphe yok o, suçları örter,
mükâfatlarını da fazlasıyla verir.
31- Sana vahyettiğimiz kitap,
gerçektir, önceki kitapların gerçekliğini bildirmededir;
şüphe yok ki Allah, kullarından haberdardır ve onları
görür.
32- Sonra kitabı, kullarımızdan
seçtiklerimize mîras bıraktık; derken onlardan nefsine
zulmeden var ve onlardan mutedil hareket eden var ve
onlardan, hayırlarda herkesten ileri giden var Allah
izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsândır.
33- Ebedî olan Adn cennetlerine
girerler, orada altın bilezikleri takınırlar, incilerle
bezenirler ve elbiseleri de ipektir orada.
34- Ve hamd Allah'a ki derler,
bizden gamı, gussayı giderdi; şüphe yok ki Rabbimiz,
suçları örter, mükâfatlarını da fazlasıyle verir.
35- Öyle bir mâbuttur ki bizi,
tam konaklanacak yurda kondurdu lütfüyle; burada bize ne
bir yorgunluk gelir, ne bir usanç gelir.
36- Kâfir olanlaraysa cehennem
ateşi var, öldürülmezler ki ölüp kurtulsunlar ve
cehennem azâbı da hafifletilmez onlara; işte biz,
fazlasıyla kâfir olanları böyle cezâlandırırız.
37- Ve onlar bağrışırlar orada:
Rabbimiz, bizi çıkar da yaptığımız işlerden başka
işlerde bulunalım. Size, düşünenin düşünüp öğüt alanın
öğüt alacağı kadar ömür vermedik mi ve size korkutucu da
gelmişti; artık tadın azâbı, zâlimlere bir yardım eden
de yoktur.
38- Şüphe yok ki Allah
göklerdeki gizli şeyleri de bilir, yeryüzündeki gizli
şeyleri de; şüphe yok ki o, gönüllerde olanları da
bilir.
39- Öyle bir mâbuttur o ki sizi
yeryüzüne hâkim etmiştir; kim kâfir olursa zararı
kendisine; kâfirlerin kâfirlikleri, Rablerinin katında
ancak gazabıni arttırır; kâfirlerin kâfirlikleri, ancak
ziyanlarını arttırır.
40- De ki: Gördünüz mü Allah'tan
başka taptığınız ve Tanrıya eş sandığınız şeyleri?
Gösterin bana, ne yarattılar onlar yeryüzünde, yoksa
göklere bir ortaklıkları mı var onların, yahut da onlara
bir kitap mı verdik de onlar, apaçık bir delile sâhip?
Hayır, zâlimler, birbirlerine ancak yalan vaitte
bulunmadalar.
41- Şüphe yok ki Allah, gökleri
ve yeryüzünü tutar, mahvolmaktan korur, fakat takdîriyle
gökler ve yeryüzü yok olup giderse ondan başka hiç kimse
onları koruyamaz, yok olmalarına mâni olamaz; şüphe yok
ki o, azâp etmede acele etmez, suçları örter.
42- Ve bütün kuvvetleriyle
adamakıllı ant içtiler Allah adına, onlara bir korkutucu
gelirse ümmetler arasında doğru yolu bulan en mükemmel
bir ümmet olacağız diye; fakat onlara korkutucu gelince
de bu, ancak onların uzaklaşmalarını sağladı.
43- Yeryüzünde ululuk
satmalarını ve kötü düzenlere baş vurmalarını
icabettirdi, halbuki kötü düzen, ancak sâhibinindir;
onlar, evvelkiler hakkında yürüyen yoldan-yoradamdan
başka bir şey mi bekliyorlar? Gerçekten de Allah'ın
yolunun-yoradamının yerini hiçbir şey tutmaz ve Allah'ın
yolu-yoradamı, kesin olarak değişmez.
44- Yeryüzünde dolaşıp da
kendilerinden öncekilerin sonucu ne olmuş, görmezler mi?
Ve onlar, bunlardan daha güçlü, daha kuvvetliydi ve
Allah'ı âciz bırakamaz hiçbir şey, ister göklerde olsun,
ister yeryüzünde; şüphe yok ki o, her şeyi bilir, onun
her şeye gücü yeter.
45- Allah, kazandıkları suç
yüzünden insanlara azap verecek olsaydı yeryüzünde
yürür, bir tek mahlûk bırakmazdı ve fakat onları,
mukadder bir zamanadek bırakır; derken zamanları geldi
miydi artık şüphe yok ki Allah, kullarını görür.
36- YÂ SÎN SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Yâ Sîn.258[1]
[1] Sin, Tayy boyunun lehçesinde
insan anlamına geldiği için İbn-i Abbas'a göre Yâ Sin,
ey insan demektir ve Hz. Muhammed (s.a.a)'e hitaptır.
Sin, Hz. Muhammed (s.a.a)'in adlarındandır, yahut ulu
anlamına gelen Seyyid demektir diyenler de olmuştur.
2- Andolsun, beyanında hikmet,
hükmünde metanet olan Kur'ân'a.
3- Şüphe yok ki sen,
gönderilenlerdensin.
4- Doğru bir yoldasın.
5- Üstün ve rahîm tarafından
indirilmiştir.
6- Korkutman için, ataları
korkutulmamış topluluğu; onlardır gafil olanlar.
7- Andolsun ki onların çoğu
hakkında şu söz gerçekleşmiştir: Onlardır inanmayanlar.
8- Şüphe yok ki biz, boyunlarına
lâleler vurduk, elleri, âdeta çenelerine kenetlendi
lâlelerle, bu yüzden onlar, başlarını dimdik tutarlar.
9- Ve önlerine bir set çektik,
arkalarına bir set ve gözlerini bağladık da bu yüzden
onlar, görmezler.
10- Ve birdir onlara korkutsan
da, korkutmasan da; onlar, inanmazlar.
11- Sen, ancak Kur'ân'a uyan ve
rahmandan, halk görmese de korkan kişiyi
korkutabilirsin; müjdele onu yarlı-ganmayla ve güzelim
bir mükâfatla.
12- Şüphe yok ki biz, ölüyü
diriltiriz ve yazarız önceden, dünyâda yaptıklarını ve
sonradan bıraktıkları izleri ve her şeyi apaçık bir
kitapta sayıp yazdık, takdîr ettik.
13- Örnek getir onlara o şehir
halkını; hani oraya peygamberler gelmişti. 259[2]
[2] Antakya'ya giden ve
Hıristiyanlığı yaymaya başlayan Havarilerden Şem'un,
Yuhanna ve Yunus (Mecma, 2, 325).
14- Hani onlara iki kişi
göndermiştik de onları yalanlamışlardı, derken bir
üçüncü kişiyle kuvvetlendirmiştik onları da şüphe yok ki
demişlerdi, biz, size gönderilmiş peygamberleriz.
15- Onlar, siz demişlerdi, ancak
bizim gibi insansınız ve rahman da hiçbir şey
indirmemiştir, siz, ancak yalan söylemektesiniz.
16- Rabbimiz bilir ki
demişlerdi, şüphe yok, biz size gönderildik elbet.
17- Ve bize düşen vazife, ancak
apaçık tebliğden ibâret.
18- Demişlerdi ki: Gerçekten de
sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğramadayız, andolsun ki bu
işten vazgeçmezseniz elbette taşlarız sizi ve elbette
bizden, elemli bir azâba uğrarsınız.
19- Onlar da, uğursuzluğunuz
demişlerdi, kendinizden; öğüt verilirse de mi
yapacaksınız bunu? Hayır, siz, haddi aşmış bir
topluluksunuz.
20- Ve şehrin tâ öte ucundan
birisi, koşarak gelmişti de ey kavmim demişti, uyun
peygamberlere. 260[3]
[3] İsa Peygambere inandığı için
öldürülen Habbi-i Neccâr'dır.
21- Uyun sizden hiçbir ücret
istemeyenlere ve onlardır doğru yolu bulanlar.
22- Ve ne olmuş bana da beni
yaratana kulluk etmeyecekmişim ve siz de, sonunda dönüp
onun tapısına gideceksiniz.
23- Onu bırakıp da başka
mâbutlar mı kabul edeyim? Rahman, bana bir zarar vermeyi
isterse onların şefâatleri, bana hiçbir fayda
veremeyeceği gibi onlar, beni kurtaramazlar da.
24- O vakit şüphe yok ki apaçık
bir sapıklık içinde kalırım elbet.
25- Şüphe yok ki ben, Rabbinize
inandım, duyun sözümü.
26- Denildi ki: Gir cennete. Ne
olurdu dedi, kavmim de bilseydi.
27- Ne yüzden Rabbimin beni
yarlıgadığını ve yüce derecelere ermişler arasına
kattığını.
28- Ve ondan sonra kavmine,
gökten asker indirmedik ve helâk ettiklerimize bu çeşit
asker de indirmemiştik zâten.
29- Azâbımız, ancak bir
bağrıştan ibaretti, o anda hepsi de sönüp gitti.
30- Yazıklar olsun kullara,
onlara hiçbir peygamber gelmedi ki onunla alay
etmesinler.
31- Görmediler mi onlardan önce
nice ümmetleri helâk ettik ki gerçekten de bir daha
dünyâya dönmedi onlar.
32- Ve şüphesiz hepsi de
tapımıza getirilmiştir onların.
33- Ve bir delildir onlara, ölü
yeryüzünü dirilttik ve oradan taneler çıkardık da onları
yerler.
34- Ve orada hurmalıklardan,
üzüm bağlarından bahçeler halkettik ve orada kaynaklar
çıkarıp akıttık.
35- Yesinler diye kendi
elleriyle meydana getirmedikleri o meyveleri, hâlâ mı
şükretmezler?
36- Şânı yücedir, münezzehtir
yerden bitirdiği şeyleri ve kendilerinden meydana gelen
çocukları ve daha da bilmedikleri şeyleri çifter-çifter
halk edenin.
37- Ve bir delildir onlara gece;
gündüzü ve güneşin ziyâsını çekip sıyırırız ondan da o
anda karanlığa dalarlar.
38- Ve güneş de karâr edeceği
yere kadar akıp gider bu, üstün, hüküm ve hikmet sâhibi
mâbûdun takdîridir.
39- Ve ay için de muayyen
zamanlarda konaklar takdîr ettik, her devrin sonunda,
eski, kuru ve eğri hurma salkımının çöpüne döner.
40- Ne güneş, aya yetişebilir ve
ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir gökte yüzüp
durur.
41- Ve onlara bir delil de,
soylarını, dopdolu gemide taşımamızdır.
42- Ve daha da buna benzer nice
binecekleri şeyler yarattık onlara.
43- Dilersek sulara boğarız
onları da ne bir imdatlarına yeten olur, ne de
kurtarılır onlar.
44- Ancak bizden bir rahmet olur
ve bir zamanadek yaşayıp geçinmeleri takdîr edilmiş
bulunursa o başka.
45- Ve onlara, önünüzde
bulunanla ardınızda olan azaptan çekinin de rahmete erin
dendi mi.
46- Ve onlara, Rablerinin
delillerinden bir delil geldi mi ancak yüz çevirirler
ondan.
47- Ve onlara, Allah'ın, sizi
rızıklandırdığı şeylerin bir kısmını hayır yoluna
harcayın dendi mi kâfir olanlar, inananlara derler ki:
Dileseydi Allah doyururdu onu, biz mi doyuralım? Siz,
ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.
48- Ve derler ki: Bu vait, ne
vakit yerine gelecek doğru söylüyorsanız?
49- Bir tek bağrıştan başka bir
şey beklemiyor onlar, ansızın helâk ediverir onları
birbirleriyle düşmanlık edip dururlarken.
50- Derken bir vasiyette bile
bulunmaya imkân bulamazlar ve âilelerine bile
dönemezler.
51- Ve Sûr üfürülmüştür de o
anda kabirlerinden çıkıp Rablerinin tapısına koşuyorlar.
52- Ve demişlerdir ki: Yazıklar
olsun bize, kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden; bu,
rahmânın bize vaadettiği şey ve peygamberler gerçek
söylemişler.
53- Bu, ancak bir bağrıştan
ibâret, derken onların hepsi, tapımızda hazır
bulunmadalar.
54- Gerçekten de bugün, hiç
kimseye, hiçbir sûretle zulmedilmez ve size de, ancak
yaptığınız şeylerin karşılığı verilir.
55- Şüphe yok ki cennet ehli
bugün, nîmetler içinde sevinç ve ferah içindedir.
56- Onlar da, eşleri de,
gölgeliklerde, tahtlara oturup dayanmışlardır.
57- Onlarındır orada yemişler ve
onlarındır diledikleri her şey.
58- Onlara, rahîm Rabden
söylenen söz de esenlik size sözüdür.
59- Ayrılın bugün ey suçlular.
60- Ey Âdem oğulları, sakın
Şeytan'a kulluk etmeyin, şüphe yok ki o, apaçık bir
düşmandır size diye emredip söz almadı mı sizden?
61- Ve bana kulluk edin ancak,
budur doğru yol.
62- Ve andolsun ki sizden birçok
halk yığınını doğru yoldan saptırdı o, aklınız mı yoktu
da akıl edemediniz?
63- Budur o cehennem ki size
vaadedilmişti.
64- Girin mutlaka oraya kâfir
olduğunuza karşılık.
65- O gün, ağızlarını mühürleriz
ve ne kazandılarsa elleri, söyler bize ve tanıklık eder
ayakları.
66- Ve dileseydik onları kör
ederdik de doğru yolu ararlar, bulamazlardı, nasıl
görebilirlerdi ki?
67- Ve dileseydik onları çarpıp,
durdukları yerde bir başka şekle sokardık da
kalakalırlardı, ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi, ne
geriye dönmeye.
68- Ve kimin ömrünü uzatırsak
yaratılışta âdeta geriye döndürürüz onu, çocuklaşır;
hâlâ mı akıl etmezler?
69- Ve biz, ona şiir belletmedik
ve bu, ona yakışmaz da; bu, ancak bir öğüttür ve her
şeyi açıklayan Kur'ân.
70- Diri olanı korkutması ve
kâfirler hakkındaki sözün gerçeğe çıkması için.
71- Görmediler mi ki
kudretimizle yapıp meydana getirdiklerimizden davarlar
halkettik onlara ve onlar da bu davarlara sâhib oldular.
72- Ve bu davarları onlara
münkad ettik de binecekleri hayvanlar da onlardan ve
onların bâzısını da yerler.
73- Ve daha da nice menfaatleri
var onlarda ve içecekleri de onlardan meydana gelmede;
hâlâ mı şükretmezler?
74- Ve bir yardıma ermek için
Allah'ı bırakırlar da başka mâbutlar kabûl ederler.
75- Onların, güçleri yetmez
yardım etmeye onlara ve asıl onlardır o uydurma
mâbutların hizmetine hazırlanmış askerler.
76- Mahzûn etmesin seni onların
sözleri; şüphe yok ki biz, gizlediklerini de biliriz,
açığa vurduklarını da.
77- İnsan, kendisini, hiç
şüphesiz bir katre sudan yarattığımızı görmedi mi de
şimdi o, apaçık bir düşman olmaya kalkışmada.
78- Ve bize bir örnek getirmede
ve yaratılışını da unutmada, çürüyüp dağılmış kemikleri
kim diriltir demede.
79- De ki: Onu ilk defa yapıp
meydana getiren diriltir ve o, her çeşit yaratmayı
bilir.
80- Öyle bir mâbuttur ki size,
yemyeşil ağaçtan ateş halketmiştir de ateşlerinizi
onunla yakarsınız.
81- Gökleri ve yeryüzünü
yaratanın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi?
Evet ve o, her şeyi yaratan mâbuttur, her şeyi bilir.
82- Emri, bir şeyin
yaratılmasına taalluk eder, birşeyi yaratmayı dilerse
ona ol der, hemen oluverir.
83- Yücedir, münezzehtir o mâbut
ki her şeyin tasarrufu ve tedbîri, onun elindedir ve
hepiniz de dönüp onun tapısına varacaksınız.
37- SÂFFÂT SURESİ
(İlk âyetinde saflardan
bahsedildiği için saflar anlamına gelen Sâffât adıyla
adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun saf saf dizilenlere.
2- Halkı kötülükten menedenlere.
3- Kur'ân okuyanlara.
4- Şüphe yok ki mâbûdunuz
birdir.
5- Rabbidir göklerin ve
yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin ve Rabbidir
doğuların.
6- Şüphe yok ki biz, yakın göğü
ziynetlerle bezedik.
7- Ve onu, her inatçı ve âsi
Şeytandan koruduk.
8- En yüce melekler topluluğunun
sözlerini duyamazlar ve her yandan sürülüp kovulurlar.
9- Hor-hakir bir halde ve onlar
içindir ardı-arası kesilmeyen azap.
10- Ancak hırsızlama bir söz
duyan olursa hemen onun ardından da aydınlatıcı ve delip
geçen bir ateştir atılır, onu yakar.
11- Şimdi sor bir onlara,
yaratılış bakımından onlar mı daha güçlü-kuvvetli, yoksa
bizim diğer yarattıklarımız mı? Şüphe yok ki biz, onları
cıvık bir balçıktan yarattık.
12- Belki de şaştın sen ve alay
eder onlar da.
13- Ve öğüt verilince Kur'ân'la
öğüt almazlar.
14- Ve bir delil gördüler mi
alay etmeye kalkarlar.
15- Ve derler ki: Bu, ancak
apaçık bir büyüden başka bir şey değil.
16- Ölüp toprak ve kemik
olduktan sonra mı diriltileceğiz biz.
17- Önceki atalarımız da mı
diriltilecekler?
18- De ki: Evet ve siz hor-hakir
bir halde dirileceksiniz.
19- Gerçekten de ancak bir tek
bağrıştan ibârettir de birdenbire görüverirler ki
dirilmişler.
20- Ve yazıklar olsun bize
derler, işte bugün, ceza günü.
21- İşte bugün, sizin yalanlayıp
durduğunuz ayırt ediş günü.
22- Toplayın bir araya
zulmedenleri, onlara eş olanları ve kulluk ettikleri
şeyleri.
23- Allah'ı bırakıp da, hepsine
de o koca cehennemin yolunu gösterin.
24- Ve durdurun onları, şüphe
yok ki sorulacak onlardan.
25- Ne oldu size de yardım
etmiyorsunuz birbirinize?
26- Hayır, bugün onlar,
tamâmıyla teslîm olmuşlardır.
27- Ve bir kısmı, bir kısmına
yönelir de, birbirlerini sorumlu sayarlar.
28- Gerçekten de derler, siz
sağımızdan çıkagelir, iyilik ediyor görünürdünüz bize.
29- Hayır derler öbürleri, siz
inanmamıştınız.
30- Ve size karşı bir
gücümüz-kuvvetimiz yoktu bizim, hayır, siz azgın
kişilerdiniz.
31- O yüzden de Rabbimizin, bize
söylediği söz, gerçekleşti, şüphe yok ki azâbı tadacağız
elbet.
32- Gerçekten sizi azdırdık biz,
şüphe yok ki biz de azmıştık.
33- Hiç şüphe yok ki bugün
onlar, azapta ortaktırlar.
34- Şüphe yok ki biz, suçlulara
böyle yaparız işte.
35- Şüphe yok ki onlara
Allah'tan başka yoktur tapacak dendi mi ululanmaya
kalkışırlardı.
36- Ve biz derlerdi, deli bir
şâir için mâbutlarımızı bırakalım mı?
37- Hayır, o, gerçeği
getirmiştir ve peygamberlerin gerçek olduğunu
bildirmiştir.
38- Hiç şüphe yok ki o elemli
azâbı tadacaksınız elbet.
39- Ve ancak yaptığınız neyse
onun karşılığı olarak cezâlanacaksınız.
40- Ancak ihlâsa eren Allah
kulları müstesnâ.
41- Öyle kişilerdir onlar ki
onlaradır mâlum rızık.
42- Yemişler ve onlar, büyük
derecelere nâil olanlardır.
43- Ebedî Naîm cennetlerinde.
44- Karşılıklı tahtlara
otururlar.
45- Kaynakları meydanda, akıp
duran şarap ırmaklarından taslar sunulur onlara.
46- Bembeyazdır o şarap,
lezzetlidir içenlere.
47- Orada ne bir sersemlik var,
ne de sarhoş olurlar.
48- Ve yanlarında, gözlerini
kendi eşlerinden ayırmayan iri gözlü hûriler var.
49- Sanki kuş tüyleriyle
örtülmüş yumurtalar.
50- Bir kısmı, bir kısmına döner
de bir birlerine sorarlar.
51- Birisi söze gelir de der ki:
Bir arkadaşım vardı.
52- Sen de mi derdi, gerçek
sayanlardansın.
53- Ölüp bir yığın toprak ve
kemik olduktan sonra mı soruya çekileceğiz,
cezâlanacağız?
54- Der ki: Ne oldu o, bakıp
gördünüz mü acaba?
55- Derken kendisi bakıp görür
ki o, cehennemin ta ortasında.
56- Allah'a andolsun ki der, az
kalmıştı, beni de helâk edecektin.
57- Ve Rabbimin nîmeti olmasaydı
ben de orada bulunanlardan olurdum.
58- Biz artık ölmeyecek değil
miyiz?
59- İlk ölümümüzden sonra ve
biz, azâba da uğramayacağız değil mi?
60- Şüphe yok ki bu, elbette
büyük bir kurtuluş, büyük bir kutluluk.
61- Artık çalışanlar da
böylesine çalışsınlar.
62- Böyle bir nîmete ve ziyâfete
ermek mi hayırlı, yoksa zakkum ağacından yemek mi?
63- Şüphe yok ki biz onu,
zulmedenleri sınamak için yarattık,
64- Şüphe yok ki o, cehennemin
ta dibinden çıkar.
65- Tomurcukları Şeytanların
başlarına benzer.
66- Derken onlar, onu yerler de
karınları şişer.
67- Sonra da içimi bu zakkum
gibi acı kaynar sular içerler.
68- Sonra da gene cehennemdir
dönüp varacakları yer.
69- Şüphe yok ki onlar,
atalarını, sapıtmış bir halde bulmuşlardı da.
70- Onlar da, koşa koşa onların
izlerini izlemişlerdi.
71- Ve andolsun ki onlardan önce
gelip geçenlerin de çoğu sapıtmıştı.
72- Ve andolsun ki biz, onların
içinden, korkutucular göndermiştik onlara.
73- Bak da gör, korkutulanların
sonucu ne oldu.
74- Ancak ihlâsa eren Allah
kulları müstesnâ.
75- Ve andolsun ki Nûh, bize
nidâ etmişti, biz de ne güzel icâbet etmiştik.
76- Ve onu ve âilesini, pek
büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.
77- Ve soyunu, yeryüzünde kalan
bir soy haline getirdik.
78- Ve sonradan gelenler
arasında da ona iyi bir ad-san verdik.
79- Esenlik Nûh'a âlemler
içinde.
80- Şüphe yok ki biz, böyle
mükâfatlandırırız iyilik edenleri.
81- Şüphe yok ki o, inanan
kullarımızdandı.
82- Sonra da öbürlerini sulara
boğduk.
83- Ve şüphe yok ki İbrâhim de
onun taraftarlarındandı elbet.
84- Hani Rabbine tertemiz bir
yürekle gelmişti o.
85- Hani atasına ve kavmine siz
demişti, nelere kulluk ediyorsunuz?
86- Allah'ı bırakıp da tamâmıyla
uydurma mâbutlara mı tapmak istiyorsunuz?
87- Âlemlerin Rabbine karşı
zannınız ne?
88- Derken yıldızlara bir
bakmıştı da,
89- Ben, demişti, gerçekten de
hastayım.261[1]
[1] Yıldıza baktı da zamanı
tâyin etti, sıtma nöbetinin gelmek üzere olduğunu
anladı, ben hastayım dedi tarzında tevil edenler vardır.
90- Derken, arkalarını çevirip
gitmişlerdi onlar.
91- Derken o da onların
mâbutları olan putlara gidip demişti ki: Neye yemek
yemiyorsunuz?
92- Ne oldu size, niçin
konuşmuyorsunuz?
93- Derken sağ eliyle vurup
kırmıştı onları.
94- Derken koşa-koşa yanına
gelmişlerdi.
95- O demişti ki: Elinizde
yontup yaptığınız şeylere mi kulluk ediyorsunuz?
96- Halbuki sizi de Allah
yaratmıştır, o yontup yaptığınız şeyleri de.
97- Onun için bir yapı yapın da
demişlerdi, atın onu ateşe.
98- Ona bir düzen yapmak
istemişlerdi de biz onları alçaltmıştık.
99- Ve ben demişti, Rabbimin
tapısına gidiyorum, o, doğru yolu gösterir bana.
100- Rabbim, bana temiz
kişilerden olmak şartıyla bir oğul ihsân et.
101- Derken biz de ona tedbîrle
hareket eden ve aceleci olmayan bir oğul vereceğimizi
müjdelemiştik.262[2]
[2] Ahd-i Atıyk'te kurban
edilmesi istenen çocuk, İshak Peygamberdir (Tekvin,
22). Meşhur bir rivayete göreyse bu çocuk, Hz.
İsmail'dir. Sûrede, bu olaydan sonra ayrıca İshak
Peygamberin anılması da gösteriyor ki kurban edilecek
çocuk, Müslüman inancına göre İsmail Peygamberdir.
102- İbrâhim'le berâber koşup
gezecek çağa gelince İbrâhim, oğulcağızım demişti, ben,
rüyamda, seni kesiyorum gördüm, bir bak, düşün, sen ne
dersin buna? O da babacığım demişti, ne emredildiyse
sana, onu yap, Allah dilerse beni sabredenlerden
bulursun.
103- İkisi de teslîm olunca onun
alnını yere koymuştu.
104- Ve biz, ona ey İbrâhim diye
nidâ etmiştik.
105- Rüyanı gerçekleştirdik.
Şüphe yok ki biz, böyle mükâfatlandırırız iyilik
edenleri.
106- Şüphe yok ki bu, elbette
apaçık bir sınamaydı.
107- Ve onun yerine, kesilmek
üzere büyük bir koç ihsân ettik. 263[3]
[3] Bkz. 262. Dipnota
108- Ve sonradan gelenler
arasında da ona iyi bir ad-san verdik.
109- Esenlik İbrâhim'e.
110- Biz, böyle
mükâfatlandırırız iyilik edenleri.
111- Şüphe yok ki o, inanan
kullarımızdandı.
112- Ve ona, temiz kişilerden ve
peygamber olacak İshak'ı müjdelemiştik.
113- Onu da kutladık, İshak'ı da
ve ikisinin de soyundan iyilik eden de var, apaçık
nefsine zulmeden de.
114- Ve andolsun ki biz, Mûsâ'ya
ve Hârûn'a nîmetler verdik.
115- İkisini ve kavimlerini,
büyük bir sıkıntıdan kurtardık.
116- Ve yardım ettik onlara da
üst geldiler.
117- Ve ikisine de her şeyi
apaçık gösteren kitabı verdik.
118- Ve ikisini de dosdoğru yola
sevkettik.
119- Ve ikisine de, sonradan
gelenler arasında iyi bir ad-san verdik.
120- Esenlik Mûsâ'ya ve Hârûn'a.
121- Şüphe yok ki biz, böyle
mükâfatlandırırız iyilik edenleri;
122- Şüphe yok ki ikisi de
inanan kullarımızdandı. 264[4]
[4] Ba'lebek ve civarına
gönderilen bir peygamber. Bâzılarına göre Hz. İlyas,
İdris Peygamberdir. Bâzılarına göreyse Hârûn Peygamberin
soyundandır ve ayrı bir peygamberdir.
123- Ve şüphe yok ki İlyas,
elbette peygamberlerdendi.
124- Hani kavmine demişti ki:
Çekinmez misiniz siz?
125- Ba'l'i mi çağırırsınız da
yaratıcıların en güzelini bırakırsınız. 265[5]
[5] Ba'l, altından yapılma bir
puttur. Güneşten kinayedir diyenler de vardır.
126- O Allah'tır ki Rabbinizdir
sizin ve Rabbidir gelip geçmiş atalarınızın.
127- Derken yalanladılar onu;
şüphe yok ki tapımıza getirilecektir onlar.
128- Ancak ihlâsa eren Allah
kulları müstesnâ.
129- Ve sonradan gelenler
arasında ona iyi bir ad-san verdik.
130- Esenlik İlyas'a ve ona
uyanlara.
131- Şüphe yok ki biz, böyle
mükâfatlandırırız iyilik edenleri.
132- Şüphe yok ki o, inanan
kullarımızdandı.
133- Ve şüphe yok ki Lût da
elbette peygamberlerdendi.
134- Hani onu ve bütün âilesini
kurtarmıştık.
135- Ancak bir kocakarı,
kalanlar arasındaydı.
136- Sonra öbürlerinin kökünü
kazıdık.
137- Ve şüphe yok ki siz de
onların yurtlarına uğramadasınız sabahları.
138- Ve akşamları; hâlâ mı akıl
etmezsiniz?
139- Ve şüphe yok ki Yunus da
peygamberlerdendi elbet.
140- Hani, yolcularla dolu bir
gemiye kaçmıştı da.
141- Derken kura çekmişlerdi de
kur'a ona düşmüştü.
142- Kınanmış bir haldeydi ki
onu balık yutuvermişti.
143- Eğer Rabbini tenzîh
edenlerden olmasaydı.
144- Halkın tekrar dirileceği
günedek balığın karnında kalırdı.
145- Derken onu ıssız bir yere
çıkardık ve o, hastaydı da.
146- Ve ona gölge versin diye
bir kabak fidanı bitirdik.
147- Ve onu yüz bin kişiye,
yahut daha da artmakta olan bir topluluğa peygamber
olarak gönderdik.
148- Derken inandılar da onları
muayyen bir zamanadek yaşattık, geçindirdik.
149- Artık sor onlara, kızlar,
Rabbinin de.oğullar, onların mı?
150- Yoksa melekleri kız
halkettik de tanık mıydı onlar?
151- Haberin olsun ki şüphe yok,
onlar, bu sözü uydurup söylemedeler.
152- Allah doğurdu demedeler ve
şüphe yok ki onlar, yalancıdır elbet.
153- Oğulları bırakmış da
kızları mı seçmiş?
154- Ne oluyor size, nasıl da
hükmediyorsunuz?
155- Öğüt almaz mısınız hâlâ?
156- Yoksa apaçık bir deliliniz
mi var?
157- Doğru söylüyorsanız getirin
kitabınızı.
158- Ve onunla cinler arasında
bir.akRabalık uydurmadalar ve andol-sun ki cinler de
onun tapısına götürüleceklerini, orada hazır
bulunacaklarını bilmişlerdir.
159- Yücedir,.münezzehtir
vasfet-tiklerinden.
160- Ancak ihlâsa eren Allah
kulları müstesnâ.
161- Gerçekten de ne siz, ne de
kulluk ettikleriniz.
162- Onları bir sınamaya
uğratamazsınız.
163- Ancak cehenneme girecek
kişiyi azdıRabilirsiniz.
164- Ve melekler derler ki:
Bizden hiçbir fert yoktur ki onun malûm ve muayyen bir
makamı olmasın.
165- Ve şüphe yok ki biz,
saf-saf dizilmişiz elbet.
166- Ve şüphe yok ki biz,
mabûdumuzu tenzîh ederiz elbet.
167- Ve kâfirler, gerçekten de
diyorlardı.
168- Katımızda evvelkilere âit
bir kitap olsaydı.
169- Elbette biz de ihlâsa eren
Allah kulları olurduk.
170- Derken kitap geldi de
inanmadılar ona, yakında ne olacaklarını bilecekler.
171- Ve andolsun ki gönderilen
kullarımıza şu sözü söylemiştik, şu hükmü takdîr
etmiştik.
172- Şüphe yok ki onlar, elbette
yardıma mazhar olacaklardır.
173- Ve şüphe yok ki bizim
ordumuz, elbette üstündür.
174- Artık yüz çevir onlardan
bir zamanadek.
175- Hele bir bak, bir gözle
onları, onlar da sonuçları neymiş, yakında görecekler.
176- Azâbımızın çabucak
gelmesini mi istiyorlar?
177- Fakat azâbımız, yurtlarına
gelip çökünce korkutulanlar, ne de kötü bir sabaha
kavuşacaklar.
178- Ve yüz çevir onlardan bir
zamana dek.
179- Ve bir bak, bir gözle,
onlar da sonuçları neymiş, yakında görecekler.
180- Yücedir, münezzehtir Rabbin
ve yücelik, üstünlük ıssı Rab, onların
vasfettiklerinden.
181- Ve esenlik peygamberlere.
182- Ve hamd, âlemlerin Rabbi
Allah'a.
38- SÂD SURESİ
(Dâvûd sûresi de derler.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Sâd, andolsun şerefli
Kur'ân'a.
2- Kâfir olanlar, ululanmadalar
ve isyân içindeler.
3- Onlardan önce nice ümmetleri
helâk ettik de bağrışıp çığrıştılar ama kurtuluş vakti
çoktan geçmişti.
4- Onların cinsinden bir
korkutucu geldi mi şaşıp kalırlar da kâfirler derler ki:
Bu, bir büyücü ve pek yalancı.
5- Mâbutları bir tek mâbut mu
kabûl.etmiş? Gerçekten de bu, elbette pek şaşılacak şey.
6- Ve ileri gelenlerinden.bir
kısmı, kalkıp gitmiş ve yürüyün demiştir ve dayanın
mâbutlarınıza kulluk etmede; şüphe yok ki istenen şey de
budur elbet.
7- Biz bunu son dinlerin
hiçbirinde duymadık, bu, ancak bir yalan.
8- Kur'ân, aramızdan ona mı
indirildi? Hayır, onlar, benim vahyimden şüphedeler;
hayır, onlar daha tatmadılar azâbımı.
9- Yoksa üstün ve vergisi bol
Rabbinin hazîneleri, onların yanında mı?
10- Yahut da göklerin ve
yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin saltanat ve
tedbîri, onların mı? Öyleyse ağsınlar göklerin
kapılarına.
11- Bir ordudur onlar ki
bölük-bölük toplanmış ve buracıkta bozguna uğrayacaklar.
12- Onlardan önce de Nûh'un ve
Âd'ın ve ordular sahibi Firavun'un kavimleri,
yalanladılar.
13- Ve Semûd'un kavmi ve Lût
kavmi ve Ashâb-ı Eyke; işte bunlardır bölükler.
14- Her biri, peygamberleri
ancak yalanladılar da azâbı hak ettiler.
15- Ve bunlar da bekliyorlar
ancak o tek bağrışı ki vakti geldi miydi, gecikmesine,
dönmesine imkân yok.
16- Ve Rabbimiz derler, soru
gününden önce tez ver azâbımızı.
17- Sabret ne derlerse ve an
güçlü-kuvvetli kulumuz Dâvûd'u, şüphe yok ki o, dâimâ
Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
18- Şüphe.yok ki biz, dağları
râm etmiştik ona, akşam ve kuşluk çağlarında, onunla
berâber Rabbi tenzîh ederlerdi.
19- Ve kuşlar da toplanmıştı,
hepsi de ona itâat ederdi.
20- Ve onun saltanatını
kuvvetlendirdik ve ona peygamberlik ve gerçekle bâtılı
ayırt ediş bilgisini verdik.
21- Sen, o dâvacılardan haber
aldın mı? Hani Dâvûd'un ibâdet ettiği yerin duvarına
tırmanmışlardı.
22- Hani Dâvûd'un tapısına
girmişlerdi de Dâvûd, onlardan pek korkmuştu; korkma
demişlerdi, iki hısımız, birimiz, öbürünün hakkına
tecâvüz etti, adâletle hükmet aramızda, birimize
meylederek hakkı aşma ve bizi dosdoğru yola sevket.
23- Şüphe yok ki şu, benim
kardeşimdir, doksan dokuz dişi koyunu var ve benimse bir
tek dişi koyunum; öyleyken onu da bana ver dedi ve
konuşmamızda beni alt da etti.
24- Dedi ki: Senin dişi
koyununu, kendi koyunlarına katmayı istemekle gerçekten
de zulmetmiş sana ve şüphesiz ki ortakların çoğu,
birbirinin hakkına tecâvüz eder, ancak inanan ve iyi
işlerde bulunanlar müstesnâ ve fakat bunlar da pek azdır
ve Dâvûd, biz, kendisini sınadık sandı da Rabbinden
yarlıganma diledi ve eğilerek yere kapandı ve Rabbine
döndü.
25- Ve biz de onun bu.suçunu
örttük ve şüphe yok ki onun, katımızda bir yakınlık
derecesi ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardı.
26- Ey Dâvûd, biz seni yeryüzüne
hâkim ettik, artık insanlar arasında, adâletle hükmet ve
dileğine uyma ki seni Allah yolundan saptırır; Allah
yolundan sapanlaraysa şiddetli bir azap var soru gününü
unuttuklarından. 266[1]267[2]
[1] Burada işaret edilen olayın,
Ahd-i Atıyk'ın "Müluk-i Sâni" kısmında anlatılan olay
olduğunu söyleyenler vardır (11, 12). Fakat Kur’ân'a
göre Hz. Dâvûd bir peygamber olduğu için masum olması
icap ettiği cihetle bu olay, ekseriyet tarafından kabul
edilmemiş, isnat olduğu söylenmiştir.
[2] Bkz. 264. Dipnot.
27- Ve biz, göğü ve yeryüzünü ve
ikisinin arasındakileri boş yere yaratmadık; bu, kâfir
olanların zannı; artık vay haline kâfirlerin ateşten.
28- İnananlarla iyi işlerde
bulunanları, yeryüzündeki bozguncular gibi mi tutacağız,
yahut çekinenlere, doğru yoldan çıkanlara ettiğimiz
muâmeleyi mi yapacağız?
29- Bir kitaptır bu ki onu,
kutlu olarak sana indirdik, âyetlerini iyice bir
düşünsünler aklı başında olanlar ve ondan öğüt alsınlar
diye.
30- Ve Dâvûd'a.Süleyman'ı ihsân
ettik, ne güzel bir kuldu, şüphe yok ki o, dâimâ Rabbine
dönen, tövbe eden bir kuldu.
31- Hani ona, üç ayağının
üstünde duran ve ön ayaklarından birini büküp tırnağını
yere dayayan yürük atlar arzedilmişti öğleden sonra.
32- Derken gerçekten de demişti,
ben, güzel atları, Rabbimi anarak severim ve sonunda
güneş, perde altına girmişti de.
33- Getirin onları bana demişti,
atlar getirilince de onların ayaklarını, boyunlarını
okşamıya, yelerini taramaya koyulmuştu.
34- Ve andolsun ki biz
Süleyman'ı sınamıştık ve tahtının üstüne bir ölü
koymuştuk, sonra o da tövbe edip Rabbine dönmüştü.
35- Rabbim demişti, beni yarlıga
ve bana öyle bir saltanat ver ki benden sonra hiçbir
kimse nâil olamasın o saltanata, şüphe yok ki senin
vergin, ihsânın, boldur.
36- Ve ona rüzgârı râm etmiştik
de emriyle dilediği yere hafif hafif esip giderdi.
37- Ve Şeytanlardan bütün
mîmarları ve dalgıçları da râm etmiştik ona.
38- Ve bir başka kısmı da
bukağılarla bağlanmıştı.
39- Bu, bizim vergimizdir
demiştik, istersen sayısız olarak sen de ihsân et;
istersen elini yum, verme.
40- Ve şüphe yok ki onun,
katımızda bir yakınlık derecesi ve dönüp geleceği güzel
bir makamı vardı.
41- Ve an kulumuz Eyyûb'u da,
hani Rabbine nidâ.edip de demişti ki: Gerçekten de
Şeytan beni yordu ve azâba uğrattı.
42- Vur yere ayağını, bu
yıkanılacak ve içilecek serin su işte demiştik.
43- Ve ona âilesini de ve
onlarla berâber daha bir mislini de, bizden bir rahmet
ve aklı başında.olanlara da bir öğüt ve ibret olmak
üzere verdik.
44- Eline dedik, bir demet sap
al da onunla vur ve yeminini.bozma. Şüphe yok ki biz
onu, sabırlı bulduk, ne güzel bir kuldu ve şüphe yok ki
o, dâimâ Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
45- Ve an kullarımız İbrâhim'i
ve İshak'ı ve Yakup'u ki ibâdette kuvvetliydi bunlar,
dinde gözleri açıktı.
46- Biz onları, dâimâ yurtları
olan âhireti anma huyuyla yarattık da özleri temiz,
ihlâs sâhibi kullar ettik.
47- Ve şüphe yok ki onlar,
katımızda, seçilmiş, hayırlı kişilerdendi elbet.
48- Ve an İsmâîl'i, El-Yesa'ı ve
Zül-Kifl'i ve hepsi de hayırlı kişilerdendi.
49- Ve bu, güzel bir anılıştır
ve şüphe yok ki çekinenlere elbette dönülüp varılacak
pek güzel bir yer var.
50- Ebedî Adn cennetleri ki
onlara açıktır kapıları.
51- Oralarda yaslanıp
oturacaklar, diledikleri birçok yemişler ve içecek
şeyler, hemen sunulacak kendilerine.
52- Ve yanlarında,.eşlerinden
gözlerini ayırmayan hûriler olacak ki her biri de eşit
ve aynı yaşta.
53- İşte bu, soru gününde size
vaadedilen şey.
54- Şüphe yok ki bu, elbette
bizim.rızkımız, hem de öylesine ki bitip tükenmesi yok.
55- Şu da var: Ve şüphe yok ki
azgınlara elbette dönülüp gidilecek en kötü bir yer
mevcut.
56- Cehennem. Oraya atılırlar ve
orası, gerçekten, yatılıp kalınacak ne de kötü yerdir.
57- İşte budur azap, artık
tatsınlar gâyet sıcak ve gâyet soğuk suları.
58- Ve daha da buna eşit
çeşit-çeşit azaplar var.
59- Bu topluluk, size uyup
sizinle berâber cehenneme girenler; rahat yüzü
görmesinler; onlar, mutlaka ateşe atılacaklar.
60- Onlar da hayır diyecekler,
asıl siz, rahat yüzü görmeyin; siz getirdiniz başımıza
bunu, gerçekten de karar edilecek ne kötü yer.
61- Rabbimiz diyecekler, kim
bizi buna uğrattıysa ateşte, azâbını bir kat daha arttır
onun.
62- Ve ne oldu bize ki
diyecekler, kötü saydığımız erleri göremiyoruz?
63- Onları alaya alır-dururduk,
yoksa gözümüzden mi kaçtılar?
64- Şüphe yok ki cehennem
ehlinin, birbirleriyle şu münâkaşaları, gerçektir.
65- De ki: Ben, ancak bir
korkutucuyum ve yoktur tapacak bir ve her şeye üstün
Allah'tan başka;
66- Rabbidir göklerin ve
yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin o üstün olan ve
suçları, cezâ vermeden önce ve tamâmıyla örten.
67- De ki: Bu Kur'ân, en büyük
bir haberdir.
68- Siz ondan yüz
çevirmedesiniz.
69- En yüce melekler topluluğu,
münâkaşa ederlerken benim hiçbir bilgim yoktu.
70- Bana vahyedilmede ve ben,
ancak apaçık bir korkutucuyum.
71- Hani Rabbin, meleklere, ben
balçıktan bir insan yaratacağım demişti de.
72- Onu tamamlayınca ve ona,
rûhumdan üfürünce karşısında yerlere kapanıp secde
etmişlerdi.
73- Meleklerin hepsi birden
secde etmişti.
74- Ancak İblis secde etmemişti,
ululanmıştı ve o, kâfirlerden olmuştu.
75- Ey İblis demişti, kudret
ellerimle yarattığıma, ne mâni oldu da secde etmedin?
Ululuk mu satmadasın, yoksa yücelerden misin sen?
76- O, ben demişti, ondan
hayırlıyım, ateşten yarattın beni ve onuysa balçıktan
halkettin.
77- Çık git buradan hemen
demişti, gerçekten de taşlanmışsın sen.
78- Ve şüphe yok ki cezâ
gününedek benden lânet sana.
79- Rabbim demişti, ölüleri
dirilteceğin günedek öldürme beni.
80- Gerçekten de demişti, sen,
ölmeyenlere katıl.
81- Bilinen vaktin gününe dek.
82- Gerçek demişti, yüceliğine
andolsun ki onların hepsini azdıracağım.
83- Ancak içlerinden, ihlâsa
eren kulların müstesnâ.
84- Bu gerçek demişti ve ben de
gerçek olarak söylüyorum ki.
85- Andolsun, dolduracağım
cehennemi seninle ve sana uyanların hepsiyle.
86- De ki: Ben, tebliğime
karşılık, sizden bir ücret istemiyorum ve ben,
kendiliğimden bir şey de istememekteyim.
87- O, ancak âlemlere bir öğüt.
88- Onun doğruluğunu, bir müddet
sonra mutlaka bilip anlayacaksınız.
39- ZÜMER SURESİ
(10. âyeti Medenîdir denmiştir.
10, 11, 12. âyetleri Medenîdir diyenler de vardır. 71 ve
73. âyetlerinde inananların bölük bölük cennete,
inanmayanların bölük bölük cehenneme gidecekleri
anlatıldığı cihetle bu sûreye bölükler anlamına gelen
Zümer adı verildiği gibi 20. âyetinde Tanrıdan
çekinenlerin, cennette köşklere nail olacakları
anlatıldığından köşkler anlamına Guref sûresi de denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Kitabın indirilişi, üstün,
hüküm ve hikmet sâhibi Allah tarafındandır.
2- Şüphe yok ki biz, o kitabı
gerçek olarak indirdik sana, artık sen de, onun dininde
bütün özünü ona bağla da ona kulluk et yalnız.
3- Bilin ki özden kulluk, yalnız
Allah'a olur, ondan başka mâbutlar kabûl edenler, biz
derler, onlara, ancak bizi Allah'a yakınlaştırıp mânevî
bir yakınlık derecesine ulaştırırsınlar diye tapıyoruz;
şüphe yok ki Allah, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında
aralarında hükmeder; şüphe yok ki Allah, yalan söyleyen
ve kâfirlikte ileri giden hiçbir kimseyi doğru yola
sevketmez.
4- Allah, birisini oğul edinmek
dileseydi elbette yarattıklarından birini seçerdi,
yücedir, münezzehtir o bundan, odur bir ve her şeye
üstün Allah.
5- Gökleri ve yeryüzünü gerçek
olarak yaratmıştır; geceyi kısaltır, gündüze katar ve
gündüzü kısaltır, geceye katar ve râm etmiştir güneşi ve
ayı; hepsi de muayyen ve mukadder bir zamana dek
akar-durur; bilin ki odur üstün olan ve suçları, cezâ
vermeden önce ve tamâmıyla örten.
6- Sizi bir tek kişiden yarattı,
sonra ondan da eşini halketti ve sizin için davarlardan
erkekli-dişili, sekiz tane çift mahlûk meydana getirdi;
sizi, analarınızın karınlarında ve üç karanlık içinde
yaratıştan yaratışa düşürür; işte budur Rabbiniz ki
onundur saltanat ve tedbîr; yoktur ondan başka tapacak,
ondan nereye dönmedesiniz? 268[1]
[1] Deve, öküz, koyun, keçi; her
birerinden birer çift, sekiz olur. Üç karanlıktan
maksat, ana karnının, rahmin ve meşimenin karanlığıdır.
Gecenin, yahut baba belinin, ana rahminin ve ana
karnının karanlığıdır diyenler de vardır. Yaratıştan
yaratışa düşürmek, meniden kan pıhtısı haline, o halden
et haline getirmek, ette kemik, ilik, sinir ve saire
yaratıp deriye bürümek ve canlandırıp dünyaya
getirmektir.
7- Kâfir olursanız bilin ki
Allah, sizden müstağnîdir ve fakat kullarının kâfir
oluşuna da razı olmaz ve şükrederseniz sizden razı olur
ve hiçbir kimse, bir başkasının yükünü yüklenemez; sonra
da dönüp varacağınız yer, Rabbinizin tapısıdır da o,
neler yaptığınızı haber verir size; şüphe yok ki.o,
gönüllerde ne varsa hepsini bilir.
8- İnsan bir zarara uğrarsa
tamâmıyla Rabbine dönerek dua eder, sonra, ona bir nîmet
verdi mi önceden ona dua ettiğini unutur insan ve halkı,
onun yolundan çıkarmak için Allah'a da eşler kabûl eder;
de ki: Kâfirliğinle bir müddet geçin bakalım; hiç şüphe
yok ki sen, cehennem ehlindensin.
9- Hiç o, âhiretten sakınarak ve
Rabbinin rahmetini umarak geceleri secde eden, kıyamda
bulunan ve böylece itâat ve ibâdet eden kişiye benzer
mi? De ki: Eşit olur mu bilenlerle bilmeyenler? Bunu
ancak aklı başında olanlar düşünür, bundan ancak onlar
öğüt alır.
10- De ki: Ey inanan kullarım,
çekinin Rabbinizden; bu dünyâda iyilik eden kişileredir
iyilik ve Allah'ın yeryüzü, geniştir; sabredenlerin
mükâfatları, sayısız bir sûrette ödenir.
11- De ki: Şüphe yok, onun
dîninde, özümü yalnız ona bağlayarak Allah'a kulluk
etmem emredildi bana.
12- Ve ona teslîm olanların ilki
olmam, emredildi bana.
13- Ve de ki: Şüphe yok ki isyan
edersem Rabbime, pek büyük günün azâbından korkarım ben.
14- De ki: dinimde, özüm ona
bağlı, yalnız Allah'a kulluk ederim ben.
15- Artık siz, onu bırakıp
dilediğinize kulluk edin. De ki: şüphe yok, ziyana
düşenler, o kişilerdir ki kıyamet günü, kendilerini ve
kendileriyle ilgisi olanları ziyana sokarlar; bilin ki
budur apaçık ziyan.
16- Onların üstlerinde de
ateşten tabakalar var, altlarında da tabakalar. İşte
Allah, kullarını korkutmada bundan; ey kullarım, çekinin
benden.
17- Şeytan'dan, ona kulluk etme
hususunda sakınanlara ve Allah'a dönenlere gelince:
onlara müjde olsun, müjdele kullarımı artık.
18- O kullarım ki sözü dinlerler
de en güzeline uyarlar, onlar, öyle kişilerdir ki Allah,
doğru yola sevk etmiştir onları ve onlardır aklı başında
bulunanların ta kendileri.
19- Ya azap hükmünü hak edene ne
dersin? Sen mi cehennemde bulunanı kurtaracaksın?
20- Fakat Rablerinden
çekinenlerse, onlarındır köşkler, gene köşkler üstüne
kurulmuş köşkler, altlarından ırmaklar akar, Allah'ın
vaadidir; Allah vaadinden hiç caymaz.
21- Görmedin mi ki Allah, gökten
yağmur yağdırmada, derken yağmur suyunu yeryüzündeki
kaynaklara sızdırmada, sonra da o suyla çeşitli
renklerde nebatlar bitirmede, sonra da onları kurutmada
da sen onları görürsün ki sararmış, sonra da onları
un-ufak etmede; şüphe yok ki bunda, aklı başında
olanlara öğüt ve ibret var elbet.
22- Allah'ın, İslâm için gönlünü
açtığı kişiye kim benzer ki o, gerçekten de Rabbinden
bir ışığa, bir aydınlığa nâil olmuştur; yazıklar olsun
Allah'ı anmıya karşı yürekleri kaskatı olanlara,
onlardır apaçık bir sapıklık içinde olanlar.
23- Bir Allah'tır ki sözün en
güzelini indirmiştir bir kitap halinde, bir kısmı, bir
kısmına benzer, bir kısmı, bir kısmını gerçekleştirir,
her şeyi tekrar-tekrar bildirir; Rablerinden korkanların
tüyleri diken-diken olur onu dinlerken, sonra da
bedenleri ve gönülleri, Allah'ı anmak için yumuşar; işte
bu, Allah'ın bir hidâyetidir ki dilediğini, onunla doğru
yola sevk eder ve Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa
ona yol gösterecek yoktur.
24- Kıyâmet gününde, yüzünü o
kötü azaptan kurtarmaya çalışana kim benzer ki? Ve
zâlimlere, kazandığımız şeylerin karşılığı olan azâbı
tadın denir.
25- Onlardan öncekiler de
yalanladılar da azap, hiç anlamadıkları, ummadıkları
yerden gelip çatıverdi onlara.
26- Derken Allah, onlara dünyâ
yaşayışındayken aşağılığı tattırdı ve âhiret azâbıyse
elbette daha da büyük eğer bilselerdi.
27- Öğüt ve ibret alsınlar diye
biz, andolsun ki, bu Kur'ân'da her çeşit örnek
getirmedeyiz insanlara.
28- Çekinsinler diye Arapça,
eğrisi-büğrüsü olmayan, dosdoğru Kur'ân bu.
29- Allah, bir örnek getirmede:
Bir adamın ortakları var, ahlâkları kötü, geçimsiz ve
birbirleriyle çekişip durmadalar ve bir adam da varki
bir kişiye teslîm olmuş, yalnız onun hizmetinde, bunlar
hiç bir olur mu? Hamd Allah'a, hayır, fakat çoğu bilmez.
30- Şüphe yok ki sen de
öleceksin ve onlar da ölecekler.
31- Sonra da şüphesiz ki sizin,
kıyâmet gününde Rabbinizin katında dâvanız görülür.
32- Kimdir Allah'a karşı yalan
söyleyenden ve doğru, kendisine gelip anlatıldıktan
sonra onu yalanlayandan daha zâlim? Kâfirlere,
cehennemde yer yurt mu yok?
33- Doğrulukla gelen kişiye ve
onun doğru olduğunu tasdik edenlere gelince: Onlardır
çekinenlerin ta kendileri.
34- Onlarındır Rableri katında
diledikleri; budur iyilik edenlerin mükâfâtı.
35- Allah, onların önce
işledikleri en kötü suçları bile örtecek ve ettikleri
iyiliklerin mükâfâtını daha da güzel bir sûrette
verecek.
36- Allah, yetmez mi kuluna? Ve
seni, ondan başka mâbut saydıklarıyla mı korkutuyorlar?
Ve Allah kimi doğru yoldan saptırırsa ona yol gösterecek
yoktur.
37- Ve Allah, kimi doğru yola
sevk ederse onu saptıracak hiçbir kimse yok; Allah, öç
alan üstün bir kudrete sâhip mi değildir?
38- Ve andolsun ki onlara,
gökleri ve yeryüzünü kim yarattı diye sorsan elbette
Allah derler. De ki: Gördünüz mü şu halde, onu bırakıp
kimlere kulluk etmedesiniz? Allah, bana bir zarar vermek
istese onun zararını giderebilir mi onlar, yahut bana
rahmet etmek dilese rahmetini menedebilirler mi? De ki:
Yeter bana Allah, ona dayansın dayananlar.
39- De ki: Ey kavmim, gücünüz
neye yetiyorsa yapadurun, şüphe yok ki ben de
yapmadayım, yakında bilir, anlarsınız.
40- Aşağılatıcı azap kime
gelecek ve dâimî azâbı kim hakedecek?
41- Şüphe yok ki biz, o kitabı,
insanlara bildirmen için gerçek olarak indirdik sana,
artık doğru yolu bulanın faydası kendine ve kim yolunu
azıtır da azarsa zararı, gene kendine ve sen, onlara bir
koruyucu değilsin.
42- Allah, ölüm zamânında,
ölenin rûhunu alır, ölmeyecek kişinin de uyuduğu zaman;
ölümün mukadder olanın rûhunu, gerçekten de geri vermez,
öbürünün rûhunuysa yollar muayyen ve mukadder bir
zamanadek; şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa bir
delil var.
43- Yoksa, Allah'ı bırakıp da
şefâatçiler mi kabûl ettiler? De ki: Onların hiçbir şeye
güçleri yetmez ve hiçbir şey akıl etmezler, değil mi?
44- De ki: Bütün şefâat,
Allah'ın; onundur göklerin ve yeryüzünün saltanatı ve
tedbîri, sonra da dönüp onun tapısına gideceksiniz.
45- Allah bir olarak övülüp
anıldı mı âhirete inanmayanların yüreklerinden bir
nefrettir kopar, fakat ondan başka, onların mâbut
sandıkları anılınca ferahlanıp sevinirler.
46- De ki: Gökleri ve yeryüzünü
yaratan, gizliyi de, açıkta olanı da bilen Allah'ım,
ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında, kullarının arasında
sen hüküm vereceksin.
47- Yeryüzünde ne varsa hepsi ve
onlarla berâber de daha bir misli, zulmedenlerin olsa
kıyâmet günü, azâbın kötülüğünü giderip kurtulmak için
elbette bağışlarlardı; ve o gün, onların hiç
hesaplamakdıkları şeyler, Allah tarafından karşılarına
çıkarılıverecek.
48- Kazandıkları kötülükler,
ortaya çıkmıştır ve alay ettikleri şey, başlarına
gelmiştir.
49- İnsana bir zarar geldi mi
bizi çağırır, sonra katımızdan bir nîmet verdik mi ona,
der ki: Bana bu nîmet, bilgim yüzünden verilmiştir;
hayır, o bir sınamadır ve fakat çoğu bilmez.
50- Gerçekten, onlardan
öncekiler de bu sözü söylemişlerdi de kazandıkları
şeylerin, onlara hiçbir faydası dokunmamıştı.
51- Derken kazandıkları, elde
ettikleri şeylerin kötülüklerine uğramışlardı. Bunlardan
zulmedenler de kazançlarının kötülüklerine uğrayacaklar,
suçlarının mücâzâtını görecekler ve onlar, bizim
vereceğimiz cezâya mâni olamazlar.
52- Bilmezler mi ki Allah, şüphe
yok ki dilediğinin rızkını bollaştırır ve dilediğinin
daraltır. Şüphe yok ki bunda, inananlara deliller var
elbet.
53- De ki: Ey nefislerine uyup
hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden
ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter,
şüphe yok ki o, suçları örter, rahîmdir.
54- Ve dönün Rabbinize ve teslîm
olun ona, size azap gelip çatmadan, sonra yardım edilmez
size.
55- Ve uyun Rabbinizden size
indirilen en güzel kitaba, Kur'ân'a, ansızın ve siz hiç
anlamadan size azap gelip çatmadan önce.
56- Herkesin, Allah katından bir
sevap kazanamadım, hey gidi hey ve gerçekten de alay
edenlerdendim dediği.
57- Yahut Allah beni doğru yola
sevketseydi elbette çekinenlerden olurdum dediği.
58- Yahut da azâbı görünce, bir
kere daha dünyâya dönmeme imkân olsaydı mutlaka iyilik
edenlerden olurdum dediği günden önce.
59- Hayır, dönemezsin; sana
bunca delillerim geldiği halde yalanladın onları ve
ululuk satmaya kalkıştın ve kâfirlerden oldun.
60- Ve kıyâmet günü görürsün ki
Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri, kapkara olur;
ululananlara cehennemde yer-yurt mu yok?
61- Allah, kendisinden
çekinenleri, kurtuluşlarına sebep olan şeyle kurtarır,
onlar, bir kötülüğe uğramazlar ve mahzun da olmazlar.
62- Allah, her şeyi yaratandır
ve o, her şeyi korur.
63- Onundur kilitleri göklerin
ve yeryüzünün ve Allah'ın delillerini yalanlayanlara
gelince: Onlardır ziyana uğrayanların ta kendileri.
64- De ki: Allah'tan başkasına
kulluk etmemi mi emrediyorsunuz bana a bilgisizler.
65- Ve andolsun ki sana ve
senden öncekilere, gerçekten de şirk koşarsan
yaptıklarını boşa çıkarırım ve elbette ziyana
uğrayanlardan olursun diye vahyedildi.
66- Hayır, artık Allah'a kulluk
et ve şükredenlerden ol.
67- Allah'ı, gereği gibi
ululamadılar ve yeryüzü, kıyâmet gününde, tamâmıyla
kudret avucundadır onun ve gökler de, kudretiyle
dürülmüştür; münezzehtir ve yücedir o, şirk koşanların
şirk koştukları şeylerden.
68- Ve Sûr'a üfürülmüştür de
göklerdekilerin ve yeryüzündekilerin hepsi de, o sesin
şiddetinden ölüp gitmiştir, sonra bir daha üfürülünce o
zaman hepsi dirilmiştir, ne olacak diye bakınıp
durmadalar.
69- Ve ışıklanmıştır yeryüzü,
Rabbinin nûruyla ve yaptıklarının yazıldığı kitap,
ellerine verilmiştir ve peygamberlerle tanıklar,
getirilmiştir ve aralarında, gerçek bir hükümle
hükmedilmiştir ve onlara zulmedilmemiştir.
70- Ve herkese, ne yaptıysa
karşılığı, ödenmiştir ve o, ne yaptıklarını daha iyi
bilir.
71- Ve kâfir olanlar,
bölük-bölük cehenneme sürülmüştür, oraya geldikleri
zaman kapıları açılmıştır da bekçileri, onlara, sizin
içinizden, Rabbinizin âyetlerini okuyan ve sizi, bugüne
kavuşacağınızı söyleyerek korkutan peygamberler gelmedi
mi size derler. Onlar da evet derler ve fakat azap
hükmü, hak olmuştur kâfirlere.
72- Girin denilir cehennem
kapılarından, ebedî kalırsınız orada; ululananların ne
de kötüdür yurtları.
73- Ve Rablerinden çekinenler de
bölük-bölük cennete sürülmüştür, oraya geldikleri zaman
kapıları açılmıştır da bekçileri, esenlik size, tertemiz
oldunuz, artık girin ebedî olarak derler.
74- Onlar da hamd Allah'a ki
derler, bize vaadettiğini gerçekleştirdi ve cennetten,
dilediğimiz yerde konaklamamız için bu yeri mîras verdi
bize; ne de güzeldir iyi işlerde bulunanların mükâfâtı.
75- Ve görürsün ki, melekler,
Rablerine hamd ederek onu tenzîh edip arşın çevresinde
dönmedeler ve aralarında gerçek bir adâletle
hükmedilmiştir ve denilmiştir ki: Hamd, âlemlerin Rabbi
Allah'a.
40- MÜ'MİN SURESİ
(İbn-i Abbas ve Katâde'ye göre
56 ve 57. âyetler Medenîdir. Hasen'e göre 55. âyette
namaz emredilmededir. Namaz, Medine'de farzedildiği
cihetle bu âyet Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Bu kitap, üstün ve her şeyi
bilen Allah tarafından indirilmiştir.
3- Odur suçları örten ve
tövbeleri kabûl eden ve azâbı şiddetli olan ve kullarına
nîmetler ihsân eden; yoktur ondan başka tapacak ve dönüp
varılacak yer, onun tapısıdır ancak.
4- Allah'ın delilleri hakkında,
ancak kâfir olanlar çekişirler, onların, şehirlerde
dönüp dolaşmaları aldatmasın seni.
5- Onlardan önce de Nûh kavmi,
yalanladı, onlardan sonraysa bölük-bölük halk ve her
ümmet, peygamberini yalanlamayı kendine iş edindi, buna
kasdetti, onu öldürmek istedi ve gerçeği boşa çıkarmak
için boş şeylere dayanarak çekiştiler, derken onları
helâk ediverdim; azap nasıl olurmuş, görsünler.
6- İşte böylece Rabbinin verdiği
hüküm, kâfirlere hak oldu: Şüphe yok ki onlar,
cehennemliktir.
7- Arşı taşıyanlarla onun
çevresindekiler, Rablerine hamd ederek onu tenzîh
ederler ve inanırlar ona ve inananlara yarlıganma
dilerler, Rabbimiz derler, rahmetin ve bilgin, her şeyi
kavramış, kaplamıştır, artık tövbe edenleri ve senin
yoluna uyanları yarlıga ve koru onları, yakıp kavuran
cehennem azâbından.
8- Rabbimiz ve sok onları ebedî
Adn cennetlerine, nitekim vait de etmiştin onlara ve
atalarından ve eşlerinden ve soylarından kendilerini
düzgün bir hâle getirenlere. Şüphe yok ki sen, üstünsün,
hüküm ve hikmet sâhibisin.
9- Ve koru onları kötülüklerden
ve kimi kötülüklerden korursan o gün, gerçekten de ona
acımışsın ve budur işte o pek büyük kurtuluş, murâda
eriş.
10- Şüphe yok ki kâfir olanlara
nidâ edilir de denir ki: Bugün kendinize karşı
duyduğunuz nefretten, buğuzdan daha büyüktü size karşı
Allah'ın duyduğu nefret ve buğuz o zaman ki inanca
çağrılıyordunuz da kâfir oluyordunuz siz.
11- Onlarsa Rabbimiz derler, iki
kere öldürdün bizi ve iki kere dirilttin, artık
suçlarımızı da söyledik, buradan çıkmamıza bir yol yok
mu?269[1]
[1] Birinci ölüm dünyadaki tabiî
ölüm, ikinci ölüm haşredilmeden önce kabirdeki ölümdür.
İlk diriltme dünyaya getirmedir. İkinci diriltme,
kabirde, soru meleklerine cevap vermek için diriltmedir.
Bâzılarına göreyse ilk öldürme meni haline getiriş, ilk
diriltme doğumla dünyaya geliştir. İkinci ölüm, tabiî
ölümdür, ikinci diriltme de kıyamette haşretmedir.
12- Bu da, Allah birdir dendi mi
kâfir olmamızdan ve ona eşler olduğu söylenince
inanmanızdandır; artık hüküm, pek yüce ve pek büyük
Allah'ın.
13- Öyle bir mâbuttur ki
delillerini göstermededir size ve rızıklandırmak için
gökten yağmur yağdırmadadır size ve ona dönen kişiden
başkası ibret ve öğüt almaz bundan.
14- Artık, dîninde, özünüzü
tamâmıyla ona bağlıyarak çağırın Allah'ı kâfirler
istemese de.
15- Dostlarının derecelerini
yüceltir, arşın sâhibidir; kavuşma gününden korkutmak
için kullarından dilediğine Rûh'u, emriyle indirir.
16- O kavuşma günü, onlar,
kabirlerinden çıkarlar, Allah'a karşı hiçbir şeyleri
gizli kalmaz; o gün, saltanat ve tedbîr kimindir, bir ve
her şeye üstün Allah'ın.
17- O gün herkes, ne kazandıysa
onun karşılığını bulur; o gün zulüm yoktur; şüphe yok ki
Allah'ın hesâbı, pek tezdir.
18- Ve onları, yaklaşmakta olan
o günle korkut, o gün, korkudan yürekler, ağızlara
gelir, gönüller, dertle dolar, zâlimlere ne yardımı
dokunacak bir dost bulunur, ne şefâati kabûl edilecek
bir şefâatçi.
19- O, hıyânetle gizlice bakışı
da bilir, gönüllerde gizlenen şeyleri de.
20- Ve Allah, gerçek olarak
hükmeder. Ondan başka kulluk ettikleri şeyler, hiçbir
şey hakkında hüküm veremezler; şüphe yok ki Allah, her
şeyi duyar, bilir.
21- Yeryüzünü gezip dolaşmazlar
mı ki onlardan önce gelip geçenlerin ne olmuş sonları,
bir bakıp görsünler? Onlar, kuvvet bakımından da üstündü
bunlardan, yeryüzünde yaptıkları şeyler bakımından da;
derken kâfir oldular da Allah, onları helâk ediverdi ve
onları, Allah'a karşı koruyacak hiçbir kimse çıkmadı.
22- Bu da, peygamberleri, onlara
apaçık delillerle geldi mi, inkâr etmelerindendir,
derken Allah onları helâk edivermiştir; şüphe yok ki o,
kuvvetlidir, azâbı da çetindir onun.
23- Ve andolsun ki Mûsâ'yı
delillerimizle ve apaçık bir burhanla göndermiştik.
24- Firavun'a, Hâmân'a ve
Kârun'a; derken onlar, bu demişlerdi, pek yalancı bir
büyücü.
25- Mûsâ, katımızdan gerçekle
onlara gelince öldürün demişlerdi, onunla berâber
inananların oğullarını ve bırakın kadınlarını;
kâfirlerin düzeni, ancak gerçekten dışarıdır, boştur.
26- Ve Firavun, bırakın beni de
dedi, Mûsâ'yı öldüreyim ve Rabbini çağırsın bakalım;
şüphe yok ki ben, dininizi değiştireceğinden, yahut da
yeryüzünde bir bozgun çıkaracağından korkuyorum.
27- Ve Mûsâ, ben dedi, şüphe yok
ki soru gününe inanmayan her ululuk satan kişinin
şerrinden, Rabbime ve Rabbinize sığınırım.
28- Ve Firavun'un soyundan
inanan ve inancını gizleyen bir er, dedi ki: Rabbim
Allah'tır dediği için mi adam öldüreceksiniz ve
gerçekten de o, Rabbinizden apaçık deliller de
getirmiştir size ve yalancıysa yalanı kendisine âit ve
doğru söylüyorsa size vaadettiklerinin bir kısmına
uğrarsınız; şüphe yok ki Allah, haddini aşan ve çok
yalan söyleyen kişiyi doğru yola sevketmez.270[2]
[2] Adının Ciba olduğu rivâyet
edilen bir zat. İbn-i Abbas, Firavun soyu içinde bu
adamdan ve bir de kadından başka inanmış yoktu demiştir.
28. sûrenin 20. âyetinde de bahsedilen zat, budur.
29- Ey kavmim, bugün saltanat
sizin, üstünsünüz yeryüzünde, fakat Allah'ın azâbı
gelince kim kurtaracak bizi? Firavun dedi ki: Ben size
hangi reyi işâret ediyorsam o, tamâmıyla doğrudur ve ben
sizi, doğru-dürüst yoldan başka bir yola sevketmiyorum.
30- O inanan, ey kavmim dedi,
ben bir bölük ümmetin uğradıkları azâba uğrayacaksınız
diye korkuyorum.
31- Nûh, Âd ve Semûd kavimlerine
ve onlardan sonrakilere olduğu gibi ve Allah, kullarına
zulmetmeyi istemez.
32- Ve ey kavmim, ben, o feryâdü
figan, o boşuna bağırıp söylenme günündeki hâlinizden
korkuyorum.
33- O gün, bir gündür ki
arkanızı döndürüp kaçacaksınız ama doğru cehenneme
gideceksiniz ve Allah'ın azâbından sizi bir kurtaran
olmayacak ve Allah, kimi doğru yoldan çıkarıp
saptırdıysa ona bir yol gösteren yoktur.
34- Ve andolsun ki daha önce
Yûsuf da, apaçık delillerle gelmişti de size getirdiği
şey hakkında bir türlü şüpheden kurtulamamıştınız,
sonunda ölünce de artık dediniz, bundan sonra Allah,
başka bir peygamber göndermez kesin olarak; işte Allah,
haddini aşan şüpheli kişiyi böyle saptırır.
35- Öyle kişilerdir onlar ki
kendilerine hiçbir kesin delil gelmediği halde Allah'ın
delilleri hakkında çekişmiye girişirler; Allah katında
da bir nefrete ve buğza uğrarlar, inananlar katında da;
Allah, her kibirli ve cebbar kişinin gönlünü böyle
mühürler işte.
36- Ve Firavun, ey Hâmân
demişti, bana bir köşk yap da belki kapılara erişirim.
37- Göklerin kapılarına ve
derken Mûsâ'nın mâbûdunu anlamış olurum ve gerçekten de
sanıyorum ki o, yalancı ve Firavun'a, kötü işi, böyle
bezendi de böyle çıkarıldı yoldan ve Firavun'un düzeni,
ancak ziyana uğradı, boşa çıktı.
38- Ve inanan da ey kavmim dedi,
bana uyun da size doğru yolu göstereyim.
39- Ey kavmim, şu dünyâ
yaşayışı, ancak geçici bir metâdan ibâret ve şüphe yok
ki âhirettir, karar edilecek yurt.
40- Kim bir kötülükte bulunursa
ancak onun misli olan bir cezâ ile cezâlanır ve erkek
olsun, kadın olsun, inanarak iyi bir işte bulunansa işte
o çeşit kişilerdir ki cennete girerler, orada sayısız
rızıklanırlar.
41- Ve ey kavmim, ne oluyor bana
da ben sizi kurtuluşa çağırmadayım, halbuki siz beni
ateşe çağırıyorsunuz.
42- Allah'a kâfir olmaya ve ona
şirk koşmaya çağırıyorsunuz beni bu hususta hiçbir
bilgim olmadığı halde ve bense sizi üstün ve bütün
suçları tamâmıyla örten mâbûda çağırmadayım.
43- Gerçeğin ta kendisi şu ki:
Siz beni, dünyâda da çağırmaya salâhiyetli olmayan,
âhirette de salâhiyetli olmayan birşeye çağırıyorsunuz
ancak ve dönüp gideceğimiz yer, Allah tapısıdır ve şüphe
yok ki haddini aşanlar, cehennem ehlinin ta
kendileridir.
44- Yakında, size neler
dediysem, anlıyacak, hatırlıyacaksınız onları ve ben,
işimi Allah'a ısmarladım; şüphe yok ki Allah, kullarını
görür.
45- Derken Allah, onların
düzenlerinin kötülüklerinden korudu onu ve Firavun
soyunaysa azâbın kötüsü gelip çattı.
46- Ateş, sabah-akşam, onlara
gösterilecek ve kıyâmetin koptuğu günde Firavun soyunu
denecek, sokun azâbın en çetinine.
47- Ve ateşte, birbirleriyle
çekişmeye başladıkları zaman düşkünler, ululuk satanlara
diyecekler ki: Gerçekten size uymuştuk, sizin
adamlarınızdık biz, ateşin bir miktârını olsun
defedebilir misiniz bizden?
48- Ululuk satanlarsa, şüphe yok
ki diyecekler, hepimiz de ateş içindeyiz; şüphe yok ki
Allah, kullar arasında hükmetti.
49- Ve ateştekiler, cehennemin
kapıcılarına, Rabbinize yalvarın da diyecekler, ne olur,
bir günceğiz olsun azâbımızı hafifletsin.
50- Onlar da, peygamberleriniz,
apaçık delillerle gelmedi miydi size diyecekler; onlar,
evet diyecekler, bekçiler, öyleyse diyecekler, siz
yalvarın ve kâfirlerin duâsıysa ancak boşa gider.
51- Şüphe yok ki biz, elbette
peygamberlerimize ve inananlara, dünyâ yaşayışında da
yardım ederiz, tanıkların getirileceği günde de.
52- Bir gündür o gün ki
zâlimlerin özürleri fayda vermez ve onlaradır lânet ve
onlarındır kötü yer-yurt.
53- Ve andolsun ki biz, Mûsâ'ya
doğru yolu gösteren kitabı verdik ve İsrail-oğullarını
da mîrasçı ettik o kitaba ki.
54- Aklı başında olanları doğru
yola sevk eder, onlara ibrettir, öğüttür.
55- Artık sabret, şüphe yok ki
Allah'ın vaadi gerçektir ve suçunun yarlıganmasını dile
ve akşam ve sabah çağlarında, Rabbine hamd ederek tenzîh
et onu.271[3]
[3] Akşam çağlarında Rabbi
tenzîh, akşam ve yatsı namazlarını kılmaktır. Sabah
çağlarındaki tenzîh, sabahtan akşama dek geçen vakit
içinde, gün doğmadan sabah namazını, zeval vaktinden
sonra öğleyi, ondan sonra da ikindiyi kılmaktır.
56- Allah'ın âyetleri hakkında,
kendilerine hiçbir kesin delil gelmemişken çekişmeye
girişenlerin gönüllerinde, ancak ulaşmalarına imkân
olmayan bir büyüklenme duygusu var; artık Allah'a sığın,
şüphe yok ki o, duyar, görür.
57- Elbette gökleri ve yeryüzünü
yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir şey ve
fakat insanların çoğu bilmez.
58- Ve eşit değildir körle gören
ve inanıp iyi işlerde bulunanla kötülükler eden; ne de
az düşünmede, ne de az ibret almadasınız.
59- Kıyâmet, elbette kopacak,
şüphe yok bunda ve fakat insanların çoğu inanmaz.
60- Ve Rabbiniz dedi ki: Çağırın
beni, icâbet edeyim size; şüphe yok ki bana kulluk
etmekten, ululuk satarak çekinenler, aşağılık bir halde
cehenneme gireceklerdir. 272[4]
[4] Kulluk etmekten maksat,
âyetin açıkça delâletine göre duadır.
61- Öyle bir Allah'tır ki size
geceyi yarattı, dinlenmeniz için ve gündüzü yarattı,
göre-göre işlerinizi yapmanız için; şüphe yok ki Allah,
elbette insanlara karşı lütuf ve ihsân sâhibidir ve
fakat insanların çoğu şükretmez.
62- İşte budur Rabbiniz Allah ki
her şeyi halk eden odur, yoktur ondan başka tapacak; ne
diye asılsız şeylere kapılmadasınız?
63- İşte böyle kapılırlar
Allah'ın delillerini, bile-bile inkâr edenler.
64- Bir Allah'tır ki yeryüzünü,
size karâr edecek bir yurt, göğü de bir kubbe olarak
yaratmıştır ve size sûret vermiştir, sûretinizi de en
güzel bir şekle sokmuştur ve sizi, tertemiz şeylerle
rızıklandırmıştır; işte budur Rabbiniz; ne yücedir
âlemlerin Rabbi Allah.
65- Odur daimî diri, yoktur
ondan başka tapacak, artık onun dîninde, yüreğinizi ona
bağlayarak çağırın onu; hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a.
66- De ki: Şüphe yok ki ben,
Allah'tan başka sizin taptıklarınıza tapmaktan
menedildim, Rabbimden apaçık deliller gelince bana ve
âlemlerin Rabbine teslîm olmam emredildi bana.
67- Öyle bir mâbuttur ki sizi
topraktan, sonra bir katre sudan, sonra bir pıhtı kandan
yaratmıştır, sonra sizi, çocuk olarak dünyâya
çıkarmıştır, sonra ergenlik çağına erişmeniz, sonra da
ihtiyar olmanız için sizi yaşatmadadır ve sizden, daha
önce öldürülen de var ve hepinizi de muayyen ve mukadder
bir zamanadek yaşatır ve bütün bunlar da akıl edesiniz
diye olup biter.
68- Öyle bir mâbuttur ki
diriltir ve öldürür; derken bir işin olmasını hükmetti
mi ancak, ol der o işe, oluverir.
69- Görmedin mi Allah'ın
delilleri hakkında çekişmeye girişenleri, nereye
gitmedeler, neye kapılmadalar?
70- Onlar, öyle kişilerdir ki
kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri
yalanlamışlardır, yakında bilip anlayacaklar.
71- Boyunlarına demirden lâleler
ve zincirler takılıp sürüklendikleri zaman.
72- Sıcak su içinde, sonra
cehenneme atıldıkları zaman.
73- Sonra da denecek ki nerede
şirk koştuklarınız,
74- Allah'ı bırakıp da?
Diyecekler ki: Gözümüzden kayboldular, zâten de bundan
önce tapmaya lâyık birşeye tapmamıştık biz; işte Allah,
kâfirleri böyle saptırır.
75- Bu da, yeryüzünde haksız
yere sevinip övündüğünüzden ve ululanıp kendinizi
gördüğünüzdendir.
76- Girin kapılarından
cehennemin, orada ebedî olarak kalacaksınız; gerçekten
de ululananların yeri-yurdu, ne de kötüdür.
77- Artık sabret, şüphe yok ki
Allah'ın vaadi gerçektir. Derken ya onlara vaadettiğimiz
şeylerin bâzısını göstereceğiz sana, yahut da seni
öldüreceğiz, derken hepsi de dönüp tapımıza gelecekler.
78- Ve andolsun ki senden önce
nice peygamberler gönderdik, onlardan, sana
anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da ve hiç bir
peygamber, Allah'ın izni olmadıkça bir delil, bir mûcize
gösteremez; derken Allah'ın emri gelince gerçek olarak
hükmedilir ve işte buracıkta, boş şeylere uyanlar, ziyan
eder gider.
79- Öyle bir Allah'tır ki
onların bir kısmına binin, bir kısmını da yiyin diye
davarlar yaratmıştır size.
80- Ve onlarda başka faydalar da
var size ve gönüllerinizdeki murâda ulaşmak için onlara
ve gemilere biniyorsunuz.
81- Ve size delillerini
göstermede, Allah'ın delillerinden hangisini inkâr
edebilirsiniz?
82- Yeryüzünü gezip dolaşmazlar
mı ki onlardan önce gelip geçenlerin ne olmuş sonları,
bir bakıp görsünler? Onlar, topluluk bakımından daha
çoktu, kuvvet ve yeryüzünde yaptıkları şeyler bakımından
da daha üstündü bunlardan; derken elde ettikleri
şeylerin, onlara hiçbir faydası olmadı.
83- Peygamberleri, apaçık
delillerle onlara gelince kendilerindeki bilgiye güvenip
övündüler, kendilerini gördüler de alay ettikleri şey,
başlarına geliverdi.
84- Derken azâbını görünce de
Allah'ın birliğine inandık dediler ve şirk koştuğumuz
şeyleri inkâr ettik.
85- Fakat azâbımızı gördükleri
zaman inanmaları, onlara bir fayda vermez; Allah'ın,
kulları hakkında icrâ edilegelen yolu-yoradamıdır bu ve
işte buracıkta kâfirler, ziyan edip giderler.
41- FUSSİLET SURESİ
(3. âyetinde Kur'ân, âyetleri
tamâmıyla açıklanmış bir kitaptır diye övüldüğü için bu
anlama gelen Fussılet diye de anılır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Rahman ve rahîmden
indirilmiştir.
3- Bir kitaptır ki tamâmıyla
açıklanmıştır âyetleri, Arapça Kur'ân'dır bilen
topluluğa.
4- Müjdecidir ve korkutucu,
fakat çoğu yüz çevirmiştir, onlar, duymazlar.
5- Ve derler ki: Bizi dâvet
ettiğin şeye karşı gönüllerimizde perdeler var ve
kulaklarımızda ağırlık var ve seninle bizim aramızda da
bir perde var, artık sen, dinince çalış, biz de
çalışmadayız.
6- De ki: Ben, ancak sizin gibi
bir insanım, bana vahyedilmede ki mâbûdunuz ancak bir
mâbut; artık dosdoğru ona yönelin ve yarlıganma dileyin
ondan; ve yazıklar olsun şirk koşanlara.
7- Öyle kişilerdir onlar ki
zekât vermezler ve onlar, âhirete inanmayanların da ta
kendileridir.
8- İnanan ve iyi işlerde
bulunanlarsa: Onlarındır minnetsiz mükâfat.
9- De ki: Siz mi kâfir
olmadasınız, inkâr etmedesiniz bir mâbûdu ki yeryüzünü
iki günde yaratmıştır ve siz mi ona eşler kabul
etmedesiniz? Budur işte âlemlerin Rabbi.
10- Ve yeryüzünün üstünde metin
dağlar yaratmıştır ve kutlamıştır orasını, bereket ihsân
etmiştir ve rızık olacak şeyleri takdîr etmiştir de
meydana getirmiştir bunları orada, tam dört gün içinde,
dileyenler için hepsi de eşittir.273[1]
[1] Bu dört günde 9. âyette
bildirilen iki gün dahildir.
11- Sonra bir duman halinde olan
göğü yaratmayı hükmetmiştir de ona ve yeryüzüne,
dileyerek-dilemeyerek meydana gelin demiştir, ikisi de,
dileyerek geldik demişlerdir.
12- Derken onları yedi gök
olarak iki günde yaratmış ve her göğe yapacağı işi
vahyetmiştir. Ve dünyâ göğünü kandillerle bezedik ve
koruduk; işte bu, üstün olan ve her şeyi bilen mâbûdun
takdîridir.
13- Yüz çevirirlerse artık de
ki: Sizi, Âd ve Semûd'un uğradıkları helâk edici azâba
benzer bir azapla korkutmadayım.
14- Hani onlara, kendilerinden
önce de, kendilerinden sonra da peygamberler gelmişti de
Allah'tan başkasına kulluk etmeyin demişlerdi. Onlar,
Rabbimiz dileseydi demişlerdi, melekler indirirdi
elbette, biz, gerçekten de sizin gönderildiğiniz şeyleri
inkâr etmedeyiz.
15- Âd'a gelince: Gerçekten de
yeryüzünde, haksız yere ululanmaya kalkıştılar ve kimdir
dediler, bizden daha kuvvetli? Görmediler mi ki şüphe
yok, onları halkeden Allah, onlardan da kuvvetlidir; ve
onlar, delillerimizi bile-bile inkâr ediyorlardı.
16- Derken onlara, dünyâ
yaşayışında, aşağılık azâbını tatsınlar diye uğursuz
günlerde bir kasırgadır, yolladık ve elbette âhiret
azâbı, daha da aşağılatıcıdır ve onlar, bir yardım da
görmezler.274[2]
[2] Uğursuz günler, azap geldiği
içindir. Tozlu dumanlı, yahut soğuk günlere de Araplar,
uğursuz günler der.
17- Semûd'aysa doğru yolu
gösterdik de onlar, körlüğü, hidâyetten üstün görüp
sevdiler, onları da, kazandıklarına karşılık aşağılatıcı
bir azâbın gelip çatıvermesiyle helâk ettim.
18- Ve inananları kurtardık ve
onlar, çekinen kişilerdi.
19- Ve o gün, Allah düşmanları,
bir araya toplanır da toplu bir halde cehenneme
sürülürler.
20- Oraya gelince de kulakları,
gözleri ve derileri, yaptıkları şeyler hakkında, kendi
aleyhlerine tanıklıkta bulunur.
21- Ve bedenlerine, ne diye
aleyhimizde tanıklık ettiniz derler, onlar da her şeyi
söyleten Allah derler, bizi de söyletti ve odur sizi
halkeden ilk defa ve gene de dönüp onun tapısına
varacaksınız.
22- Ve siz, kulaklarınızın,
gözlerinizin, derilerinizin, aleyhinizde tanıklık
edeceklerini ummuyor, onlardan hiçbir şeyinizi
gizlemiyordunuz ve hattâ sanıyordunuz ki yaptıklarınızın
çoğunu Allah bile, şüphe yok ki bilmez.
23- Ve Rabbiniz hakkında
beslediğiniz şu kötü zan yok mu, sizi o helâk etti de
ziyana uğrayıverdiniz.
24- Artık sabredebilirlerse
ateştir yurtları onların ve onlar suçlarından
geçilmesini isterlerse dilekleri kabûl edilmez.
25- Ve onlara öyle arkadaşlar
hazırladık ve verdik ki önlerindeki dünyâ işlerini ve
artlarındaki âhireti inkâr etmeyi bezediler onlara ve
onlardan önce, cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş
ümmetler arasında azap hükmünü hakettiler, şüphe yok ki
onlar, ziyana uğrayanlardandı.
26- Ve kâfir olanlar, dediler
ki: Şu Kur'ân'ı dinlemeyin ve okunurken gürültü edin,
bağırıp çağırın da onun sesini bastırın.
27- Biz de mutlaka kâfir
olanlara çetin bir azâbı tattıracağız ve yaptıkları
şeyin en kötü karşılığıyle cezâlandıracağız onları.
28- İşte bu ateş, Allah
düşmanlarının cezâsıdır, onlara, ebedîlik var orada; bu
da delillerimizi bile-bile inkâr etmelerinin karşılığı.
29- Ve kâfir olanlar, Rabbimiz
diyecekler, cinlerden, insanlardan, bizi azdıranları
göster bize de en aşağılık bir hâle gelmeleri için
onları ayaklarımızın altına alalım.
30- Gerçekten de, Rabbimiz
Allah'tır dedikten sonra da dosdoğru hareket edenlere
melekler indiririz de sakın korkmayın ve mahzûn olmayın
ve müjdelenin, sevinin size vaadedilen cennetle deriz.
31- Biz, dünyâ yaşayışında da
size dostuz, âhirette de ve burada, canınız ne isterse
var ve burada dilediğiniz her şey sizin.
32- Suçları örtenden, rahîm
olandan bir ziyafet, bir ihsân bu.
33- Allah'a çağırandan ve iyi
işlerde bulunandan ve şüphe yok ki ben Müslümanlardanım
diyenden daha güzel sözlü kimdir ki?275[3]
[3] Allah'a çağıran, ezan
okuyandır.
34- Ve eşit değildir iyilikle
kötülük. Kötülüğü, en güzel bir muâmeleyle karşıla,
gider, bir de bakarsın ki aranızda düşmanlık olan kişi,
sanki senin en yakın bir dostun.
35- Bu huy, sabredenlerden
başkasına verilmez ve akıldan, tedbîrden büyük bir
hisseye sâhip olmayanlara bu huy, nasîp olmaz.
36- Ve eğer Şeytan, seni
vesveseye düşürür de bu huydan geçirmeye kalkışırsa
hemen sığın Allah'a; şüphe yok ki o, her şeyi duyar,
bilir.
37- Ve onun delillerindendir
gece ve gündüz ve güneş ve ay; secde etmeyin ne güneşe,
ne de aya ve secde edin, onları yaratan Allah'a, yalnız
ona kulluk ediyorsanız.
38- Eğer ululanmaya kalkışır,
bunu kabûl etmezlerse zâten Rabbinin katındakiler, gece
ve gündüz, onu tenzîh etmededir durmadan, dinlenmeden ve
usanmadan.
39- Ve onun delillerindendir,
şüphesiz, yeryüzünü kupkuru, donmuş bir halde görürsün,
derken oraya yağmur yağdırdık mı harekete gelir,
kabarır, yeşerir, nebatlar bitirir; onu dirilten,
elbette ölüyü de diriltir şüphe yok ki onun, her şeye
gücü yeter.
40- Bizim delillerimizle eğri
yola sapanlar gizli değildir bize. Artık ateşe atılan mı
hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü emîn olarak gelen mi? Ne
dilerseniz yapın, şüphe yok ki o, bütün yaptıklarınızı
görür.
41- Kur'ân, kendisine tebliğ
edildikten sonra kâfir olanlar; ve hem de şüphe yok ki
bu Kur'ân, eşsiz ve sütün bir kitaptır ki.
42- Ne önceden onun hükümlerini
iptâl eden bir kitap gelmiştir, ne de ondan sonra gelir
ve bâtıl, ona zarar veremez; hüküm ve hikmet sâhibinden,
hamde lâyık mâbut tarafından indirilmiştir.
43- Zâten sana söylenen, ancak
senden önceki peygamberlere de söylenen sözlerdir; şüphe
yok ki Rabbin, suçları örtme sıfatına sâhip olmakla
berâber elemli bir azâba da sâhiptir.
44- Eğer yabancı bir dille
meydana getirseydik Kur'ân'ı, elbette derlerdi ki
âyetleri Arapça olarak açıklansaydı da anlasaydık olmaz
mıydı? Bu, yabancı bir dille söylenmiş söz, söyleyen de
Arap ha? De ki: O, inananlara doğru yolu gösterir ve
şifâdır; inanmayanlarınsa kulaklarında ağırlık var ve
Kur'ân, onları kör etmede; sanki onlara pek uzak bir
yerden nidâ edilmede.
45- Ve andolsun ki biz Mûsâ'ya
da kitap verdik de o kitapta ihtilâfa düştüler ve eğer
Rabbinden azaplarının mukadder bir zamâna tehîr edilmesi
hakkında bir emir verilmemiş olsaydı çoktan hükmedilirdi
aralarında ve şüphe yok ki onlar, bu hususta elbette
şüphe içindeler, tereddüde düşmüşler.
46- Ve kim iyi bir iş yaparsa
faydası kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa zararı
kendisine ve Rabbin, kullarına zulmetmez kesin olarak.
47- Kıyâmetin, ne vakit
kopacağına dâir bilgi, Allah'a âittir ve onun hükmü ve
bilgisi olmadan meyveler, tomurcuklarından ve
kabuklarından çıkamaz ve hiçbir kadın gebe kalamaz ve
çocuğunu doğuramaz ve o gün, nerede şeriklerim diye nidâ
edilir onlara da sana bildirdik zâten derler, bu hususta
bir tanığımız bile yok.
48- Ve önceden çağırdıkları
putlar, gözlerinden kaybolup gitmiştir ve onlar, kaçıp
sığınacakları bir yerleri olmadığını da iyiden-iyiye
anlamışlardır.
49- İnsan, hayır istemekten hiç
usanmaz ve bir şerre uğrarsa da iyiden-iyiye yeise
düşer, ümitsizliğe kapılıp gider.
50- Ve andolsun ki bir
sıkıntıdan sonra katımızdan bir rahmet tattırsak ona, bu
der, zâten benim hakkım ve hiç sanmıyorum ki kıyâmet
kopsun ve andolsun ki Rabbimin tapısına dönüp varsam
bile hiç şüphesiz, onun katında daha güzel bir lütuf var
bana; artık biz de, andolsun ki kâfir olanlara, neler
yaptıklarını elbette haber veririz ve elbette onlara çok
ağır azâbı tattırırız.
51- Ve insana bir nîmet verdik
mi yüz çevirir ve şükürden uzaklaşır ve eğer bir şerre
uğrarsa uzun-uzadıya dua eder durur.
52- De ki: Kur'ân'ın Allah
katından geldiğini görmüşseniz, sonra da ona kâfir
olmuşsanız haber verin bana, gerçeğe tamâmıyla aykırı
kalandan daha sapık kimdir ki?
53- Yakında delillerimizi,
âlemde de göstereceğiz, kendi varlıklarında da, böylece
sonucu, onlarca da apaçık anlaşılacaktır ki o, gerçektir
şüphesiz; Rabbinin, her şeye tanık olması, yetmez mi
sana?
54- İyice bil ki onlar, şüphe
yok, Rablerine kavuşacaklarından şüphe etmedeler; iyice
bil ki şüphe yok, o, her şeyi kuşatmış, kavramıştır.
42- ŞÛRÂ SURESİ
(Hasen'e göre 38, 39 ve 40.
âyetleri Medenîdir. İbn-i Abbas'la Katâde'ye göre 23.
âyet Medenîdir ve bu âyet inince birisi itiraz etmiş,
24. âyet vahyedilmiş, tövbe edince de 25 ve 26. âyetler
nazil olmuştur. Bu sûretle bu dört âyet Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Ayn sîn kaaf.
3- İşte böyle vahyetmededir sana
ve senden öncekilere o üstün, o hüküm ve hikmet sâhibi
Allah.
4- Onundur ne varsa göklerde ve
ne varsa yeryüzünde ve odur pek yüce, pek ulu.
5- Müşriklerin sözlerinden
neredeyse gökler, üstlerinden çatlayıp yarılacak ve
melekler, ona hamd ederek tenzîh ederler onu ve
yeryüzündekilere yarlı-ganma dilerler; iyice bil ki
şüphe yok Allah, odur örten ve rahîm olan.
6- Onun bırakıp da ondan başka
dostlar ve tanrılar kabûl edenlerin yaptıklarını Allah,
görür, gözetir ve onların yaptıklarını görüp gözetecek,
sen değilsin.
7- Ve işte sana, böylece Arapça
Kur'ân'ı vahyettik, şehirlerin aslı ve temeli olan
Mekke'yi ve çevresindeki bütün şehirleri korkutman ve
geleceğinde şüphe olmayan topluluk gününü haber vererek
o günün dehşetiyle korkutman için; halkın bir bölüğü
cennettedir ve bir bölüğü yakıp kavuran
cehennemde.276[1]
[1] "Şehirlerin aslı ve temeli"
sözüyle Mekke kastedilmektedir. Çevresindeki bütün
şehirlerden maksat da bütün dünyadır. Topluluk günü,
kıyametten sonraki haşir günüdür.
8- Ve Allah isteseydi elbette
onları bir ümmet olarak halkederdi ve fakat dilediğini
rahmetine ithâl eder ve zâlimlere gelince: Onlara ne bir
dost vardır, ne bir yardımcı.
9- Yoksa, onu bırakıp
kendilerine sâhip olacak başka mâbutlar mı kabûl
ettiler? Gerçekten de kudret sâhibi ancak o Allah'tır ve
odur ölüyü dirilten ve onun, her şeye gücü yeter.
10- Ve bir şeyde ihtilâfa
düştünüz mü onun hükmü, Allah'a âittir, budur mâbûdunuz
olan Rabbim Allah, ona dayandım ben ve her hususta ona
dönerim ben.
11- Odur yoktan var eden
gökleri ve yeryüzünü, size kendi cinsinizden eşler
halketmiştir, davarları da çifter-çifter halketmiştir,
bu sûretle üretip çoğaltmadadır sizi; ona hiçbir benzer
yoktur ve odur duyan, gören.
12- Onundur göklerin ve
yeryüzünün kilitleri, dilediğine bol-bol rızık verir,
dilediğinin rızkını daraltır; şüphe yok ki o, her şeyi
bilir.
13- Dîne âit hükümlerden, Nûh'a
tavsiye ettiğini ve sana vahyettikleri-mizi ve
İbrâhîm'e, Mûsâ ve İsâ'ya tavsiye ettiklerimizi, size de
gidilecek yol olarak bildirdi, açıkladı; dîne yapışın ve
o hususta hiçbir ayrılığa düşmeyin. Onları, inanmaya
çağırdığın şey, müşriklere pek büyük, pek ağır gelmede;
Allah, dilediğini kendisine seçer ve kim, ona dönerse
doğru yolu gösterir ona.
14- Onlar, aralarındaki hırs ve
haset yüzünden, kendilerine bu hususta bilgi geldikten
sonra ayrılığa düştüler ve Rabbin, muayyen bir zamâna
kadar onlara azâp etmemeyi takdîr etmeseydi aralarında
çoktan hükmedilirdi ve onlardan sonra kitaba vâris
olanlar da bu hususta elbette şüphe içindedir, tereddüde
düşmüşlerdir.
15- Ve işte bunun için artık
onları çağır ve doğru hareket et emredildiğin gibi ve
uyma onların dileklerine ve de ki: Ben, kitaptan ne
indirdiyse Allah, inandım ona ve bana, aranızda adâletle
hükmetmem emredildi; Allah, Rabbi-mizdir ve Rabbiniz;
bizim yaptıklarımız, bize âittir, sizin yaptıklarınız
size; düşmanlık yok bizimle sizin aranızda; Allah, bir
yerde toplayacak bizi ve sonunda dönüp onun tapısına
varılacak.
16- Halk tarafından, ona icâbet
edildikten sonra Allah hakkında cedelleşme-ye
girişenlerin gösterdikleri düşmanlık, Rableri katında
boştur ve onlaradır gazep ve onlaradır çetin bir azap.
17- Öyle bir Allah'tır ki gerçek
olarak kitabı ve adâleti indirmiştir ve ne bilirsin,
belki de kıyâmet, pek yakındır.
18- Buna inanmayanlar, çabuk
gelmesini isterler ve inananlarsa gelip çatmasından
korkarlar ve bilirler ki o, gerçektir; iyice bil ki
kıyâmetten şüphe edip o hususta mücadeleye girişenler,
elbette doğrudan pek uzak bir sapıklık içindedir.
19- Allah, kullarına lûtfeder,
dilediğini rızıklandırır ve odur pek kuvvetli ve üstün.
20- Kim, âhiret kazancı isterse
kazancını arttırırız ve kim, dünyâ kazancını isterse ona
da dünyâya âit şeylerin bir kısmını veririz ve âhiretten
bir nasîbi yoktur onun.
21- Yoksa Allah'ın emir ve izin
vermediği bir dîni onlara kuran ortaklar mı var? Azâbın,
mukadder bir zamâna geciktirilmesi takdîr edilmemiş
olsaydı çoktan aralarında hükmedilir-giderdi ve şüphe
yok ki zâlimleredir elemli azap.
22- Görürsün ki zulmedenler,
kazandıkları şeylerden dolayı korkup durular ve
korktukları da başlarına gelecek ve inananlar ve iyi
işlerde bulunanlarsa cennet bahçelerindedir, onlarındır
Rableri katında ne dilerlerse; bu, pek büyük bir
lütuftur, ihsândır.
23- Bu, Allah'ın, inanan ve iyi
işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki:
Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum,
istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve
iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfâtını arttırırız;
şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla
karşılık verir.277[2]
[2] Yakınlardan maksat, Hasen,
Cübâi ve Ebu-Müslim'e göre insanı Tanrıya yaklaştıran
iyilikler ve ibadetlerdir. İbn-i Abbas, bu âyeti tefsir
ederken Kureyş'in hiçbir boyu yoktur ki Hz. Peygambere
yakınlığı olmasın demiş, bu sûretle yakınlardan bilhassa
Kureyş'in kastedildiğini söylemiştir (al-Tecrid, 2,
116). Katâde ve Mücâhid'le bir topluluk da bu
anlayıştadır. Aliyy-ibn-il Huseyn, Said-ibn-i Cübeyr,
Amr-ibn-i Şuayb ve bir topluluksa Hz. Peygambere yakın
olanların yani Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasen ve Hz.
Huseyn'in kastedildiğini söylemişlerdir. İmam
Muhammed-ül-Bâkır'la oğlu İmam Câ'fer-üs-Sâdık (a.s)'tan
da böyle rivâyet edilmiştir. Said-ib-i Cübeyr, İbn-i
Abbas'tan, bu âyet inince, sevmemiz emredilen kimlerdir
diye sorduklarını, Hz. Peygamberin de Ali, Fâtıma ve
onların evlâdı diye cevap verdiğini rivâyet etmiştir. Bu
son anlayışı belirten daha birçok hadisler vardır
(Mecma, 2, 388-389). Bu anlayışa göre âyetteki güzel ve
iyi iş de Ehl-i Beyt'i sevmektir.
24- Yoksa bunu Allah'a isnât
ederek o uydurdu mu derler? Gerçekten de Allah dilerse
gönlünü mühürler senin ve Allah, bâtılı mahveder ve
gerçeği gerçekleştirir sözleriyle; şüphe yok ki o,
gönüllerde olanları bilir.
25- Ve o, bir mâbuttur ki
kullarının tövbesini kabûl eder ve kötülükleri bağışlar
ve ne yapıyorsanız, hepsini bilir.
26- İnanan ve iyi işlerde
bulunanların dileklerine icâbet eder ve onlar hakkındaki
ihsân ve keremini, lütfüyle arttırır ve kâfirlere
gelince: Onlaradır çetin azap.
27- Ve Allah, kullarının rızkını
yaysaydı, bollaştırsaydı yeryüzünde azgınlıkta
bulunurlardı ve fakat o, ne kadar dilerse o kadar
indirir; şüphe yok ki o, kullarından haberdardır, onları
görür.
28- Ve öyle bir mâbuttur ki
onlar, tamâmıyla ümitsizliğe düşerler de ondan sonra
yağmur yağdırır ve rahmetini yayar ve odur onların
işlerini tedbîr ve tasarruf eden ve hamde lâyık olan.
29- Ve delillerindendir gökleri
ve yeryüzünü yaratması ve her ikisinde mahlûkatı yayıp
dağıtması ve onun, elbette onları toplamaya da gücü
yeter.
30- Ve size gelip çatan her
felâket, ellerinizle kazandığınız bir şeydir ancak ve
çoğunu da bağışlar.
31- Ve siz, yeryüzünde onu âciz
bir hâle getiremezsiniz ve size, Allah'tan başka ne bir
dost vardır, ne bir yardımcı.
32- Ve onun delillerindendir
denizde akıp giden yüce dağlar gibi gemiler.
33- Dilerse rüzgârı durdurur da
denizin üstünde, öylece kalakalırlar; şüphe yok ki
bunda, iyiden-iyiye sabreden ve çok şükreden herkese
elbette deliller var.
34- Yahut da, kazandıkları
suçlar yüzünden fırtınalarla helâk eder gemileri ve
çoğunu da bağışlar.
35- Delillerimiz hakkında
cedelleşmeye kalkışanlar, bilsinler ki onlara hiçbir yer
yok ki kaçıp da kurtulsunlar.
36- Gerçekten de size
verilenler, dünyâ yaşayışına âit metâlardan ibâret ve
Allah katındakiyse daha da hayırlıdır ve daha da fazla
kalır inananlara ve Rablerine dayananlara.
37- Ve suçların büyüklerinden ve
çirkin şeylerden kaçınanlara ve kızdıkları zaman,
suçları örtenlere.
38- Ve Rablerinin dâvetine
icâbet edenlere ve namaz kılanlara ve işlerini,
aralarında danışarak yapanlara ve onları
rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını ayırıp
yoksulları doyuranlara, hayra harcayanlara.
39- Ve bir zulme uğradıkları
zaman haddi aşmaksızın birbirlerine yardım ederek karşı
duranlara.
40- Ve kötülüğün karşılığı, ona
benzer bir kötü cezâdır. Gerçekten de kim bağışlar ve
barışı sağlarsa mükâfâtı, Allah'a âittir; şüphe yok ki
o, zulmedenleri sevmez.
41- Ve kim, zulme karşı
savunursa bu çeşit kişileri suçlu saymaya bir yol
yoktur.
42- Ancak halka zulmedenleri ve
haksız yere, yeryüzünde azgınlıkta bulunanları suçlu
saymaya yol var, onlaradır elemli azap.
43- Ve kim, dayanır ve suçları
örterse şüphe yok ki bu, azme, irâdeye dayanan
işlerdendir elbet.
44- Ve Allah, kimi saptırırsa
artık ona, bundan böyle bir dost yoktur ve zâlimleri
görürsün ki azâbı görünce, geriye dünyâya dönmeye
derler, bir yol var mı ki?
45- Ve görürsün ki onlar, ateşin
önüne getirildikleri zaman düştükleri horluktan ürküp
titremedeler ve cehenneme, göz ucuyla gizlice bakmadalar
ve inananlarsa şüphe yok ki derler, ziyana düşenler,
kıyâmet gününde kendilerini ve yakınlarını ziyana
düşürenlerdir. İyice bil ki zulmedenler, şüphesiz,
sürekli bir azâp içindedir.
46- Ve Allah'tan başka onlara
yardım edecek bir dost da yoktur ve Allah, kimi
saptırırsa artık bir yol yok ona.
47- Rabbinizin dâvetine icâbet
edin reddine imkân olmayan gün Allah tarafından gelip
çatmadan; o gün, ne kaçıp sığınılacak bir yer var size
ve ne suçlarını inkâra mecâl var size.
48- Yüz çevirirlerse artık biz,
seni onları korumaya göndermedik ki; sana ancak tebliğ
etmek düşer ve şüphe yok ki biz, insana, katımızdan bir
rahmet tattırdık mı sevinir, övünür onunla, fakat
elleriyle hazırlayıp kazandıkları bir kötülüğe
uğrarlarsa da gerçekten insan, pek nankördür.
49- Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün saltanatı ve tedbîri, dilediğini yaratır,
dilediğine kız evlât verir ve dilediğine oğlan evlât.
50- Yahut da çift olarak hem kız
evlât verir, hem oğlan ve dilediğini de kısır yaratır;
şüphe yok ki onun her şeye gücü yeter.
51- Ve hiçbir insana söz
söylemez Allah, ancak vahiyle, yahut perde ardından,
yahut da bir elçi gönderir de, izniyle dilediğini
vahyeder ona; şüphe yok ki o, pek yücedir, hüküm ve
hikmet sâhibidir.278[3]
[3] "Perde ardından" sözüyle ses
kastedilmede ve sesin sahibinin görülmediği
anlatılmadadır.
52- Ve işte biz, emrimizle sana
böylece Rûh'u gönderdik de vahyettik; ne kitap nedir,
bilirdin, ne de iman ve fakat onu, kullarımızdan
dilediğimizi doğru yola sevk eden bir nûr olarak
yarattık ve şüphe yok ki sen de elbette doğru yola sevk
edersin.279[4]
[4] "Ruh" tan maksat
Cebrail'dir.
53- O yoluna Allah'ın ki onundur
ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde; iyice bilin ki
bütün işler, dönüp Allah tapısına varır.
43- ZUHRUF SURESİ
(45. âyeti Medenîdir. 35. âyette
zuhruf sözü geçtiği cihetle altınlar ve mücevherler
anlamına gelen bu adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Andolsun her şeyi açıklayan
kitaba.
3- Şüphe yok ki biz, akıl
edesiniz, anlayasınız diye Kur'ân'ı Arap diliyle meydana
getirdik.
4- Ve şüphe yok ki o, bizim
katımızda, kitabın aslındadır, temelindedir, elbette pek
yücedir, hüküm ve hikmetle doludur. 280[1]
[1] Kitabın aslından maksat
müfessirlerce Levh-i Mahfuz'dur. Levh-i Mahfuz, 85.
sûrenin son iki âyetinde geçer.
5- Haddi aşmış bir topluluk
olduğunuzdan dolayı size Kur'ân'ı bildirmekten vaz mı
geçelim?
6- Önce gelenler içinde de nice
peygamberler gönderdik.
7- Ve hiçbir peygamber gelmedi
onlara ki onunla alay etmesinler.
8- Derken kuvvet bakımından,
bunlardan çok daha çetin oldukları halde helâk ettik
onları ve öncekilere âit kıssalar, sana anlatıldı
evvelce.
9- Ve andolsun ki onlara, kim
yarattı gökleri ve yeryüzünü diye sorsan elbette onları
diyeceklerdir, üstün olan ve her şeyi bilen yarattı;
10- Öyle bir mâbuttur ki
yeryüzünü, size karâr edilecek bir yurt olarak
yaratmıştır ve istediğinizi elde etmeniz için de orada
yollar halketmiştir.
11- Ve öyle bir mâbuttur ki
ihtiyaç miktârınca yağmur yağdırır gökten, derken onunla
ölü şehri diriltiriz, işte böylece sizi de diriltip
kabirlerinizden çıkarır.
12- Ve öyle bir mâbuttur ki
bütün mahlûkatı erkek ve dişi olarak yaratmıştır ve
bindiğiniz gemileri ve hayvanları halketmiştir.
13- Binip oturun da sonra
onların üstünde doğruldunuz mu Rabbinizin nîmetini anın
ve yücedir, münezzehtir noksan sıfatlardan o mâbut ki
râm etmiştir bunu bize, yoksa biz, zaptedemezdik onu
deyin diye.
14- Ve şüphe yok ki biz,
Rabbi-mize döneceğiz deyin diye. 281[2]
[2] İbn-i Ömer, Hz. Peygamberin,
bir bineğe binince üç kere tekbir getirdikten sonra 13.
âyetin "yücedir, münezzehtir" kısmından itibaren bu iki
âyeti okuduğunu rivâyet etmektedir.
15- Ve bâzı kullarının, onun bir
parçası olduğuna, ondan vücuda geldiğine hükmettiler,
gerçekten de insan, apaçık bir nankördür elbet.
16- Yoksa o, yarattıklarından
kızları, kendisine kız ediniyor da oğulları size mi
bırakıyor?
17- Ve onlardan biri, bir kızın
oldu diye müjdelendi mi, Allah'ın kızı var dediği halde
yüzü kapkara olur ve kızar, kederlenir.
18- Onlar, süslenip bezenerek
yetişen ve münakaşada, düşmanlıkta, apaçık bir delil
bile getiremeyen, istediğini söyliyemeyen bir mahlûku
mâbûda mı nispet ediyorlar?
19- Ve rahmanın kulları olan
meleklerin, kız olduğuna hükmediyorlar, onları
yarattığımız vakit gördüler mi ki? Tanıklıklarını
yazacağız ve soruya çekilecek onlar.
20- Ve rahman isteseydi derler,
kulluk etmezdik onlara; bu hususta hiçbir bilgileri yok;
onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
21- Yoksa onlara, bu kitaptan
önce bir kitap mı verdik de ona sımsıkı yapışmışlar?
[2] Melekleri kız sananlara
hitaptır.
22- Hayır, şüphe yok ki dediler,
biz atalarımızı bir dîne, bir inanca sâhip bulduk ve
şüphe yok ki biz de onların izini izlemede, o yola
gitmedeyiz.
23- Ve böylece senden önce de
hiçbir şehre bir korkutucu göndermedik ki o şehrin,
hâli-vakti yerinde olanları, şüphe yok ki biz,
atalarımızı bir dîne, bir inanca sâhip bulduk ve şüphe
yok ki biz de onların izine uyduk demesinler.
24- Peygamber, onlara, ben dedi,
atalarınızdan bulduğunuz dinden daha doğru bir dinle
gelsem de gene atalarınızın yoluna mı gideceksiniz?
Şüphe yok ki biz dediler, sizin gönderildiğiniz şeyleri
zâten inkâr etmedeyiz.
25- Derken öç aldık onlardan,
bak da gör, yalanlayanların sonları ne oldu?
26- Ve an o zamanı ki hani
İbrâhim, atasına ve kavmine demişti: Şüphe yok ki ben,
sizin kulluk ettiklerinizden tamâmıyla uzağım.
27- Ben, ancak beni yoktan var
edene taparım, artık o da doğru yolu gösterir bana.
28- Ve bu birlik sözünü, gerçeğe
dönsünler diye soyu arasında da dâimâ kalacak ve zevâl
bulmayacak bir vasiyet olarak bıraktı.
29- Belki de ben, onları da,
atalarını da, onlara bir gerçek ve apaçık bir peygamber
gelinceye dek geçindirmedeydim.
30- Ve onlara gerçek gelince de
bu dediler, büyü ve biz şüphe yok ki inkâr etmedeyiz
onu.
31- Ve bu Kur'ân dediler, iki
şehirden birinin en büyük, en ileri gelen adamına
inseydi ne olurdu?282[3]
[3] Mekke'deki Mugıyra oğlu
Velid'le Tâif'teki Ebu Mes'ud-üs-Sakafi'dir. Bu hususta
daha başka rivâyetler de vardır.
32- Onlar mı Rabbinin rahmetini
pay edecekler? Biziz geçimlerini, aralarında paylaştıran
dünyâ yaşayışında ve bir kısmı, bir kısmına hizmet etsin
diye bâzılarını derece bakımından bâzılarından üstün
halkettik ve Rabbinin rahmeti, onların toplayıp
biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.
33- Bütün insanların, kâfir
olmaları gibi bir mahzur bulunmasaydı rahmânı inkâr
edenlerin evlerindeki tavanları ve üstüne basıp
çıktıkları merdivenleri bile gümüşten halk ederdik.
34- Ve evlerinin kapılarını ve
üstüne oturup yaslandıkları tahtları gümüşten yapardık.
35- Ve onları altınlara,
mücevherlere boğardık ve bütün bunlar, dünyâ yaşayışına
âit metâlardan ibâret ve âhiretse, Rabbinin katında,
çekinenlerin.
36- Ve kim, rahmânı anmadan yüz
çevirirse ona bir Şeytan mûsâllat ederiz, artık o,
arkadaş olur ona.
37- Ve şüphe yok ki Şeytanlar,
onları yoldan çıkarır ve şüphe yok ki doğru yolu
bulduklarını sanırlar.
38- Sonunda bizim tapımıza geldi
mi keşke der, seninle benim aramda doğuyla batı kadar
bir uzaklık olsaydı, gerçekten de ne kötü arkadaşmış.
39- Ve o zaman zulmetmiştiniz,
bugün pişmanlık kesin olarak fayda vermez size, şüphe
yok ki azapta da müştereksiniz.
40- Sen mi sağıra duyuracaksın,
yahut köre ve apaçık bir sapıklık içinde bulunana yol
göstereceksin?
41- Seni, katımıza alsak bile
hiç şüphe yok ki mutlaka onlardan öç alırız biz.
42- Yahut da onlara
vaadettiğimiz azâbı mutlaka sana gösteririz, gerçekten
de onlara gücümüz yeter bizim.
43- Sen yapış sana vahyedilene,
şüphe yok ki doğru yoldasın sen.
44- Ve şüphe yok ki o, sana da
elbet öğüttür, kavmine de ve soruya çekileceksiniz
yakında.
45- Ve sor senden önce
peygamberlerimizden gönderdiklerimize: Rahmandan başka
kulluk edilen mâbutlar yarattık mı?
46- Ve andolsun ki Mûsâ'yı,
delillerimizle Firavun'a ve kavminin ileri gelenlerine
gönderdik de ben dedi, şüphe yok ki âlemlerin Rabbinin
peygamberiyim.
47- Onlara delillerimizle
gelince o delillere gülmeye başladılar.
48- Onlara hiçbir delil
göstermedik ki biri, öbüründen büyük olmasın ve
tuttukları yoldan dönsünler diye de azaplandırdık
onları.
49- Ve ey büyücü demişlerdi,
sana söz verdiğini sandığın Rabbine yalvar bizim için,
şüphe yok ki biz de elbette doğru yola geliriz.
50- Derken onlardan azâbı
kaldırdık mı sözlerinden döndüler.
51- Ve Firavun, kavminin
arasında bağırıp dedi ki: Ey kavmim, Mısır saltanatı ve
ayağımın altından akıp duran şu ırmaklar, benim değil
mi, görmüyor musunuz?
52- Ben, şu aşağılık ve
doğrudüzen söz bile söyliyemeyen adamdan daha hayırlı
değil miyim?
53- Ne olurdu, bâri ona altın
bilezikler takılmış olsaydı, yahut da onunla, ona uyan,
yardım eden melekler gelseydi.
54- Derken kavminin aklını çeldi
de ona itâat ettiler, şüphe yok ki onlar, yoldan çıkmış
bir topluluktu.
55- Bizi gazaba getirdiler mi öç
aldık onlardan, derken hepsini de sulara boğduk.
56- Gerçekten de kâfirlerin önde
gidenleri kıldık onları ve sonradan gelenlere ibret
ettik.
57- Meryemoğlu örnek getirilince
kavmin hemen bağrışmaya başladı.
58- Ve bizim mâbutlarımız mı
hayırlı, yoksa o mu dediler, onlar, bu örneği ancak
çekişmek için getirdiler; zâten de onlar düşmanlık
ededuran bir topluluktur.
59- Oysaki o, kendisine nîmetler
verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek gösterdiğimiz bir
kuldu ancak.
60- Ve dileseydik yeryüzüne
melekler getirirdik, sizin yerinize onları geçirirdik.
61- Onun gökten inmesi,
kıyâmetin yaklaştığını bildirir, sakın kıyâmet hakkında
şüpheye düşmeyin ve uyun bana; budur doğru yol.
62- Ve Şeytan, sizi yoldan
çıkarmasın; şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır.
63- Ve İsâ, apaçık delillerle
gelince ben demişti, andolsun ki size peygamber olarak
geldim ve ayrılığa düştüğünüz bâzı şeyleri elbette
açıklayıp bildireceğim size; artık çekinin Allah'tan ve
itâat edin bana.
64- Şüphe yok ki Allah,
Rabbimdir ve Rabbinizdir o, kulluk edin ona. Budur doğru
yol.
65- Aralarından bölükler,
ayrılığa düştü; yazıklar olsun zulmedenlere elemli günün
azâbından.
66- Onlar, kıyâmetin kopmasından
başka bir şey mi bekliyorlar ki ansızın kopuverir
başlarına ve onlar, anlamazlar bile.
67- Dostların bir kısmı, bir
kısmına düşman olur o gün, ancak çekinenler müstesnâ.
68- Ey kullarım, korku yok size
bugün, kederlenmezsiniz de.
69- O kullarım, inananlardır
delillerimize ve onlar, teslîm olanlardır.
70- Girin cennete siz ve
eşleriniz kutlulukla, sevinerek.
71- Onlara altından yapılmış
tabaklar ve testiler sunulacak ve orada nefsin istediği
ve gözün hoşlandığı her şey var ve siz, orada ebedî
olarak kalırsınız.
72- Ve şu cennete mîrasçı
oldunuz işlediğiniz şeyler yüzünden.
73- Size orada birçok meyveler
de var, onlardan yersiniz.
74- Şüphe yok ki mücrimler,
cehennem azâbında ebedî olarak kalırlar.
75- Azapları hafifletilmiyecek
ve orada ümitsiz bir halde kalacaklar.
76- Ve biz zulmetmedik onlara ve
fakat onlar zulmettiler kendi kendilerine.
77- Ve ey Mâlik diye
bağıracaklar, yalvar Rabbine de öldürsün bizi; Mâlik,
şüphe yok ki siz diyecek, ebedî olarak azaptasınız.
283[4]
[4] Mâlik, cehennemin
bekçisidir.
78- Andolsun ki size gerçeği
gönderdik ve fakat çoğunuz gerçeği hoş görmüyor,
istemiyordunuz.
79- Onlar, kâfirlikte ısrâr
ettiler, biz de onları cezâlandırmada ısrâr edeceğiz.
80- Yoksa onların gizlediklerini
ve gizli-gizli konuştuklarını işitmedik mi sanırlar?
Hayır ve elçilerimiz, ne dediklerini, ne yaptıklarını
yazıp durmada.
81- De ki: Rahmanın çocuğu
olsaydı gerçekten de ben, mâbûduma kulluk edenlerin ilki
olurdum.
82- Yücedir, münezzehtir
göklerin ve yeryüzünün Rabbi, arşın Rabbi, onların
dediklerinden.
83- Bırak onları, vaadedilen
güne ulaşıncaya dek didinip oynasınlar.
84- Ve o öyledir ki gökte de
mâbuttur o, yerde de mâbut ve odur hüküm ve hikmet
sâhibi olan ve her şeyi bilen.
85- Ve yücedir o ki onundur
saltanatı ve tedbîri göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin
arasındakilerin ve onun katındadır kıyâmetin ne vakit
kopacağına âit bilgi ve hep dönüp onun tapısına
varacaksınız.
86- Ve ondan başkalarına
tapanlar, şefâate nâil olmazlar, ancak gerçeğe tanık
olanlar müstesnâ ve onlar, gerçeği bilirler de.
87- Ve andolsun ki onları kim
yarattı diye sorsan elbette Allah derler; artık ne diye
boş şeylere kapılırlar?
88- Ve der ki Yâ Rabbi: Şüphe
yok ki bunlar, inanmayan bir topluluk.
89- Artık yüzçevir onlardan ve
de ki: Esenlik size, yakında bilip anlarlar.
44- DUHÂN SURESİ
(10. âyette kıyametin, gözle
görülür kesif bir dumanla geleceği anlatıldığı cihetle
duman anlamına gelen Duhan adıyla anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Andolsun her şeyi açıklayan
Kur'ân'a.
3- Şüphe yok ki biz onu, kutlu
bir gecede indirdik, şüphe yok ki biz, insanları
korkuturuz.
4- O gecede ayrılır, takdîr
edilir her hükmolunan iş. 284[1]
[1] Mübarek gece, İbn-i Abbas'a
Katâde'ye ve İbn-i Zeyde göre Kadir Gecesidir. İmam
Muham-med-ül-Bâkır ve Ca'fer-üs-Sâdık'tan da bu kavil
rivâyet edilmiştir. 97. sûrede, Kur’ân'ın Kadir
Gecesinde indiği açıkça bildirildiği cihetle buradaki
mübarek geceyi şabanın on beşinci gecesi olarak kabul
edenlerin yanıldıkları meydandadır. İnişin keyfiyetinde
ihtilaf vardır. Kadir Gecesi tüm olarak dünya göğüne
inmiş, sonra lüzum hasıl oldukça ayet ayet
vahyedilmiştir diyenler olduğu gibi bir yıl içinde
vahyedilecekler, bu gece inmiş, sonra ayet ayet
vahyedilmiştir diyenler de vardır. Kadir Gecesinde
indirildi demekten maksat, o gece inmeye başladığını
anlatmaktır diyenler de olmuştur.
5- Bir iş ki katımızdan
hükmolunur, şüphe yok ki biz göndermişizdir.
6- Rahmet olarak Rabbinden;
şüphe yok ki o, duyar, bilir.
7- Rabbidir göklerin ve
yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin. Adamakıllı
inanır, iyice bilirseniz.
8- Yoktur ondan başka tapacak,
diriltir ve öldürür; Rabbinizdir ve Rabbi-dir gelip
geçen atalarınızın.
9- Hayır, onlar şüphe içindedir,
alay edip dururlar.
10- Artık gözetle gökyüzünden
apaçık, gözle görünür bir dumanın geleceği günü.
11- Bütün insanlara yayılır,
budur elemli azap. 285[2]
[2] Bu kesif duman kıyamet
alâmetlerindendir.
12- Rabbimiz, bizden azâbı,
gider, şüphe yok ki inandık biz.
13- Siz neredesiniz, öğüt alma
nerede ve andolsun ki onlara, her şeyi açıklayan bir
Peygamber geldi de.
14- Sonra yüz çevirdiler ondan
ve kendisine birşeyler öğretilmiş delinin biri dediler.
15- Şüphe yok ki birazcık
gidereceğiz azâbı, fakat gene şüphe yok ki kâfirliğe
döneceksiniz.
16- O gün pek şiddetli bir
sûrette tutar, cezâlandırırız, şüphe yok ki öc alırız
biz. 286[3]
[3] Kıyamet günü. Bedir savaşına
işarettir diyenler de vardır.
17- Ve andolsun ki onlardan önce
Firavun'un kavmini de sınamıştık ve onlara güzel huylu
bir peygamber gelmişti de.
18- Allah'ın kullarını demişti,
bana teslîm edin, şüphe yok ki ben, emin bir peygamberim
size.
19- Ve Allah'a karşı yücelik
satmaya kalkışmayın; şüphe yok ki ben size, apaçık bir
delil getirdim.
20- Ve şüphe yok ki ben Rabbime
ve Rabbinize sığınırım beni taşlayıp öldürmenizden.
21- Bana inanmıyorsanız bırakın
tek başıma beni.
22- Derken Rabbine duâ edip
şüphe yok ki bunlar demişti, mücrim bir topluluk.
23- Artık kullarımla geceleyin
yola düş, şüphe yok ki ardınızdan geleceklerdir.
24- Deniz açılmışken öylece
bırak, şüphe yok, onlar bir ordudur ki boğulacak.
25- Nice bahçeler terkettiler ve
nice akarsular.
26- Ve tarlalar ve güzelim
meclisler.
27- Ve bol-bol yeyip
geçindikleri nice nîmetler.
28- Böyle işte ve onları mîras
verdik bir başka topluluğa.
29- Derken ne gök ağladı onlara,
ne yer ve mühlet de verilmedi onlara.
30- Ve andolsun ki
İsrailoğullarını aşağılatıcı bir azaptan kurtardık.
31- Firavun'dan; şüphe yok ki o
haddi aşanlardan yücelik satan, ululanan biriydi.
32- Ve andolsun ki
İsrailoğullarını, bilerek bütün âlemlerden üstün olmak
üzere seçtik.
33- Ve onlara, apaçık nîmetleri
muhtevi deliller verdik.
34- Gerçekten de şunlar elbette
derler ki.
35- İlk ölümümüzden başka ölüm
yok bize ve biz, tekrar dirilmeyiz de.
36- Doğru söylüyorsanız getirin
babalarımızı bize.
37- Bunlar mı daha hayırlıdır,
yoksa Tubba' kavmiyle onlardan öncekiler mi? Helâk ettik
onları, şüphe yok ki mücrimlerdi onlar.287[4]
[4] Tubba’, Himyerli bir
hükümdardır. Tebaası çok olduğu için bu adla anılmıştır.
38- Ve biz gökleri ve yeryüzünü
ve ikisinin arasındakileri eğlence için, boşu-boşuna
yaratmadık.
39- Biz onları, ancak gerçek
olarak yarattık ve fakat çoğu bilmez.
40- Ayrılma günü, gerçekten de
hepsinin muayyen bir günüdür. 288[5]
[5] Kıyamet günü.
41- O gün dostun dosta faydası
olmaz ve onlar, bir yardım da görmezler.
42- Ancak Allah kime acırsa o
başka; şüphe yok ki odur üstün ve rahîm.
43- Şüphe yok ki zakkum ağacı.
44- Suçluların yemeğidir.
45- Erimiş bakıra, kurşuna
benzer, karınlarda kaynar.
46- Kaynar su gibi.
47- Tutun onu da sürüyün koca
cehennemin ta ortasına.
48- Sonra da dökün kaynar suyu
azâb olarak tepesine.
49- Tat, şüphe yok ki sen
üstündün, kerem sâhibiydin.
50- Gerçekten de buydu şüphe
ettiğiniz.
51- Şüphe yok ki çekinenler,
emîn bir makamdadır.
52- Cennetlerde ve akarsuların
kıyılarında.
53- İnce ve kalın ipekliler
giyerler, karşı-karşıya otururlar.
54- Böyle işte ve onları
evlendiririz iri gözlü hûrilerle.
55- Orada emin bir halde her
çeşit meyvelar isterler.
56- İlk ölümden başka ölüm
tatmazlar orada ve onları korur koca cehennemin
azâbından.
57- Rabbinden bir lütuf ve ihsân
olarak; budur o büyük kurtuluşun, murâda erişin ta
kendisi.
58- Gerçekten de öğüt alsınlar
diye Kur'ân'ı senin dilinle indirdik, okuyuşunu da
kolaylaştırdık.
59- Artık gözetle, bekle; şüphe
yok ki onlar da gözetlemedeler, beklemedeler.
45- CÂSİYE SURESİ
(Katâde'ye göre 14. âyeti
Medenîdir. 28. âyetinde ümmetlerin, diz çökmüş bir halde
kendi kitaplarına çağırılarak gidecekleri
anlatıldığından bu anlama gelen Câsiye adıyla
adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Bu kitap, üstün ve her şeyi
bilen Allah tarafından indirilmiştir.
3- Şüphe yok ki göklerde ve
yeryüzünde deliller var elbet inananlara.
4- Ve sizin yaratılışınızda ve
yürüyen mahlûkatı yayışında iyice inanıp anlamış
topluluğa deliller var.
5- Ve geceyle gündüzün, birbiri
ardınca gelip gitmesi ve Allah'ın, gökten, rızka âit
yağmur yağdırıp da o sâyede ölümünden sonra yeryüzünü
diriltmesi ve rüzgârı dilediği yerden dilediği yere
estirmesi, delillerdir akıl eden topluluğa.
6- İşte bunlar, Allah'ın
âyetleridir ki gerçek olarak okuyoruz sana; Allah'ın
sözünden ve delillerinden sonra hangi söze inanırlar ki?
7- Yazık boyuna yalan söyleyip
durmadan suç işleyene.
8- Ona okununca Allah'ın
âyetlerini dinler de sonra gene hiç duymamış gibi
ululanıp ısrâr eder; artık müjdele onu elemli bir
azapla.
9- Ve âyetlerimizden bir şey
öğrendi mi onu alaya alır; onlar, öyle kişilerdir ki
onlaradır aşağılatıcı azap.
10- Bulundukları hâlin ardında
da cehennem var ve ne kazandıkları, azaplarından
birşeyceğizi defedebilir, ne Allah'ı bırakıp da kabûl
ettikleri mâbutlar ve onlaradır pek büyük bir azap.
11- Bu Kur'ân, doğru yolu
gösterir ve Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere
gelince: Onlaradır elemli ve en çetin azâbın cezâsı.
12- Öyle bir Allah'tır ki
üstünde gemi, emriyle kayıp gitsin ve siz de lûtfundan,
ihsânından nasîbinizi arayıp elde edin de şükreyleyin
diye râm etmiştir denizi size.
13- Ve râm etmiştir size, ne
varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde, hepsi de onun
rahmetindendir; şüphe yok ki bunda da deliller var
düşünen topluluğa.
14- Îmân edenlere de ki:
İşlediklerine karşılık cezâ vermesi için, Allah'ın
günlerinin gelip çatacağını ummayanların suçlarını,
şimdilik örtsünler. 289[1]
[1] Allah'ın günleri, azâbın
gelip çatacağı günler, yahut gündelik ibadetlere
dikkattir. 14. sûrenin 5. âyetinde de eski ümmetlere
gelip çatan azâbı an mealinde Allah günlerini hatırlat,
an onlara denilmektedir.
15- Kim iyilik ederse
kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa gene kendisine,
sonra da dönüp Rabbinizin tapısına varırsınız.
16- Ve andolsun ki biz,
İsrail-oğullarına kitap ve hüküm ve peygamberlik verdik
ve onları, temiz şeylerle rızıklandırdık ve âlemlere
üstün ettik.
17- Ve sonradan olacak işe âit
de apaçık deliller gösterdik onlara; derken, o hususta
kendilerine bir bilgi geldikten sonradır ki ancak
aralarındaki hırs ve haset yüzünden ayrılığa düştüler;
şüphe yok ki Rabbin, kıyâmet gününde, ayrılığa
düştükleri şeyler hakkında, aralarında hüküm verecek.
18- Sonra seni, dîne âit bir
şerîata sâhip ettik, artık uy ona ve bilmeyenlerin
dileklerine uyma.
19- Şüphe yok ki onlar, senden
Allah'ın azâbına âit hiçbir şeyi defedemezler ve şüphe
yok ki zulmedenlerin bir kısmı, bir kısmına yardım eder
ve Allah'sa, çekinenlerin yardımcısıdır.
20- Bu, can gözleridir insanlara
ve doğru yolu gösterir ve rahmettir iyiden-iyiye inanıp
anlamış topluluğa.
21- Yoksa kötülük kazananlar,
kendilerini de îmân edenler ve iyi işlerde bulunanlarla
eşit mi tutacağız, dirimleri de, ölümleri de onlarla bir
olacak mı sanıyorlar? Ne de kötü hükmediyorlar.
22- Ve halketmiştir Allah
gökleri ve yeryüzünü gerçek olarak ve herkes, kazancına
göre karşılık bulsun diye ve onlara zulmedilmez.
23- Gördün mü dileğini mâbûd
edineni ve hâlini bildiği halde Allah tarafından
sapıklığa terkedileni ve onun kulağını ve kalbini
mühürlemiştir ve gözüne de perde çekmiştir; artık
Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterebilir ona? Hâlâ mı
öğüt ve ibret almazsınız?
24- Ve dediler ki: Yaşayış,
ancak bu dünyâdaki yaşayışımızdan ibâret, ölürüz ve
diriliriz ve bizi zamândan başka bir şey öldürmez ve bu
hususta bir bilgileri yoktur onların, yalnız zanna
kapılmışlardır onlar.
25- Ve onlara apaçık âyetlerimiz
okununca kesin delilleri, ancak doğru söylüyorsanız
getirin atalarımızı bize demelerinden ibârettir.
26- De ki: Allah diriltir sizi,
sonra öldürür, sonra da şüphe bile olmayan kıyâmet günü,
toplar sizi ve fakat insanların çoğu bilmez.
27- Ve Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün saltanatı ve tedbîri ve kıyâmetin koptuğu
gün, gerçeği kabûl etmeyip boş şeylere kapılanlar, ziyan
ederler.
28- Ve görürsün ki her ümmet,
diz çökmüş, kendi kitabına çağrılmada. O gün, ne
yaptıysanız onun karşılığını bulur, ona göre mücâzâta ve
mükâfâta erişirsiniz.
29- Bu kitabımız, size gerçeği
söyler; şüphe yok ki biz, ne yaptıysanız hepsini
yazdırmışızdır.
30- İnanan ve iyi işlerde
bulunanları, artık Rableri, rahmetine alır, budur apaçık
kurtuluşun, murâda erişin ta kendisi.
31- Ve ama kâfir olanlara
gelince: Âyetlerim okunmuyor muydu size? Derken
ululandınız ve mücrim bir topluluk oldunuz.
32- Ve size, şüphe yok ki
Allah'ın vaadi gerçektir ve kıyâmette şüphe yoktur dendi
mi, kıyâmet nedir derdiniz, bilmiyoruz ki, ancak bir
zanda bulunmadayız ve biz, iyiden-iyiye bilmedik,
anlamadık ki.
33- Ve belirir, görünür onlara
yaptıkları işlerin kötülükleri ve başlarına gelir alay
ettikleri şey.
34- Ve denir ki: Siz nasıl
bugüne kavuşacağınızı unuttuysanız bugün de biz, sizi
unuttuk ve yurdunuz ateştir ve size bir yardımcı da
yoktur.
35- Bu da, Allah âyetlerini
alaya almanızdan ve dünyâ yaşayışının sizi aldatmasından
geldi başınıza; artık bugün oradan çıkarılmaz onlar ve
özür de istenmez onlardan.
36- Artık hamd, göklerin Rabbine
ve yeryüzünün Rabbine, âlemlerin Rabbine.
37- Ve onundur ululuk göklerde
ve yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve hikmet sâhibi.
46- AHKAF SURESİ
(İbn-i Abbas'la Katâde'ye göre
10. âyet Medine'de, Selâm oğlu Abdullah hakkında
vahyedilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Hâ mîm.
2- Bu kitap, üstün ve her şeyi
bilen Allah tarafından indirilmiştir.
3- Gökleri ve yeryüzünü ancak
gerçek olarak ve muayyen bir zaman için yarattık ve
kâfir olanlarsa korkutuldukları şeylerden yüz
çevirirler.
4- De ki: Allah'tan başka
taptıklarınız, gösterin bana, ne yarattılar yeryüzünde,
yoksa göğü idarede bir ortaklıkları mı var? Doğru
söylüyorsanız bundan önceki bir kitabı, yahut bir bilgi
eserini getirin bana.
5- Allah'ı bırakıp da kıyâmet
günü, kendisine cevap vermeyecek olan ve kendisine
tapanlardan haberleri bile bulunmayan şeylere tapandan
daha sapık kimdir ki?
6- Ve insanların toplandığı
zaman onlar, düşman kesilirler ve kendilerine tapanların
kulluklarını da inkâr ederler.
7- Onlara apaçık âyetlerimiz
okundu mu gerçeği inkâr edenler, gerçek, onlara gelince
bu derler, aşikâr bir büyü.
8- Yoksa bunu, kendisi uyduruyor
mu derler? De ki: Ben uyduruyorsam Allah'ın azâbından
hiçbir şeyi gideremezsiniz benden; o, Kur'ân hakkında
neler dediğinizi daha iyi bilir; benimle sizin aranızda
tanık olarak o yeter ve odur suçları örten, rahîm.
9- De ki: İlk gönderilen
peygamber değilim ben ve bana ne yapılacağını da bilmem,
size ne yapılacağını da; ancak bana vahyedilene uyarım
ve ben, apaçık bir korkutucudan başka bir şey de
değilim.
10- De ki: Ne dersiniz, Allah
katındansa ve siz onu inkâr ettiyseniz;
İsrailoğullarından bir tanık, onun gerçek olup Allah'tan
geldiğine tanıklık etti de inandı, halbuki gene de siz
ululandınız, kibirinize yediremediniz; şüphe yok ki
Allah, zulmeden topluluğu doğru yola sevketmez.
11- Kâfir olanlar, inananlara
dediler ki: Eğer bir hayır olsaydı onlar, bizi
geçemezlerdi ve Kur'ân'la doğru yolu bulmadıkları için
de diyecekler ki bu, çok eski bir yalan.
12- Ve bundan önce de Mûsâ'nın
kitabı, uyulan bir kitaptı ve rahmetti ve bu da bir
kitaptır ki onu gerçekleştirir, Arap diliyledir,
zulmedenleri korkutmak içindir ve müjdedir iyilik
edenlere.
13- Şüphesiz, onlar ki Rabbimiz
Allah'tır dediler de sonra doğru hareket ettiler, artık
onlara ne bir korku vardır, ne de kederlenir onlar.
14- Onlardır cennet ehli, ebedî
kalırlar orada, yaptıklarına karşılık.
15- Ve biz, insana,
anasına-babasına iyilik etmesini emrettik; anası, onu
zahmetle taşımıştır ve zahmetle doğurmuştur ve gebelik
müddetiyle sütten kesilme müddeti, otuz ayı tutar;
sonunda ergenlik çağına gelmiştir ve kırk yaşına
ermiştir de demiştir ki: Rabbim, bana da, anama-babama
da verdiğin nîmetine karşı şükretmeyi nasîp ve müyesser
et bana ve soyumdan gelenleri de doğru ve düzgün kişiler
yap da hoşnut ol benden; şüphe yok ki tövbe ettim sana
ve şüphe yok ki teslîm olanlardanım, emrine uyanlardanım
ben.
16- Öyle kişilerdir onlar ki
yaptıklarının en güzelini kabûl ederiz ve
kötülüklerinden geçeriz, cennet ehlinin içindedir
bunlar; dosdoğru bir vaittir ki vaadedilmiştir onlara.
17- Ve öbürü de,
anasına-babasına, uf sizden, tekrar kabirden çıkacağımı
mı söylüyor, buna inanmaya mı çağırıyorsunuz beni? Ve
benden önce nice nesiller gelip-geçti demiştir ve onlar
da Allah'a yalvarırlar da yazık sana derler, inan, şüphe
yok ki Allah'ın vaadi gerçektir, derken o, bu der,
eskilerin masallarından başka bir şey değil.
18- Bunlar, öyle kişilerdir ki,
onlardan önce cinden ve insanlardan gelip geçen ümmetler
içinde, onlara da, azâba uğrayacaklarına dâir söylenen
söz hak olmuştur; şüphe yok ki onlar, ziyana
uğramışlardır.
19- Ve herkesin, yaptığı işlere
göre dereceleri var ve yaptıklarının karşılığını elbette
tamâmıyla öder ve onlara zulmedilmez.
20- Ve o gün, kâfir olanlar,
ateşe arzedilirler, dünyâ yaşayışınızda bütün temiz
şeylerinizi kaybettiniz denir ve orada, bunlarla geçinip
gitmiştiniz, bugünse, yeryüzünde, haksız yere ululuk
sattığınızdan ve buyruktan çıktığınızdan dolayı
aşağılanma azâbıyla cezâlanırsınız.
21- Ve an Âd'ın kardeşini, hani
kavmini Ahkaaf'ta korkutmuştu ve ondan önce ve ondan
sonra gelip geçen korkutucular da, ancak Allah'a kulluk
edin diye korkutmuşlardı; o da öyle demiş ve şüphe yok
ki ben demişti, o pek büyük günün azâbına
uğrayacağınızdan korkuyorum.290[1]
[1] Ad'ın kardeşinden maksat, Ad
kavmine gönderilen Hz. Hûd'dur. Ahkaaf, kum yığınları
anlamına gelir. Yemen kıyılarındaki Şemr vâdisidir,
yahut Umman'la Mehre arasındaki vâdidir. Hz. Hûd'un
kavmi burada otururdu.
22- Onlar, sen demişlerdi, bizi
mâbutlarımızdan vaz geçirmeye mi geldin, doğru
söyleyenlerdensen bize vaadettiğini getir başımıza
artık.
23- Demişti ki: Azâbın ne vakit
geleceğine dâir bilgi, ancak Allah katındadır ve ben
neyle gönderilmişsem onu tebliğ ediyorum size ve fakat
görüyorum ki siz, bilgisiz bir topluluksunuz.
24- O bulutun, vâdilerine doğru
gelmekte olduğunu görünce bu demişlerdi, bize yağmur
getiren bulut. Hayır, o, çarçabuk gelmesini istediğiniz
şey, bir yel ki onda elemli bir azap var.
25- Bir azap var ki Rabbinin
emriyle her şeyi mahvedip gider, derken hepsi de helâk
olup gitti, öyle bir güne erdiler ki evlerinden başka
hiçbir şey görülmez oldu. İşte böylece cezâlandırırız
mücrim topluluğu.
26- Ve andolsun ki biz onlara,
size vermediğimiz gücü-kuvveti vermiştik ve onlara
kulak, göz ve gönül vermiştik; derken Allah'ın
delillerini, bile-bile inkâr ettikleri zaman onlara
gelen azâbı, ne kulakları menedebilmişti ve ne gözleri
ve ne gönülleri ve alay ettikleri, başlarına gelmişti.
27- Ve andolsun ki çevrenizdeki
şehirleri de helâk ettik ve tuttukları yoldan dönsünler
diye de delilleri tekrar-tekrar açıklamadayız,
bildirmedeyiz.
28- Peki, Allah'ı bırakıp da
mâbud olarak kabûl ettikleri ve Tanrıya yaklaşmak için
tapındıkları putlar, ne diye yardım etmedi onlara?
Hayır, hattâ kaybolup gittiler gözlerinden ve bu,
onların yalanıydı ve onların iftirâsı.
29- An o zamanı ki hani cinlerin
bir bölüğünü, Kur'ân dinlesinler diye senin bulunduğun
tarafa yollamıştık; oraya gelince birbirlerine, susun
demişlerdi; okunuşu bitince de korkutmak için
kavimlerine dönmüşlerdi de.
30- Ey kavmimiz demişlerdi,
gerçekten de biz, Mûsâ'dan sonra indirilmiş bir kitap
duyduk ki önceki kitapları gerçeklemede, gerçeği ve
doğru yolu göstermede.
31- Ey kavmimiz, icâbet edin
Allah'a çağırana ve inanın ona da suçlarınızın bir
kısmını örtsün ve sizi korusun elemli azaptan.
32- Ve kim icâbet etmezse
Allah'a çağırana, artık o, yeryüzünde Allah'ı âciz
bırakamaz ve ondan başka yardımcılar da yoktur ona; bu
çeşit kişilerdir apaçık sapıklığa düşenler.
33- Görmezler mi ki şüphe yok,
Allah, öyle bir mâbuttur ki gökleri ve yeryüzünü
yaratmıştır ve onları yaratırken yorulmayanın, âciz
kalmayanın, elbette ölüyü de diriltmeye gücü yeter;
evet, şüphe yok ki her şeye gücü yeter onun.
34- Ve o gün, kâfir olanlar,
ateşe arz edilirler de bu gerçek değil mi denir, evet
derler, andolsun Rabbimize; der ki: İnkâr ettiğinizden
dolayı artık tadın azâbı.
35- Artık, peygamberlerden azim
ve irâde sâhipleri nasıl sabrettilerse sen de sabret ve
azâba uğramaları için acele etme. Onlara vaadedilen
azâbı gördükleri gün sanırlar ki dünyâda bir günün bir
ânı kadar kalmışlar; bu, bir tebliğdir, buyruktan çıkan
topluluktan başkası helâk mı olur?291[2]
[2] Şeriatları kurmakta azim
gösteren peygamberler. 33. sûrenin 7. âyetinde azim
sahibi peygamberlerin adları anılmaktadır.
47- MUHAMMED SURESİ
(İbn-i Abbas ve Katâde'ye göre
13. âyet, Mekkîdir. Hz. Muhammed (s.a.a), hicret
esnasında Medine'ye gitmek üzere yola düşünce dönüp
Mekke'ye bakmış, mahzun olup ağlamış, bu sırada
vahyedilmiştir. 2. âyette Hz. Muhammed (s.a.a)'in adı
geçtiği için Muhammed sûresi denmiştir. Aynı zamanda
içinde savaştan bahis bulunduğundan savaş anlamına gelen
Kıtâl sûresi de denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Kâfir olanların ve halkı,
Allah yolundan çıkaranların, hayır sanarak yaptıklarını
boşa çıkarmaktadır.
2- İnananların ve iyi işlerde
bulunanların ve Rablerinden gelen bir gerçek olan ve
Muhammed'e indirilen şeylere îmân edenlerinse yaptıkları
kötülükleri örtmekte, gizlemekte ve hallerini düzene
sokmaktadır.
3- Bu da, şüphe yok ki kâfir
olanların, boş şeylere uymalarından ve gene şüphe yok ki
inananların, Rablerinden gelen gerçeğe uymalarındandır
ve işte Allah, insanlara böyle örnekler getirmekte,
hallerini böyle anlatmaktadır.
4- Kâfir olanlarla savaşa
giriştiniz mi vurun boyunlarını, onları iyice yaralayıp
kırdınız, bozguna uğratıp da onlara üst geldiniz mi işe
sağlam yapışın, bağlayın sımsıkı tutsakları, ondan sonra
da isterseniz öylece salıverirsiniz onları, isterseniz
para alır da bırakırsınız savaş ağırlığını atıncaya dek,
bu, böyle; ve Allah dileseydi savaşsız da helâk ederdi
onları ve fakat bir kısmınızı, bir kısmınızla sınamak
ister ve Allah yolunda öldürülenlerin yaptıklarını asla
boşa çıkarmamaktadır.
5- İlerde de onları doğru yola
götürmektedir ve hallerini düzene sokmaktadır.
6- Ve cennete sokar onları ve
cenneti, onlara tanıtmaktadır.
7- Ey inananlar, siz yardım
ederseniz Allah'a, o da yardım eder size ve ayaklarınızı
diretir, size sebat verir.
8- Kâfir olanlara gelince:
Kötülük onlara ve yaptıklarını boşa çıkarmaktadır.
9- Bu da, Allah'ın indirdiğine
hoşlanmadıklarındandır, artık o da, yaptıklarını
mahvetmektedir.
10- Gezmezler mi yeryüzünde de
bakıp görsünler kendilerinden öncekilerin sonunu, Allah
helâk edivermiştir onları ve kâfirlere de bunlara benzer
azaplar var.
11- Böyle bu, çünkü şüphe yok ki
Allah, inananların yardımcısıdır ve şüphe yok ki
kâfirlerin yardımcısı yoktur.
12- Şüphe yok ki Allah, inanan
ve iyi işlerde bulunanları kıyılarından ırmaklar akan
cennetlere sokar ve kâfir olanlarsa geçinip dururlar ve
hayvanlar gibi yerler ve ateş, onlara yurt olmaktadır.
13- Ve nice şehirlerin halkını
helâk ettik ki onlar, seni çıkardıkları şehirdekilerden
daha da güçlü kuvvetliydiler; onlara bir yardım eden
bile yok.
14- Rabbinden, kesin bir delîle
sâhip olan, o kişiye benzer mi ki kötü işi, kendisine
bezetilmiştir ve onlar, kendi havalarına, dileklerine
uymaktadır.
15- Çekinenlere vaadedilen
cennet, şöyledir âdeta: Orada su ırmakları var, bozulup
kokmaz ve süt ırmakları var, lezzetleri bozulmaz ve
şarap ırmakları var, içenlere sâfi lezzet ve bal
ırmakları var, süzme ve onlara, orada bütün meyvelerden
sunulur ve Rablerinden yarlıganma var; buna nâil olan, o
kişiye benzer mi ki ateşte ebedîdir ve kaynar sularla
sulanır da onların bağırsakları parçalanmaktadır.
16- Ve onlardan seni dinleyenler
de var, sonunda yanından çıkınca kendilerine bilgi
verilenlere, demin ne söylüyordu o derler; öyle
kişilerdir onlar ki Allah, gönüllerini mühürlemiştir
onların; onlar, kendi havalarına, dileklerine
uymaktadır.
17- Ve doğru yolu bulanlara
gelince: Onların başarısını arttırmaktadır ve onlara,
korunma duygusu vermektedir.
18- Onlar, kıyâmetin
gelmesinden, apansızın başlarına kopuvermesinden başka
bir şey mi bekliyorlar? Gerçekten de alâmetleri geldi;
onlara gelip çatınca ibret almaları neye yarar?
19- Artık bil ki şüphe yok,
Allah'tan başka yoktur tapacak ve kendi suçun ve inanan
erkeklerle kadınların suçları için yarlıganma dile ve
Allah, sizin dönüp dolaştığınız yeri de, size yurt
olacak yeri de bilmektedir.292[1]
[1] Dönüp dolaşılan yer
dünyadır, yurt olacak yerse âhiret. Dönüp dolaşılan
yerden maksat, baba belinden ana rahmine düşmek, yurttan
maksat da dünyadır diyenler olmuştur. Baba belinden ana
rahmine düşerek dünyaya geliş ve ölüp kabre gidiştir
diye tevil edenler, hattâ gündüzün dönüp dolaşılan
yerler ve geceleyin yatılıp uyunan yerler diyenler de
vardır.
20- Ve inananlar, derler ki: Bir
sûre indirilseydi; bir hükmü kesin sûre indirildi mi ve
onda, savaş anıldı mı da gönüllerinde hastalık olanları
görürsün ki sana, ölümden baygınlık geçiriyorlarmış gibi
baygın-baygın bakarlar; artık ölüm, onlara daha da
uymaktadır.
21- İtâat etmek ve güzel söz
söylemek gerekti, derken işe iyice sarılınca da Allah'ın
gerçek söylediğini kabûl etselerdi görürlerdi ki bu,
kendilerine daha da hayırlı olmaktadır.
22- Artık iş başına gelir de
yeryüzünde bozgunculuk eder; yakınlarınızı kestirip
doğratır mısınız?
23- Öyle kişilerdir onlar ki
Allah, lânet etmiştir onlara, onları sağırlaştırmakta ve
gözlerini kör etmektedir.
24- Ne diye Kur'ân'ı, bir iyice
düşünüp taşınmazlar, yoksa gönüllerinde kilitler mi var?
25- Gerisin geriye, hem de doğru
yol, kendilerince apaçık anlaşıldıktan sonra, eski
dinlerine dönenlere gelince: Şeytan, yanlış
hareketlerini, kendilerine bezemektedir ve onları, uzun
uzun dileklere düşürmektedir.
26- Bu, böyledir; çünkü onlar,
Allah'ın indirdiği şeyden hoşlanmayanlara, biz
demişlerdir, bâzı işlerde size itâat edeceğiz ve
Allah'sa onların gizlice konuştuklarını bilmektedir.
27- Nasıl olacak halleri o zaman
ki melekler, canlarını alırken yüzlerine, artlarına
vurmaktadır.
28- Bu, böyledir, çünkü onlar,
Allah'ın gazap ettiği şeylere uymuşlar ve râzılığından
hoşlanmamışlardır da o da, yaptıklarını mahvetmektedir.
29- Yoksa, gönüllerinde hastalık
olanlar, Allah, onların kinlerini, hasetlerini hiç
meydana çıkarmayacak mı sanmaktadır?
30- Ve dileseydik onları, sana
gösterirdik de yüzlerinden tanırdın elbet ve elbette
sözlerinden tanırsın, anlarsın onları ve Allah,
yaptıklarınızı bilmektedir.
31- Ve andolsun ki sizden
savaşanları ve sabredenleri bildirmek ve
gizlediklerinizi haber vermek için sizi sınamaktadır.
32- Kâfir olanlar ve halkı,
Allah yolundan çıkaranlar ve doğru yol, kendilerince de
apaçık olarak anlaşıldıktan sonra Peygambere karşı
gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler ve görürler ki
Allah, onların yaptıklarını yakında, mahvetmektedir.
33- Ey inananlar, itâat edin
Allah'a ve itâat edin Peygambere ve yaptıklarınızı boşa
çıkarmayın.
34- Kâfir olanlar ve halkı Allah
yolundan çıkaranlar, sonra da kâfir olarak ölenler yok
mu? Allah, kesin olarak onları yarlıgamamaktadır.
35- Artık gevşemeyin ve üstün
olduğunuz halde barışa çağırmayın ve Allah, sizinledir
ve yaptıklarınızın sevabını, hiç azaltmamaktadır.
36- Dünyâ yaşayışı, ancak bir
oyundur, bir eğlence ve inanır ve çekinirseniz
göreceksiniz ki size mükâfâtınızı vermektedir ve bütün
mallarınızı istememektedir.
37- Eğer hepsini istese ve
zorlasa sizi, nekesliğe kalkışırdınız da görürdünüz ki
kinlerinizi, hasetlerinizi meydana çıkarmaktadır.
38- Bilin ki siz, şunlarsınız:
Allah yolunda malınızı, mülkünüzü harcamaya
çağrılıyorsunuz da içinizden, nekeslik edenler var ve
kim nekeslik ederse ancak kendisine zarar etmiş olur ve
Allah, müstağnîdir ve sizsiniz yoksullar ve itâatten yüz
çevirirseniz yerinize bir başka topluluğu getirir, sonra
görürsünüz ki onlar, size benzememektedir.
48- FETH SURESİ
(Hicretin altıncı yılında
Hûdeybiyye seferinden dönüşte vahyedilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Şüphe yok ki biz, sana apaçık
bir fetih vermişizdir.
2- Allah, ümmetinin önce yapılan
ve sona kalmış olan suçlarını sana bağışlasın ve sana,
nîmetini tamamlasın ve seni, doğru yola götürsün diye.
3- Ve sana, üstün bir yardımla
yardım etsin diye.
4- Öyle bir mâbuttur ki
inançlarına inanç katsın diye inananların gönüllerine,
tam bir sükûn ve huzûr indirmiştir ve Allah'ındır
göklerin ve yeryüzünün orduları ve Allah, her şeyi
bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
5- Erkek ve kadın, inananları,
ebedî olarak kalacakları cennetlere soksun ve
kötülüklerini örtsün diye ve bu da, Allah katında pek
büyük bir kutluluktur, murâda eriştir.
6- Ve Allah, erkek ve kadın
münâfıkları ve erkek ve kadın şirk koşanları
azaplandırsın diye, kötülük, dönüp başlarına gelesi
helâk olasılar ve Allah gazap etmiştir onlara ve
lânetlemiştir onları ve hazırlamıştır onlara cehennemi
ve orası, gidilecek ne de kötü yerdir.
7- Ve Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün orduları ve Allah, üstündür, hüküm ve hikmet
sâhibidir.
8- Şüphe yok ki biz seni tanık
ve müjdeci ve korkutucu olarak göndermişizdir.
9- Allah'a ve Peygamberine
inansınlar ve onu kuvvetlendirsinler ve ululasınlar ve
sabah ve akşam onu noksan sıfatlardan tenzîh etsinler
diye.
10- Şüphe yok ki seninle
bîatlaşan-lar, ancak Allah'la bîatlaşmışlardır, Allah'ın
eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse
zararı kendi nefsinedir ve kim Allah'la ahitleştiği
şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir
verilecektir.293[1]
[1] Hûdeybiyye'deki Râzılık
Biatı anlatılmaktadır Hz. Muhammed (s.a.a)'i, Mekke'ye
sokmayan ve haccetmesine mâni olan müşrikler, elçi
olarak gönderilen Osman'ı da hapsetmişlerdi. Bunun
üzerine Hz. Muhammed (s.a.a), bir ağaç altına oturmuş,
Sahâbeye, canla malla kendisine yardım edeceklerine dair
biat etmelerini buyurmuş, onlar da ellerini, Hz.
Muhammed (s.a.a)'in elinin üstüne koyup biat etmişlerdi.
Tasavvufu benimseyenler, bu âyete büyük bir önem
verirler ve şeyhe intisap esnasında şeyh, bu âyeti okur.
Adı olan âyetler arasındadır ve Biat Âyeti diye anılır.
Hz. Muhammed (s.a.a)'in altına oturduğu ağaç, sonradan
halk tarafından ziyaret edilmeye başlanmış, Ömer,
putperestliğe yol açacağı düşüncesiyle bu ağacı
kestirmiştir.
11- Bedevilerden geri kalanlar,
diyecekler ki sana: Bizi mallarımız ve çoluğumuz
çocuğumuz oyaladı, artık sen, yarlıganma dile bize;
gönüllerinde olmayanı dilleriyle söylerler; de ki:
Gerçekten de size bir zarar eriştirmek isterse, yahut
bir fayda vermek dilerse Allah'tan, herhangi bir sûretle
ona âit birşeyi kim giderebilir? Hayır; Allah, bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.
12- Hattâ siz, sandınız ki
Peygamber ve inananlar, artık bir daha
çoluklarına-çocuklarına dönemeyecekler ve bu zan,
gönüllerinizde bezendi ve kötü bir zanna kapıldınız ve
hiçbir hayra yaramaz kötü bir topluluk hâline geldiniz.
13- Ve kim, Allah'a ve
Peygambere inanmazsa bilsin ki gerçekten de biz,
kâfirlere, yakıp kavuran bir ateştir, hazırlamışızdır.
14- Ve Allah'ındır göklerin ve
yeryüzünün saltanatı ve tedbîri, dilediğini yar-lıgar ve
dilediğini azaplandırır ve Allah, suçları örter,
rahîmdir.
15- Geri kalanlar, siz
ganîmetleri almaya giderken bizi de bırakın da derler,
biz de size uyalım; onlar, Allah sözünü değiştirmek
isterler, de ki: Siz, kesin olarak bize uyamazsınız,
Allah da önceden böyle dedi; onlar, diyecekler ki:
Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz, bize haset ediyorsunuz;
hayır, onlar, anlayışları pek az bir topluluktur. 294[2]
[2] Hayber ganîmetlerine
işarettir.
16- Bedevilerden, geride
kalanlara de ki: Yakında çok savaşkan ve kuvvetli bir
toplulukla savaşa çağrılacaksınız; onlarla sonuna dek
savaşacaksınız, yahut da Müslüman olacak onlar; artık
itâat ederseniz Allah, size güzelim bir mükâfat verir ve
fakat evvelce döndüğünüz gibi gene dönerseniz sizi
elemli bir azapla azaplandırır.
17- Köre vebâl yok ve topala
vebâl yok ve hastaya vebâl yok ve kim, Allah'a ve
Peygamberine itâat ederse onu, kıyılarından ırmaklar
akan cennetlere sokar ve kim, yüz çevirirse onu elemli
bir azapla azaplandırır.
18- Ve andolsun ki Allah, ağaç
altında, seninle bîatleştikleri zaman, inananlardan râzı
olmuştur da onlara sükûn ve huzur indirmiştir ve onlara
pek yakın bir fethi mükâfât olarak da vermiştir.295[3]
[3] Aynı biate işaret
edilmektedir.
19- Ve elde edecekleri birçok
ganîmetleri ihsân etmiştir ve Allah, üstündür, hüküm ve
hikmet sâhibidir.
20- Ve Allah, size, elde
edeceğiniz birçok ganîmetler vaadetmiştir ve bunu
çabuklamıştır ve inananlara bir delîl olsun ve size,
doğru yolda başarı versin diye de insanların ellerini,
sizden çekmiştir.
21- Ve daha başka ganîmetler de
vaadetmiştir ki siz, henüz onları elde edemezsiniz,
andolsun ki Allah, bilgisiyle onları kavrayıp
kuşatmıştır ve Allah'ın, her şeye gücü yeter.
22- Kâfirler, sizinle savaşa
girişirlerse mutlaka arkalarını dönerler de sonra bir
dost da bulamazlar, bir yardımcı da.
23- Allah'ın, önceden de olup
bitegelen yolu-yoradamıdır bu ve Allah'ın yolu-yoradamı,
hiç mi hiç değişmez.
24- Ve o, bir mâbuttur ki,
onlara karşı zafer kazandınız da ondan sonra Mekke
vâdîsinde onların ellerini sizden çekti, sizin
ellerinizi de onlardan ve Allah, ne yaparsanız hepsini
görür. 296[4]
[4] Hûdeybiyye'de müşrikler,
Müslümanların ahvalini anlamak ve onlarla savaşmak için
kırk kişi göndermişlerdi. Bunlar tutulup Hz. Muhammed
(s.a.a)'in huzuruna getirilmişti. Hz. Muhammed (s.a.a)
bunları affedip koyvermişti. Sonra Hûdeybiyye sulhu
bağlandı. Gönderilenlerin seksen kişi olduğu da rivâyet
edilmiştir.
25- Onlar, kâfir olan ve sizi
Mescid-i Harâm'dan meneden ve kurbanlarınızı, yerlerine
ulaştırmayan kişilerdi ve Mekke'de, sizin bilmediğiniz
ve bilgisizlik yüzünden çiğneyip geçeceğiniz ve bu
yüzden de günaha gireceğiniz inanmış erkekler ve inanmış
kadınlar olmasaydı sizi Mekke'ye sokardı, fakat Allah,
dilediğini rahmetine ithâl etsin diye, onlardan
ellerinizi çekti sizin; birbirlerinden seçilip ayrılmış
olsalardı, onlardan kâfir olanları elbette elemli bir
azapla azaplandırırdık.
26- O sırada, kâfir olanların
yüreklerinde coşup kabaran gayret ve kızgınlık,
câhiliyet devrine âit bir gayret ve kızgınlıktı; derken
Allah, Peygamberine ve inananlara sükûn ve huzur verdi
ve onlara, çekinme sözünü gerekli kıldı ve bu, Tanrının
birliğini bildiren söze de zâten onlar, daha lâyıktı ve
o sözün ehliydi onlar ve Allah, her şeyi bilir.
27- Ve andolsun ki Allah,
Peygamberine gerçek bir rüya göstermiştir; Allah dilerse
emîn olarak ve başlarınızı tıraş ettirerek, saçlarınızı
kestirip kısaltarak elbette sizi Mescid-i Harâm'a
sokacak; gerçekten de o, sizin bilmediğinizi
bilmektedir, derken bundan başka da yakın bir fetih ve
zafer gerçektir. 297[5]
[5] Bu rüya, Hûdeybiyye'den önce
görülmüştü.
28- Öyle bir mâbuttur o ki
Peygamberini, doğru yolu göstermek üzere gerçek dinle,
bütün dinlere üstün olmak için göndermiştir ve Allah'ın
tanıklığı yeter.
29- Muhammed, Allah'ın
peygamberidir ve onunla berâber bulunanlar, kâfirlere
karşı çetindirler, kendi aralarında merhametli, onları
görürsün ki rükû etmekteler, secdeye kapanmaktalar
Allah'tan lütuf ve ihsân ve râzılık dileyerek;
yüzlerinde, secde eserinin alâmetleri görünmededir ve
onların bu vasıfları, Tevrat'ta da vardır ve onlara âit
bu vasıflar, İncil'de de var; âdetâ ekilmiş bir tâneye
benzer ki filiz vermiştir, derken filizi
kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy
vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri
şaşırtır, sevindirir, kâfirleri, bununla kızdırıp
yerindirmek için. Allah, inananlara ve iyi işlerde
bulunanlara yarlıganma ve pek büyük bir mükâfat vaad
etmiştir.298[6]
[6] Ahd-i Atıyk'te de birçok
yerde buna benzer örnekler olduğu gibi Matyus İncili'nin
13. babında da vardır (3-22).
49- HUCURÂT SURESİ
(Hasen, Katâde, İkreme ve İbn-i
Abbas'a göre 13. âyet Mekkîdir. Sûrenin 4. âyetinde
odaların ardından bağırarak Peygambere seslenenlerden
bahsedildiği için odalar anlamına gelen Hucurât adıyla
adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey inananlar, her hususta
Allah'ın ve Peygamberinin huzûrunda, onların önüne
geçmeyin ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah, her
şeyi duyar, bilir.
2- Ey inananlar, seslerinizi,
Peygamberin sesinden daha üstün bir tarzda yükseltmeyin
ve onunla, yüksek sesle konuşmayın, birbirinizle
konuştuğunuz gibi, sonra yaptıklarınız mahvolup gider de
anlamazsınız bile.
3- Allah'ın Peygamberinin
yanında seslerini alçaltanlar, o kişilerdir ki Allah,
onların gönüllerini, çekinmeyle sınamıştır; onlaradır
yarlıganma ve pek büyük bir mükâfat.
4- Odaların ardından bağırarak
sana seslenenlerin çoğu, akıl etmeyen kişilerdir.
5- Ve gerçekten de onlar,
sabretselerdi de sen, çıkıp yanlarına gelseydin daha da
hayırlıydı onlara ve Allah, suçları örter, rahîmdir.
6- Ey inananlar, buyruktan
çıkmış biri, size bir haber getirdi mi doğru, yahut
yanlış veya yalan olup olmadığını araştırıp iyice bir
anlayın, yoksa bir topluluğa, bilgisizlikle bir
kötülükte bulunur da yaptığınıza nâdim oluverirsiniz.
7- Ve bilin ki içinizde Allah'ın
Peygamberi var; işlerin çoğunda size itâat etseydi
günaha girer, helâk olurdunuz ve fakat Allah, size
inancı sevdirdi ve gönüllerinizde bezedi onu ve çirkin
gösterdi size kâfirliği ve buyruktan çıkmayı ve isyânı;
işte onlardır en güzel işlerde başarı kazananlar.
8- Allah'tan bir lütuf ve bir
nîmet olarak ve Allah, her şeyi bilir, hüküm sâhibidir.
9- İnananlardan iki kısım,
birbiriyle savaşa girişirse hemen aralarını bulun, bir
bölüğü, öbürüne saldırırsa o saldırganlarla, Allah'ın
emrine itâat edinceye dek savaşın; Allah'ın emrine itâat
ederlerse adâletle aralarını bulup barıştırın ve
adâletle muâmele edin; şüphe yok ki Allah, adâletle
muâmele edenleri sever.
10- Hiç şüphe yok ki inananlar,
ancak kardeştirler, artık kardeşlerinizin arasını bulun,
barıştırın, uzlaştırın onları ve çekinin Allah'tan da
acınmışlardan olun.
11- Ey inananlar, içinizden bir
topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin, olabilir ki
alay edilenler, öbürlerinden daha hayırlıdır ve
kadınların bir kısmı da başka kadınlarla alay etmesin,
olabilir ki alay edilen kadınlar, öbürlerinden daha
hayırlıdır ve birbirinizi kınamayın ve kötü lâkaplarla
çağırmayın; inançtan sonra buyruktan çıkmışlara âit
adlar, ne de kötüdür ve kim tövbe etmezse artık onlar,
zulmedenlerin ta kendileridir.
12- Ey inananlar, sakının fazla
şüphe etmekten, şüphe yok ki bâzı zan ve şüpheler suçtur
ve ayıplarınızı, gizli işleri arayıp gözetmeyin ve bir
kısmınız, bir kısmınızın gıyâbında kötülüğünü de
söylemesin; biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever
mi? Tiksindiniz, değil mi? Ve çekinin Allah'tan, şüphe
yok ki Allah, tövbeleri kabûl eder, rahîmdir.
13- Ey insanlar, şüphe yok ki
biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi,
aşîretler ve kabîleler haline getirdik tanışın diye;
şüphe yok ki Allah katında sevâbı en çok ve derecesi en
yüce olanınız, en fazla çekineninizdir; şüphe yok ki
Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.
14- Bedeviler, inandık dediler;
de ki: İnanmadınız ve fakat Müslüman olduk deyin ve
inanç, henüz gönüllerinize girmedi sizin ve Allah'a ve
Peygamberine itâat ederseniz yaptığınız iyiliklerin
sevâbından hiçbir şey eksilmez, şüphe yok ki Allah,
suçları örter, rahîmdir.299[1]
[1] Her Müslüman iman sahibi
olamaz, fakat her inanan Müslüman'dır. Çünkü iman
inançtır, Müslümanlıksa inandığını sözle, hareketle
belirtmedir.
15- İnananlar, ancak o
kişilerdir ki Allah'a ve Peygamberine inanırlar da sonra
şüpheye düşmezler ve mallarıyla ve canlarıyla savaşırlar
Allah yolunda, işte onlardır doğru söyleyenlerin ta
kendileri.
16- De ki: Dininizi, Allah'a mı
bildireceksiniz? Ve Allah bilir ne varsa göklerde ve ne
varsa yeryüzünde ve Allah, her şeyi bilir.
17- Müslüman olduk diye seni
minnet altında mı bırakırlar? De ki: Müslümanlığınızdan
dolayı beni minnet altında bırakmaya kalkışmayın, hayır,
Allah'a karşı siz minnet altındasınız, sizi doğru yola
sevkedip îmanda başarı verdiğinden, eğer doğru
söylüyorsanız.
18- Şüphe yok ki Allah, göklerin
ve yeryüzünün gizli şeylerini bilir ve Allah, bütün
yaptıklarınızı görür.
50- KAF SURESİ
(Hasen'e göre 38 ve 39. âyetler
Medenîdir. Kaaf kelimesiyle başladığı için bu adla
anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Kaaf, andolsun büyük ve
şerefli Kur'ân'a.300[1]
[1] Kaaf, bir rivâyete göre
Tanrı adlarındandır, dünyayı çepeçevre kuşatan dağın
adıdır diyenler de vardır.
2- Hayır, onlar, içlerinden bir
korkutucunun gelmesine şaşıp kaldılar da kâfirler,
gerçekten de dediler, bu şaşılacak bir şey.
3- Ölüp bir yığın toprak
olduktan sonra mı? Bu, pek uzak, pek olmayacak bir
dönüş.
4- Gerçekten de yeryüzü,
onlardan neyi eksiltir, biliriz biz ve katımızdadır her
şeyi koruyan ve zapteden kitap.
5- Hayır, gerçek olan Kur'ân,
onlara gelince yalanladılar da şimdi darmadağın bir işe
daldılar.
6- Bakmazlar mı üstlerindeki
göğe? Nasıl kurduk onu ve bezedik ve bir yarığı, yırtığı
da yok.
7- Ve yeryüzünü nasıl yaydık ve
oraya metin dağlar koyduk ve orada, gözler, gönüller
açan güzelim nebatları çifter-çiftter bitirdik.
8- Mâbûduna dönen her kulun, can
gözünü açmak ve ona, ibret ve öğüt vermek için.
9- Ve gökten de kutlu bir yağmur
yağdırmadayız da o sâyede bağlar, bahçeler ve biçilecek
tâneler, yeşertip bitirmedeyiz.
10- Ve hurma ağaçları ki boy
atıp uzar ve meyveleri, birbirine bitişmiş, âdetâ
istiflenmiştir.
11- Kullara rızık olarak ve o
yağmurla ölü şehri diriltiriz, işte kabirden çıkış da
böyledir.
12- Onlardan önce Nûh kavmi ve
Ashâb-ı Ress ve Semûd kavmi de yalanlamışlardı.
13- Ve Âd ve Firavun kavimleri
ve Lût'un kardeşleri.
14- Ve Ashâb-ı Eyke ve Tubba'
kavmi; hepsi de peygamberleri yalanlamışlardı da helâk
olmayı hak ettiler.
15- İlk yaratışta âciz mi kaldık
ki? Hayır; ama onlar, yeni bir yaratışta şüphe
içindeler.
16- Ve andolsun ki biz insanı
yarattık ve nefsi, onu ne gibi vesveselere düşürür,
biliriz ve biz, ona, şah damarından daha yakınız.
17- Ne söyler, ne yaparsa yazan
iki melek var, biri sağda oturmuş, biri solda.
18- Hiçbir söz söylemez ki
yanında, onu zapteden, gözetip kollayan biri bulunmasın.
19- Ölüm baygınlığı, gerçek
olarak gelip çattı mı buydu işte denir, senin kaçıp
durduğun.
20- Ve üfürülür sû'ra, işte bu
gündür azap günü.
21- Ve herkes, yanında bir sürüp
götüren ve bir tanık olarak gelir.301[2]
[2] Sürüp götüren bir melekle
yaptıklarına tanık olan bir melek. Tanıktan maksat,
insanın âzasıdır diyenler de olmuştur. 39-40. Sabah
namazıyla öğle ve ikindi namazı, akşam ve yatsı
namazlarıyla gece nafilesi.
22- Andolsun ki gafletteydin
bundan, derken perdeyi kaldırdık gözünden, artık gözün
keskin bugün.
23- Arkadaşı olan melek, der ki:
İşte, ne yaptıysa hepsi bende, hepsi hazır.
24- Artık atın cehenneme
adamakıllı kâfir olan ve gerçeğe karşı inat eden
herkesi.
25- Hayrı tamâmıyla meneden
zâlim şüpheciyi.
26- Ki Allah'la berâber bir
başka mâbut da kabûl etmiştir, atın artık onu çetin
azâba.
27- Arkadaşı, Rabbimiz der, onu,
taşkınlığa ben sevketmedim ve fakat o, pek uzak bir
sapıklık içindeydi.
28- Der ki: Huzûrumda çekişmeyin
ve ben, önceden azâp edeceğimi bildirmiştim size.
29- Katımda söz değiştirilemez
ve ben, kullara zulmetmem.
30- O gün deriz cehenneme:
Doldun mu? Ve der ki: Daha yok mu?
31- Ve yaklaştırılır cennet,
çekinenlere ve onlardan uzak değildir.
32- İşte denecek, size, mâbûduna
tövbe eden, emri, iyiden-iyiye koruyan herkese
vaadedilen bu.
33- Görmediği halde rahmandan
korkan ve ona yönelmiş bir yürekle gelen kişiye
vaadedilen bu.
34- Esenlikle girin oraya;
bugün, ebedîlik günü.
35- Onlaradır ne dilerlerse
orada ve katımızda daha da fazlası var.
36- Ve nice nesiller helâk ettik
onlardan önce; onlar, bunlardan daha çokluktu, daha
güçlü kuvvetliydi, derken şehirleri delik-deşik
etmişlerdi, her tarafı ellerine geçirmişlerdi, fakat bir
kaçacak yer mi var?
37- Şüphe yok ki bunda, gönlü
olana, yahut görerek kulak verene ibret ve öğüt var
elbet.
38- Ve andolsun ki biz, gökleri
ve yeryüzünü altı günde yarattık ve bir yorgunluk
gelmedi bize.
39- Artık sabret ne derlerse ve
Rabbine ham ederek onu tenzîh et güneş doğmadan önce ve
batmadan önce.
40- Ve geceleyin ve secdelerden
sonra.
41- Ve dinle o nidâ edenin,
yakın bir yerden bağıracağı gün, sesini.
42- O gün, o bağrışı, gerçek
olarak işitecekler; işte o gündür kabirlerden çıkış
günü.302[3]
[3] Surun ikinci defa üfürülüşü.
43- Şüphe yok ki biz diriltiriz
ve biz öldürürüz ve dönülüp gelinecek tapı, bizim
tapımızdır.
44- O gün yarılır yeryüzü de
çıkarlar oradan ve hızlı-hızlı koşarlar; bu toplayış,
bize pek kolaydır.
45- Biz daha iyi biliriz ne
dediklerini ve senin, onlara, dilediğini yapacak bir
kudretin yok, artık, azaptan korkana Kur'ân'la öğüt ver.
51- ZÂRİYÂT SURESİ
(Sûre, "Andolsun tozutup
savuranlara" diye başladığından tozutup savuranlar
anlamına gelen Zâriyât adıyla anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun tozutup savuranlara.
2- Derken ağır bir yük
yüklenenlere.
3- Derken kolayca akıp
gidenlere.
4- Derken işi ayıranlara.
5- Gerçekten de size vaadedilen,
doğrudur ancak.
6- Ve cezâ, mutlaka olacak.
7- Andolsun yol-yol hâreli göğe.
8- Şüphe yok ki siz, elbette
çeşitli ve birbirini tutmaz sözler söylemektesiniz.
9- Ondan saptırılan,
saptırılmıştır.
10- Lânet olsun geberesi
yalancılara.
11- Ki onlar, daldıkları
gaflette habersiz bir halde bocalayıp dururlar.
12- Sorarlar: Ne zaman gelecek
cezâ günü?
13- O gün onlar, ateşe atılıp
sınanırlar.
14- Tadın azâbınızı; işte buydu
çabucak gelmesini istediğiniz.
15- Şüphe yok ki çekinenler,
cennetlerdedir, pınar başlarında.
16- Alırlar Rablerinin,
kendilerine verdiklerini; şüphe yok ki onlar, bundan
önce, iyilik ederlerdi.
17- Gecelerin az bir kısmında
uyurlardı.
18- Ve seher çağları, yarlıganma
dilerlerdi.
19- Ve mallarında, dileyene ve
mahrûm olana bir hak vardı.
20- Ve yeryüzünde deliller var
iyiden-iyiye inanmış olanlara.
21- Ve kendi özünüzde de, hâlâ
mı görmezsiniz?
22- Ve gökte de rızkınız ve size
vaadedilen var.
23- Gerçekten de andolsun göğün
ve yeryüzünün Rabbine ki hiç şüphe yok, gerçektir o,
nasıl siz konuşup söylüyorsunuz.
24- İbrâhîm'in, ağırlanan
konuklarına âit haber, geldi mi sana?
25- Hani, tapısına girmişlerdi
de esenlik sana demişlerdi; o da esenlik size demişti,
ey yabancılar.
26- Derken bir bahâneyle
ailesinin yanına gitmişti de bir semiz dana getirmişti.
27- Onların önüne koymuştu da
yemez misiniz demişti.
28- Derken onlardan, içine bir
korkudur düşmüştü de korkma demişlerdi, ve ona, bilgi
sâhibi bir oğlu olacağını müjdelemişlerdi.
29- Derken karısı, onlara
dönmüştü de bir çığlık atıp eliyle yüzüne vurmuştu ve
ben kısır bir kocakarıyım demişti.
30- Onlar, bu, böyle dediler,
Rabbin böyle dedi; şüphe yok ki o, bir hüküm ve hikmet
sâhibidir ki her şeyi bilir.
31- İbrâhim, işiniz nedir ey
elçiler demişti.
32- Onlar, şüphe yok ki biz
demişlerdi, mücrim bir topluluğa gönderildik.
33- Üstlerine balçıktan taşlar
yağdırmak için.
34- Öyle taşlar ki Rabbinin
katında damgalanmış, haddi aşanlar için.
35- Derken, orada inananlardan
kim varsa çıkarmıştık.
36- Gerçekten de bir ev
halkından başka Müslüman da bulamamıştık orada.
37- Ve orada, elemli azaptan
korkanlara bir delil bırakmıştık.
38- Ve Mûsâ'da da; hani onu
apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
39- Derken bütün kuvvetiyle
dönmüştü de ya büyücü demişti, yahut da deli.
40- Derken onu ve ordusunu helâk
etmiş, onları denize atıvermiştik de o kendisini kınayıp
durmadaydı.
41- Âd kavminde de bir delil
var; hani onlara, her şeyi kasıp kavuran bir fırtına
göndermiştik.
42- Nereden geçmiş, neye
dokunmuşsa orasını ve o şeyi çürümüş kemiğe döndürmüştü.
43- Ve Semûd'da da delil var;
hani, muayyen bir zamanadek geçinin demiştik.
44- Derken Rablerinin emrine
karşı azgınlıkta bulunmuşlardı da onları bir
yıldırımdır, gelip helâk edivermişti ve onlar da bakıp
duruyorlardı.
45- Derken ne ayakta durmıya
güçleri kalmıştı, ne de bir yardım görmüşlerdi.
46- Ve daha önce de Nûh kavmi ki
şüphe yok, onlar, buyruktan çıkmış bir topluluktu.
47- Ve biz, gökleri kurduk
kudretle, onlardan daha üstününü, daha büyüğünü kurmaya
da gücümüz yeter.
48- Ve yeryüzünü yayıp döşedik,
daha da güzel döşeriz.
49- Ve anar, ibret alırsınız
diye her şeyi çift yarattık.
50- Artık kaçın Allah'a, şüphe
yok ki ben size, onun tarafından, apaçık bir
korkutucuyum.
51- Ve Allah'la berâber bir
başka mâbut kabûl etmeyin; şüphe yok ki ben size, onun
tarafından, apaçık bir korkutucuyum.
52- Böylece onlardan önce de
hiçbir peygamber gelmedi ki ona büyücü, yahut da deli
demesinler.
53- Onlar, bunu birbirlerine
tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar, azgın bir topluluktu.
54- Artık yüz çevir onlardan,
bundan dolayı da kınanmazsın sen.
55- Ve öğüt ver, gerçekten de
öğüt, inananlara fayda verir.
56- Ve ben, cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
303[1]
[1] "Kulluk etsinler diye"
sözünü "tanısınlar diye" tarzında tefsir edenler olmuş
ve Sufiyye de ibadette şart, marifettir, yani
tanımaktır, bilmektir diyerek bu tevili kabul
etmişlerdir.
57- Onlardan ne bir rızık
istiyorum ve ne beni doyurmalarını istiyorum.
58- Şüphe yok ki Allah'tır rızık
veren kuvvet sâhibi ve kuvvetine aciz gelmesi mümkün
olmayan.
59- Kendilerine zulmedenlere,
arkadaşlarının payı, gibi bir azap payı var, artık acele
etmesinler.
60- Yazık kâfirlere, kendilerine
vaadedilen günden.
52- TÛR SURESİ
(Tur dağına and içilerek
başlandığından bu adla anılmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun Tûr'a.304[1]
[1] Tur, Mûsâ Peygamberin Tanrı
vahyine ve Tanrı tecellisine mazhar olduğu dağdır.
2- Ve yazılmış kitaba.
3- Yayılmış kâğıtta. 305[2]
[2] Âyetteki "rak", üstüne yazı
yazılan deri anlamına gelir, kâğıda da denir.
4- Ve mâmur eve.306[3]
[3] Dördüncü kat gökte, Kâbe'nin
tam hizasındaki mabet. Kâbe'dir diyenler de olmuştur.
5- Ve yüceltilmiş tavana.307[4]
[4] Gök, yahut arş.
6- Ve taşkın, coşkun, dalgalanıp
duran denize.
7- Şüphe yok ki Rabbinin azâbı,
yerine gelip olacak.
8- Onu bir defedip gideren
bulunmayacak.
9- O gün gök, bir çalkantıya
düşüp döner.
10- Ve dağlar, yerlerinden
oynayıp yürür.
11- Artık yazıklar olsun o gün
yalanlayanlara.
12- Öyle kişilerdir onlar ki
daldıkları batakta oynayıp dururlar.
13- O gün itilip kakılarak
cehenneme atılırlar.
14- İşte budur yalanladığınız
ateş.
15- Bir büyü mü bu, yoksa
görmüyor musunuz?
16- Girin ona da artık sabredin,
yahut etmeyin, birdir size; ancak yaptığınızın karşılığı
olarak cezâlanacaksınız.
17- Şüphe yok ki çekinenler,
cennetlerdedir ve nîmetler içinde.
18- Nîmetlenirler orada
Rablerinin verdiği nîmetlerle ve Rableri korur onları
koca cehennemin azâbından.
19- Yiyin ve için, âfiyetler
olsun, yaptığınız şeylere karşılık.
20- Saf-saf dizilmiş tahtlara
dayanarak ve onları, iri gözlü hûrilerle evlendiririz.
21- Ve inananlarla soylarından,
inanarak onlara uyanları, soylarından gelenlerle
birleştirir, buluştururuz ve yaptıklarının mükâfatından
hiçbir şeyi eksiltmeyiz; herkes, kazancına bağlıdır.
22- Ve onlara meyve ve
gönüllerinin tam istediği et vereceğiz.
23- Ve birbirlerine öyle bir
kadeh sunarlar ki içtikleri şaRabın sonucunda ne boş
şeylerden bahsediş var, ne günaha giriş.
24- Ve öylesine genç
hizmetçiler, etraflarında döner-durur ki sanki onlar,
haznelerde saklanmış inciler.
25- Ve birbirlerine dönüp
sorarlar, konuşurlar.
26- Derler ki: Gerçekten de daha
önce ehlimizin içinde, ilimizde, yurdumuzda, korku
içindeydik biz.
27- Derken Allah lûtfetti bize
ve korudu bizi tâ iliklere işleyen sam yelinin
azâbından.
28- Gerçekten de önceden onu
çağırırdık; şüphe yok ki o, şanı yüce bir lütuf
sâhibidir, rahîmdir.
29- Artık öğüt ver, gerçekten de
Rabbinin nîmeti sâyesinde sen, ne kâhinsin, ne deli.
30- Yoksa onlar, bir şâir ki
ölmesini, zâmanın kötülüklerine uğramasını gözetiyoruz
mu diyorlar?
31- De ki: Gözetin bakalım,
gerçekten ben de sizinle berâber gözetmedeyim.
32- Yoksa bu sözleri akılları mı
emrediyor onlara, yoksa azgın bir topluluk mu onlar?
33- Yoksa onu kendisi uyduruyor
mu diyorlar? Hayır, inanmamışlardır onlar.
34- Artık buna benzer bir söz
getirin meydana sözünüz doğruysa.
35- Yoksa boşu-boşuna mı
yaratıldı onlar, yoksa onlar mı yaratıcılar?
36- Yoksa gökleri ve yeryüzünü
mü yarattı onlar? Hayır, iyiden-iyiye inanmamışlardır
onlar.
37- Yoksa onların yanında mı
Rabbinin hazneleri, yoksa onlar sorumsuz bir saltanata
mı sâhip?
38- Yoksa merdivenleri var da
gökten mi duyuyorlar? Öyleyse duyanları, apaçık bir
delil göstersin.
39- Yoksa kızlar onların da
erkek evlâtları sizin mi?
40- Yoksa onlardan ücret
istiyorsun da bu yüzden ağır bir borca mı giriyorlar?
41- Yoksa gizli şey, yanlarında
da yazıyorlar mı?
42- Yoksa bir düzen mi kurmak
istiyorlar? Asıl düzene uğrayıp cezâlanacaklar, kâfir
olanlar.
43- Yoksa Allah'tan başka bir
mâbutları mı var? Şanı yücedir, münezzehtir Allah, şirk
koşanların şirk koştukları şeylerden.
44- Gökten bir parçanın
düştüğünü görseler, birbiri üstüne yığılmış bulut
derler.
45- Artık bırak onları helâk
olacakları güne dek.
46- Bir gündür o gün ki
düzenleri, onlardan hiçbir şeyi gideremez ve onlara
yardım da edilmez.
47- Ve şüphe yok ki
zulmedenlere, bundan başka azap da var ve fakat çoğu
bilmez.
48- Ve sabret Rabbinin hükmüne,
gerçekten de gözümüzün altındasın sen ve Rabbine
hamdederek tenzîh et onu kalkınca.
49- Ve geceleyin de onu tenzîh
et ve yıldızların batacağı sırada da.
53- NECM SURESİ
(İbn-i Abbas ve Katâde'ye göre
32. âyeti Medenîdir. Necm, yani yıldız sözü, ilk âyette
anıldığı için bu isim verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun yıldıza,
inerken.308[1]
[1] Yıldızdan maksat Kur’ân'dır.
Nücumen, yani âyet âyet indiği için bu adla anılmıştır.
Bu tefsiri Dahhak, Mücahid ve Kelbi kabul eder.
Arapça'da tencim, ayırmak anlamınadır, müneccem,
ayrılmış demektir. Burdaki yıldız, ülker yıldızıdır
diyenler de vardır. İbn-i Abbas buna zahib olmuştur.
Hasen'e göre doğrudan doğruya yıldız anlamınadır.
"İnerken" den murat, kıyamet günü, yıldızın yere
düşmesidir diyenler de vardır.
2- Arkadaşınız, gerçekten ne
saptı, ne ayrıldı.309[2]
[2] "Arkadaşınız" dan murat Hz.
Muhammed (s.a.a)'dir.
3- Ve kendi dileğiyle söz de
söylemedi.
4- Sözü, ancak vahyedilen şeyden
ibaret.
5- Ona öğretti kuvvetleri çok
çetin.310[3]
[3] "Çetin ve kuvvetli biri",
Cebrail'dir.
6- Kuvvetli biri; sonra
doğruldu.
7- Ve o, en yüce
tanyerindeydi.311[4]
[4] Mirac'a ve Mirac'da, Şidre
yanında Cebrail'i gördüğüne işarettir. Mirac hakkında
Sa'saa oğlu Mâlik'ten gelen hadisin meali şudur
"Hatim'de (Ka'be'ye dahilken tamirde binadan hariç kalan
yer) yatmıştım. Cebrail geldi. Göğsümü yardı, kalbimi
çıkardı, içi imanla dolu bir altın kapta yıkadı, yerine
koydu. Sonra eşekten büyük, katırdan küçük bembeyaz bir
binek getirdi (Burak). Üstüne bindim, göz yumup açıncaya
dek Mescid-i Aksa'ya vardık. Oradan dünya göğüne çıktık.
Cebrail, kapıyı açmalarını söyledi. Kimdir dendi.
Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler. Muhammed dedi.
Peygamber olarak gönderildi mi diye sordular, evet dedi.
Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar. Adem
ordaydı. Cebrail, bu, baban Adem'dir, selam ver dedi.
Selam verdim, selamımı alıp, merhaba ey temiz oğul,
temiz Peygamber dedi. Sonra ikinci kat göğe çıktık. Gene
kapısının açılmasını istedi. Kimsin diye sordular.
Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi.
Gönderildi mi, Peygamber oldu mu diye sordular, oldu
dedi. Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar.
Bir de gördüm ki Yahya ile İsa orda; onlar, teyze
oğullarıydı. Cebrail, bu Yahya, bu da İsa, selam ver
onlara dedi. Selam verdim, aldılar ve merhaba ey temiz
kardeş, ey temiz Peygamber dediler. Sonra üçüncü kat
göğe çıktık. Gene Cebrail kapıyı açın dedi. Kimsin
dendi. Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed
dedi. Peygamber olarak gönderildi mi diye sordular. Evet
dedi. Kapıyı açtılar, merhaba, kutlu olsun gelişin
dediler. Baktım ki Yûsuf orda. Cebrail, bu Yûsuf dedi,
selam ver. Selam verdim, aldı ve sonra merhaba temiz
kardeş, temiz Peygamber dedi. Sonra ağdık, dördüncü kat
göğe vardık. Kapıyı açın dedi. Kim o dediler, Cebrail'im
dedi. Yanındaki kim dediler. Muhammed dedi. Peygamber
olarak gönderildi mi dediler, evet dedi. Açtılar,
merhaba dediler, kutlu olsun gelişin. Gördüm ki İdris
orda. Cebrail, bu İdris'tir dedi, selam ver. Selam
verdim, aldı ve merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber
dedi. Sonra beşinci kat göğe yükseldik. Kapıyı açın
dedi, kimsin dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim
dediler, Muhammed, Tanrı rahmeti, esenliği ona dedi.
Gönderildi mi dediler, evet dedi. Açtılar, merhaba,
kutlu olsun gelişin, dediler. Baktım ki Harûn orda.
Cebrail, bu Harûn dedi, selam ver. Selam verdim, aldı,
merhaba temiz kardeş, temiz Peygamber dedi. Sonra
altıncı göğe ağdık. Kapıyı açın dedi. Kimsin dediler,
Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler, Muhammed dedi.
Peygamber olarak gönderildi mi dediler, evet dedi.
Merhaba, kutlu olsun gelişin deyip kapıyı açtılar.
Gördüm ki Mûsa orda. Cebrail, bu Mûsa'dır dedi, selam
ver. Selam verdim, aldı, merhaba temiz kardeş, temiz
Peygamber dedi. Oradan geçerken bir de baktım, ağlamaya
başladı. Niye ağlıyorsun diye soruldu. Bir genç, benden
sonra peygamber olarak gönderildi de onun ümmetinden,
benim ümmetimden daha çok kişi cennete girecek dedi.
Sonra yedinci kat göğe ağdık. Kapıyı açın dedi. Kimsin
dediler, Cebrail'im dedi. Yanındaki kim dediler,
Muhammed dedi. Peygamber olarak gönderildi mi,
Peygamberlik verildi mi ona dendi, evet dedi. Açtılar,
merhaba, kutlu olsun gelişin dediler. Bir de baktım ki
İbrahim orda. Cebrail, bu dedi baban İbrahim, selam ver.
Selam verdim, aldı, merhaba temiz oğul, temiz Peygamber
dedi. Sonra Sidret-ül-Münteha'ya (Sınır ağacı) vardık.
Yemişleri iri iriydi, dağ gibiydi, yaprakları fil
kulağına benziyordu. Cebrail, bu ağaç dedi, Sınır ağacı
dedi. Derken dört ırmak gördüm, iki tanesi açıktan
akmadaydı, iki tanesi yeraltından. Ya Cebrail dedim,
Bunlar ne ırmağı? Cebrail, alttan akan ırmaklar
cennetteki iki ırmak, açıktan akanlarsa Nil'le Fırat
dedi. Sonra beni Beyt-i Ma'mur'a yüceltti. Oraya her gün
yetmiş bin melek girip çıkmada, orasını ziyaret
etmedeydi. Sonra bana bir tas şarap, bir tas süt, bir
tas bal sunuldu. Ben sütü içtim. Cebrail, o içtiğin
dedi, yaratılıştır, yaratılıştaki selamettir ve sen de
ona tabisin, ümmetin de. Sonra bana her gün elli vakit
namaz farzedildi. Döndüm, Mûsa'nın yanından geçerken
bana, ne emredildi sana diye sordu. Günde elli vakit
namaz dedim. Dayanamaz ümmetin bu elli vakte, andolsun
Allah'a, ben insanları senden önce sınadım ve
İsrailoğullarıyla şiddetle savaştım, dön Rabbine,
ümmetin için bu emri hafifletmesini iste dedi. Döndüm,
İstedim, on vaktini bağışladı. Geriye dönüp Mûsa'nın
yanından geçerken bunu söyledim Mûsa, gene aynı sözü
söyledi. Döndüm, on vaktini daha bağışladı. Gene
Mûsa'nın yanından geçerken aynı sözü söyledi. Gide gele
beş vakit kaldı. Mûsa, ümmetin dayanamaz dedi, ben
insanları sınadım, dön, Rabbinden bunu da hafifletmesini
iste. İstedim, artık utanırım, razıyım buna dedim.
Oradan dönüp geçerken bir münadinin bana, namazı
farzettim ve kullarımın yükünü hafiflettim diye nida
etti." (Al-Tecrid, Hadis-ül-İsrai vel Mi'rac, 2, 62-64).
Buhari'de, "Kitab-üs-Salat" ın başında da Malik oğlu
Enes'ten tahric edilen bir hadis vardır. Meal itibariyle
buna çok benzer. Ancak orda, bu hadiste bulunmayan bazı
şeyler de vardır ki Levh'a yazı yazıldığı, kalemlerin
gıcırtısını duyduğu, Cebrail'le Sidre'ye dönünce,
ağacın, mahiyeti bilinmeyen renklerle kaplandığı, sonra
cennete girdiği, cennetin toprağının miskten olduğu
bunlar arasındadır (al-Tecrid, I, 35-36). Mirac hakkında
daha birçok hadisler vardır (Mesela Kevser ıramağını
gördüğü gibi. al-Tecrid, 2, Kitabu Tefsir-il-Kur’an,
120).
İbn-i Abbas, 17. sûrenin 60.
ayetinde bahsedilen rüyayı tefsir ederken Hz.
Peygamber'in Kudüs'e, Beyt-i Makbis'e götürüldüğü gece
gördüğü rüyadır diyerek Mirac'ın rüya olduğunu kail
olmuştur (al-Tecrid, 2, 64). Mirac'ın, cismani, yahut
ruhani olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi Mekke'den
Kudüs'e cismen gittiğini, göklere de ruhen ağdığını
kabul edenler de bulunmuştur. 6-9. ayetlerde yaklaşan,
ayetteki açık ifadeye göre Cebrail'dir. Böyle olduğu
halde Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Tanrıya yaklaştığını
söyleyerek çeşitli tevillerde bulunanlar da çıkmıştır.
8- Sonra yaklaştı, yakınlaştı.
9- İki yay kadar kaldı araları,
yahut daha da yakın.
10- Derken kuluna vahyetti, ne
vahyettiyse.
11- Gönlü, gördüğünü
yalanlamadı.
12- Hâlâ münakaşa mı edersiniz
gördüğü şeyleri?
13- Ve andolsun ki onu, inerken
bir kere daha gördü.
14- En son sidrenin
yanında.312[5]
[5] Sidre'nin, bir sınır olduğu,
meleklerin, oradan ileriye geçemiyecekleri rivâyet
edilmiştir.
15- Mev'â cenneti de
yanındaydı.313[6]
[6] Me'vâ, cennetlerden birinin
adıdır. Oraya ancak peygamberlerle şehitler girer.
16- Sidreyi, o sırada neler
bürümüş, kaplamıştı, neler.
17- Gözü, ne kaydı, ne haddini
aştı.
18- Andolsun ki Rabbinin pek
büyük delillerinden bir kısmını gördü.
19- Siz de gördünüz mü, Lât'ı ve
Uzzâ'yı? 314[7]
[7] Lât, Tâif'te, Sakıyf boyuna
mensup bir puttu. Uzzâ, Kureyş ve Kinane oğullarının
putuydu. Irak yolu üstündeydi. Kureyş, bu puta büyük bir
saygı gösterirdi. Menat, Evs ve Hazrec'in putuydu,
putların en eskisi buydu. Mekke ile Medine arasındaydı,
ona kurban keserlerdi (Siret-ün-Nebi, c. 1, s. 48, 84 -
88, not. 4, s. 90, not. 3. 17. sûrenin 60. ayetine
verilen izahata bakınız).
20- Ve üçüncü öbür putu,
Menât'ı?
21- Erkek evlâtlar sizin de
kızlar onun mu?
22- Bu, pek insafsızca bir pay
şimdi.
23- Bunlar, ancak sizin
taktığınız, atalarınızın taktığı adlardan başka bir şey
değil, Allah, onlara âit kesin bir delil indirmemiştir,
ancak zanna ve nefislerinin dileğine kapılmıştır onlar
ve andolsun ki Rablerinden doğru yolu gösteren de
gelmiştir.
24- Yoksa insan, her umduğunu
elde eder mi?
25- Gerçekten de âhiret de
Allah'ındır, dünyâ da.
26- Ve göklerde nice melekler
vardır ki Allah, dilediğine ve râzı olduğuna şefâat
etmeleri için izin vermedikçe şefâatleri, hiçbir şeye
yaramaz.
27- Şüphe yok ki âhirete
inanmayanlar, meleklere dişi adları takıp duruyorlar.
28- Onların, bu hususta hiçbir
bilgisi yok, ancak zanna kapılıyorlar ve şüphe yok ki
zan, gerçeğe karşı hiçbir şeye yaramaz.
29- Artık yüz çevir, bizi
anmadan yüz çevirenden ve ancak dünyâ yaşayışını
isteyenden.
30- İşte bilgide ulaşabildikleri
şey bu; şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan çıkıp sapanı
daha iyi bilir ve odur doğru yola gireni daha iyi bilen.
31- Ve Allah'ındır ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde kötülük edenleri,
yaptıklarına karşılık elbette cezâlandırır ve iyilik
edenlereyse yaptıklarından daha da iyi mükâfat verir.
32- Israr etmemek şartıyle küçük
günahlardan başka suçların büyüklerinden ve çirkin
şeylerden sakınanlara gelince: Şüphe yok ki Rabbinin
yarlıgaması pek geniştir. O, sizi yeryüzünden yaratıp
meydana getirdiği zaman ve siz, analarınızın karnında
birer dölken de bilir; artık siz, kendinizi temize
çıkarmaya kalkışmayın, o, kim çekinmededir, daha iyi
bilir.
33- Gördün mü artık yüz
çevireni.
34- Ve az bir şey verip sonra
kısanı, nekeslik edeni?
35- Gizli şeylere âit bilgi,
onun katında mı da görmede.
36- Yoksa Mûsâ'nın
sahîfelerindeki şey bildirilmedi mi ona.
37- Ve İbrâhîm'in
sahîfelerindeki, o İbrahîm ki ahdine iyiden iyiye vefâ
etmişti.
38- Hiçbir suçlu, bir başkasının
suçunu yüklenemez.
39- Ve gerçekten de insan, ancak
çalıştığını elde eder.
40- Ve şüphe yok ki çalıştığının
karşılığı da gösterilir ona.
41- Sonra da ona, en değerli
mükâfat verilir.
42- Ve şüphe yok ki son
varılacak tapı, Rabbinin tapısıdır.
43- Ve şüphe yok ki odur
adamakıllı güldüren ve ağlatan.
44- Ve şüphe yok ki odur öldüren
ve dirilten.
45- Ve şüphe yok ki o halk
etmiştir erkeği ve dişiyi.
46- Bir katre sudan, o suyu
çıkardığı zaman.
47- Ve şüphe yok ki ikinci defa
yaratış da ona âittir.
48- Ve şüphe yok ki odur zengin
eden ve sermaye veren.
49- Ve şüphe yok ki odur Şi'râ
yıldızının Rabbi. 315[8]
[8] Şi'râ, Cevzâ burcundan sonra
doğan ve Yemen ülkesinden çok iyi göründüğü için
Şi'ra-l-Yemaniyye denen yıldızdır. Huzaa oğulları bu
yıldıza taparlardı.
50- Ve şüphe yok ki odur önceden
gelip geçen Âd'ı helâk eden.
51- Ve Semûd'u da bırakmayan.
52- Ve onlardan önceki Nûh
kavmini de; şüphe yok ki onlar, daha da zâlimdi ve daha
da azgın.
53- Lût kavminin şehirlerini de
altüst edip yerle yeksan etti.
54- Derken o şehirleri, örten
örttü gitti.
55- Artık Rabbinin hangi
nîmetinden şüphe etmedesin?
56- Bu Peygamber, gelip geçen
korkutuculardan bir korkutucu.
57- Yaklaşacak, yaklaştı.
58- Allah'tan başkası, çeviremez
onu geri.
59- Bu söze mi şaştınız siz?
60- Ve gülüyorsunuz ve
ağlamıyorsunuz.
61- Ve siz oyalanıyorsunuz,
gaflet ediyorsunuz.
62- Artık secde edin Allah'a ve
kullukta bulunun.
54- KAMER SURESİ
(İlk âyetinde ayın
yarılacağından bahsedildiği için ay anlamına Kamer
sûresi denmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Yaklaştı kıyâmet ve yarıldı
ay. 316[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a)'in
işaretiyle ayın ikiye bölündüğü hadislerde rivayet
edilmiştir (Bakınız, Hasan Basri Çantay: Kur’an-ı Hakım
ve Meal-i Kerim, c. 3, İst. 1372-1953, s. 955-956, not.
4). Ayın kıyamette yarılacağını ve bunun, kesin ifadesi
olarak burada mazi sıygasının kullanıldığını söyleyenler
de vardır.
2- Ve onlar, bir delil gördüler
mi yüz çevirirler de sürüp giden bir büyü derler.
3- Ve yalanlarlar ve dileklerine
uyarlar ve her iş, kararlaştırılmıştır.
4- Ve andolsun, öyle haberler
geldi onlara ki o haberlerde onları vazgeçirecek, onlara
öğüt verecek şeyler vardı.
5- Yüksek hikmet vardı, derken
korkutuşlar fayda vermedi gitti.
6- Artık yüz çevir onlardan; o
gün çağıran, hoşlanılmayan birşeye çağırır.
7- Gözleri yerde, kabirlerden
çıkarlar, sanki onlar, dağılmış çekirgelerdir.
8- Yönelirler çağırana;
kâfirler, bugün derler, ne de zorlu gün.
9- Onlardan önce Nûh kavmi de
kulumuzu yalanlamıştı ve delil dediler ona, pek fenâ
incittiler onu.
10- Derken Rabbine duâ etti:
Şüphe yok ki altoldum ben, artık sen yardım et bana.
11- Derken açtık göklerin
kapılarını da şarıl şarıl ardı gelmez yağmurlar
yağdırdık.
12- Ve yerden de sular
fışkırttık, derken sular, mukadder bir emre göre
birleşti.
13- Ve onu, tahtalardan yapılmış
ve mıhlarla kenetlenmiş bir gemide taşıdık.
14- Gözümüzün önünde akıp
giderdi; bir mükâfattı nankörlük görene.
15- Ve andolsun ki bir delil
olarak bıraktık onu, fakat bir ibret alan mı var?
16- Derken nasıldı azâbım benim
ve korkutuşlarım?
17- Ve andolsun öğüt ve ibret
için Kur'ân'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı
var?
18- Âd da yalanlamıştı, derken
nasıldı azâbım benim ve korkutuşlarım?
19- Şüphe yok ki sürüp giden
uğursuz bir günde onlara bir kasırgadır yolladık.
20- Onları kökünden
koparmadaydı, sanki köklerinden kopup baş aşağı devrilen
hurma kütükleriydi onlar.
21- Derken nasıldı azâbım benim
ve korkutuşlarım?
22- Ve andolsun ki öğüt ve ibret
için Kur'ân'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı
var?
23- Semûd da korkutucuları
yalanladı.
24- Derken bizden bir adama mı
uyacağız dediler, gerçekten de o zaman elbette sapıklığa
düşeriz, ateşlere yanar-kavruluruz.
25- Vahiy, içimizden gele-gele
ona mı geliyor? Hayır, o, yalancı kendini beğenmiş
birisi.
26- Yarın bilirler kimmiş
yalancı kendini beğenmiş.
27- Şüphe yok ki onları sınamak
için dişi deveyi gönderiyoruz, artık gözetle onları ve
dayan.
28- Ve haber ver onlara, su,
aralarında paylaştırılmıştır, her bölük, nöbetinde hazır
olur, su alır.
29- Derken arkadaşlarına
seslendiler, derken kılıcını çekti de devenin ayaklarını
kesti, öldürdü.
30- Derken nasıldı azâbım benim
ve korkutuşlarım?
31- Gerçekten de bir bağırış
gönderdik onlara, derken hayvan ağılına konan çalıya
çırpıya döndüler.
32- Ve andolsun ki öğüt ve ibret
için Kur'ân'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı
var?
33- Lût kavmi de korkutucuları
yalanladılar.
34- Gerçekten de, Lût'un âilesi
müstesnâ, onlara taş yağdıran bir yel gönderdik, Lût'un
âilesini de bir seher çağı kurtardık.
35- Katımızdan bir nîmet olarak;
işte böyle mükâfatlandırırız şükredeni.
36- Ve andolsun ki o, bizim
helâkimizle korkutmuştu onları da onlar, bu
korkutuşlardan şüpheye düşmüşlerdi.
37- Ve gerçekten de onun
konuklarını istemişlerdi de biz, kör edivermiştik
gözlerini, artık tadın azâbımı ve korkutuşlarımın
sonucunu.
38- Ve andolsun ki bir sabah
çağı üstlerine bir azap çöküvermişti onların.
39- Artık tadın azâbımı ve
korkutuşlarımı.
40- Ve andolsun ki öğüt ve ibret
için Kur'ân'ı kolaylaştırdık, fakat bir ibret alan mı
var?
41- Ve andolsun ki Firavun
soyuna da korkutucular gelmişti.
42- Bütün delillerimizi
yalanladılar, derken onları üstün ve mutlak kudretli bir
helâk edişle helâk ediverdik.
43- Sizin kâfirleriniz, onlardan
hayırlı mı, yoksa kitaplarda bir kurtuluş mu var size?
44- Yoksa biz, birbirine yardım
eden bir topluluğuz mu derler?
45- O topluluk, yakında bozguna
uğrayacak ve ardını dönüp kaçacak.
46- Onlara vaadedilen azâbın
mukadder zamânı kıyâmettir ve kıyâmetin azâbı, daha da
zararlıdır ve daha da acı.
47- Şüphe yok ki suçlular,
sapıklık içinde ve yakıp kavuran ateşlerdedir.
48- O gün, yüzüstü ateşe
sürüklenip atılırlar; tadın bakalım, cehennemin
yakışını.
49- Şüphe yok ki biz; her şeyi,
bilgimizde mukadder olduğu gibi ve zamânında yarattık.
50- Ve bizim emrimiz, birdir,
ancak bir göz kırpış, bir göz yumup açış gibi tezdir.
51- Ve andolsun ki
taraftarlarınızı da helâk ettik, fakat bir ibret alan mı
var?
52- Ve işledikleri her şey,
kitaplardadır.
53- Ve küçük, büyük, hepsi de
yazılıdır.
54- Şüphe yok ki çekinenler,
cennetlerdedir, ırmakların başlarında.
55- Gerçeklik makamında, çok
kudretli bir büyük padişah katında.
55- RAHMÂN SURESİ
(29. âyeti Medenîdir. Sûre,
Medenîdir de denmiştir. Rahmeti, bütün yaratıklarına
şamil anlamına gelen Rahman sözüyle başladığı için bu
adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Rahman.
2- Kur'ân'ı öğretti.
3- insânı halketti,
4- ona dilleri, konuşmayı
belletti.
5- Güneş ve ay, hesapla hareket
eyler.
6- Ve gövdesiz bitki ve gövdeli
ağaç secde eder.317[1]
[1] "Nacm" gövdesiz bitki
anlamına geldiği gibi, yıldız anlamına da geldiğinden
âyet "Yıldız ve ağaç secde eder" anlamına da gelir.
7- Ve göğü yüceltti ve ölçüyü
koydu.
8- Ölçüde, tartıda insafsızlık
etmeyin.
9- Terâziyi doğru tutun,
adâletle tartın ve eksik tartmayın.
10- Yeryüzünü alçalttı halka.
11- Orada meyveler ve lifli,
kabuklu hurmalar var.
12- Yapraklı tâneler var ve
güzel kokulu otlar.
13- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
14- İyice pişmiş gibi kupkuru
balçıktan, insanı halketti.
15- Ve cinleri, coşup kaynayan
ateşten yarattı.
16- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlıyabilirsiniz?
17- Rabbidir iki doğunun ve
Rabbi-dir iki batının.
18- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
19- İki denizi salmıştır,
nerdeyse karışacaklar.
20- Fakat aralarında bir berzah
var, birbirlerine karışmazlar.
21- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlıyabilirsiniz?
22- Her ikisinden de inci ve
mercan çıkar.
23- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
24- Ve onundur denizde akıp
giden dağlar gibi gemiler.
25- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
26- Yerin üstünde ne varsa
fânîdir.
27- Ve ancak ululuk ve kerem
ıssı Rabbinin zâtıdır kalan.
28- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
29- Ondan ister kim varsa
göklerde ve yeryüzünde; o, her gün bir iştedir.
30- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
31- Ey iki ağır topluluk,
insanlar ve cinler, yakında hesâbınıza bakacağız.
32- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
33- Ey cin ve insan topluluğu,
ölümden kurtulmak için, göklerin ve yer yüzünün
bucaklarından geçip kaçmaya gücünüz yeterse geçin,
kaçın; fakat geçemezsiniz bir kudret olmadıkça.
34- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
35- Üstünüze bir ateş yalımı ve
erimiş bakır gönderilir de kaçamazsınız.
36- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
37- Derken gök yarılıp kırmızı
bir gül rengine gelerek yağ gibi eriyince...
38- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
39- Ne insan, ne cin, artık o
gün suçlu mudur, sorulmaz.
40- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
41- Suçlular, yüzlerindeki
alâmetten tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından
tutulurlar.
42- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
43- İşte bu, suçluların
yalanladıkları cehennem.
44- Cehennemle içecekleri kaynar
suyun arasında dolanıp dururlar.
45- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
46- Rabbinin tapısına varmaktan
korkana iki cennet var.
47- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
48- İkisinde de türlü-türlü
nîmetler var, çeşit-çeşit ağaçlar.
49- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
50- İkisinde de iki ırmak var,
akar.
51- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
52- İkisinde de her çeşit meyve,
çifter-çifter var.
53- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
54- Öylesine döşemelere
yaslanacaklar ki astarları kalın ipekten, her iki
cennetin, devşirilip toplanacak meyveleri de ellerinin
altında, pek yakın.
55- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
56- O cennetlerde, gözlerini,
eşlerinden ayırmayan ve eşlerinden önce ne bir insan
tarafından dokunulmuş, ne bir cin tarafından dokunulmuş
eşler var.
57- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
58- O eşler, sanki yakut ve
mercan.
59- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
60- İyiliğin karşılığı,
iyilikten başka bir şey olabilir mi?
61- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
62- Bu iki cennetten başka iki
cennet daha var.
63- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
64- İkisi de koyu yeşil.
65- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
66- İkisinde de iki pınar var,
fışkırıp çıkar da akar.
67- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
68- Her ikisinde de meyveler ve
hurma ve nar var.
69- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
70- O cennetlerde güzel huylu
güzeller var.
71- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
72- Beyaz tenli, kara gözlü,
otağlarda hûriler.
73- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
74- Eşlerinden önce ne bir insan
dokunmuş onlara, ne bir cin.
75- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
76- Yeşil ipeklilerle düşenmiş
sedirlere ve güzelim döşemelere yaslanırlar.
77- Artık Rabbinizin
nîmetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
78- Ululuk ve kerem ıssı
Rabbinin adının şanı, pek yücedir.
56- VÂKIA SURESİ
(İbn-i Abbas'a göre 82. âyeti
Medenîdir. 13 ve 81. âyetleri, Medine'ye giderken vahy
edilmiştir diyenler de vardır. Vâkıa, ansızın gelip
çatacak büyük olay anlamına gelir. Sûrede kıyametten
bahsedildiği için bu isim verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ansızın kopacak kıyâmet
kopunca.
2- Kopacağına dâir söylenen
sözlerde yalan yok.
3- Halkı alçaltır, yüceltir.
4- Yeryüzü şiddetli bir
sarsıntıyla sarsılınca.
5- Ve dağlar, param-parça
olunca.
6- Dağılmış zerre zerre toz
haline gelince.
7- Artık üç bölük olursunuz siz.
8- Sağ taraf ehli, ama ne de sağ
taraf ehli.
9- Ve sol taraf ehli, ama ne de
sol taraf ehli.
10- Ve bir de ileri geçenler ki
herkesi geçmişlerdir.
11- Onlardır mâbutlarına
yaklaştırılanlar.
12- Naîm cennetlerinde.
13- Öncekilerin birçoğu.
14- Sonra gelenlerdense azı
onlardan.
15- Altınlarla, mücevherlerle
bezenmiş tahtlarda otururlar.
16- Onlara yaslanırlar,
birbirlerine karşı.
17- İhtiyarlamıyan delikanlı
hizmetçiler dolaşır etraflarında.
18- Kaynağından doldurulmuş
şaraplarla dolu taslarla ve ibriklerle ve kadehlerle.
19- O şaraptan başları da
ağrımaz ve sarhoş da olmazlar.
20- Beğendikleri meyvelerden.
21- İstedikleri kuş etlerinden
sunulur onlara.
22- Ve onlara kara gözlü hûriler
de var ki.
23- Sanki haznelerde saklanmış
inciler.
24- Yaptıklarına karşılık.
25- Orada boş ve çirkin bir söz
de duymazlar, günaha âit bir söz de.
26- Ancak, esenlik size, esenlik
denir.
27- Ve sağ taraf ehli, ama ne de
sağ taraf ehli.
28- Dikensiz sedir ağaçlarıyla.
29- Ve meyveleri birbirine
yaslanıp istiflenmiş muz ağaçlarıyla dolu bir yerdedir
onlar.
30- Ve uzayıp giden bir
gölgelik.
31- Ve çağlaya-çağlaya akan
sular.
32- Ve birçok meyveler.
33- Ne biter, zamanları geçer,
ne yiyene yeme denir, yeter.
34- ve yüksek döşekler.
35- Şüphe yok ki biz, onların
eşlerini de yeniden yarattık.
36- Onları, kız oğlan kız olarak
halkettik.
37- Cilveli, şirin sözlü,
eşlerine âşık ve onlarla yaşıt kıldık.
38- Sağ taraf ehli için.
39- Onlarda, evvelkilerden de
birçok topluluk var.
40- Ve sonra gelenlerden de
birçok topluluk.
41- Ve sol taraf ehli, ama ne de
sol taraf ehli.
42- Onlar, iliklere kadar
işleyen bir sam yeli içinde, kaynar sular içmedeler.
43- Ve karardıkça kararan bir
dumanın gölgesindeler.
44- Ne bir serinlik var, ne bir
güzellik var.
45- Bundan önce onlar, nîmetler
içindeydi.
46- Ve büyük günahları yapmada
ısrâr ederlerdi.
47- Ve biz derlerdi, ölüp bir
yığın toprak ve kemik olduktan sonra mı dirileceğiz?
48- Yoksa önceden gelip geçen
atalarımız mı dirilecek?
49- De ki: Şüphe yok, öncekiler
de, sonra gelenler de.
50- Elbette bilinen günün
muayyen ve mukadder vaktinde toplanacaksınız.
51- Sonra da siz ey yalanlayan
sapıklar, şüphe yok ki.
52- Zakkum ağacının meyvesinden
yiyeceksiniz elbet.
53- Derken karınlar, dolup
şişecek.
54- Derken üstüne, kaynar su
içeceksiniz.
55- Derken susuzluk illetine
uğrayıp içecek-içecek de kanmayacaksınız.
56- Budur cezâ günü ziyâfetleri.
57- Biz yarattık sizi, hâlâ mı
gerçeklemezsiniz?
58- Görmez misiniz rahîmlere
döktüğüm bir katre suyu?
59- Siz mi yaratıyorsunuz onu,
yoksa biz mi yaratmadayız?
60- Biz takdîr ettik aranızda
ölümü ve kimse geçemez önümüze bizim.
61- Sizin gibi bir topluluk
yaratıp yerinize geçirmek istersek ve sizi de,
bilmediğiniz bir şekle döndürmeyi dilersek.
62- Ve andolsun ki ilk
yaratılışı biliyorsunuz, biliyorsunuz da ne diye
düşünmüyorsunuz?
63- Görmez misiniz ektiğiniz
tohumu?
64- Siz mi bitiriyorsunuz onu,
yoksa biz mi bitirmedeyiz?
65- Dilersek elbette onu kurutup
çer-çöp haline getirirdik de şaşırır-kalır, nâdim
olur-dururdunuz.
66- Gerçekten de biz derdiniz,
ziyan ettik.
67- Hayır, biz mahrûm olduk.
68- Görmez misiniz içtiğiniz
suyu?
69- Siz mi yağdırıyorsunuz onu
buluttan, yoksa biz mi yağdırmadayız?
70- Dileseydik onu tuzlu, acı
bir su hâline getirirdik, hâlâ mı şükretmezsiniz?
71- Görmez misiniz çakmakla
çakıp yaktığınız ateşi?
72- Siz mi onun ağacını meydana
getiriyorsunuz, yoksa biz mi meydana getirmedeyiz?
73- Biz onu, cehennem ateşini
bir andırma ve çöllerde konup göçenlere bir fayda olarak
halkettik.
74- Artık pek ulu Rabbinin adını
anarak tenzîh et onu.
75- Andolsun yıldızların
yerlerine.
76- Ve şüphe yok ki bu, elbette
pek büyük bir anttır bilseniz.
77- Şüphe yok ki bu, pek güzel
ve şerefli Kur'ân'dır.
78- Saklanmış bir kitapta.
79- Ona, temiz olanlardan
başkaları dokunamaz.
80- Alemlerin Rabbinden
indirilmiştir.
81- Artık siz, bu sözü mü
yalanlayacaksınız?
82- Ve o kitaptan nasîbiniz,
yalnız onu yalanlamaktan ibâret mi olacak?
83- Hani can gırtlağa gelince.
84- Siz de o sırada bakar
durursunuz.
85- Ve biz, ona sizden daha
yakınız ve fakat göremezsiniz.
86- İnanmıyorsanız, cezâ
görmeyeceğinizi sanıyorsanız.
87- O gırtlağa gelen canı geri
çevirin bakalım doğru söylüyorsanız.
88- Artık o kişi
yakınlaştırılanlardansa.
89- Artık ona huzur ve rahat ve
rızık ve Naîm cenneti.
90- Ve ama sağ taraf ehlindense.
91- Artık esenlik sana sağ taraf
ehlinden.
92- Ve ama yalanlayan
sapıklardansa.
93- Kaynar suyla ziyâfet ona.
94- Ve cehenneme atılma.
95- Şüphe yok ki bu, haktır,
gerçeğin ta kendisidir.
96- Artık pek ulu Rabbinin adını
anarak tenzîh et onu.
57- HADÎD SURESİ
(Sûrenin 25. âyetinde demirden
bahsedildiği için bu anlama gelen Hadid ismi
verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh eder Allah'ı ne varsa
göklerde ve yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve hikmet
sâhibi.
2- Onundur saltanatı ve tedbîri
göklerin ve yeryüzünün, yaşatır ve öldürür ve onun, her
şeye gücü yeter.
3- Ve odur her şeyden önce var
olan ve her şeyden sonra kalan ve her şeye üstün olup
delilleriyle bilinen ve her şeyi bilen de duygularla
bilinmeyen ve o, her şeyi bilir.318[1]
[1] Sufiyye, bu âyeti tevil
ederek Varlık birliği inancını ispata çalışır.
4- Öyle bir mâbuttur ki gökleri
ve yeryüzünü altı günde yaratmıştır da sonra arşa hâkim
olmuştur, bilir, ne girerse yere ve ne çıkarsa oradan ve
ne yağarsa gökten ve ne ağarsa oraya ve o, sizinledir
nerede olursanız; ve Allah, ne yapıyorsanız görür.
5- Onundur saltanatı ve tedbîri
göklerin ve yeryüzünün; ve bütün işler, dönüp Allah
tapısına varır.
6- Geceyi kısaltır, bir kısmı
gündüz olur ve gündüzü kısaltır, bir kısmı gece olur ve
o, gönüllerdekini bilir.
7- İnanın Allah'a ve
Peygamberine ve sizi sâhib ettiği, sizin tasarrufunuza
verdiği malların bir kısmını, onun yolunda harcayın;
artık sizden inanan ve mallarını harcayanlara büyük bir
mükâfat var.
8- Ve ne oluyor size de Allah'a
inanmıyorsunuz? Ve Peygamber, Rab-binize inanın diye
sizi çağırmada ve andolsun ki sizden söz de almıştı
inanmışsanız.
9- Ve öyle bir mâbuttur ki sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık
deliller indirmededir ve şüphe yok ki Allah, sizi
esirger ve size rahîmdir elbet.
10- Ve ne oluyor size de Allah
yolunda mallarınızı harcamıyorsunuz? Ve Allah'ındır
göklerin ve yeryüzünün mîrası; sizden, fetihten önce
mallarını harcayan ve savaşan, başkalarıyla bir
değildir; onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve
savaşanlara karşı derece bakımından pek büyük bir
üstünlükleri var; ve hepsine de Allah, güzel mükâfatlar
vaadetmiştir ve Allah, ne yapıyorsanız, hepsinden de
haberdar.319[2]
[2] Fetihten maksat, Mekke'nin
fethidir.
11- Kimdir o ki Allah'a âdetâ
güzel bir borç verir de o, kat-kat fazlasını verir ona
ve ona pek güzel de bir mükâfat var.
12- O gün görürsün ki erkek ve
kadın, inananların nurları, önlerinde ve sağlarında
parlayıp koşmada; müjde bugün size; kıyılarından
ırmaklar akan cennetlerde ebedî olarak kalacaksınız ve
bu, en büyük kutluğun, murâda erişin ve başarının ta
kendisidir.
13- O gün, erkek ve kadın
münâfıklar, inananlara, bizi de bekleyin de derler,
gelelim, nûrunuzdan alalım; onlara dönün ardınıza da bir
nur isteyin artık denir. Derken aralarına bir duvardır
çekilir ki bir kapısı vardır, içinde rahmet vardır da
dış tarafında azap.
14- Onlar bağırırlar da derler
ki: Biz, sizinle berâber değil miydik? Evet derler ve
fakat siz, kendinizi fitnelere saldınız ve îman
edenlerin bir felâkete uğramasını beklediniz ve şüphe
ettiniz ve olmayacak istekler, sizi aldatıp durdu,
sonunda Allah'ın emri, gelip çattı ve sizi Şeytan,
aldatmıştı.
15- Artık bugün ne sizden,
azaptan kurtulmanız için bir şey alınır, ne kâfir
olanlardan ve yurdunuz ateştir sizin, odur size lâyık
olan ve orası, dönüp gidilecek ne de kötü yerdir.
16- İnananlara, o çağ gelmedi mi
henüz, Allah'ı anış ve Kur'ân'dan inen şeyler, onların
gönüllerini yumuşatsın da tamâmıyla korkup itâat
etsinler ve önceden kendilerine kitap verilenlere
benzemesinler; onların, peygamberleriyle araları, uzayıp
açıldıkça kalpleri katılaştı ve onların çoğu, buyruktan
çıktı.
17- Bilin ki Allah, yeryüzünü,
ölümünden sonra diriltir; andolsun ki akıl edesiniz diye
size delillerimizi apaçık bildirdik.
18- Şüphe yok ki sadaka veren
erkek ve kadın inananlarla Allah'a güzel bir borç
verenlerin verdikleri şey, gene kendileri için kat-kat
arttırılır ve onlara, güzel bir mükâfat vardır.
19- Ve Allah'a ve
Peygamberlerine inananlar yok mu, onlardır Rableri
katında gerçeklerin ve tanıkların ta kendileri; onların
mükâfatları da vardır, nurları da; kâfir olanlara ve
delillerimizi yalanlayanlara gelince: Onlardır cehennem
ehli.
20- Bilin ki dünyâ yaşayışı,
ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir ve
aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlât çokluğu
gayretidir ancak ve bunlardan ibârettir de; halbuki
dünyâ yaşayışı, bir yağmura benzer, bitirdiği nebatlar,
ekincileri şaşırtır, sevindirir, sonra kuruyuverir de
bir de bakarsın, sapsarı olmuş, sararıp solmuş, sonra da
un-ufak olmuş, dağılıp gitmiş; ve âhiretteyse çetin bir
azap var ve Allah'tan yarlıganma ve râzılık; ve dünyâ
yaşayışı, ancak bir aldanış metaından ibârettir.
21- Ve yarışarak koşun
Rabbinizin yarlıgamasına ve cennete ki genişliği, göğün
ve yeryüzünün genişliği gibidir, hazırlanmıştır Allah'a
ve peygamberlerine inananlara; bu, Allah'ın lûtfudur,
ihsânıdır, dilediğine verir onu ve Allah, pek büyük bir
lütuf ve ihsân sâhibidir.
22- Yeryüzüne, yahut canlarınıza
gelip çatan hiçbir felâket yoktur ki biz, onları
yaratmadan önce onu, bir kitapta tespit etmemiş olalım;
şüphe yok ki bu, Allah'a pek kolaydır.
23- Bunu da, elinizden çıkarıp
kaybettiğiniz şeye kederlenmeyin ve size verdiğimize
sevinmeyin diye yapmışızdır ve Allah, övünüp kibirlenen
hiçbir kimseyi sevmez.
24- Onlar, öyle kişilerdir ki
nekeslik ederler ve insanlara da nekes olmalarını
emrederler; gerçekten de Allah, müstağnîdir ve hamde
lâyık, odur.
25- Andolsun ki biz,
peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve
onlarla berâber de kitap ve terâzi indirdik, insanlar
adâletle doğru muâmele etsinler diye ve demiri de
indirdik ki onda çetin bir azap var ve insanlara
faydalar; ve bu da, Allah'ın kendisine ve
peygamberlerine, henüz tapısına varmadan yardım edenleri
bildirmesi için; şüphe yok ki Allah, üstündür ve pek
kuvvetlidir.
26- Ve andolsun ki biz, Nûh'u ve
İbrâhim'i gönderdik ve soylarına da peygamberlik ve
kitap verdik; derken onlardan doğru yolu bulanlar var ve
çoğuysa buyruktan çıkmış olanlar.
27- Sonra izlerinden
peygamberler gönderdik ve onların izince de Meryem oğlu
İsâ'yı yolladık ve ona İncil'i verdik ve ona uyanların
gönüllerinde fazla bir yumuşaklık ve merhamet yarattık;
ve râhipliği, onlara biz farzetmediysek de onlar ancak
Allah rızâsını kazanmak için icât ettiler, derken onun
hakkına da gereği gibi riâyet edemediler, derken
onlardan inananlara, mükâfatlarını verdik ve onların
çoğuysa buyruktan çıkmış olanlardır.
28- Ey inananlar, çekinin
Allah'tan ve inanın Peygamberine de size rahmetinden iki
pay versin ve size bir nur halketsin ki onunla doğru
yolu bulun ve sizi yarlıgasın, suçlarınızı örtsün ve
Allah, suçları örter, rahîmdir.
29- Ve bunlar da, kitap ehlinin,
şunu bilmeleri için bildirilmiştir: Onlar, Allah'ın
lütuf ve ihsânından hiçbir şeyi menedemezler ve lütuf ve
ihsân, Allah'ın elindedir, dilediğine verir ve Allah,
pek büyük bir lütuf ve ihsân sâhibidir.
58- MÜCÂDELE SURESİ
(Atâ'ya göre ilk on âyeti
Medenîdir, alt tarafı Mekkîdir. Zayıf bir kavle göreyse
ilk on âyeti Mekkîdir, diğerleri Medenîdir. İlk âyette
bir kadının, Hz. Peygamber'e müracaatı anlatıldığından
çekişme anlamına gelen Mücâdele ismi verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gerçekten de Allah, seninle,
kocası hakkında çekişirken Allah'a şikâyette bulunan
kadının sözünü işitti ve Allah sizin konuşmanızı
duyuyordu; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.
2- Sizden, karılarına zıhâr
yapanlar, bilsinler ki karıları, anaları değildir,
anaları, ancak onları doğuran kadınlardır ve şüphe yok
ki onlar, çirkin bir lâftır, ediyorlar ve yalan
söylüyorlar ve şüphe yok ki Allah, elbette
bağışlayıcıdır, suçları örter.320[1]
[1] Zıhâr, bir insanın,
karısına, senin sırtın anamın sırtı gibi demesi, yani
sen âdeta benim anamsın diyerek ondan uzaklaşmak,
ayrılmak istemesidir. Câhiliyye devrinde karısına bu
sözü söyleyen adam, onu boşamış sayılırdı ve bir daha da
alamazdı. Ensâr' dan Sâmit oğlu Evs, karısına bu sözü
söylemiş, sonra pişman olmuştu. Karısı Havle, Hz.
Peygambere gelmiş ya Resulallah demişti, kocam Samit
oğlu Evs, Beni aldı, gençtim, malım vardı, soyum vardı.
Şimdi kocaldım, malımı yedi, soyum sopum dağıldı. Derken
bana zıhar yaptı, fakat nadim oldu, tekrar birleşmemize
imkan var mı? Hz. Peygamber, sen ona haram oldun
demişti. Kadın, çocuklarım var, onu da seviyorum diye
sızlanmıştı. Hz. Peygamber, aynı sözü söyleyince,
yoksulluğumu, ihtiyacımı Allah'a arz ediyorum, halimden
ona şikayet ediyorum, Allah'ım, Peygamberinin dilinden
bir şey indir diye Tanrıya yalvarmaya koyulmuştu. Bu
Müslümanlıkta ilk Zıhardı. Bu sırada Ayişe başını
yıkıyordu. Kadına dönüp sözünü kısa kes dedi,
Resulullah'ın yüzünü görmüyor musun? Vahiy gelince Hz.
Peygamber terler, titrer, kendinden geçerdi. Tam o anda
da o hale gelmişti. Kendisine gelince kadına, kocanı
çağır bana dedi. Kadın çağırdı. Hz. Peygamber, ayetleri
okuduktan sonra bir kul azat edebilir misin dedi. Evs,
kul pahalı, bense yoksulum deyince peki dedi, iki ay,
bir teviye oruç tutabilir misin? Evs, imkanı yok dedi,
günde üç kere yemek yemezsem gözüm kararır bayılırım
ben. Altmış yoksulu doyurabilir misin dedi. Vallahi
yapamam dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ben de sana
on beş ölçek yardım edeyim dedi ve yardım etti. Evs
yoksulları doyurdu, karısıyla tekrar birleşti.
3- Ve karılarına zıhâr yapıp
sonra dediklerinden dönenler, karılarıyla temastan önce
bir kul azat etmelidirler; bu, size, onunla öğüt almanız
için bir emir ve Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de
haberdardır.
4- Kimin, buna gücü yetmezse
artık ona, birbiri ardınca tam iki ay oruç tutma var,
karı, koca, birbirlerine temâs etmeden önce; buna da
gücü yetmeyen kişiyeyse altmış yoksulu doyurmak düşer;
bu, Allah'a ve Peygamberine inanmanız içindir ve bunlar,
Allah'ın sınırlarıdır ve kâfirlereyse elemli bir azap
var.
5- Allah'ın ve Peygamberinin
emrine aykırı hareket edenler, aşağılık bir hâle gelir,
rüsvâ olurlar. Nitekim onlardan öncekiler de aşağılık
bir hâle geldiler ve rüsvâ oldular, halbuki gerçekten de
apaçık deliller indirmiştik ve kâfirlere, aşağılatıcı
bir azap var.
6- O gün, Allah, onların hepsini
de diriltip toplar da neler yaptılarsa haber verir
onlara; onlar, unutmuşlardır ama Allah bir-bir
hesaplamış, tespît etmiştir ve Allah, her şeye tanıktır.
7- Görmez misin ki Allah, şüphe
yok ki bilir ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde;
üç kişi gizli konuşmaz ki o, dördüncüleri olmasın ve beş
kişi yoktur ki altıncıları, o olmasın ve bundan daha az
ve daha çok olsalar da o, onlarla berâberdir nerede
olurlarsa, sonra da kıyâmet günü, ne yaptılarsa onlara
haber verir; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.
8- Bakmaz mısın gizli ve
fısıltıyla konuşmadan vazgeçmeleri emredilenlere,
sonradan gene vazgeçmeleri emredilen şeye dönerler ve
suça ve düşmanlığa
ve Peygambere isyâna âit şeyleri
gizlice konuşurlar ve senin yanına gelince de Allah'ın,
sana verdiği selâmdan başka bir tarzda selâm verirler
sana ve birbirlerine de şu söylediklerimiz yüzünden
derler, Allah'ın bizi azaplandırması gerekmez miydi?
Cehennem yeter onlara, oraya atılıp yanacaklardır ve
gerçekten de orası, dönülüp gidilecek ne de kötü
yerdir.321[2]
[2] Yahûdiler, Hz. Peygambere
"Es-Sâmu aleyk - ölüm sana" diye selâm verirlerdi. Hz.
Peygamber de "sana da" diye karşılık verirdi. Bu âyet,
buna işaret etmektedir.
9- Ey inananlar, gizli
konuşursanız suça ve düşmanlığa ve Peygambere karşı
isyâna dâir konuşmayın da hayra ve çekinmeye dâir
konuşup danışın ve çekinin o Allah'tan ki onun tapısında
toplanacaksınız.
10- O gizli konuşmalar,
inananları mahzûn etmek için ancak Şeytan'ın iğvâsıyla
meydana gelir ve halbuki Allah'ın izni olmadıkça onlara
hiçbir şey zarar vermez ve dayananlar, artık Allah'a
dayansınlar.
11- Ey inananlar, meclislerde,
size yer açın denince, yer açın artık, genişletin
meclisi de Allah da size genişlik versin ve kalkın,
şuraya geçin dendiği zaman kalkın, geçin; Allah da,
içinizden, gerçekten îmân edenleri de yükseltsin,
kendilerine bilgi verilenleri de derece-derece yüceltsin
ve Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de haberdardır.
12- Ey inananlar, Peygamberlere
gizlice konuşacağınız vakit, konuşmaya başlamadan bir
sadaka verin; bu, sizin için hem daha hayırlıdır, hem de
daha temiz; bulamazsanız artık Allah, suçları örter,
rahîmdir. 322[3]
[3] Bu âyetin hükmü. Zenginlere
aitti ve hükmü, bundan sonraki âyetle kaldırıldı.
13- Gizlice konuşmadan önce
sadakalar vermeden korktunuz mu? Mâdemki yapmadınız,
Allah da tövbe nasîp etti artık size ve kabûl etti
tövbenizi, şu halde namaz kılın ve zekât verin ve itâat
edin Allah'a ve Peygamberin'e ve Allah, ne yapıyorsanız
hepsinden de haberdardır.
14- Bakmaz mısın şunlara ki
Allah'ın gazap ettiği bir topluluğa dostluk ederler;
onlar, ne sizdendir, ne onlardan ve bilip dururken de
yalan yere yemin ederler.
15- Allah, onlara çetin bir azap
hazırlamıştır; gerçekten de ne kötü işler yapıyorlar.
16- Yeminlerini bir kalkan
edinmedeler de halkı Allah yolunda menetmedeler,
onlaradır artık aşağılatıcı bir azap.
17- Onları, malları ve
evlâtları, hiçbir sûretle ve kesin olarak Allah'tan
kurtaramaz, onlardır cehennem ehli, orada ebedîdir
onlar.
18- Allah'ın, onların hepsini
diriltip topladığı gün, size yemin ettikleri gibi ona da
yemin ederler ve sanırlar ki bir şey yapıyorlar
gerçekten de; bilin ki şüphe yok, yalancılardır onlar.
19- Şeytan, üstlerine
saldırmıştır, üst olmuştur da onlara Allah'ı anmayı
unutturmuştur; onlardır Şeytan'ın fırkası; bilin ki
şüphe yok, Şeytan'ın fırkası, ziyan edenlerin ta
kendisidir.
20- Allah'ın ve Peygamberinin
sınırlarına uymayanlar ve karşı gelenler yok mu,
onlardır en aşağılık kişilerin içinde bulunanlar.
21- Allah yazdı, takdîr etti ki
andolsun, ben ve peygamberlerim üstün geleceğiz; şüphe
yok ki Allah pek kuvvetlidir, üstündür.
22- Allah'a ve âhiret gününe
inanan bir topluluğu, Allah'ın ve Peygamberinin
sınırlarına aykırı hareket edip onlara karşı gelen
birisini sever bulamazsın ve isterse onlar, babaları,
yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da
aşîretlerinden olsun; onlar, öyle kişilerdir ki Allah,
gönüllerine îman nasîp ve mukadder etmiştir ve onları,
kendinden bir ruhla, îmanla kuvvetlendirmiştir ve
onları, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar,
orada ebedî olarak kalırlar; râzı olmuştur Allah
onlardan ve râzı olmuşlardır onlar da ondan; onlardır
Allah fırkası; bilin ki şüphe yok, Allah fırkası,
kurtulanların, murâdına erenlerin ta kendisidir.323[4]
[4] Ruh, imandır. Kur’ân ve
Cebrail diyenler de olmuştur.
59- HAŞR SURESİ
(2. âyette "haşr" sözü geçtiği
için bu isim verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh eder Allah'ı ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve
hikmet sâhibi.
2- Öyle bir mâbuttur ki kitap
ehlinden kâfir olanları, ilk defa toplanmaları için
ülkelerinden çıkardı; siz, onların çıkacaklarını hiç
sanmazdınız, onlar da şüphesiz ki kaleleri, kendilerini
Allah'tan korur sanırlardı. Derken Allah, onların
hesaplamadıkları yerden gelip çattı da yüreklerine
dehşetli bir korku düşürdü, evlerini, kendi elleriyle ve
inananların elleriyle yıkmadalar, artık ibret alın ey
can gözü açık olanlar.324[1]
[1] Uhud savaşından altı ay
sonra Medine'de oturan Nadıroğulları, müşriklerle
gizlice birlik oldukları için Medine'den sürüldüler,
buna işarettir.
3- Ve eğer Allah, onlara sürgünü
takdîr etmemiş olsaydı elbette onları dünyâda
azaplandırırdı; ve onlara, âhirette de ateşle azap var.
4- Bu da, onların, şüphe yok ki
Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerindendir ve kim
Allah'a karşı gelirse bilsin ki artık Allah, pek çetin
azâp eder.
5- Güzelim hurmalardan
kestikleriniz de, kesmeyip öyle boy atmış bir halde
bıraktıklarınız da Allah'ın izniyledir gerçekten ve bu
da, buyruktan çıkanları hor-hakir bir hâle getirmesi
içindir.
6- Ve Allah'ın, onların
mallarından, Peygamberine verdiği şeyler için siz,
gerçekten de ne deve sürdünüz, ne at oynattınız ve fakat
Allah, peygamberlerini, dilediği kimselerin üstüne atıp
üstün eder ve Allah'ın, her şeye gücü yeter.
7- Allah'ın, fethedilen köylerin
mallarından Peygamberine verdiği ganîmetler artık
Allah'ındır ve Peygamberin ve yakınların ve yetimlerin
ve yoksulların ve yolda kalmışların; bu da, o malın,
sizin içinizdeki zenginlerin ellerinde devreden bir mal,
bir sermâye olmaması içindir ve Peygamber, size ne
verirse alın onu ve neden vazgeçmenizi emrederse
vazgeçin ondan ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki
Allah'ın azâbı çetindir. 325[2]
[2] Nadiroğullarından alınan
ganîmet. Bu ganîmet, muhacirlere verilmiş, ensârdan
yalnız üç kişiye pay ayrılmıştı.
8- O mallar, yurtlarından
göçenlerin yoksullarına âittir; onlar, ülkelerinden
çıkarılmışlar, mallarından ayrılmışlar, Allah'tan ancak
bir lütuf ve râzılık dileyegelmişlerdir ve Allah'a ve
Peygamberine yardım etmişlerdir; on-lardır gerçeklerin
ta kendileri.
9- Ve onların göçmesinden önce
yurtlarını hazırlayıp orasını bir îman konağı haline
getirenlere ve yurtlarına göçenleri sevenlere ve onlara
verilen şeylere karşı gönüllerinde bir ihtiyaç, bir
istek duymayanlara ve ihtiyaçları bile olsa onları
kendilerinden üstün tutanlara gelince: Ve kim, nefsinin
hırsından, kıskançlık ve nekesliğinden geçerse gerçekten
de o çeşit kimselerdir kurtulanların, muratlarına
erenlerin ta kendileri. 326[3]
[3] İman konağı haline gelen yer
Medine'dir
10- Ve onlardan sonra gelenler
de Rabbimiz derler, suçlarımızı ört bizim ve bizden önce
inanan kardeşlerimize ve inananlara karşı gönlümüze bir
kin, bir haset verme; Rabbimiz, şüphe yok ki sen
esirgeyicisin, rahîmsin.
11- Bakmaz mısın münâfık
olanlara, kitap ehlinden kâfir olan kardeşlerine,
andolsun ki derler, siz yurdunuzdan çıkarılırsanız biz
de mutlaka sizinle berâber çıkarız ve aleyhinizde itâat
etmeyiz hiç kimseye ebedîyen ve eğer sizinle
savaşırlarsa elbette size yardım ederiz ve Allah,
tanıklık eder ki onlar, şüphe yok, yalancılardır elbet.
12- Ve andolsun ki
çıkarılırlarsa yurtlarından onlarla berâber çıkmazlar ve
andolsun ki savaşılırsa onlarla, yardım etmezler onlara
ve andolsun ki yardım etseler bile artlarını dönüp
kaçarlar mutlaka, sonra da onlara hiçbir kimse yardım
etmez.
13- Mutlaka gönüllerinde,
Allah'tan ziyâde sizin korkunuz vardır, bu da, şüphe yok
ki anlamayan bir topluluk olmalarındandır.
14- Onların, hepsi birden
sizinle savaşmazlar, ancak müstahkem yerlerde, yahut da
surların ardında çarpışırlar; onların gücü kuvveti,
aralarında çetindir, onları bir topluluk sanırsın ama
gönülleri dağınıktır, ayrı-ayrıdır; bu da akıl etmez bir
topluluk olmalarındandır.
15- Onlar, kendilerinden az önce
gelip de yaptıkları işin vebâlini tatmış olanlara
benzerler ve onlara elemli bir azap var.
16- Şeytan gibi, hani insana,
kâfir ol der de insan kâfir oldu muydu, şüphe yok ki
der, ben senden tamâmıyla uzağım, şüphe yok ki ben,
âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım.
17- Derken ikisinin de sonları
şu olur: Şüphe yok ki ikisi de, ebedî kalmak üzere ateşe
girerler ve budur zulmedenlerin cezâsı.
18- Ey inananlar, sakının
Allah'tan ve herkes, yarın için ne hazırladı, ona baksın
ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah, ne
yapıyorsanız hepsinden haberdar.
19- Ve o kişilere benzemeyin ki
Allah'ı unutmuşlar da o da, kendilerini unutturmuştur
onlara; onlardır, buyruktan çıkanların ta kendileri.
20- Bir değildir cehennem ehli
ve cennet ehli; cennet ehlidir kurtulup üst olanların,
kutluluğa erip muratlarını bulanların ta kendileri.
21- Bu Kur'ân'ı, bir dağın
üstüne indirseydik elbette görürdün ki dağ, Allah
korkusundan eğilip çatlamış, paramparça olmuş ve işte
insanlara bu örnekleri, düşünsünler diye getirmedeyiz.
22- O, bir Allah'tır ki yoktur
ondan başka tapacak; gizliyi de bilir, görüneni de, odur
rahman ve rahîm.
23- O, bir Allah'tır ki yoktur
ondan başka tapacak; her şeye sâhiptir, ayıplardan ve
noksanlardan arıdır, kullarını esenliğe erdirir ve kendi
esendir, kullarına zulmetmez ve onları emniyete
ulaştırır, her şeyi görüp gözetir, üstündür,
saltanatında mutlaktır ve iradesini geçirir de sınıkları
onarır ve eksikleri tamamlar, ululuk ıssıdır ve ulu
sıfatlara lâyıktır; münezzehtir, yücedir Allah, şirk
koşanların şirk koştukları şeylerden.
24- O Allah, yaratandır, vâredip
olgunlaştırandır, sûret verendir, onundur bütün güzel
adlar; tenzîh eder onu ne varsa göklerde ve ne varsa
yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve hikmet sâhibi.
60- MÜMTEHİNE SURESİ
(10. âyettinde yurtlarından
göçüp gelen inanmış kadınların sınanmaları emredildiği
cihetle bu adı almıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey inananlar, düşmanlarımı ve
düşmanlarınızı dost edinip onları sevmeyin, onlara haber
yolluyorsunuz ama onlar, size gerçek olarak gelen şeye
kâfir olmuşlardır da Peygamberi ve sizi, Rabbiniz
Allah'a inanıyorsunuz diye yurdunuzdan çıkarıyorlar;
benim yolumda savaşmak ve râzılığımı arayıp elde etmek
için yurdunuzdan çıktıysanız, bu, böyle; siz, onlara
sevgiyle sır veriyorsunuz ve bense sizin gizlediğiniz
şeyi de daha iyi bilirim, açığa vurduğunuz şeyi de ve
sizden kim bu işi yaparsa gerçekten de düz ve doğru
yoldan sapmış, yolunu kaybetmiş gitmiştir.327[1]
[1] Sır verme işini yapan
"Ebu-Beltea oğlu Hâtıb'dır. Ebu Amr-ın cariyesi Sâre,
Mekke'den Medine'ye gelmişti. Hz. Peygamber, ona,
Müslüman olarak mı geldin diye sordu. Hayır dedi,
ihtiyac içindeyim, onun için geldim Hz. Peygamber,
Abdülmuttalip oğullarına gönderdi. Doyurdular.
Giydirdiler. Hz. Muhammed (s.a.a), bu sırada Mekke fethi
için hazırlık yapıyordu. Hatıb, bunu Mekkelilere bunu
Mekkelilere bildirmek için bir mektup yazdı, kadına on
dinarla bu mektubu verip gönderdi. Hz. Muhammed (s.a.a),
bunu haber alınca Ali'yi, Ammar'ı, yahut Amr'ı,
Zübeyr'i, Talha'yı, Mıkdad'ı ve Ebu-Nersed'ı kadının
ardından gönderdi. Kadını yakaladılar, mektubu sordular,
inkar etti. Ali, kılıçla tehdit edince saçlarının
arasından mektubu çıkarıp verdi. Kadını bıraktılar,
mektubu Hz. Peygamber’e getirdiler. Hz. Peygamber
mektubu Hatıb'a gösterince Hatıb Mekke'deki ayalimi
kurtarmak için yaptım diyerek özür diledi ve affolundu.
2- Size üst olurlar da ele
geçirirlerse düşman olurlar size ve ellerini ve
dillerini, kötülükle uzatırlar size ve onlar isterler ki
siz kâfir olasınız.
3- Kıyâmet gününde yakınlarınız
da kesin olarak bir fayda veremez size, evlâtlarınız da,
aranızı ayırır ve Allah, ne yapıyorsanız hepsini de
görür.
4- Gerçekten de İbrâhim'de ve
onunla berâber bulunanlarda güzel bir örnek var size;
hani kavimlerine demişlerdi ki: Şüphe yok ki biz, sizden
ve Allah'tan başka kulluk ettiklerinizden tamâmıyla
uzağız, inkâr ettik sizi ve aramızla aranızda, bir
Allah'a siz de inanıncaya dek ebedî bir düşmanlık ve
nefret belirmiştir; ancak İbrâhim'in, atasına, elbette
senin için yarlıganma dileyeceğim ve fakat Allah'tan
sana gelecek hiçbirşeyi de menedemem sözü başka;
Rabbimiz, sana dayandık ve sana yöneldik ve dönüp
geleceğimiz yer de senin tapın.
5- Rabbimiz, bizi kâfirlere
sınanma konusu yapma ve suçlarımızı ört Rabbimiz, şüphe
yok ki sen üstünsün, hüküm ve hikmet sâhibisin.
6- Andolsun ki onlarda, size,
Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara, güzel bir
örnek var ve kim, yüz çevirirse bilsin ki Allah, şüphe
yok ki müstağnîdir, hamde lâyık olan odur.
7- Umulur ki Allah, sizinle,
düşmanlık ettiklerinizin arasına yakında bir sevgi de
verir ve Allah'ın gücü yeter ve Allah, suçları örter,
rahîmdir.
8- Allah, din husûsunda sizinle
savaşmayan ve sizi, ülkenizden çıkarmayanlara iyilik
etmenizi, onlara karşı insafla, adâletle muâmelede
bulunma-nızı nehyetmez; şüphe yok ki Allah, adâletle
muâmele edenleri sever.
9- Allah, ancak din uğrunda
sizinle savaşanlara ve sizi ülkenizden çıkaranlara ve
çıkmanız için onlara yardımda bulunanlara dost olmanızı
nehy etmektedir ve kimler, onları severse onlardır
gerçekten de zâlimlerin ta kendileri.
10- Ey inananlar, size,
yurtlarından göçmüş olan îman sâhibi kadınlar geldi mi
onları sınayın artık, Allah, onların inançlarını daha
iyi bilir; siz de onların inanmış olduklarını bilince
onları gerisin-geriye kâfirlere göndermeyin; ne onlar,
kâfirlere helâldir, ne kâfirler, onlara helâl ve onlara,
kocalarının vereceği nikâh parasını verin ve nikâh
paralarını verdikten sonra onları, kendinize
nikâhlamanızda da bir vebal yoktur size; kâfir
kadınlarıysa nikâhlamayın, nikâhınızın altında tutmayın
onları ve sarfettiklerinizi isteyin ve kâfirler de, size
gelen inanmış kadınlara sarfettiklerini istesinler; işte
budur size Allah'ın hükmü, o hükmeder aranızda ve Allah,
her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
11- Ve eşlerinizin nikâh
paralarından bir miktârı, onlar gider de, elinizden
çıkarsa nöbet size gelince, kâfir kadınlarından inanıp
size göçen bulununca eşleri gitmiş olanlara, ettikleri
masraf kadar para verin ve çekinin o Allah'tan ki siz,
ona inanmışsınız.
12- Ey Peygamber, inanmış
kadınlar, hiçbir şeyi Allah'a ortak kabûl etmeyip şirk
koşmamak ve hırsızlık etmemek ve zinâda bulunmamak ve
çocuklarını öldürmemek ve kendi çocuklarından başkasını
eşlerine, ben doğurdum diye tanıtıp iftirâ etmemek ve
sana, meşrû ve güzel işlerde karşı gelmemek üzere
bîatlaşmaya geldikleri zaman bîatlaş onlarla ve onlar
için Allah'tan yarlıgan-ma dile; şüphe yok ki Allah,
suçları örter, rahîmdir.
13- Ey inananlar, Allah'ın
gazabına uğrattığı toplulukla dostluk etmeyin; gerçekten
de onlar, âhiretten, tamâmıyla ümitlerini kesmişler,
nitekim kâfirler de, kabirlerdekilerden tamâmıyla ümit
kesmişlerdir.
61- SAF SURESİ
(4. âyette, saf olarak
savaşanlar övüldüğü için Saf sûresi dendiği gibi 6.
âyette İsa Peygamberin Hz. Muhammed (s.a.a)'i
müjdelediği ve son âyet olan 13. âyette Havariyyûndan
bahsedildiği için İsa ve Havariyyûn sûresi de denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh eder Allah'ı, ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve odur üstün, hüküm ve
hikmet sâhibi.
2- Ey inananlar, ne diye
yapmayacağınız şeyi söylersiniz?
3- Allah katında en nefret
edilen şey, yapmayacağınız şeyi söylemenizdir.
4- Şüphe yok ki Allah, kendi
yolunda, yan-yana, kurşunla kenetlenip kurulmuş bir
duvar gibi saf kurarak savaşanları sever.
5- Ve an o zamânı ki hani Mûsâ,
kavmine, ey kavmim demişti, ne diye beni incitirsiniz ve
gerçekten de bilirsiniz ki ben, şüphe yok ki Allah'ın
gönderdiği peygamberim size; derken onlar, eğrilince
Allah da gönüllerini gerçekten bâtıla meylettirdi ve
Allah, buyruktan çıkan topluluğu doğru yola sevketmez.
6- Ve an o zamân ki hani Meryem
oğlu İsâ, ey İsrailoğulları demişti, şüphe yok ki ben,
size, elimdeki Tevrât'ı gerçekleyen ve benden sonra
gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen
Allah elçisiyim; fakat o, onlara, apaçık delillerle
gelince bu dediler, apaçık bir büyü. 328[1]
[1] Ahmed, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in bir adıdır. "Benim adlarım vardır. Ben
Ahmed'im, Muhammed' im Mâhi'yim, Tanrı benimle küfrü
mahveder. Hâşir'im, Tanrı halkı benim yanımda haşreder.
Akıb' ım, peygamberlerin sonuncusuyum, benden sonra
peygamber yoktur dedikleri rivâyet edilmiştir (al-Câmı,
1, 81).
7- Ve Müslümanlığa çağrıldığı
halde yalan yere Allah'a iftirâ edenden daha zâlim
kimdir ki? Ve Allah, zâlim topluluğu doğru yola
sevketmez.
8- Allah nûrunu, ağızlarıyla
üfleyip söndürmek isterler ve Allah'sa nûrunu
tamamlayacak, kuvvetlendirecektir ve isterse kâfirlerin
zoruna gitsin, istemesinler.
9- O, bir mâbuttur ki
Peygamberini, müşrikleri istemese de dini, bütün dinlere
üst olsun diye doğru yolla ve gerçek dinle göndermiştir.
10- Ey inananlar, size bir
alış-veriş haber vereyim mi ki elemli azaptan kurtarsın
sizi.
11- İnanırsanız Allah'a ve
Peygamberine ve savaşırsanız Allah yolunda mallarınızla,
canlarınızla; işte bu, bilseniz, size daha da
hayırlıdır.
12- Suçlarınızı örter ve sizi,
kıyılarından ırmaklar akan cennetlere ve ebedî Adn
cennetlerinde tertemiz evlere sokar; bu, pek büyük bir
kurtuluş, kutluluk ve murâda eriştir.
13- Ve başka bir şey daha var ki
seversiniz: Yardım ve zafer Allah'tan ve pek yakın bir
fetih; ve müjdele inananları.
14- Ey inananlar, Allah'ın
yardımcıları olun, nitekim Meryem oğlu İsâ da
Havâriyyûn'a, Allah yolunda yardımcılarım kimdir
demişti, Havâriyyûn, biziz Allah'ın yardımcıları
demişlerdi; derken İsrailoğullarından bir bölük
inanmıştı, bir bölük de kâfir olmuştu; derken biz,
inananları, düşmanlarına karşı kuvvetlendirmiştik de üst
gelmişlerdi.
62- CUMUA SURESİ
(9. âyetten itibaren cuma
namazından bahsedildiği için bu ad verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh eder ne varsa göklerde
ve ne varsa yeryüzünde; her şeye sâhip ve mutasarrıf
olan, ayıplardan ve noksanlardan arı bulunan üstün,
hüküm ve hikmet sâhibi Allah'ı.
2- O, bir mâbuttur ki Mekkeliler
içinden, kendi cinslerinden bir peygamber göndermiştir;
onlara âyetlerini okumaktadır ve onları tertemiz bir
hale getirmektedir ve onlara kitabı ve şerîatlerin
hikmetlerini öğretmektedir ve bundan önce onlar, elbette
apaçık bir sapıklık içindeydiler. 329[1]
[1] Âyette "Ümmiyyîn" kelimesi
geçer. Ümmi, okuma yazma bilmeyen demektir. Ümmiler de
okuma yazma bilmeyenlerdir. Ancak 6. sûrenin 92.
âyetiyle 42. sûrenin 7. âyetinde Mekke, şehirlerin aslı,
temeli anlamına gelen "Ümm-ül-Kurâ" diye anılmış
olduğundan "Ümmi, Ümmiler", Mekkeli ve Mekkeliler
anlamına da gelir. İlk anlama göreyse Araplar mânasını
ifade eder. Bu, Mücâhid ve Katâde'den rivâyet
edilmiştir.
3- Ve onlardan başkalarına ki
henüz onlara katılmamışlardır ve odur üstün olan hüküm
ve hikmet sâhibi. 330[2]
[2] "Onlardan başkaları", Arap
olmayanlardır. Bunlar kimlerdir diye sorulunca Hz.
Muhammed (s.a.a), elini Selmân-ı Fârisi'nin omuzuna
koymuş ve iman, Ülker yıldızında olsaydı bunlardan gelen
erler gene uzanırlar, onu alırlardı buyurmuştur
(al-Tecrid, 2, Kitâbu Tefsir-il-Kur’ân, 118).
4- Bu, Allah'ın lütufudur,
ihsânıdır, dilediğine verir onu ve Allah, pek büyük bir
lütuf ve ihsân sâhibidir.
5- Kendilerine Tevrat
yüklenenler, sonra da onunla amel etmeyenler, eşşeğe
benzerler ki koca-koca kitaplar taşımada; Allah'ın
delillerini yalanlayan topluluğa getirilen örnek, ne de
kötü bir örnek ve Allah, zâlim topluluğu doğru yola
sevketmez.
6- De ki: Ey Yahûdi olanlar,
eğer gerçekten de öbür insanlar hâriç, kendinizi,
Allah'ın dostları sanıyorsanız, sözünüz doğruysa isteyin
ölümü.
7- Ve ebedîyen istiyemezler onu,
elleriyle hazırladıkları şeyler yüzünden ve Allah,
zâlimleri bilir.
8- De ki: Gerçekten de ondan
kaçıp durduğunuz ölüm yok mu; hiç şüphe yok ki size
ulaşacaktır o da sonra gizliyi de, görüneni de bilen
mâbudun tapısına götürüleceksiniz, derken size, bütün
yaptıklarınızı haber verecek.
9- Ey inananlar cumâ günü namaz
için nidâ edilince size, hemen Allah'ı anmaya koşun ve
bırakın alış-verişi; bu, daha da hayırlıdır size
bilirseniz. 331[1]
[3] Namaz için edilen nidâ, cuma
günü, caminin içinde okunan ezandır. Cuma ezanı
okunduktan sonra cuma namazını kılmak üzere işi bırakmak
gerektir. Namazdan sonra alış veriş ve saire helâldir.
Hz. Muhammed (s.a.a), hutbe okurken dışarıya bir kervan
gelmiş, Sahâbe kervanı duyunca bırakıp dağılmıştı. Son
âyette bu olaya işaret edilmektedir.
10- Namazı kıldınız mı da artık
yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lûtfunu, ihsânını arayın
ve çok anın Allah'ı da kurtulup murâda erin.
11- Ve onlar, bir alış-veriş,
yahut eğlence görünce ona gidip dağıldılar ve seni
ayakta bıraktılar; de ki: Allah'ın katındaki daha da
hayırlıdır alış-verişten ve eğlenceden ve Allah, rızık
verenlerin en hayırlısıdır.
63- MUNÂFIKUUN SURESİ
(Münafıklardan bahsedildiği için
bu ad verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Münâfıklar, sana gelince,
tanıklık ederiz ki dediler, sen, şüphe yok, elbette
Allah'ın peygamberisin ve Allah bilir ki şüphe yok, sen,
onun peygamberisin ve Allah tanıklık eder ki şüphe yok,
münâfıklar, elbette yalancılardır.
2- Antlarını kalkan edinmişler
de halkı, Allah yolundan çıkarmışlardır; şüphe yok ki ne
de kötüdür bu yaptıkları şey.
3- Bu da, hiç şüphesiz,
inandıklarından, sonra kâfir olduklarındandır; derken
Allah, gönüllerini mühürlemiştir; gerçekten de onlar,
anlamayan bir topluluktur.
4- Ve onları gördün mü,
bedenleri hoşuna gider; ve konuşurlarsa sözlerini
dinlersin; sanki onlar, dayanmış kerestelerdir; her
bağrışı, kendi aleyhlerine sanırlar; onlar düşmandır,
artık sakın onlardan, Allah gebertsin onları, nelere de
kapılıyorlar. 332[2]
[2] Münafıkların başı Ubeyy oğlu
Abdullah'la arkadaşları, iriyarı adamlardı.
5- Ve onlara, gelin de Allah'ın
Peygamberi size yarlıganma dilesin denirse başlarını
sallarlar alay ederek ve görürsün ki ululuk satarak
dönüp gitmedeler.
6- Birdir onlara,
yarlıganmalarını dilesen de, yahut dilemesen de; Allah
kesin olarak yarlıgamaz onları; şüphe yok ki Allah,
buyruktan çıkmış topluluğu doğru yola sevketmez.
7- Onlar, öyle kişilerdir ki
Allah'ın Peygamberinin yanında olanlara bir şey vermeyin
de derler, sonunda dağılıp gitsinler ve Allah'ındır
hazîneleri göklerin ve yeryüzünün ve fakat münâfıklar,
anlamazlar.
8- Derler ki: Medîne'ye dönünce
andolsun ki üstün olan, elbette aşağılık kişiyi çıkarır
oradan ve Allah'ındır üstünlük ve Peygamberinin ve
inananların ve fakat münâfıklar, bilmezler. 333[3]
[3] Bu sözleri söyleyen Ubeyy
oğlu Abdullah'tır (al-Tecrid, 118).
9- Ey inananlar, sizi
alıkoymasın mallarınız ve evlâtlarınız, Allah'ı anmadan
ve kim, bunu yaparsa artık onlardır ziyana uğrıyanların
ta kendileri.
10- Ve birinize ölüm gelip
çatmadan ve derken o da Rabbim, beni yakın bir zamanadek
öldürmeyip bıraksaydın da ben de sadaka vermeye
çalışsaydım ve temiz kullardan olsaydım demeden önce
sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın.
11- Ve Allah, mukadder zamânı
geldi mi hiç kimseyi geri bırakmaz kesin olarak ve
Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de haberdardır.
64- TAGABUN SURESİ
(14. âyetten sonuna kadar
Medenîdir. 9. âyette aldananla aldatanın meydana
çıkacağı kıyamet gününden bahsedildiği cihetle sûreye bu
ad verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh eder Allah'ı, ne varsa
göklerde ve ne varsa yeryüzünde, onundur saltanat ve
tedbîr ve onadır hamd ve onun, her şeye gücü yeter.
2- O, öyle bir mâbuttur ki sizi
yaratmıştır da sizden kâfir olan da vardır, inanan da ve
Allah, ne yapıyorsanız görür.
3- Yaratmıştır gökleri ve
yeryüzünü gerçek olarak ve size sûret vermiştir ve
sûretinizi de en güzel bir tarzda meydana getirmiştir ve
sonunda da dönülüp gidilecek yer, onun tapısıdır.
4- Bilir ne varsa göklerde ve ne
varsa yeryüzünde ve bilir neyi gizlerseniz ve neyi açığa
vurursanız ve Allah, gönüllerde olanı da bilir.
5- Daha önce kâfir olanların
haberi gelmedi mi size? Yaptıkları işin vebâlini
tattılar ve onlara elemli bir azap var.
6- Bu da, peygamberlerinin,
apaçık delillerle onlara geldikleri halde onların, bir
insan mı bize doğru yolu gösterecek deyip de kâfir
olmalarından ve yüz çevirmelerindendir ve Allah da
onlardan müstağnî olduğunu göstermiştir ve Allah,
müstağnîdir ve hamde lâyık, odur.
7- Kâfir olanlar, sanırlar ki
öldükten sonra dirilmeyecekler kesin olarak; de ki: Evet
ve Rabbime andolsun ki elbette dirileceksiniz, sonra da
ne yaptıysanız size haber verilecek ve bu, Allah'a pek
kolaydır.
8- Artık inanın Allah'a ve
Peygamberine ve indirdiğimiz nûra ve Allah, ne
yapıyorsanız hepsinden de haberdardır.
9- O gün, sizi toplantı günü
için bir araya getirecektir ve bugün, aldananın,
aldatanın, kâr ve ziyan edenin meydana çıkacağı gündür
ve kim inanırsa Allah'a ve iyi işlerde bulunursa onun
kötülüklerini örter ve kıyılarından ırmaklar akan
cennetlere, ebedî kalmak üzere sokar onu; bu, pek büyük
bir kurtuluş, kutluluk ve murâda eriştir.334[1]
[1] Toplantı günü, kıyamet
günüdür.
10- Ve kâfir olan ve
delillerimizi yalanlayanlarsa cehennemliklerdir, ebedî
kalırlar orada ve orası, dönüp varılacak ne kötü yerdir.
11- Hiçbir felâket, Allah'ın
izni olmadıkça gelip çatmaz ve kim inanırsa Allah'a, o
da, onun gönlüne doğru yolu ilhâm eder ve Allah, her
şeyi bilir.
12- Ve itâat edin Allah'a ve
Peygambere; yüz çevirecek olursanız artık Peygamberimize
düşen vazife, ancak apaçık tebliğden ibârettir.
13- Bir Allah'tır ki yoktur
ondan başka tapacak ve artık Allah'a dayansın inananlar.
14- Ey inananlar, şüphe yok ki
eşlerinizin ve evlâtlarınızın bâzısı, düşmandır size,
artık sakının onlardan ve bağışlar ve yüzlerine vurmaz
ve suçlarını örterseniz artık bilin ki Allah, suçları
örter, rahîmdir.335[2]
[2] Hicrette ayalleri, evlâtları
yüzünden gecikenler hakkında vahyedildiği rivâyet
edilmiştir.
15- Mallarınız ve evlâtlarınız,
bir sınamadır size ancak ve Allah katındaysa pek büyük
bir mükâfat var.
16- Artık çekinin Allah'tan
gücünüz yettiği kadar ve dinleyin ve itâat edin ve
mallarınızı harcayın hayır yolunda, sizin için
hayırlıdır ve kimler, nefsinin hırsından, nekesliğinden
korunursa artık onlardır kurtulanların, muratlarına
erenlerin ta kendileri.
17- Eğer Allah'a güzel bir
tarzda borç verirseniz o, verdiğinizi kat-kat arttırır
size ve suçlarınızı örter ve Allah, iyilik edenlere
fazlasıyla mükâfat verir, azaplandırmada da aceleci
değildir.
18- Gizliyi de bilir, görüneni
de, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
65- TALAK SURESİ
(Kısa Nisâ sûresi de denir.
Boşamaktan bahsettiği için boşamak anlamına gelen talâk
adı verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey Peygamber, kadınları
boşayacağınız zaman temiz oldukları vakit boşayın ve
müddetlerini sayın ve çekinin Rabbiniz Allah'tan;
çıkarmayın onları evlerinden ve onlar da çıkmasınlar,
ancak apaçık bir çirkin harekette bulunurlarsa o başka
ve işte bunlardır Allah'ın sınırları ve kim Allah'ın
sınırlarını aşarsa gerçekten de kendisine zulmeder;
bilmezsin, belki de Allah, bundan sonra bir iş
çıkarıverir. 336[1]
[1] Müddet, üç hayız zamanıdır.
Evlerden maksat kendi evleridir.
2- Müddetlerini tamamlayınca da
onları güzellikle alın, yahut da güzellikle ayrılın
onlardan ve sizden iki tâne adâlet sâhibi tanığı
bulundurun da tanıklık etsinler ve tanıklığı da Allah
için doğru yapın; işte Allah'a ve âhiret gününe inanana
böylece öğüt verilmededir; ve kim, çekinirse Allah'tan,
ona sıkıntıdan bir kurtuluş vesîlesi yaratır.
3- Ve onu, hesaplamadığı yerden
rızıklandırır ve kim Allah'a dayanırsa o, yeter ona;
şüphe yok ki Allah, yapacağı işi yerine getirir,
gerçekten de Allah, her şeye bir ölçü, bir miktar tâyîn
etmiştir.
4- Kadınlarınızdan âdetten
kesilmişlerin, kesilip kesilmedikleri hakkında şüpheye
düşerseniz müddetleri, üç aydır ve âdet görmeyenlerin de
böyle ve gebe olanların müddeti, çocuklarını doğuruncaya
dek ve kim çekinirse Allah'tan, onun işine bir kolaylık
verir o.
5- Budur Allah'ın emri ki size
indirmiştir onu ve kim, çekinirse Allah'tan, onun
kötülüklerini örter ve mükâfâtını büyültür.
6- Onları, gücünüz yeterse
oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun ve onları
sıkıştırarak zararlandırmayın ve gebeyseler doğuruncaya
dek doyurun onları ve çocuklarınızı emziriyorlarsa da
artık ücretlerini verin ve karı-koca; güzelce danışıp
görüşerek yapın bu işleri ve bir güçlük çıkarsa çocuğu
başka bir kadın emzirir artık.
7- Vakti-hâli yerinde ve eli
geniş olan, vaktine-hâline göre nafaka versin ve rızkı
dar olana gelince, Allah, kendisine ne verirse onun bir
kısmını nafaka olarak versin; Allah, hiç kimseye, kendi
verdiği miktardan daha fazla bir şey teklif etmez;
Allah, güçlükten sonra bir kolaylık verecektir.
8- Nice şehirler var ki halkı,
Rablerinin ve onun peygamberlerinin emirlerine karşı
gelmiştir de onları, çetin bir sûrette hesâba
çekmişizdir ve onları helâk ederek azaplandırmışızdır.
9- Derken yaptıklarının vebâlini
tatmışlardır da işlerinin sonu, ziyan olup gitmiştir.
10- Allah onlara çetin bir azap
da hazırlamıştır, artık çekinin Allah'tan ey aklı
başında olanlar; ey îmân edenler, andolsun ki Allah,
size bir öğüt olan Kur'ân'ı indirmiştir.337[2]
[2] Âyetteki zikr, Kur’ân'dır.
Hz. Peygamberdir de denmiştir.
11- Peygamberi de göndermiştir
ki size Allah'ın apaçık âyetlerini okumadadır inananları
ve iyi işlerde bulunanları karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak için ve kim, Allah'a inanır ve iyi işlerde
bulunursa onu, ebedî kalmak üzere, kıyılarından ırmaklar
akan cennetlere koyar, gerçekten de Allah, ona en güzel
bir rızık verir.
12- Bir Allah'tır ki yaratmıştır
yedi göğü ve yeryüzünü de onun misli olarak yedi kat
halketmiştir; bunların arasında, emri, inip durmadadır
Allah'ın, şüphesiz, her şeye gücü yettiğini bilmeniz ve
şüphe yok ki Allah'ın bilgisinin, gerçekten de her şeyi
kavradığını, kuşattığını anlamanız için.
66- TAHRÎM SURESİ
(Haram etmek anlamına gelir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey Peygamber, eşlerinin
râzılığını arayarak ne diye Allah'ın sana helâl ettiğini
kendine harâm etmedesin ve Allah, suçları örter,
rahîmdir. 338[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a),
zevcelerinden Cahş kızı Zeyneb'in evine gitmiş, orada
bal şerbeti içmişti. Biraz fazla eğlendiğinden Ayişe
kıskandı, Hafsa'yla da görüşerek bir karara vardı. Hz.
Peygamber, her ikisinin yanına gittiği zaman, ya
Resulullah, ağzından arkat ağacının kokusu geliyor
demişlerdi. Hz. Peygamber, bu kokuyu Hz. Peygamber, bu
kokuyu hiç sevmezdi. Bal şerbeti içtiğini söyleyince arı
demişlerdi, mutlaka bu ağaçtan bal almış. Bunun üzerine
Hz. Peygamber, bir daha bal şerbeti içmeyeceğini
söylemişti. Aynı zamanda Hafsa'ya, bunu söylememesini
emretmişti, fakat o, dayanamamış bunu yaymıştı
(al-Tecrid, Kitabu Tefsir-il-Kur’an, 2. 119). Mariye
adlı cariyesine, Hafsa'nın evinde yaklaşmış, Hafsa buna
gücenmiş, Hz. Peygamber, bunun üzerine bir daha
Mariye'ye yaklaşmayacağını, fakat bunu kimseye
söylememesini buyurmuş, fakat Hafsa, Ayişe'ye söylemişti
diyenler de vardır (Mecma, 2, 514-515).
2- Gerçekten de Allah, kefâretle
yeminlerinizi bozmanızı, size meşrû etmiştir ve
Allah'tır yardımcınız ve odur bilen ve rahîm olan.
3- Ve hani Peygamber, eşlerinden
birine gizli bir şey söylemişti de o, bu sözü, başkasına
haber verince ve Allah da bunu, Peygambere açınca
Peygamber, bu olayın bir kısmını söylemiş, bir
kısmındansa vazgeçmiş, söylememişti. Peygamber, bunu
eşine haber verince o, kim haber verdi bunu sana
demişti, o da demişti ki: Her şeyi bilen haber verdi
bana, her şeyden haberdar olan.
4- İkiniz de tövbe ederseniz
Allah'a; çünkü gerçekten de gönülleriniz suça
meyletmiştir; ve fakat Peygamberin aleyhine, birbirinize
arka verirseniz artık o Allah'tır onun yardımcısı ve
Cibrîl'dir ve inananların en temizi ve melekler de
bunlardan sonra ona arkadır, yardımcıdır. 339[2]
[2] İnananların en temizi, iki
zevcesinin babaları Ebû-Bekr ve Ömer'dir (Celâleyn,
Hâzin). Bir kavle göreyse inanan herkestir (Beyzavi,
Medarik). Dahhak, müminlerin hayırlısı Katade'yse
peygamberlerdir demiş, Zeccac, ayetteki temiz anlamına
gelen "Salih" kelimesi ceme delalet eder, bütün
inananlara şamildir hükmüne varmıştır. Mücahid, Kitabu
Şevahid-it-Tenzil, Sedr-i Sayrafı vasıtasıyla İmam
Muhammed-ül-Bakır (a.s)'dan rivayet ederek inananların
en temizinden maksat, Hz. Ali (a.s)'dir der (Mecma, 2,
515-516).
5- Umulur ki sizi boşarsa Rabbi
ona, sizin yerinize sizden de hayırlı Müslüman, inanmış
itâatli, tövbekâr, ibâdette bulunan, ömrünü itâatle
geçiren dul ve kız eşler verir.
6- Ey inananlar, koruyun
kendinizi ve ailenizi o ateşten ki yakacağı şeyler,
insanlardır ve kibrit taşlarıyla da harâreti ve alevi
çoğalıp durur, kalpleri katı ve kuvvetli melekler de ona
memûrdur ki Allah ne emrettiyse isyân etmezler ve
emredildikleri şeyi işlerler.
7- Ey kâfir olanlar, bugün özür
getirmeyin; ancak ne yaptıysanız onun karşılığıyla
cezâlanacaksınız.
8- Ey inananlar, tövbe edin
Allah'a hâlis bir tövbeyle; umulur ki Rabbiniz;
kötülüklerinizi örter ve sizi, kıyılarından ırmaklar
akan cennetlere sokar, o gün Allah, Peygamberi ve
inananlardan onunla berâber bulunanları horlamaz,
nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar, parlar da
Rabbimiz derler, nûrumuzu tamamla, kuvvetlendir bize ve
ört suçlarımızı bizim, şüphe yok ki senin, her şeye
gücün yeter.
9- Ey Peygamber, savaş
kâfirlerle ve münâfıklarla ve sert davran onlara ve
yurtları cehennemdir onların ve orası, dönülüp gidilecek
ne kötü yerdir.
10- Allah, kâfir olanlara,
Nûh'un karısıyla ve Lût'un karısıyla örnek getirmededir;
ikisi de, temiz kullarımızdan ikisinin nikâh altındaydı,
derken onlara karşı hâinlikte bulundular da o iki temiz
kul, hiçbir sûretle onları kurtaramadı Allah'ın
cezâsından ve onlara girin denildi ateşe, girenlerle
berâber.
11- Ve gene Allah, inananlara,
Firavun'un karısını örnek getirmede; hani Rabbim
demişti, bana cennette bir ev kur ve beni kurtar
Firavun'dan ve yaptığı şeyden ve beni kurtar zâlim
topluluktan.
12- Ve İmran kızı Meryem'le
örnek getirmede ki o, ırzını korumuştu, derken biz, ona
rûhumuzdan üfürmüştük ve Rabbinin sözlerini ve
kitaplarını gerçekleştirmişti ve o, itâat edenlerdendi.
67- MÜLK SURESİ
(Okuyanı kabir azâbından
kurtaracağı hakkında bir hadis bulunduğu cihetle
sûret-ül-Münciyye diye de anılır. Tebâreke, Mânia,
Vâkıye de denmiştir ki hemen hepsi de azâbı meneden,
azaptan kurtaran anlamına gelir. Yalnız Tebâreke ve
Mülk, kutludur, şanı yücedir ve saltanat, tasarruf
anlamlarına gelir, sûrenin ilk âyetinde geçer.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Saltanat, tasarruf ve tedbîr,
elinde olan mâbûdun şanı yücedir, münezzehtir ve onun
her şeye gücü yeter.
2- Öyle bir mâbuttur ki
yaratmıştır ölümü ve dirimi, hanginiz daha güzel işte
bulunacak, sınamak için sizi ve odur üstün olan ve
suçları örten.
3- Öylesine ki birbiri üstünde
olarak yedi kat göğü yaratmıştır; rahmânın yaratışında
hiçbir uygunsuzluk, aykırılık göremezsin; artık çevir
gözünü de bak, görebilir misin bir yarık, bir çatlak?
4- Gene de gözünü çevir de bir
daha, bir daha bak; aradığını bulamaz da gözün, mahrum
bir halde sana döner ve yorgundur o, bitkindir.
5- Ve andolsun ki biz, en yakın
olan dünyâ göğünü ışıklarla bezedik ve onları,
Şeytanlara atılacak şeyler olarak halkettik ve
Şeytanlara, yakıp kavuran bir azaptır, hazırladık.
6- Ve Rablerine kâfir olanlara
cehennem azâbı var ve cehennem, dönülüp varılacak ne de
kötü yer.
7- Oraya atıldılar mı duyarlar
ki cehennem, kesik-kesik nefes almada ve coşup kaynıyor
o.
8- Neredeyse hışmından patlayıp
dağılacak; ona, her bölük atıldıkça muhâfız memûrları
onlara sorarlar: Size bir korkutucu gelmedi mi?
9- Evet derler, andolsun ki
geldi bize korkutucu da yalanladık onu ve Allah dedik,
hiçbir şeyi indirmemiştir; siz ancak, pek büyük bir
sapıklığa düşmüşsünüz.
10- Ve eğer derler, duysaydık,
yahut akıl etseydik yakıp kavuran cehennem ehli
olmazdık.
11- Derken suçlarını söylerler;
artık ırak olsun yakıp kavuran cehennemin ehli.
12- Şüphe yok ki görmedikleri
halde Rablerinden korkanlaradır yarlıganma ve pek büyük
bir mükâfat.
13- Ve sözünüzü gizli tutun,
yahut açığa vurun onu, şüphe yok ki o, gönüllerde olanı
bilir.
14- Hiç bilmez mi yaratan ve
odur kullarına lûtfeden ve her şeyden haberdar olan.
15- O, öyle bir mâbuttur ki
yeryüzünü, size karşı aşağı gönüllü, münkat ve sâkin bir
halde yaratmıştır, köşesinde, bucağında dolaşın artık ve
yiyin mâbûdunuzun rızkından ve dönüp gideceğiniz yer,
gene onun tapısıdır.
16- Kudreti ve emri, gökte
bulunan, yüce olan mâbûdun, sizi yerle berâber
batırmayacağından emin misiniz? O vakit görürsün ki o
sâkin yeryüzü, çalkanıp durmada, titreyip kıvranmada.
17- Yoksa kudreti ve emri; gökte
bulunan, yüce olan mâbûdun, size taşlar yağdıran bir
rüzgâr yollamayacağından emin misiniz? Derken yakında
bilirsiniz nasılmış benim korkutmam.
18- Ve andolsun ki onlardan
öncekiler de yalanlamışlardı, derken nasıl da gelip
çattı azâbım.
19- Görmezler mi üstlerinde uçan
kuşları? Kanatlarını açmada ve kapamada onlar, onları
gökte, ancak rahman tutmada, şüphe yok ki o, her şeyi
görür.
20- Yoksa sizi rahmandan
kurtaracak ordunuz mu var? Kâfirler, ancak bir aldanışa
dalmışlar.
21- Yoksa kimdir o ki mâbûdunuz,
rızkınızı kısarsa sizi rızıklandıracak? Hayır, onları,
azgınlık içinde, gerçekten tamâmıyla uzak bir halde inat
edip durmadalar.
22- Artık yüzüstü sürünerek
giden mi daha ziyâde doğru yolu bulur, yoksa doğru yolda
dümdüz giden mi?
23- O, öyle bir mâbuttur ki sizi
meydana getirmiştir ve sizin için kulak ve gözler ve
gönüller halketmiştir, ne de az şükredersiniz.
24- De ki: O, öylesine bir
mâbuttur ki sizi yaratmıştır yeryüzünde ve gene de
tapısında toplanacaksınız.
25- Ve derler ki: Bu vait, ne
vakit yerine gelecek doğru söylüyorsanız.
26- De ki: Bilgi, ancak Allah
katındadır ve ben, ancak apaçık bir korkutucuyum.
27- Azâbın yaklaştığını gördüler
mi kâfir olanların yüzleri kararır ve işte denir, bu,
isteyip durduğunuz şey.
28- De ki: Haber verin bana,
Allah beni ve benimle berâber olanları helâk etse, yahut
da bize acısa bile kim kurtaRabilir kâfirleri elemli
azaptan?
29- De ki: Odur rahman, ona
inandık ve ona dayandık; artık yakında bilirsiniz,
kimdir apaçık sapıklıkta.
30- De ki: Haber verin bana,
suyunuz, tamâmıyla batıp çekiliverse artık kimdir size
bir akarsu pınarı peydahlayacak?
68- KALEM SURESİ
(Kâlem sûresi de denir. Her iki
ad da sûrenin ilk âyetinden alınmadır. Hasen, İkrime ve
Atâ'ya göre Mekkîdir. İbn-i Abbas'a ve Katâde'ye göre
16. âyete kadar Mekkîdir, sonuna kadar Medenîdir elli
iki âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Nûn, andolsun kâleme ve
yazdıklarına. 340[1]
[1] Nûn, Tanrı adlarından bir
addır, sûrenin adıdır, rahman kelimesinin harflerinden
bir harftir, hokkadır, levihtir, cennette bir nehirdir,
balıktır diyenler olmuştur. Balıktır diyenler, 21.
sûrenin 27. ayetinde. Yunus Peygambere "Zün-nun Balık
sahibi" dendiğini delil tutmuşlardır. Kalemden maksat da
doğrudan doğruya kalem, yahut levha, olacakları yazan
keyfiyetini bilmediğimiz ilahi kalemdir demişlerdir
(al-Müfredat, s. 422-423, 531). Hukema mesleğini
benimseyenlerle Sufiler, kalem'e tafsil bilgisi de
demişlerdir. Onlarca harfler, etraflıca anlatışın
mazharlarıdır, hepsi de mücmel bir sûrette mürekkep
hokkasındadır. Fakat hokkada kaldıkça tafsil aleminde
zahir olamazlar. Fakat hokkadan, kalemle mürekkep alındı
da yazılmaya başlandı mı kağıtta zuhur ederler ve kalem,
onları, gayeye kadar yazar. Nitekim insanın maddesi olan
nutfe de insanın bütün sûretlerini mücmel olarak
toplamış olduğu halde insanın kalemiyle rahim levhine
intikal etmedikçe tafsil aleminde zuhur etmez; fakat
rahim levhine yazıldı mı insan sûreti, tafsil aleminde
zahir olur (Ta'rifat, al-Kalem maddesi, s. 75).
2- Sen, Rabbinin nîmeti
sâyesinde deli değilsin.
3- Ve sana, tükenmez, minnetsiz
bir mükâfat var.
4- Ve şüphe yok ki sen, pek
büyük bir ahlâka sâhipsin elbette.
5- Yakında sen de görürsün ve
onlar da görürler.
6- Deliliğe uğramış hanginiz?
7- Şüphe yok ki Rabbin, kendi
yolundan sapanı da daha iyi bilir ve o, doğru yolu
bulanları da daha iyi bilir.
8- Artık yalanlayanlara itâat
etme.
9- Onlara yumuşaklık göstermeni
arzularlar, öyle hareket etsen onlar da yumuşaklık
gösterirler.
10- Ve itâat etme çok yemin
edenlerin, reyinde isâbet bulunmayanların hiçbirine.
11- Ayıp arayan, kovucu ve söz
getirip götürücüyle.
12- Hayrı tamâmıyla meneden
haddini aşmış suçluya.
13- Ayrıca da çirkin ve kötü
huylu soysuza.
14- Mal-mülk ve evlât sâhibi
bile olsa. 341[2]
[2] Bu âyetler, Mugıyra oğlu
Velid hakkındadır.
15- Ona âyetlerimizi okuyunca
eskilere âit masallar dedi.
16- Büyüyüp bir hortuma dönen
burnuna, yakında bir damga vururuz.
17- Ve biz, onları açlıkla,
kıtlıkla sınarız, nitekim o bahçe sâhiplerini de
sınamıştık; hani, sabahleyin erkenden, bahçelerindeki
mahsûlü kesmeye ant içmişlerdi.
18- Ve Tanrı dilerse de
dememişlerdi.
19- Halbuki bahçenin üstünde,
Rab-binden gelen bir felâket dolaşmadaydı ki onlar
uyuyorlardı.
20- Derken bahçe, bütün mahsûlü
kesilip biçilmiş, kupkuru çorak bir yere, bir çöle
dönmüştü.
21- Sabahleyin birbirlerine
sesleniyorlardı.
22- Mahsûlünüzü kesip
devşirecekseniz erkence koşun, gidin.
23- Derken yola düştüler ve
birbirlerine de gizlice diyorlardı ki.
24- Bugün hiçbir yoksula yol
vermeyin, yanınıza gelmesin sakın.
25- Ve kendilerini, yoksulları
men etmeye güçleri yeter sanarak erkenden gittiler.
26- Bahçeyi görünce gerçekten de
dediler, elbette yolumuzu şaşırdık.
27- Hayır dediler, biz mahrûm
olup gitmişiz.
28- İçlerinden en iyileri, ben
demedim miydi size dedi, mâbûdunuzu tenzîh etseniz ne
olurdu.
29- Dediler ki: Şanı yücedir
Rabbimizin, gerçekten de zâlimlerden olduk biz.
30- Bir birlerine dönerek
birbirlerini kınamaya başladılar.
31- Yazıklar olsun bize dediler,
gerçekten de azmışız biz.
32- Umulur ki Rabbimiz, onun
yerine bize daha da hayırlısını verir, gerçekten de biz,
Rabbimizi dilemede, ondan istemedeyiz.
33- İşte bunun gibidir azap ve
elbette âhiret azâbı, daha da büyüktür bilirseniz.342[3]
[3] Bu bahçenin, Yemen'de
Şan'a'ya on iki millik bir yer olan Sarvan'da olduğu
rivayet edilmiştir. İhtiyar bir adamınmış, kendisine ve
çoluğuna çocuğuna ne kadar lazımsa o kadar mahsul alır,
öte yanını yoksullara dağıtırmış, Oğulları, babaları
ölünce onun gibi hareket etmemişler, bahçe de
mahvolmuştur.
34- Şüphe yok ki çekinenlere,
Rableri katında Naîm cennetleri var.
35- Artık Müslümanları da
suçlularla bir mi tutacağız?
36- Ne oldu size ki? Nasıl
hükmediyorsunuz?
37- Yoksa size mahsus bir kitap
var da oradan mı okuyorsunuz.
38- Orada, neyi beğenir,
isterseniz sizindir diye mi yazılı?
39- Yoksa hükmü kıyâmetedek
sürecek antlar mı ettik size, şüphe yok ki ne
buyurursanız o olacak sizin için diye?
40- Onlara sor, bunlara kefîl
olan kimmiş içlerinden?
41- Yoksa ortakları mı var?
Doğru söylüyorlarsa gelsinler bakalım ortaklarıyla.
42- O gün, işler güçleşir ve
secdeye dâvet edilirler, derken güçleri yetmez.
43- Gözleri yere dikilir,
üstlerine aşağılık çöker ve gerçekten de sağ esenken de
secdeye dâvet edilmişlerdir de secde etmemişlerdi.
44- Artık sen, bu sözü
yalanlayanı bırak bana, biz onları yavaş-yavaş, hiç
bilmedikleri yerden cehenneme çeker-dururuz.
45- Ve onlara mühlet vermedeyim,
fakat şüphe yok ki azâbım, pek kuvvetlidir.
46- Yoksa onlardan ücret
istiyorsun da derken onlar da ağır bir borç altında mı
kaldılar?
47- Yoksa gizli âlem, onların
yanında da onu mu yazıyorlar?
48- Artık sabret Rabbinin
hükmüne ve balıkla arkadaş olana benzeme; hani o,
dertten boğulmuş bir halde Rabbine nidâ etmişti. 343[4]
[4] Balıkla arkadaş olan, Hz.
Yunus'tur.
49- Rabbinden bir nîmet
erişmeseydi ona elbette bir yere, fenâ bir halde
bırakılır giderdi.
50- Derken Rabbi, onu seçti de
temiz kişilerden kıldı.
51- Ve az kalmıştı ki kâfirler,
Kur'ân'ı duydukları zaman seni gözleriyle yiyip helâk
etsinler ve derlerdi ki: Şüphe yok, bu, bir deli
elbette.
52- Halbuki o, ancak âlemlere
bir öğüttür.
69- HAKKA SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gerçek olan kıyâmet.
2- Nedir gerçek olan kıyâmet?
3- Ve nedir bildiren sana ki
nedir gerçek kıyâmet?
4- Yalanladı Semûd ve Âd,
insanların başına kopan, akıllarını dağıtan kıyâmeti.
5- Derken Semûd, helâk edildi
taşkınlığıyla.
6- Ve ama Âd, helâk edildi
müthiş bir ses çıkaran, yıkıp götüren, silip süpüren
soğuk bir kasırgayla.
7- Onu, yedi gece ve sekiz gün,
birbiri ardınca mûsâllat etti onlara, o topluluğa
baksaydın görürdün ki bu kadar zamân içinde
yıkılıvermişler yerlere, sanki içleri kof hurma
kütükleriymiş onlar.
8- Artık görebilir misin, var mı
onlardan kalanlar?
9- Ve Firavun ve ondan önce
şehirleri altüst olanlar da suçlar işlemişlerdi.
10- Derken Rablerinin
peygamberine isyân etmişlerdi de onları gittikçe artan
bir azapla helâk etmişti.
11- Şüphe yok ki akıp giden
gemide taşıdık sizi sular köpürüp coşunca.
12- Bu, size bir öğüt ve ibret
olsun ve belleyip unutmayan kulaklarda kalsın diye.
13- Sûra bir kerecik üfürülünce.
14- Ve yeryüzü ve dağlar, bir
kerecik birbirlerine çarpıp dağılınca.
15- İşte o gün ansızın kopacak
kıyâmet kopar.
16- Ve gök yarılır, o gün bitkin
bir hâle gelir.
17- Melekler, etrafında
toplanırlar ve Rabbinin arşını o gün, onların üstünde,
sekiz melek taşır.344[2]
[2] O günden maksat kıyamet
günüdür. Arşın dört melek tarafından taşındığı, kıyamet
günüyse sekiz meleğin taşıyacağı rivâyet edilmiştir.
Sekiz saf melek diyenler de vardır.
18- O gün ahvâliniz öylesine
meydana çıkarılır ki hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.
19- Derken kimin kitabı, sağ
yanından verilirse artık der ki: Gelin, işte okuyun
kitabımı.
20- Zâten ben biliyordum ki
kıyâmet günü kavuşacağım hesâbıma.
21- Artık o, razı olduğu bir
yaşayış, bir zevk içindedir.
22- Yüce cennettedir.
23- Meyveleri pek yakındır.
24- Yiyin için, âfiyetler olsun,
geçmiş günlerdeki yaptıklarınızın karşılığı olarak.
25- Ve ama kimin kitabı, sol
yanından verilirse artık der ki: Keşke verilmeseydi
kitabım.
26- Ve keşke bilmeseydim, nedir
hesabım.
27- Keşke ölümle olup bitseydi
her işim.
28- Bir fayda vermedi bana
mallarım.
29- Helâk olup gitti
gücüm-kuvvetim.
30- Tutun onu da zincirle
bağlayın.
31- Sonra koca cehenneme atın.
32- Sonra da onu, boyu yetmiş
zirâ, bir zincire vurun.
33- Şüphe yok ki o, pek ulu
Allah'a inanmazdı.
34- Ve yoksulun yiyeceğine
bakmazdı.
35- Artık bugün, ona, burada bir
dost yok.
36- Ve irinden başka bir yemek
de yok.
37- Onu da ancak suçlular yer.
38- Artık iş, sizin sandığınız
gibi değil, andolsun gördüğünüze.
39- Ve görmediğinize.
40- Şüphe yok ki bu, kerem
sâhibi bir elçinin sözü elbet. 345[3]
[3] Kerem sahibi büyük elçi,
Cebrail'dir; Tanrıdan telâkki ettiği vahyi Hz.
Peygambere tebliğ etmiştir. Yahut da kerem sahibi büyük
elçi Hz. Muhammed (s.a.a)'dir, telakki ettiği vahyi,
halka tebliğ buyurmuştur. 41 ve 42. ayetlerde Kur’an'ın,
şair ve kahin sözü olmadığı, 43. ayette de alemlerin
rabbinden indirildiği bildirildiğine göre ikinci mana,
daha uygundur.
41- Ve bu, şâir sözü değil, ne
de az inanırsınız.
42- Ve kâhin sözü de değil, ne
de az düşünürsünüz.
43- Âlemlerin Rabbinden
indirilmiştir.
44- Ve eğer bize isnâd ederek
bâzı lâflar etseydi.
45- Elbette onu kudretimizle
alırdık.
46- Sonra da elbette şah
damarını çeker koparırdık.
47- Artık buna mâni olamazdı
sizden hiçbir kimsecik.
48- Ve şüphe yok ki Kur'ân,
çekinenlere öğüttür.
49- Ve şüphe yok ki biz, elbette
biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.
50- Ve şüphe yok ki Kur'ân,
kâfirlere âdetâ bir hasrettir.
51- Ve şüphe yok ki o, elbette
gerçeğin ta kendisidir.
52- Artık pek ulu Rabbinin adını
anarak tenzîh et onu.
70- MAÂRİC SURESİ
(3. âyette yüksek dereceler
sahibi anlamına gelen Maâric sözü geçtiğinden bu ad
verilmiştir. 1. âyette isteyen biri, istedi gelip
çatacak azâbı dendiği için isteyen anlamına Sâil sûresi
de denmiştir. Mekkîdir, kırk dört âyettir. Hasen'e göre
24. âyeti Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- İsteyen biri, istedi gelip
çatacak azâbı.
2- O azâbı ki kâfirlerin
başından defedecek yok. 346[1]
[1] Azâb isteyenin Hâris oğlu
Nadar olduğu rivâyet edilmiştir, Ebu-Cehl diyenler de
vardır.
3- Yüksek dereceler sahibi
Allah'tandır.
4- Melekler ve Rûh, kendilerine
emredilen yere çıkarlar bir günde ki miktarı elli bin
yıldır.
5- Artık sabret güzel bir
sabırla.
6- Şüphe yok ki onlar uzak
görürler onu.
7- Ve bizse pek yakın görürüz
onu.
8- O gün gök, yağ tortusuna
döner.
9- Ve dağlar, atılmış renk-renk
pamuğa benzer.
10- Ve hiçbir dost, dostunu
sormaz.
11- Birbirlerini görüp tanırlar
da ve suçlu, o günün azâbına karşılık oğlunu da vermek
ister.
12- Eşini de, kardeşini de.
13- Kendisini barındıran kabîle
halkını da.
14- Ve kim varsa yeryüzünde
hepsini de fedâ etmek ve sonra da kendini kurtarmak
ister.
15- Fakat imkânı yok; şüphe yok
ki cehennem alev-alev yanmadadır.
16- Ne el bırakmadadır, ne ayak,
ne et bırakmadadır, ne deri.
17- Çağırır dönüp gideni.
18- Ve toplayıp biriktireni.
19- Şüphe yok ki insan haris
yaratılmıştır.
20- Bir şerre uğrarsa bağırır,
sızlanır.
21- Ve bir hayır elde ederse
vermez, kıskanır.
22- Ancak müstesnâdır namaz
kılanlar.
23- Öylesine kılanlar ki
namazlarını dâimâ kılarlar.
24- Ve öyle kişilerdir onlar ki
mallarında malûm bir hak var.
25- İsteyene ve mahrûm olana.
26- Ve öyle kişilerdir onlar ki
cezâ gününü gerçek bilirler.
27- Ve öyle kişilerdir onlar ki
Rablerinin azâbından korkarlar.
28- şüphe yok ki Rablerinin
azâbından da kimse emîn olamaz.
29- Ve öyle kişilerdir onlar ki
ırzlarını korurlar.
30- Ancak eşleri ve temellük
ettikleri müstesnâ ve artık bu hususta da kınanmazlar
onlar.
31- Bunlarda başkasını
isteyenlere gelince, onlardır haddi aşanların ta
kendileri.
32- Ve öyle kişilerdir onlar ki
emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.
33- Ve öyle kişilerdir onlar ki
tanıklıklarında doğrudurlar.
34- Ve öyle kişilerdir onlar ki
namazlarını korurlar.
35- İşte onlardır cennetlerde
ağırlananlar.
36- Ne oluyor kâfirlere ki sana
doğru koşmadalar.
37- Sağdan ve soldan parça-parça
ve bölük-bölük.
38- Onların her biri, Naîm
cennetine sokulacaklarını mı umuyorlar?
39- Fakat imkânı yok; şüphe yok
ki biz, onları, onların da bildikleri şeyden yarattık.
40- Andolsun doğuların Rabbine
ve batıların Rabbine, gerçekten de bizim gücümüz yeter.
41- Onlardan daha hayırlısını,
yerlerine geçirmeye ve kimse önümüze geçemez.
42- Bırak artık onları dalsınlar
daldıklarına ve oynasınlar oynadıklarıyla, kendilerine
vaadedilen güne kavuşuncaya dek.
43- O gün, kabirlerinden
çıkarlar da koşmaya başlarlar, sanki dikilmiş hedeflere
yelmedeler.
44- Gözleri yerde, üstlerine
aşağılık çökmüş; işte onlara vaadedilen gün, bugündür.
71- NÛH SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Şüphe yok ki biz, onlara
elemli bir azap gelmeden korkut kavmini diye
göndermiştik Nûh'u, kavmine.
2- Demişti ki: Ey kavmin, ben,
sizi apaçık bir korkutucuyum.
3- Gayrı kulluk edin Allah'a ve
çekinin ondan ve itâat edin bana da.
4- Suçlarınızı yarlıgasın ve
sizi, muayyen bir vaktedek geciktirsin. Şüphe yok ki
Allah'ın takdîr ettiği vakit geldi mi gecikmesine imkân
yoktur eğer biliyorsanız.
5- Rabbim demişti, ben kavmimi
gece ve gündüz çağırdım.
6- Benim çağırmam, ancak onların
kaçmasını arttırdı.
7- Ve gerçekten de ben, onları,
sen yarlıgayasın, suçlarını örtesin diye ne vakit
çağırdıysam parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar ve
elbiselerine büründüler ve ısrâr ettiler ve ululandıkça
ululanmaya kalkıştılar.
8- Sonra onları, gerçekten de
yüksek sesle çağırdım.
9- Sonra açığa vurup yaydım
onlara ve gizlice konuştum, davet ettim onları da.
10- Dedim ki: Rabbinizden
yarlıgan-ma dileyin, şüphe yok ki o, bütün suçları,
tamâmıyla örter.
11- Size gökten faydalı ve bol
yağmurlar yollar.
12- Ve size, mallar, oğullar
vererek yardım eder ve size bağlar, bahçeler halk eder
ve ırmaklar yaratır.
13- Ne oldu size ki Allah'ın,
büyük, ulu ve şerefli bir mâbûd olduğunu ummuyorsunuz?
14- Ve halbuki o, sizi
halden-hâle koyarak halk etmiştir.
15- Görmez misiniz Allah, nasıl
da gökleri yedi kat yaratmıştır.
16- Ve o göklerde, aya bir ışık
vermiş ve güneşi de, her yanı aydınlatan bir çırağ
olarak halk etmiştir.
17- Ve Allah, yeryüzünden size
nebatlar bitirmiştir.
18- Sonra da sizi gene oraya
yollar ve oradan çıkarır.
19- Ve Allah, yer yüzünü size
bir döşeme, bir yaygı olarak yaratmıştır.
20- Oradaki geniş-geniş yollara
dalıp gidin diye.
21- Nûh demişti ki: Rabbim,
şüphe yok ki onlar, bana isyân ettiler ve malı ve
evlâdı, ancak ziyanını arttırıp duran kişiye uydular.
22- Ve pek büyük düzenler
kurmaya giriştiler.
23- Ve sakın dediler,
mâbutlarınızı bırakmayın, hele ne Vedd'i bırakın, ne
Suvâ'ı, ne de Yaguus'u ve Yaûk'u ve Nesr'i.347[1]
[1] Ved, Devmet-ül-Cendel'de,
Beni-Kelp kabilesinin putudur (Sıre, 83). Süva,
Beni-Hüzeyl'in taptığı puttur. Yeguus, Mezhac boyunun
putudur. Yauk da Yemen'de, Hemdan'daki bir puttur. Nesr,
Himyer'deki bir puta verilen addır (Aynı kitap, 84).
İbn-i Abbas ve Katâde, bunların Nûh peygamberin kavmine
ait putlar olup sonradan Araplar tarafından da kabul
edildiğini söylemişlerdir. Bunların, Adem Peygamberle
Nûh Peygamber arasındaki devirde yaşayan temiz kişiler
olduğu, sonradan heykelleri yapılarak bunlara tapılmaya
başlandığı da rivayet edilmiştir. Vakıdi'ye göre Ved,
bir erkek, Süva' kadın, Yaguus arslan, Yaug at, Nesr de
kartal şeklindeydi (Mecma, 2, 636-537).
24- Ve andolsun ki bunlar,
birçok kişileri doğru yoldan çıkardılar ve zâlimlerin,
ancak sapıklığını arttır.
25- Suçları yüzünden de bunlar,
sulara boğuldular da ateşe atıldılar, derken Allah'tan
başka bir yardımcı da bulamadılar.
26- Ve Nûh, demişti ki: Rabbim,
yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bile bırakma.
27- Şüphe yok ki onları
bırakacak olursan kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak
gerçekten sapan ve iyiden iyiye kâfir olan evlâtlar
yetiştirirler.
28- Rabbim, benim suçlarımı ört
ve anamın-babamın ve inanarak evime kimler girdiyse
onların ve erkek, kadın bütün inananların suçlarını ve
zâlimleri de ancak mahvet, helâk vesîlelerini arttır
onların.
72- CİN SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- De ki: Bana vahyedildi bu
gerçekten de; cinlerin bir topluluğu, beni dinlediler de
şüphe yok ki dediler, biz, şaşılacak bir Kur'ân
duyduk.348[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a), amcası
Ebu-Talib'le zevcesi Hz. Hadice'nin vefatından sonra pek
yalnız kalmış, hicretten iki yıl önce Tâif'e gitmiş, bir
müddet sonra Mekke'ye dönerken bu sûre vahyedilmiştir.
Cübeyr oğlu Said'in İbn-i Abbas'tan tahricine göre Hz.
Muhammed (s.a.a) Mekke'deki Ukâz mevkiine giderken
sahabesiyle sabah namazını kılmış, cinler, Kur’an'ı
duyup kavimlerine giderek haber vermişlerdir, Tanrı da
bunu, bu sûreyle Hz. Muhammed (s.a.a)'e bildirmiştir.
Abdullah-ibn-i-Mes'ud, Hz. Peygamberin bir gece
Mekke'den kaybolduğunu, nereyi aradılarsa
bulamadıklarını, sabahleyin Hira dağı tarafından
geldiğini ve cinlerden bir elçi geldi, beni çağırdı;
gittim, onlara din tebliğ ettim, Kur’an okudum dediğini
rivayet eder (Mecma, 2, 538-539).
Cin taifesi, 55. sûrenin 15.
ayetine göre alevden yaratılmıştır. Ulvileri, süfileri,
inananları, inanmayanları vardır. Türlü şekillerde
temessül edebilirler. Hükema mesleğini benimseyenlerse
cin ve Şeytanın, insanı doğru yoldan çeviren, çelen
insanlarla düşüncelerden ibaret olduğunu, meleklerin de
iyiliğe sevk eden kişiler ve kuvvetler bulunduğunu kabul
ederek tevil yolunu tutmuşlardır.
2- Doğru yolu göstermede, derken
inandık ona ve kesin olarak hiçbir kimseyi, Rabbimize
ortak saymayacağız.
3- Ve şüphe yok ki Rabbimizin
şânı, yücelerden de yüce, ne bir arkadaş edinmiştir ve
ne bir oğul.
4- Ve şüphe yok ki aklı
olmayanımız, Allah hakkında saçma ve boş lâflar
ediyormuş.
5- Ve bizse şüphe yok ki ne
insanlar, ne de cinler, Allah hakkında yalan şeyler
söylemez sanıyorduk.
6- Ve gene şüphe yok ki
insanlardan bâzı kimseler, cinlerden bâzılarına
sığınıyorlar da onların taşkınlığını, zulümlerini
arttırıyorlar.
7- Ve şüphe yok ki onlar da
sizin sandığınız gibi Allah'ın, kesin olarak hiçbir
kimseyi tekrar diriltmiyeceğini sanıyorlar.
8- Ve gerçekten de biz, göğü
yokladık da orasını, kuvvetli bekçilerle ve şihaplarla
dolu bulduk.
9- Ve gerçekten de biz, orada,
bir söz duymak için bâzı yerlere otururduk, fakat şimdi
kim, dinlemeye kalkışsa kendisini gözetliyen bir şihap
buluyor.
10- Ve gerçekten de bilmiyoruz,
yeryüzündekilere bir kötülük gelmesi mi isteniyor, yoksa
Rabbleri, onlara doğru yolu buldurmayı mı diledi?
11- Ve gerçekten bizden temiz
kişiler de vardı, içimizde, böyle olmayanlar da vardı;
ayrı-ayrı yollar tutmuştuk.
12- Ve gerçekten de iyice
anladık ki yeryüzünde Allah'ı âciz bırakmamıza imkân yok
ve kaçmakla da aslâ onu acze düşüremeyiz.
13- Ve gerçekten de doğru yolu
gösteren Kur'ân'ı duyunca inandık ona; kim Rabbine
inanırsa artık ne mükâfâtın azalmasından korkar, ne de
zulümden ve kötülükten.
14- Ve gerçekten de bizden,
Müslüman olanlar da var, gerçekten sapıp zulmedenler de;
artık kimler Müslüman olursa onlardır doğruluk yolunu
arayıp bulanlar.
15- Fakat gerçekten sapıp
zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun olurlar.
16- Ve eğer yolda dosdoğru
yürüselerdi onları bol-bol suvarırdık elbette.
17- Sınamak için onları böylece
ve kim, Rabbini anmaktan yüz çevirirse onu, gittikçe
artıp duran bir azâba sokar.
18- Ve şüphe yok ki secde edilen
yerler, Allah'a âittir, artık orada Allah'la berâber
hiçbir kimseyi çağırmayın.
19- Ve şüphe yok ki Allah'ın
kulu, ona çağırmaya kalktı mı cinler, öylesine
toplanıyorlardı etrafına ki neredeyse birbirlerini
ezeceklerdi.
20- De ki: Ben, ancak Rabbime
çağırmadayım ve ona, hiçbir kimseyi ortak olarak kabûl
etmemedeyim.
21- De ki: Benim, size bir zarar
vermeye de gücüm yetmez, sizi doğru yola götürmeye de.
22- De ki: Beni, hiçbir kimse,
Allah'ın azâbından kurtaramaz ve ben ondan başka
sığınacak birisini de bulamam.
23- Bana düşen, ancak Allah'tan
tebliğdir ve onun hükümlerini size bildirmektir; ve kim,
Allah'a ve Peygamberine karşı gelirse artık onun
hakkıdır cehennem ateşi, ebedî olarak da kalır orada.
24- Sonunda, vaadedilen şeyi
gördüler mi artık bilirler kimmiş yardımcısı daha zayıf
ve sayı bakımından taraftarı daha az?
25- De ki: Ben bilmem, size
vaadedilen pek mi yakın, yoksa Rabbim, onu bir müddet
uzattı mı?
26- Gizliyi bilen odur,
gizlediği şey de hiçbir kimseye açılmaz.
27- Ancak peygamberlerden
seçtiği müstesnâ; onların da önlerinde, artlarında
gözetleyiciler yollar.
28- Gerçekten de Rablerinin
elçiliklerini hakkıyla yaptıklarını, hükümlerini tebliğ
ettiklerini bilsin diye ve onların her hâlini de
bilgisiyle kavramış, kuşatmıştır ve her şeyi, bir-bir
sayıp tespît etmiştir.
73- MUZZEMMİL SURESİ
(İlk âyet, ey elbisesine
bürünen, diye başladığı için bu adla adlanmıştır. Yirmi
âyettir, Mekkîdir. Medenîdir diyenler olduğu gibi bir
kısmı Mekkî, bir kısmı Medenîdir diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey elbisesine bürünen. 349[1]
[1] Elbisesine bürünen Hz.
Muhammed (s.a.a)'dir. Ey peygamberlik elbisesine
bürünen, tebliğin meşakkatlerini yüklenen diye tevil
edenler olduğu gibi ey bürünüp yatan anlamına geldiğini
söyleyenler vardır.
2- Geceleyin halk namaza ama
gecenin az bir kısmında.
3- Gece yarısında, yahut ondan
biraz da sonra.
4- Yahut biraz önce ve oku
Kur'ân'ı, harfleri sayılırcasına, tâne-tâne ve
yavaş-yavaş.
5- Gerçekten de sana ağır bir
şey vahyedeceğiz.
6- Şüphe yok ki geceleyin
kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibâdet için de gece,
pek uygun.
7- Şüphe yok ki gündüzün,
işin-gücün vardır.
8- Ve an Rabbinin adını ve
gönlünü ona tam bağla.
9- Rabbidir doğunun ve batının,
yoktur ondan başka tapacak, artık ona dayan, onu
koruyucu say.
10- Ve sabret dediklerine ve
gönlünden onlara aykırı olmakla berâber kötülüklerine
karşı vermeyerek bırak onları.
11- Ve bana bırak nîmet sâhibi
olan yalanlayanları ve az bir zaman mühlet ver onlara.
12- Şüphe yok ki katımızda
bağlar var ve koca cehennem var.
13- Ve boğazdan geçmez dikenli
yemek var ve elemli bir azap var.
14- O gün, şiddetli bir
sarsıntıyla yeryüzü ve dağlar sarsılır ve hepsi de
esintiyle tozan kum yığınlarına döner.
15- Şüphe yok ki biz, size tanık
olmak üzere bir Peygamber gönderdik, nitekim Firavun'a
da peygamber göndermiştik.
16- Derken Firavun, peygambere
isyân etmişti de onu, pek şiddetli bir sûrette helâk
etmiştik.
17- Nasıl korursunuz kendinizi,
kâfir olursanız, o günün şerrinden ki çocukları bile
ihtiyarlatır da saçlarını ağartır.
18- Gök, o gün yarılır, vaadi,
yerine gelir.
19- Şüphe yok ki bu, bir
öğüttür; artık dileyen, Rabbine yol bulur. 349[1]
20- Şüphe yok ki Rabbin daha iyi
bilir, gerçekten de senin, gecenin üçte ikisinden ve
yarısından daha az ve bâzı vakitlerde de üçte biri kadar
bir zamânında kalktığını ve seninle berâber bulunanların
bir bölüğünün de kalktıklarını ve Allah, gecenin ve
gündüzün vakitlerini ölçer; bilmiştir ki siz, onu
lâyıkıyla hesaplayamazsınız, bu yüzden de tövbenizi
kabûl etmiştir, artık, Kur'ân'dan, kolay geleni okuyun;
bilmiştir ki sizden hastalar bulunabilir ve bir başka
kısmınız da Allah'ın lütfünü, ihsânını elde etmek için
yeryüzünde yolculuk eder ve başka bir bölük de Allah
yolunda savaşır, artık, ondan, kolay geleni okuyun ve
kılın namazı ve verin zekâtı ve Allah'a, güzel bir borç
verin ve kendiniz için, önceden ne hayır yaparsanız
ondan daha hayırlısıyla ve mükâfat bakımından daha
büyüğüyle bulursunuz onu Allah katında ve yarlıganma
dileyin Allah'tan ve şüphe yok ki Allah, suçları örter,
rahîmdir.
74- MÜDDESSİR SURESİ
(1. âyeti ey elbisesiyle başını
örten diye başladığı için bu anlama gelen Müddessir adı
verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Ey elbisesiyle başını
örten.350[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a)'e, ilk
olarak 87. sûrenin ilk âyetleri vahyedilmiş, ondan sonra
üç yıl vahiy kesilmiştir. Bir gün gökten bir ses duymuş,
başını kaldırıp bakınca Hıra dağında, üç yıl önce
kendisine gelen meleğin yerle gök arasında bir kürsüde
oturduğunu görüp korkarak evine dönmüş, beni örtün, beni
örtün demiş, örtülüp bürününce bu sûre vahyedilmiştir
(al-Tecrid, 1. Babu keyfe kane bed'ül-vahyi ila
Rasûlillahi sallallahu aleyhi ve sellem, 5-6).
2- Kalk da korkut.
3- Ve Rabbini büyük bil.
4- Ve elbiseni temizle.351[2]
[2] "Elbiseni temizle" den
murat, özünü temizle, arıt demektir diyenler de vardır.
5- Ve putlardan çekin.
6- Ve birşeyi, daha fazlasını
elde etmek için ve başa kakarak verme.
7- Ve Rabbine dayan, sabret.
8- O boru, çalınınca.
9- Artık o gündür pek güç bir
gün.352[3]
[3] Borudan maksat Sûr'dur.
10- Kâfirlere kolay değildir.
11- Bırak beni ve yarattığımı
yapayalnız.
12- O yarattığımı ki yarattım ve
ona hayliden-hayli mal verdim. 353[4]
[4] Müslümanlığın en çetin
düşmanlarından biri olan Mugıyra oğlu Velid hakkındadır.
Pek zengindi. On üç ve bir rivâyete göre yedi oğlu
vardı. Bunlardan Halid, Hişâm, Ammâre Müslüman oldular.
13- Gözlerinin önünde duran
oğullar verdim.
14- Ve onun geçimini yaydım da
yaydım.
15- Sonra da daha
fazlalaştırmamı umar.
16- Hayır, mümkün değil; şüphe
yok o, delillerimize karşı adamakıllı inada girişti.
17- Ben de onu, rahat ve huzur
yüzü görmeyeceği bir azâba uğratacağım.
18- Şüphe yok ki o, iyice bir
düşündü de kendince ölçtü-biçti.
19- Geberesice nasıl da
ölçtü-biçti.
20- Sonra gene de geberesice,
nasıl da ölçütü-biçti.
21- Sonra baktı.
22- Sonra kaşını çattı, suratını
astı,
23- sonra ardını döndü ve
ululanmaya kalkıştı.
24- Derken bu, ancak dedi,
eskiden beri söylenegelen bir büyü.
25- Bu ancak insan sözü.
26- Onu yakıcı cehenneme atarım.
27- Ve bilir misin, nedir yakıcı
cehennem?
28- Yakar bitirir de gene
bırakmaz.
29- Derileri tamâmıyla yakar
kavurur.
30- On dokuz memûru
vardır.354[5]
[5] Mâlik'le berâber. On dokuz
cins, on dokuz saf da diyenler de vardır. Güçlü kuvvetli
bir adam olan Kilde oğlu Üseyyid, ben onların on
yedisine yeterim, ikisiyle siz başa çıkın demişti. Buna
göre cins ve saf diyenler tevilde bulunmuşlardır.
31- Ve biz, cehennem
memûrlarını, meleklerden tâyin ettik ve kendilerine
kitap verilenlerin iyiden-iyiye anlayıp inanmaları için
ve inananların inancını arttırsın ve kendilerine kitap
verilenlerle inananlar, şüpheye düşmesinler ve
gönüllerinde hastalık olanlar ve kâfirlerse, Allah
bununla, bu örnekle neyi kastediyor ki desinler diye
sayılarını on dokuz olarak taktîr ettik. İşte böylece
Allah, bildiğini saptırır ve dilediğini doğru yola sokar
ve Rabbinin ordusu ne kadardır, ancak Allah bilir ve bu,
insanlara bir öğüttür ancak.
32- Hayır, gerçekten de andolsun
aya.
33- Ve andolsun çekilip giderken
geceye.
34- Ve ışıklanıp doğarken güne.
35- Cehennem, şüphe yok ki pek
büyük mahlûklardan biridir.
36- Korkutucudur insanları.
37- Sizden, ileri geçip itâat
edenleri ve geri kalıp isyâna dalanları.
38- Herkes, kazancına bağlıdır.
39- Ancak sağ taraf ehli başka.
40- Cennetlerdedir onlar,
soralar, konuşurlar.
41- Mücrimlerin hâlinden.
42- Nedir derler cehenneme sokan
sizi?
43- Derler ki: Namaz kılmazdık.
44- Ve yoksulu doyurmazdık.
45- Ve boş lâflarla azgınlığa
dalanlarla biz de dalardık.
46- Ve cezâ gününü yalanlardık.
47- Bize ölüm gelip çatıncaya
dek.
48- Derken şefâatçilerin şefâati
fayda vermez onlara.
49- Derken ne oluyor onlara ki
öğütten, Kur'ân'dan yüz çevirmedeler, kaçmadalar.
50- Sanki yabâni eşeklerdir
onlar da.
51- Arslandan kaçıyorlar.
52- Hayır, onların herbiri,
ister ki apaçık sahîfeler verilsin onlara.
53- Hayır, öyle değil, onlar,
âhiretten korkmazlar.
54- Gerçekten de Kur'ân, bir
öğüttür.
55- Artık dileyen, öğüt alır
onunla.
56- Ve Allah'ın dilediğinden
başkası öğüt alamaz; odur çekinilmeye değer ve
yarlıgayıp suçları örter.
75- KIYÂMA SURESİ
(Sûrede kıyametten bahsedildiği
için bu ad verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun kıyâmet gününe.
2- Ve andolsun kendini kınayıp
duran nefse.
3- Sanıyor mu insan, kemiklerini
hiç mi toplayamayız?
4- Evet, değil kemiklerini,
parmak uçlarını bile düzüp koşmaya gücümüz yeter.
5- Hayır, insan, ilerde olanı
yalanlamak ister.
6- Ve kıyâmet günü ne vakit diye
sorar.
7- Ve şaşırıp gözler dikilince.
8- Ve ay tutulunca.
9- Ve güneşle ay
birleştirilince.
10- İnsan der ki o gün, nerede
kaçacak yer?
11- Hayır, yok kaçacak,
sığınacak yer.
12- O gün Rabbinin katındadır
karâr edilecek yer.
13- O gün önce yaptığı da haber
verilir insana, sonra yaptığı da.
14- Hayır, insanın âzası,
aleyhine tanıklık eder.
15- Özürlerini ortaya dökse de.
16- Vahyi, acele edip okumak
için dilini oynatıp durma.355[1]
[1] Hz. Peygamberin, vahiy
gelince hemen belleyip okumak için acele ettiği, Cebrail
okuyup bitirmeden okumaya çalıştığı ve bu yüzden bu
âyetlerin geldiği kabul edilmiştir.
17- Şüphe yok ki onu toplayıp
unutturmamak da bize düşer, okumak ve tertîb etmek de.
18- Onu okuduk mu, uy okuyuşuna.
19- Onu anlatıp bildirmek de
şüphesiz, bize düşer.
20- Hayır, siz geçip gideni
seversiniz.
21- Ve âhireti bırakırsınız.
22- O gün yüzler parlar,
güzelleşir.
23- Ve Rablerine bakar.356[2]
[2] "Ve Rablerine bakar"
âyetinde bakışı, gözle bakış diyenler olduğu gibi
bekleyiş anlamına alanlar da olmuştur. Bu ayeti,
Rablerinin nimetlerine bakarlar tarzında kabul edenler
de olmuştur ki bunlar, Tanrıyı görmenin mümkün
olmadığını, nitekim 6. sûrenin 103. 7. sûrenin 143.
ayetlerinde de buna işaret edildiğini söyliyen ve
Mu'tezile'nin reyini kabul edenlerdir. Bunlara göre
görmenin mümkün olması için görülen şeyin bir mekanda ve
bir zaman zarfında temekkünü, cisim sahibi bulunması ve
boşlukta yer kaplaması şarttır. Allah'sa bunlardan
münezzehtir. Ehl-i Sünnet'e göreyse görülüşün keyfiyeti
malum olmamakla beraber bu ayete ve bazı hadislere
nazaran ahirette, inananların gözlerine kabiliyet
verilecek ve Allah, cennette görülecektir.
24- Ve yüzler, asılır, kararır.
25- Bellerini kıracak bir
felâketi bekler.
26- Hayır; can, köprücük
kemiklerine gelince.
27- Ve bir okuyup üfleyen yok mu
denince.
28- Ve şüphe yok ki bu çağın,
bir ayrılık çağı olduğunu anlayınca.
29- Ve baldır, baldıra
dolaşınca.
30- O gün, Rabbinin tapısına
götürülür.
31- O, ne birşeyi vermiştir
sadaka olarak, ne namaz kılmıştır.
32- Ve fakat yalanlamıştır, yüz
çevirmiştir.
33- Sonra da salına-salına
yakınlarının yanına gitmiştir.
34- Kötülük sana gerek, gene de
kötülük sana.
35- Sonra da kötülük sana gerek
de gene kötülük sana.
36- Yoksa insan, sanır mı ki
kendi keyfine bırakılır?
37- Erlik suyundan dökülen bir
katre değil miydi?
38- Sonra bir kan pıhtısı oldu
da onu yarattı, âzasını düzüp koştu.
39- Derken ondan da erkek, dişi,
çiftler yarattı.
40- Bunları yapanın, ölüyü
diriltmeye gücü mü yetmez?
76- DEHR SURESİ
(1. âyette insanın, bir zaman,
anılır bir şey olmadığı bildirildiğinden zaman ve çağ
anlamına Dehr sûresi dendiği gibi İnsan sûresi de
denmiştir. Aynı zamanda 5. ayette itaat eden ve iyilikte
bulunanlardan bahsedildiği için iyiler anlamına Ebrar
sûresi de denir. Mekkidir, otuz bir ayettir. Tümü
Mekkidir diyenlere karşılık tümü Medenidir diyenler de
olmuştur. 24. ayeti Mekkidir, 23. ayetten sonuna kadar
Mekkidir diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gerçekten de insana, zamânın
bir çağı gelmişti ki anılır bir şey bile değildi insan.
2- Şüphe yok ki biz insanı, bir
katre sudan, erkeklik suyuyla kadınlık suyunun rahîmde
birleşmesinden yarattık sınamak için, derken onu, duyar,
görür bir hâle getirdik.
3- İster şükretsin, ister nankör
olsun, gerçekten de biz ona doğru yolu gösterdik.
4- Şüphe yok ki kâfirlere
zincirleri, boyundurukları ve yakıp kavuran cehennemi
hazırladık.
5- İtâat eden ve iyilikte
bulunanlar, şüphe yok ki kâselerle şaraplar içerler ki
kâfûr ırmağının suyu da karıştırılmıştır bu şaraba.
6- Allah'ın has kullarının
içtiği bu şarap, bir kaynaktan çıkar ki onlar,
diledikleri gibi, diledikleri yerlerde, onu akıtıp
fışkırtırlar.
7- Adaklarını yerine getirir
onlar ve şerri, her yanı saran, kaplayan günden
korkarlar.
8- Ve ona ihtiyaçları olduğu
halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler,
onları doyururlar.
9- Sizi, ancak Allah rızâsı için
doyurmadayız ve sizden istemeyiz ne bir karşılık, ne bir
şükür.
10- Şüphe yok ki biz, suratları
astıran, azâbı pek şiddetli olan gün, Rabbimizden
korkarız.
11- Derken Allah da korumuştur
onları, bugünün şerrinden ve yüzlerine bir parlaklık,
gönüllerine bir sevinçtir, vermiştir.
12- Ve sabretmelerine karşılık
da mükâfatları, cennettir ve ipeklilerdir.
13- Yaslanırlar orada tahtlara,
orada ne güneş görürler, ne zemheri.
14- Ağaçların gölgeleri,
yakındır onlara ve meyveleri, adamakıllı râm olmuştur
onlara.
15- Ve sunulur onlara gümüş
kadehler ve sırça sağraklar.
16- Öylesine sırça ki incecik
gümüşten ve hepsini de içecekleri miktara,
susuzluklarına göre ölçmüşlerdir âdetâ.
17- Ve bir kadehle susuzlukları
giderilir ki içindeki şaraba zencefil karıştırılmıştır.
18- Orada bulunan ve şarıl-şarıl
akan, her yana giden, boğazdan kayan selsebîl
kaynağından.
19- Etraflarında, ölümsüz
delikanlılar dolaşır, onları görünce sanırsın ki
saçılmış incilerdir.
20- Ne yana baksan nîmetler
görürsün, ne yana baksan, pek büyük ve zevalsiz bir
saltanat ve devletler.
21- Üstlerinde, ipincecik yeşil
ve ipek elbiseler, kalın ipekten dokunmuş libaslar
vardır ve gümüş bilezikler takınırlar ve Rableri, onları
tertemiz bir şarapla suvarır.
22- Şüphe yok ki bu, size bir
mükâfattır ve çalışmanız, makbûldür.357[1]
[1] Hasen ve Huseyn (a.s)
hastalanmışlar, Hz. Ali, üç gün oruç tutmayı adamış,
anneleriyle hizmetçileri Fıdda da bu adağa katılmıştı.
Çocukları iyileşince Ali (a.s), borç olarak bir
Yahûdi'den biraz arpa almış, Fatıma (s.a) ekmek
pişirmişti. İlk gün iftar edecekleri vakit kapıya bir
yoksul gelmiş, altısı da paylarını vermişlerdi. İkinci
günü bir yetim, üçüncü günü bir esir gelmiş, aynı tarzda
hepsi yiyeceklerini vermişler, suyla iftar etmişlerdi.
Bu ayetler, bu olay üzerine vahyedilmiştir.
23- Şüphe yok ki biz indirdik
Kur'ân'ı sana âyet-âyet ve zaman-zaman.
24- Artık sabret Rabbinin
hükmüne ve uyma, onlardan suçlu, yahut nankör olana.
25- Ve an Rabbinin adını sabah
ve akşam.
26- Ve geceleyin de secde et
artık ona ve tenzîh et uzun gecelerde onu.
27- Şüphe yok ki bunlar çabucak
gelip-geçeni severler de o ağır günü artlarına atar,
bırakır-giderler.
28- Biz yarattık onları ve
kuvvetlendirdik yaratılışlarını ve dilersek onları
değiştiririz de yerlerine, onlara benzer başkalarını
getiririz.
29- Şüphe yok ki bu, bir
öğüttür, artık kim dilerse Rabbine doğru, bir yol tutar.
30- Ve Allah dilemedikçe onlar,
dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm
ve hikmet sâhibidir.
31- Dilediğini rahmetine alır;
ve zâlimlere gelince: Elemli bir azap hazırlamıştır
onlara.
77- MURSALÂT SURESİ
Mekkîdir, elli âyettir.
(İlk âyette bu ad geçtiği için
gönderilenler anlamına gelen bu ad verilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun, ardı ardınca,
iyilikle gönderilenlere.
2- Şiddetle esip yelenlere.
3- Bulutları yayıp sürenlere.
358[1]
[1] Maksat rüzgârdır. Yalnız 4.
âyette gerçekle aslı olmayanı ayırt edenler,
meleklerdir, Kur’ân âyetleridir diyenler de vardır.
Rüzgâr anlamına alınca bulutları ayırdedenler demek
olur.
4- Gerçekle aslı olmayanı ayırt
edenlere.
5- Öğütleri telkin edenlere.
359[2]
[2] Maksat meleklerdir.
6- Özürle suçu yok etmek
husûsunda olsun, yahut korkutma husûsuna âit bulunsun.
7- Şüphe yok ki size vaat
edilen, mutlaka olacak.
8- Yıldızların ışıkları sönünce.
9- Ve gök yarılınca.
10- Ve dağlar, yerlerinden kopup
dümdüz olunca.
11- Ve peygamberler toplanınca.
12- Hangi gün için geciktirildi
bunlar?
13- Ayırma günü için.
14- Ve nedir, bilir misin ayırma
günü?
15- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
16- Önce gelenleri helâk etmedik
mi?
17- Sonra da son gelenleri
tutar, katarız onlara.
18- Böyle yaparız günahkârlara.
19- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
20- Sizi, bayağı ve azıcık bir
sudan yaratmadık mı?
21- Derken onu, karâr edilecek
kuvvetli bir yerde tutmadık mı?
22- Bilinen bir müddete dek.
23- Derken taktîr ettik
yaratılışını, ne güzel de takdîr ederiz biz.
24- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
25- Yeryüzünü, bir toplantı yeri
olarak halk etmedik mi?
26- Dirilere ve ölülere.
27- Ve orada, sâbit ve metin
dağlar yarattık ve sizi, tatlı suyla suvardık.
28- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
29- Haydi yürüyün
yalanladığınıza doğru.
30- Yürüyün üç kola ayrılmış
gölgeye doğru. 360[3]
[3] Cehennemin simsiyah olması
dolayısıyla gölge denmiştir. Cehennemin, üç kola ayrılıp
kâfirleri saran dumanıdır diyenler de vardır.
31- Ne gölgelendirir sizi o, ne
alevden korur.
32- O, köşk gibi kıvılcımlar
fırlatır.
33- Sanki o kıvılcımlar, birer
sarı erkek devedir.
34- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
35- Bu, bir gündür ki söz
söyleyemezler.
36- Onlara izin de verilmez,
özür getiremezler.
37- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
38- Budur ayırma günü, sizi de
toplarız, öncekileri de.
39- Artık bir düzeniniz varsa
düzüp koşun.
40- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
41- Şüphe yok ki çekinenler,
gölgeliklerdedir ve pınar başlarında,
42- arzuladıkları meyveleri
bulurlar.
43- Yiyin ve için, âfiyetler
olsun yaptıklarınıza karşılık.
44- Şüphe yok ki böyle
mükâfatlandırırız iyilik edenleri.
45- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
46- Yiyin ve geçinin az bir
müddet, şüphe yok ki suçlularsınız siz.
47- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
48- Rükû edin denince onlara,
rükû etmezler.
49- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
50- Bundan sonra artık hangi
söze inanırlar ki?
78- NEBE' SURESİ
(2. âyette ulu haberden
bahsedildiği için haber anlamına Nebe' sûresi dendiği
gibi 14. âyette sıkılan bulutlardan yağmur yağdırıldığı
anlatıldığı cihetle sıkılanlar anlamına Mu'sırât ve ilk
âyette "Neyi bir birlerine sorup dururlar" dendiği için
neden ve soruşmak anlamlarına gelen Amme ve Tesâül
sûresi de denir. Mekkîdir, kırk âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Neyi birbirlerine sorup
dururlar?
2- Pek ulu haberi.361[1]
[1] Ulu haber Kur’ân'dır,
kıyamettir diyenler de olmuştur.
3- Öylesine haber ki onlar, bu
hususta aykırılığa düşmüşlerdir.
4- Hayır, bilirler yakında.
5- Gene de hayır, bilirler
yakında.
6- Yeryüzünü, hazır bir yaygı
olarak yaymadık mı?
7- Ve dağları, çiviler gibi
çaktık.
8- Ve sizi, çift-çift yarattık.
9- Ve uykunuzu, vakitli bir
istirâhat zamânı kıldık.
10- Ve geceyi, her şeyi örten
bir örtü yaptık.
11- Ve gündüzü de geçim zamânı.
12- Ve üstünüzde, yedi sağlam
yapı kurduk.
13- Ve yalım-yalım yanan bir
kandil yarattık.
14- Ve sıkılan bulutlardan
şarıl-şarıl sular akıttık.
15- Akıttık da o sâyede
tohumları, otları.
16- Ve birbirine sarmaş-dolaş
bahçeleri, bağları meydana getirdik.
17- Şüphe yok ki ayırma gününün
vakti de tâyin edilmiştir.
18- O gün Sûr üfürülür de
gelirsiniz bölük-bölük.
19- Ve gök açılmış, kapılar
haline gelmiştir.
20- ve dağlar yürütülmüş, serâba
dönmüştür.
21- Şüphe yok ki cehennem
pusudadır.
22- Azanlara dönüp varılacak son
yerdir.
23- Yıllar boyunca kalırlar
orada.
24- Ne bir serinlik tadarlar, ne
içilecek bir şey.
25- Ancak bir kaynar su, ancak
bir kan ve irin.
26- Bir cezâdır ki tam uygun.
27- Şüphe yok ki onlar, hiçbir
soru ummazlardı.
28- Ve delillerimizi boyuna
yalanlarlardı.
29- Ve biz her şeyi bir-bir
sayıp yazdık.
30- Artık tadın, ancak azâbınızı
arttırırız sizin.
31- Şüphe yok ki çekinenlere bir
kurtuluş, bir kutluluk ve murâda eriş yeri var.
32- Bahçeler, üzümler.
33- Ve memeleri yeni sertleşmiş
yaşıt kızlar.
34- Ve dopdolu kadeh.
35- Ne boş bir söz duyarlar
orada, ne birbirlerini yalanlama.
36- Rabbinden, fazlasıyle bir
lütuf ve ihsân.
37- Göklerin ve yeryüzünün ve
ikisinin arasındakilerin Rabbidir rahman, onun hitâbına
nâil olmazlar.
38- O gün, Rûh ve melekler, saf
saf dururlar; konuşamazlar, ancak rahmânın izin verdiği
konuşur ve gerçek söyler.362[2]
[2] Ruh, Tanrının insan
sûretinde bir yaratığıdır, fakat insan olmadığı gibi
melek de değildir. Ruh denen bu yaratıkla, bir saf,
melekler de bir saf olarak dizilecekler diyenler vardır.
Mücahid, Katade, Ebu-Salih bu fikirdedir. Ruh,
meleklerdendir, kıyamette o, yüceliği dolayısiyle ayrı
bir saf teşkil edecektir diyenler vardır. Bu, İbn-i
Mes'ud, Ata ve İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir.
İnsanların ruhları, meleklerle haşredilecek ve ayrı bir
saf teşkil edecektir; bu da sur'un birinci ve ikinci
üfürülüşü arasında ve ruhların, bedenlere
reddedilmesinden önce olacaktır diyenler olmuştur.
Atiyye, bunu İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. Ruh'tan
murat Cebrail'dir diyenler de olmuştur ki Dahhak bu
fikri kabul eder. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'tan,
ruh'un, Cebrail ve Mikail'den büyük bir melek olduğu
rivayet edilmiştir. Hasen, ruhtan maksat, insanların
ruhlarıdır, saftan da seçilmiş, arınmış olarak manası
çıkar der. Gerçek söz, yoktur Tanrı'dan başka tapacak
sözüdür (Mecma, 2, 566).
39- Bugün, gerçektir, artık
dileyen, dönüp Rabbinin tapısına varmaya bir vesîle
edinir.
40- Şüphe yok ki biz sizi, yakın
bir azapla korkutmadayız; o gün kişi, elleriyle
hazırladığına bakar ve kâfir de ne olurdu der, keşke
toprak olaydım.363[3]
[3] Buradaki kâfirden maksat
Şeytandır diyenler vardır.
79- NAZİAT SURESİ
(Şiddetle çekip alanlar anlamına
gelen bu kelime, ilk âyette geçer. Kırk altı âyettir,
Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun şiddetle çekip
alanlara.364[1]
[1] Kâfirlerin ruhlarını
şiddetle alan melekler, ölüm, doğdukları yerlerden çıkıp
battıkları yerlerde kaybolan yıldızlar, okçular gibi
çeşitli anlamlar verilmiştir.
2- Ve neşeli-neşeli
yürüyenlere.365[2]
[2] Gaziler, kâfirlerin
canlarını alan melekler, inananların canlarını neşeyle
alan melekler gibi anlamlara yorulmuştur.
3- Ve yüze-yüze gidenlere.366[3]
[3] İnananların canlarını
kolaylıkla alan melekler, gökten süratle inen melekler,
yıldızlar ve gaziler diye anlayanlar vardır
4- Ve herkesi geçenlere.367[4]
[4] Hayır ve imanda insanları
geçen melekler, inananların ruhları, yıldızlar,
savaştaki atlar anlamlarına alanlar vardır
5- Ve işi tedbîrle
yapanlara.368[5]
[5] Melekler, gökler gibi
mânalar verilmiştir.
6- O gün, bir sarsıntıdır,
sarsar.
7- Ardından bir sarsıntı daha
gelir çatar.
8- Yürekler, belinleyip korkar.
9- Gözleri yere dikilir.
10- Onlar derler ki: Çukura
atıldıktan sonra mı dirileceğiz de çıkacağız?
11- Ufalanmış bir kemik yığını
hâline geldikten sonra mı olacak bu iş?
12- Öyleyse derler, bu, pek
ziyanlı bir dönüş.
13- Halbuki o, bir tek haykırış.
14- Derken onlar dümdüz bir
yerde toplanırlar.
15- Gelmedi mi Mûsâ'ya âit söz
sana?
16- Hani Rabbi, kutlu Tuvâ
vâdisinde nidâ etmişti ona.
17- Git Firavun'a, şüphe yok ki
o, azdı.
18- De ki: İster misin
temizlenmeyi.
19- Ve sana Rabbinin yolunu
göstereyim de korkasın, saygı duyasın?
20- Derken ona en büyük delîli
göstermişti.
21- Oysa yalanlamıştı, karşı
gelmişti.
22- Sonra da geri dönmüştü de
koşup gitmişti.
23- Derken halkı toplamıştı da
bağırmıştı.
24- Ben, sizin en yüce
Rabbinizim demişti.
25- Derken Allah onu, dünyâda
da, âhirette de azaplandırarak helâk etmişti.
26- Şüphe yok ki bunda bir ibret
var korkanlara.
27- Sizi yaratmak mı daha güç
sizce, yoksa göğü yaratmak mı? Onu kurdu.
28- Tavanını yücelti, düzüp
koştu.
29- Ve gecesini kararttı, kuşluk
çağını meydana çıkarttı.
30- Ve yeryüzünü de bundan sonra
yaydı, döşedi.
31- Oradan suyunu, otlağını
çıkarıp meydana getirdi.
32- Ve dağlarını oturttu.
33- Sizin ve hayvanlarınızın
faydası için.
34- Derken o pek büyük felâket
gelip çatınca.
35- İnsan, o gün anlar, hatırlar
neye çalıştığını.
36- Ve cehennem, belirtilir
görene.
37- Artık kim azmışsa.
38- Dünyâ yaşayışını üstün
tutmuşsa,
39- Artık cehennemdir onun
yeri-yurdu.
40- Ve ama kim, Rabbinin
durağından korkup da nefsi, dileğinden çekmişse.
41- Şüphe yok ki cennettir onun
yeri-yurdu.
42- Senden sorarlar kıyâmeti, ne
vakit kopacak?
43- Sen, onu ne bilirsin ki ne
anlatacaksın?
44- Onun sonu, Rabbine âittir, o
bilir.
45- Sen ancak, korkanı
korkutansın.
46- Onu gördükleri gün, bir
akşamcık yaşamışa dönerler, yahut da günün kuşluk çağı.
80- ABESE SURESİ
(Yüzünü ekşitti anlamına gelen
bu sözle başladığı için bu isim verilmiştir. 15. âyette
"Yazıcıların ellerinde" dendiği için yazıcılar anlamına
Sefere sûresi de denir. Kırk iki âyettir, Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Yüzünü ekşitti ve döndürdü.
369[1]
[1] Hz. Muhammed (s.a.a), Rabia
oğlu Utbe, Ebu-Cehl, Abbas ve Ümeyye'yle oturup konuşur,
onları dine davet ederken gözleri görmeyen Ümmü Mektum
oğlu Abdullah gelmiş, ya Resulullah, Tanrının sana
öğrettiğinden bir kısmını bana öğret demiş ve bu sözü
birkaç kere tekrarlamıştı. Hz. Peygamber, sözünün
kesilmesi yüzünden sıkılmış, yüzünü ekşitmiş ve
çevirmişti. Bu ayetler, bunun üzerine vahyedildi ve Ümmü
Mektum geldikçe, merhaba ey yüzünden rabbimin azarına
uğradığım diye iltifat ederdi. Onu, iki kere, Medine'de
halife olarak bırakmıştı. Bunu, Hz. Peygamberin şanına
layık görmeyip yanındakilerden birisi yüzünü ekşitti,
ayetler onu anlatmadadır diyenler de olmuştur.
2- Yanına kör geldi diye.
3- Belki o, arınacaktır, ne
bilirsin?
4- Yahut da öğüt alacaktır da
ondan faydalanacaktır.
5- Fakat ihtiyacı olmayana
gelince.
6- Artık sen onun üstüne
düştükçe düşüyorsun.
7- O arınmazsa sana ne?
8- Ve fakat sana koşup gelen.
9- Ve korkan kişi.
10- Sen ondan gaflet ediyor, ona
aldırış bile etmiyorsun.
11- Öyle değil, şüphe yok ki
Kur'ân, ancak bir öğüttür.
12- Dileyen dinler, öğüt alır.
13- Büyük, şerefli
sayfalardadır.370[2]
[2] Kur’ân. Sahîfeler, Levh-i
Mahfuz, yahut doğrudan doğruya Kur’ân yazılan
derilerdir. Yazıcıları; melekler, hafızlar, vahyi
yazanlar diye anlıyanlar vardır.
14- Yüceltilmiştir,
arıtılmıştır.
15- Yazıcıların ellerinde.
16- Büyüklerdir, hayırlı ve
itâatlilerdir.
17- Geberesice insan, ne de
kâfirdir.
18- Onu, neden yaratmıştır?
19- Bir katre sudan; yaratmıştır
onu da halden hâle döndürmüştür.
20- Sonra ona yolu
kolaylatmıştır da dünyâya getirmiştir.
21- Sonra öldürmüştür onu da
kabre sokmuştur.
22- Sonra da dilerse diriltir
onu.
23- Gerçekten de insan, onun
emrini tam yerine getirmedi gitti.
24- Artık insan, yediğine de bir
baksın.
25- Şüphe yok ki biz, bir
yağmurdur, yağdırdık.
26- Sonra yeryüzünü bir iyice
yardık.
27- Derken orada tohumlar
bitirdik.
28- Ve üzüm ve yoncalar.
29- Ve zeytin ve hurma.
30- Ve çeşitli büyük ağaçları
bulunan bahçeler.
31- Ve meyveler ve otlaklar.
32- Sizin ve hayvanlarınızın
faydası için.
33- Derken âdetâ kulakları sağır
eden o bağırış gelip çattı mı.
34- O gün, bir gündür ki kişi
kaçar kardeşinden.
35- Ve anasından ve babasından.
36- Ve eşinden ve çocuğundan.
37- Ve onların herbirinin bir
derdi var ki başkalarına bakmaya vakti bile yok.
38- Nice yüzler o gün
parıl-parıl parlar.
39- Güler, sevinir.
40- Ve nice yüzler o gün
tozlarla bulanır.
41- Üstlerine bir karalıktır
çöker.
42- İşte onlardır kâfirler,
suçlular.
81- TEKVİR SURESİ
(Sûre, "Güneş dürülünce" diye
başladığı için dürmek anlamına Tekvîr sûresi denmiştir.
Dürüldü anlamına Küvviret de denir. Mekkîdir, yirmi
dokuz âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Güneş dürülünce.
2- Ve yıldızlar kararınca.
3- Ve dağlar yürütülünce.
4- Ve dişi develer bile başı boş
bırakılınca.
5- Ve vahşi hayvanlar bile bir
araya toplanınca.
6- Ve denizler, coşup kabarınca.
7- Ve insanlar, haldeşleriyle
birleşince.
8- Diri-diri gömülen kıza
sorulunca. 371[1]
[1] Kur’ân'ın birçok yerlerinde
tekrarlanıp menedilen, kızları diri diri gömmek
geleneğine işaret edilmektedir.
9- Hangi suç yüzünden öldürüldün
diye.
10- Ve sahîfeler dağılınca.
11- Ve göğün perdesi
kaldırılınca.
12- Ve cehennem
alevlendirilince.
13- Ve cennet yaklaştırılınca.
14- Herkes bilir ne
hazırladığını.
15- Artık andolsun dönüp
kaybolan.
16- Doğup yürüyen ve burçlarına
giren yıldızlara.
17- Ve geçmeye başladığı çağda,
geceye.
18- Ve ışıdığı çağda, sabaha.
19- Şüphe yok ki Kur'ân, büyük
bir elçinin sözüdür. 372[2]
[2] Büyük elçi diye anılan ve
diğer vasıflarla övülen, 23. âyetteki "Onu, apaydın tan
yerinde gördü" sözündeki karineden açıkça anlaşıldığı
gibi Cebrâil'dir.
20- Kuvvetlidir, arş sâhibinin
katında kadri yüce.
21- İtâat edilir, emniyetlidir
de.
22- Sizinle konuşan, deli
değildir.
23- Ve andolsun, onu, apaydın
tanyerinde gördü.
24- Arkadaşınız, gizli şeyler
hakkında da nekes değildir.
25- Ve Kur'ân, taşlanmış
Şeytan'ın sözü de değildir.
26- Artık nereye gidiyorsunuz
öyleyse?
27- O, bütün âlemlere bir
öğüttür ancak.
28- Ve hele içinizden doğru
hareket etmek isteyene.
29- Ve isteyemezsiniz, âlemlerin
Rabbi Allah istemedikçe.
82- İNFİTÂR SURESİ
(Sûre, "Gök yarılınca" diye
başladığı için yarılmak anlamına gelen bu adla
adlanmıştır. Yarıldı anlamına gelen İnfatarat sûresi de
denir. Mekkîdir, on dokuz âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gök yarılınca.
2- Ve yıldızlar dökülüp
saçılınca.
3- Ve denizler, kaynayıp
karışınca.
4- Ve kabirlerin altı üstüne
gelince.
5- Bilir herkes, neyi öne
sürmüştür, neyi sona bırakmış.
6- A insan, kerem sâhibi Rabbine
karşı seni gururlandıran ne?
7- Öylesine Rab ki seni yarattı,
âzanı düzüp koştu da seni düzgün bir hâle getirdi.
8- Dilediği sûrete de benzetti
seni.
9- İş, sandığınız gibi değil,
hayır siz cezâ gününü de yalanlıyorsunuz.
10- Ve şüphe yok ki size
koruyucular memûr edilmiştir elbette.373[1]
[1] İnsanların yaptıklarını
yazan melekler.
11- Büyüktür onlar, yazarlar.
12- Bilirler ne yaparsanız.
13- Ve şüphe yok ki itâat eden
iyi kişiler, elbette cennettedir.
14- Ve şüphe yok ki kötülük
edenler, elbette cehennemde.
15- Cezâ gününde oraya girerler.
16- Ve oradan hiç ayrılmazlar.
17- Ve bilir misin, nedir cezâ
günü?
18- Sonra gene de bilir misin
nedir cezâ günü?
19- Bir gündür ki hiçbir kimse,
hiçbir kimseye yardım edemez o gün ve hüküm, o gün
Allah'ın.
83- MUTTAFFIFÎN SURESİ
(İlk âyette ölçüye, tartıya hile
katanlardan bahsedildiği için bu isim verilmiştir,
Tatfîf sûresi de denir. otuz altı âyettir, Mekkîdir,
ancak Hasen, Dahhâk ve İkreme'ye göre Medenîdir. İbn-i
Abbas ve Katâde, 29. âyetten sonuna kadar Mekkîdir
demişlerdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Yazık ölçüye, tartıya hîle
katanlara.
2- Öyle kişilerdir onlar ki
insanlardan bir şey alırlarken tamam ölçerler.
3- Ve insanlara ölçüp
tartarlarken eksik ölçerler, eksik tartarlar.
4- Onlar, gerçekten de tekrar
dirilip kalkacaklarını sanmıyorlar mı?
5- Pek büyük bir gün için.
6- Öylesine bir gün ki insanlar,
âlemlerin Rabbinin emriyle kalkarlar.
7- İş sandıkları gibi değil;
şüphe yok ki kötülük edenlerin amel defterleri, elbette
siccîndedir. 374[1]
[1] Siccin, zindan ve hapishane
anlamına gelen sicn kökündendir. Cehenneme denmiştir.
Yedinci kat yerdir, kâfirlerin amel defterleri oradadır
diyenler de vardır (al-Müfredât, 223-224).
8- Ve nedir, bilir misin siccîn?
9- Bir kitaptır ki yazılmış.
10- Vay hallerine o gün
yalanlayanların.
11- Onların ki yalanlarlardı
cezâ gününü.
12- Ve o günü, yalnız haddini
aşan ve boyuna suç işleyip duran kişiler yalanlarlar.
13- Onlara âyetlerimizi okuyunca
derler ki: Öncekilere âit masallar.
14- İş öyle değil, hayır,
kazandıkları şeyler, üstüste kalplerine yığılmıştır da
kalpleri pas tutmuştur.
15- İş öyle değil, hayır, şüphe
yok ki onlar, o gün elbette Rablerinin lütfünden, bir
perdeyle, bir engelle uzak kalırlar.
16- Sonra da şüphe yok ki onlar,
elbette cehenneme atılırlar.
17- Sonra denir ki: İşte buydu
yalanladığınız.
18- İş öyle değil, şüphe yok ki
iyi kişilerin amel defterleri, illiyyîn'dedir. 375[2]
[2] İlliyyîn, Yücelik, yükseklik
anlamına gelen alâ kökündendi. Cennetlerin en yüce
yeridir, cehennemin en kötü yerinin adı siccın olduğu
gibi. Bu söz, oradakilerden kinayedir. Müminlerin amel
defterlerinin bulunduğu göktür diyenler de vardır (Aynı
kitap, 351). Siccin ve İlliyyin'e amel defterleri
diyenler de olmuştur. Ayetin zahiri manası bu söze
kuvvet vermektedir. Bu takdirde kafirlerin amel
defterleri, kendilerini kötü bir zindana benzeyen
cehenneme süreceği, inananların defterleri de
kendilerini yücelere ağdıracağı, nimetlere ulaştıracağı
için sebebiyet yoluyla defterlere bu ad verilmiştir.
19- Ve nedir, bilir misin
illiyyîn?
20- Bir kitaptır ki yazılmış.
21- Onu görür ancak mâbutlarına
yaklaştırılanlar.
22- Şüphe yok ki iyi kişiler,
elbette cennettedir.
23- Tahtlar üstünde bakarlar.
24- Tanırsın onları, yüzlerinde
cennetin parlaklığı var.
25- Sunulur, içirilir onlara
hâlis şarap ki içiminin sonu pek hoştur.
26- Ve sonunda misk kokar; ve
özleyip dileyenler, bunu özlesinler, bunu dilesinler.
27- Ve bu şaRaba Tesnîm
ırmağının suyu da karıştırılmıştır.
28- Öyle bir kaynaktır bu ki
ondan, mâbutlarına yaklaşanlar içer.
29- Şüphe yok ki suç işliyenler,
inananlara gülerler.
30- Ve onların yanlarından
geçerlerken, kaşlarıyla-gözleriyle onları işâret
ederler,
31- Ve kendi adamlarının
yanlarına dönünce de eğlenerek güle-güle dönerler.
32- Ve onları görünce de şüphe
yok ki derler bunlar, elbette sapıklar.
33- Ve bunlar, inananların
yaptıklarını görüp bellemek için gönderilmediler.
34- Artık bugün, inananlar,
kâfirlere gülerler.
35- Tahtlar üstünden bakarlar.
36- Cezâlandılar mı kâfirler,
yaptıklarına karşılık?
84- INŞIKAK SURESİ
(İlk âyette ayın yarılmasından
bahsedildiği için yarılmak ve yarıldı anlamlarına gelen
İnşikak ve İnşakkat adlariyle adlanmıştır, 25 âyettir,
Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gök yarılıp çatlayınca.
2- Ve Rabbini dinleyip itâat
ederek sözünü haklayınca.
3- Ve yeryüzü, dümdüz çekilince.
4- Ve içindekileri atıp
boşalınca.
5- Ve Rabbini dinleyip itâat
ederek sözünü haklayınca.
6- Ey insan, şüphe yok ki sen,
Rabbine ulaşmak için meşakkatler içinde didinir-durursun
da sonunda ona kavuşursun.
7- Ama kimin kitabı, sağ
yanından verilirse.
8- Artık onun hesâbı, kolayca
görülür.
9- Ve âilesinin yanına sevinç
içinde döner.
10- Ve ama kimin kitabı,
ardından verilirse.
11- O, helâk olmasını diler.
12- Ve cehenneme atılır.
13- Şüphe yok ki o, âilesinin
içinde sevinmedeydi.
14- Şüphe yok ki o, öldükten
sonra tekrar hayâta dönmeyeceğini sanırdı.
15- Evet, şüphe yok ki Rabbi,
onu görürdü.
16- Andolsun gün battıktan
sonraki kızıllığa.
17- Ve geceye ve gecenin
kapladıklarına.
18- Ve aya, dolunay olunca.
19- Elbette geçeceksiniz bir
halden bir hâle.
20- Artık ne oldu onlara da
inanmıyorlar.
21- Ve onlara Kur'ân okununca
secde etmiyorlar?
22- Hayır, kâfir olanlar,
yalanlıyorlar.
23- Ve Allah, daha iyi bilir,
gönüllerinde ne var.
24- Artık müjdele onları elemli
bir azapla.
25- Ancak inananlar ve iyi
işlerde bulunanlar başka; onlar içindir başa kakılmıyan
mükâfat.
85- BURÛC SURESİ
(İlk âyette göklerdeki
burçlardan bahsedildiği için burçlar anlamına gelen bu
isim verilmişti. Yirmi iki âyettir, Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun burçları bulunan
göğe.
2- Ve vaadedilen güne.376[1]
[1] Vaadedilen gün kıyamettir,
tanık cuma günüdür, yahut kurban bayramı günüdür. Hz.
Muhammed (s.a.a)'dir, arefe günüdür, melektir, Tanrıdır
da denmiştir. Görünen, arefe günüdür, kıyamet günüdür,
kurban bayramı günüdür; tanık, Ka'be'deki Hacer-i
Esved'dir, görünen, hacılardır. Tanık, günlerle
gecelerdir, görünen, insanlardır diyenler de olmuştur.
3- Ve tanığa ve görünene.
4- Kahrolsun yerde hendekler
kazıp ateşler yakanlar.377[2]
[2] Bunlar hakkında çeşitli
rivâyetler vardır (Mecma, 2, 588). Ahd-i Atıyk'te,
Danyâk kitabında Butunnassar'ın Abdanagoh, Mişak ve
Şadrak adlı üç kişiyi, Babil'de Dora ovasına diktirdiği
büyük altın puta tapmadıkları için, içinde ateş yanan
fırına attırdığı, fakat bunların yanmadığı hikaye
edilir. İhtimal buna işarettir (3).
5- Öylesine ateş ki odunları
var.
6- O sırada kendileri de
kıyısında oturmuşlar.
7- İnananlara yaptıklarını
seyrediyor onlar.
8- Ve ancak üstün ve hamde lâyık
Allah'a inandıkları için onları azaplan-dırmadalar.
9- O mâbut ki onundur saltanatı
ve tedbîri göklerin ve yeryüzünün ve Allah her şeye
tanıktır.
10- Kadın ve erkek, inananları
azap-landıranlar, sonra da tövbe etmeyenler yok mu,
onlaradır cehennem azâbı ve onlaradır yakıp kavuran
azap.
11- İnananlara ve iyi işlerde
bulunanlara gelince: Onlaradır kıyılarından ırmakla akan
cennetler ve buysa pek büyük bir kurtuluştur, bu
kutluluk ve murâda eriş.
12- Şüphe yok ki Rabbinin, tutup
helâk edişi, pek çetindir.
13- Şüphe yok ki o, ilk defa var
eder ve ölümden sonra gene de yaratır.
14- Ve odur suçları örten ve
çok-çok seven.
15- Şerefli arşın sâhibi.
16- Dilediğini işler-durur.
17- Sana, ordulara âit olan söz
gelmedi mi.
18- Firavun'a ve Semûd'a âid
olan?
19- Kâfir olanlar, zâten de
yalanlamaya dalmışlardır.
20- Ve Allah'sa yaptıkları işin
ardından onları kavramış, kuşatmıştır.
21- Hayır, o şerefli Kur'ân'dır.
22- Korunmuş levhada.378[3]
[3] "Korunmuş"dan maksat,
değiştirilmeden, bozulmadan, noksandan, fazlalıktan
korunmuş, yahut meleklerden
başkalarından korunmuş demektir.
Allah indinde korunmuş diyenler de vardır. Levh, üstüne
yazı yazılan düz şey anlamına gelir. "Levh-i Mahfuz"un
keyfiyetini bilmeyiz (al-Müfredat, 472). Uzunluğu gökle
yer arası, enliliği, doğu ile batı arası kadar olan ve
ak inciden yaratılan bir levha olduğu rivayet edilmiştir
(Mecma, 2, 590). Kur’an'da, burada, "korunmuş levha"
diye anılan şey, her şeyi açıklayan ve kendisine
uyulması gereken nesne, açıklayıcı kitap, kitabın temeli
anlamlarına gelen "İmam-i Mübin, Kitab-i Mübin,
Ümm-ül-Kitab" gibi sözlerle de anılır. Maksat, Tanrının
takdirini, her olacak şeyi, bilgisiyle kavramış
olduğunu, her şeyin, onun bilgisine göre ve muayyen bir
zamanda zuhurunu anlatmaktır. Hukema mesleğine uyanlarla
Sufiler, korunmuş levha'yı çeşitli tarzlarda tevil
ederler (Abdülkerim-i Ciyli'nin al-İnsan-Ül-Kamil'inde
Levh babına ve Seyyid Şerif'in Ta'rifat'ına bakınız,
83).
86- TÂRIK SURESİ
(Geceleyin gelen anlamını veren
"târık" kelimesi geçtiğinden bu isim verilmiştir.
Mekkîdir, on yedi âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun göğe ve geceleyin
gelene.
2- Ve bilir misin nedir
geceleyin gelen?
3- Parıl-parıl parlıyan
yıldız.379[1]
[1] Maksat her yıldızdır. Ülker
yıldızıdır diyenler de vardır.
4- Hiçbir kimse yoktur ki onun
bir gözetip koruyan memuru bulunmasın.
5- Artık insan, bir baksın neden
yaratıldı?
6- Yaratıldı sıçrayarak akan bir
sudan.
7- Belden çıkar ve kaburga
kemiklerinin arasından.
8- Şüphe yok ki ölümden sonra
tekrar onu hayâta döndürmiye de gücü yeter.
9- O gün, bütün gizli şeyler,
meydana vurulur.
10- Artık onun ne bir gücü
kalır, ne de ona yardım eden olur.
11- Andolsun yağmur yağdıran
göğe.
12- Ve nebat bitirmek için
çatlayıp yarılan yere.
13- Şüphe yok ki o, her şeyi
ayırt eden kesin bir söz elbet.
14- Ve o, şaka değil elbet.
15- Şüphe yok ki onlar, bir
düzendir, kurup duruyorlar.
16- Ve ben de onlara karşı koyup
duruyorum.
17- Artık mühlet ver kâfirlere
mühlet ver onlara az bir müddet.
87- A'LÂ SURESİ
(En yüce anlamına gelen a'lâ
kelimesi, 1. âyette Tanrıya sıfat olarak verildiği için
bu adla anılmıştır. İbn-i Abbas'a göre Mekkîdir,
Dahhâk'a göre Medenîdir. on dokuz âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Tenzîh et yücelerden yüce
Rab-binin adını.
2- Bir Rab ki yarattı, derken
düzüp koştu.
3- Bir Rab ki ölçüp biçti,
derken doğru yolu buldurdu.
4- Bir Rab ki otlağı çıkardı.
5- Derken onu kapkara, kupkuru
bir hale döndürdü.
6- Seni okutacağız da
unutmayacaksın.
7- Ancak Allah dilerse o başka;
şüphe yok ki o, açığa vurulanı da, gizli kalanı da
bilir.
8- Ve sana, en kolay yolda
başarı vereceğiz.
9- Artık öğüt ver, fayda verirse
eğer.
10- Korkan, öğüt alır.
11- En kötü ve bahtsız olan,
ondan sakınır.
12- Öyle bahtsız ki o, pek büyük
ataşe atılır, yanar.
13- Sonra da orada ne ölür, ne
dirilir.
14- Gerçekten de kurtulur,
murâda erer kendini temizleyen.
15- Ve Rabbinin adını anıp da
namaz kılan.
16- Hayır, siz dünyâ yaşayışını
üstün tutarsınız.
17- Ahiretse daha hayırlıdır ve
daha da sürekli.
18- Şüphe yok ki bu vardı,
elbette daha önceki sahîfelerde.
19- İbrâhim'in ve Mûsa'nın
sahî-felerinde. 380[1]
[1] Yani, 14. âyetten 17. âyete
kadar anlatılan kısım, daha önceki sahîfelerde, İbrahîm
ve Mûsâ peygamberlerin sahîfelerinde de vardı
88- GÂŞİYE SURESİ
(İlk âyette kıyamet, her şeyi ve
herkesi kapıp kavrayan felâket anlamına gelen bu sözle
anıldığı için sûreye bu isim verilmiştir. Mekkîdir,
yirmi altı âyettir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Geldi mi sana her yanı ve
herkesi kavrayıp kaplayan o felâketin haberi?
2- O gün yüzler eğilirler.
3- Çalışıp çabalarlar, zahmete
girip yorulurlar.
4- Pek kızgın ateşe atılırlar.
5- Pek ıssı bir suyla
suvarılırlar.
6- Onlara orada yemek olarak
ancak zehirli diken var,
7- Ne besler ve ne doyurur,
açlığı defeder.
8- O gün yüzler, sevinçlidir,
neşeye dalar.
9- Çalıştıklarından hoşnût
olurlar.
10- Yüce cennettedirler.
11- Orada boş söz duymazlar.
12- Orada akan bir pınar var.
13- Orada yükseltilmiş tahtlar.
14- Ve konmuş sağraklar.
15- Ve sıra-sıra konmuş
yastıklar.
16- Yer-yer yayılmış döşemeler.
17- Hâlâ mı bakmazlar deveye,
nasıl da yaratılmış?
18- Ve göğe, nasıl da
yüceltilmiş?
19- Ve dağlara, nasıl da
dikilmiş.
20- Ve yeryüzüne, nasıl da
yayılmış?
21- Artık korkut, öğüt ver, sen,
ancak bir korkutucusun, bir öğütçü.
22- Onlara mûsâllat olmuş biri
değilsin.
23- Ancak kabûl etmeyen ve kâfir
olana gelince.
24- Artık onu Allah azaplandırır
pek büyük bir azapla.
25- Şüphe yok ki tapımızdır
gelecekleri yer.
26- Sonra da şüphe yok ki
hesaplarını görmek, bize düşer.
89- FECR SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun ağaran sabaha.381[1]
[1] İkrime, Hasen ve saireye
göre her günün sabahıdır, ibn-i Abbas'tan da bu rivâyet
edilmiştir. Hac ayı olan zilhiccenin sabahıdır da
denmiştir.
2- Ve on geceye.382[2]
[2] Zilhiccenin ilk on gecesi.
Bu takdîrde sabah, arefe gününün, yahut ayın onuncu günü
olan kurban bayramı gününün sabahıdır. On gece, ramazan
ayının son on gecesidir denmiştir.
3- Ve çifte ve teke.383[3]
[3] Tek ve çift, bütün
yaratıklardır. Çift, çifter çifter yani erkekli dişili
yaratılan bütün yaratıklardır, tekse Tanrıdır tarzında
anlayanlar da olmuştur. Çiftin, gece kılınan iki rikat
nafile namaz, tekin de gene bir rikat, yahut üç rikat
olarak kılınan gece nafilesi olduğunu,
Ebu-Said'il-Hûdri'den tahric etmişlerdir. Çift bayram
günüdür, tek arefe günü; çift terviye günüdür, yani
zilhiccenin sekizinci günüdür, tek arefe günüdür; tek
Adem Peygamberdir, Zevcesiyle çifttir; çift bütün
günlerle gecelerdir, tek, ondan sonra artık gece olmayan
kıyamet günüdür diyenler olmuş, hatta çift Safa ile
Merve'dir, tek de Ka'be'dir; çift, Ali ile Fatıma
(s.a)'dır, tek de Hz. Muhammed (s.a.a)'dir tarzında
tevil edenler bile bulunmuştur (Mecma, 2, 596).
4- Ve ışırken geceye.384[4]
[4] Bütün gecelerdir. Hacıların.
Arafat'tan Müzdelife'ye indikleri gecedir, Kadir
Gecesidir diyenler olmuştur.
5- Bu antta büyük bir şey yok mu
aklı başında olana?
6- Görmedin mi Rabbin neler
yaptı Âd'a?
7- Direklerle dolu İrem'e.385[5]
[5] İrem, bir rivâyete göre boy
adıdır. Âd'ın atasının adıdır diyenler de vardır. Bir
şehir adıdır diyenler olmuş, hatta İskenderiye'nin
yerindeydi de denmiştir; bu şehri, Ad'ın oğlu olup
tanrılık davasına kalkışan Şeddad yaptırmıştır. Ad'ın
lakabıdır, diğer bir adıdır diyenler de var. Direklerden
maksat, güç kuvvet, şiddet ve kudret, yahut uzun boy
postur denmiştir.
8- Öylesine bir şehirdi ki
yaratılmamıştı eşi şehirler arasında.
9- Ve vâdileri oyan, kayaları
kesen Semûd'a.
10- Ve direk gibi sağlam
kumandanları olan Firavun'a?
11- Öylesine ki azdılar
şehirlerde.
12- Derken bozgunculuğu
çoğalttılar oralarda.
13- Derken Rabbin de onlara bir
azap kamçısıdır, yağdırdı.
14- Şüphe yok ki Rabbin
kullarının yollarında, pusudadır, onları görüp gözetir.
15- İnsan, öyle bir mahlûktur ki
Rabbi, onu sınadı da büyüttü, ve nîmetler verdi mi,
Rabbim der, lâyıktım da büyüttün beni.
16- Ve fakat sınadı da rızkını
daralttı mı, Rabbim der, alçalttı beni.
17- İş öyle değil, hayır; siz,
ne yetîmi ağırlıyorsunuz.
18- Ve ne birbirinizi, yoksulu
doyurmaya teşvik ediyorsunuz.
19- Ve mîrâsı, habbesine dek
yiyorsunuz.
20- Ve malı, alabildiğine
seviyorsunuz.
21- İş öyle değil, hayır, yer
bir kere paramparça olup dümdüz bir hâle geldi mi.
22- Ve Rabbinin emri gelip çattı
da melekler, saf-saf oldu mu.
23- Ve o gün cehennem, ortaya
çıktı mı, insan, öğüt alır, anlar ama öğütün, anlayışın
artık ne faydası var ona?
24- Keşke der, önceden, daha
sağken iyilik etseydim.
25- Derken o gün öylesine bir
azaplandırır onu ki kimsecikler, o çeşit azâb edemez.
26- Ve öylesine bağlar onu ki
kimsecikler, o çeşit bağlayamaz.
27- Ey iyiden-iyiye inanmış,
şüpheden kurtulmuş can.
28- Dön Rabbine, ondan râzı
olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.
29- Artık katıl kullarımın
arasına.
30- Ve gir cennetime.
90- BELED SURESİ
(Şehir anlamına gelen bu kelime
ilk âyette geçtiği için sûreye bu isim verilmiştir.
Yirmi âyettir, Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun bu şehre.
2- Ki sen oturmadasın bu
şehirde. 386[1]
[1] Şehirden maksat Mekke'dir.
3- Ve babaya ve oğula.387[2]
[2] Baba Âdem Peygamberdir, oğul
da soyu sopu. Soy soptan maksat, soyundan gelen
peygamberlerdir diyenler de vardır. Her oğul ve babadır,
Âdem Peygamberle Hz. Muhammed (s.a.a)'dir diyenler de
bulunmuştur.
4- Gerçekten de biz insanı
sıkıntı içinde yarattık.
5- Hiçbir kimsenin, ona gücü
yetmez mi sanır?
6- Ben, birçok mal helâk ettim
der.
7- Hiçbir kimse, onu görmez mi
sanır?
8- Onun için halketmedik mi iki
göz.
9- Ve bir dille iki dudak?
10- Ve ona iki sarp yol
gösterdik.
11- Derken dayanmadı o yokuşa.
12- Ve bilir misin, yokuş nedir?
13- Bir kul azat etmek.
14- Yahut açlık, kıtlık gününde
doyurmak.
15- Yakınlığı olan bir yetîmi.
16- Yahut yerlere döşenmiş bir
yoksulu.
17- Sonra da inananlardan ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı tavsiye
edenlerden olmak.
18- Onlardır işte sağ taraf
ehli.
19- Delillerimize kâfir olanlara
gelince: Onlardır sol taraf ehli.
20- Onlaradır kapıları,
üstlerine ör-tülmüş ateş.
91- ŞEMS SURESİ
(İlk âyette güneş anlamına gelen
bu kelime geçtiği için bu ad verilmiştir. On beş
âyettir, Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun güneşe ve ışığına.
2- Ve ondan ışık aldığı, ardına
düşüp seyrettiği zaman aya.
3- Ve ışıdığı zaman güne.
4- Ve kapladığı zaman geceye.
5- Ve göğe ve onu kurana.
6- Ve yere ve onu döşeyene.
7- Ve cana ve âzasını düzüp
koşana.
8- Derken ona kötülüğünü de,
çekinmesini de ilham etmiştir.
9- Andolsun ki kim, özünü iyice
temizlemişse kurtulmuştur, murâdına ermiştir.
10- Ve andolsun ki kim, özünü
kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir.
11- Semûd, azgınlığıyle
yalanlamıştı.
12- O zaman ki en bahtsızları
atılmıştı da.
13- Derken Allah'ın Peygamberi,
bu demişti onlara, Allah'ın dişi devesi, çekinin ondan
ve suvarılmasından.388[1]
[1] Allah'ın peygamberi, Hz.
Sâlih'tir.
14- Derken yalanlamışlardı onu
da ayaklarını kesip öldürmüşlerdi deveyi, derken Rableri
de suçları yüzünden onları helâk etmişti de orasını
düzleyivermişti.
15- Bu işin sonundan korkmazdı
ki.
92- LEYL SURESİ
(İlk âyette bu kelime geçtiği
için bu adla adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun basınca, geceye.
2- Ve ışıyınca, güne.
3- Ve erkeği ve dişiyi yaratana.
4- Şüphe yok ki çalışmanız,
elbette çeşitlidir, başka-başka.
5- Ve kim verdi ve çekindiyse.
6- Ve en güzel sözü
gerçeklediyse.
7- Artık ona en kolay yolu
kolaylaştırırız.
8- Ve ama kim nekeslik etti ve
zenginleşmeyi dilediyse.
9- Ve en güzel sözü
yalanladıysa.
10- Artık ona da en güç yolu
kolaylaştırırız.389[1]
[1] Kim, yoksullara verir,
Tanrıdan korkup suçtan çekinirse, güzel sözü, yani
Kur’ân'ı, inancı, tevhid kelimesini, Müslümanlığı,
cenneti gerçeklerse, ona en kolay yolu, yani dini,
ibadeti, cennete girmeyi, Tanrı razılığına ermeyi, daha
da kolay bir hale getiririz. Fakat kim nekeslik eder,
zenginleşmeyi diler, güzel sözü yalanlarsa ona, güç olan
ateşi, cehenneme girmeyi, azaba uğramayı
kolaylaştırırız.
11- Ve helâk olduğu zaman malı,
ona bir fayda vermez.
12- Şüphe yok ki doğru yolu
göstermek, bize düşer.
13- Ve şüphe yok ki bizimdir son
yaşayış da ve önceki de.
14- Artık sizi korkuttum
alev-alev parlayan ateşle.
15- Oraya da ancak pek bahtsız
kişi atılır, yanar.
16- Öyle ki yalanlamıştır o ve
yüzünü döndürmüştür.
17- Ve ondan, ancak, pek ziyâde
çekinen uzak kalır.
18- Öylesine ki malını verir de
özünü tertemiz bir hâle kor.
19- Ve hiçbir kimseden, bir
nîmetle mükâfatlanmayı dilemez.
20- Yaptığını, ancak yücelerden
yüce Rabbinin rızâsı için yapar.
21- Ve o da, râzı olacaktır
ondan.
93- DUHA SURESİ
(Kuşluk anlamına gelen bu
kelime, ilk âyette geçtiği için sûreye bu isim
verilmiştir. İnb-i Abbas'a göre vahiy, on beş gün
gecikmişti. Müşrikler, rabbi, Muhammed'i terk etti,
darıldı ona dediler. Hatta Harb'in kızı ve Ebu-Leheb'in
karısı Ümmü Cemil, bir gün, ya Muhammed, Şeytanını
gömüyorum, herhalde seni terk etti demişti. Bu sûre, bu
olay üzerine vahyedildi. Vahyin on iki, kırk, yahut
birkaç gün geciktiği ve bu gecikmenin 18. sûrede bahsi
geçen, Ashab-ı Kehf ve Zül-karneyn'e aid olaylarla ruhun
mahiyeti sorulunca, Tanrı dilerse demeyip yarın haber
veririm demesiydi diye sebebini söyleyenler de
olmuştur.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun kuşluğa.
2- Ve geceye, karanlığı basınca.
3- Rabbin, seni ne terketti, ne
de darıldı sana.
4- Ve elbette âhiret, önceki
dünyâdan da hayırlıdır sana.
5- Ve elbette yakında Rabbin,
öyle şeyler verecek ki sana, sonucu râzı olacaksın.
390[1]
[1] Maksat şefaattir. Hz.
Ali'nin oğlu Muhammed-ibn-il-Hanefiyye'nin, ey
Iraklılar, Allah kitabında en ziyade rahmeti şamil olan,
en fazla ümit veren ayet, "Ey nefislerine uyup hadden
aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit
kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe
yok ki o, suçları örter, rahimdir" ayetidir sanıyorsunuz
(39, 53), halbuki biz Ehl-i Beyt deriz ki, Allah'ın
kitabında, insana en fazla ümit veren ayet, "Ve elbette
yakında rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, nihayet
razı olacaksın ona" ayetidir; andolsun Allah'a ki
Muhammed Peygamberin razılığı, Tanrıyı bir tanıyanlara
şefaattir. O derece bağışlayacak Tanrı ki sonucu,
Muhammed Peygamber razı oldum, razı oldum diyecektir
dediği rivayet edilmiştir. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s),
ceddimin rızası, Tanrıyı bir tanıyan hiçbir kimsenin
cehennemde kalmamasıdır buyurmuştur (Mecma, 2, 606).
6- Seni bir yetîm olarak bulup
da yer-yurt vermedi mi sana? 391[2]
[2] Hz. Muhammed (s.a.a)'in
babası Abdullah, kendileri dört yaşındayken vefat
etmişti.
7- Ve seni, yol yitirmiş bulup
da yol göstermedi mi sana? 392[3]
[3] Hz. Muhammed (s.a.a)'in,
çocukken Mekke vâdilerinde yol yitirdiği ve Ebu-Cehl
tarafından bulunup dedesi Abdülmuttalib'e götürüldüğü
rivayet edilmiştir.
8- Ve seni yoksul bulup da
zenginlik vermedi mi sana?
9- Artık sen de yetîmi horlama.
10- Ve bir şey dileyeni boş
çevirme, azarlama.
11- Ve Rabbinin nîmetini an,
söyle.
94- İNŞİRÂH SURESİ393[4]
(Elemneşrah sûresi de derler.
Açılmak, genişlemek anlamına gelen bu söz, ilk âyette
geçtiği için sûreye bu isim verilmiştir. Sekiz âyettir,
Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Senin göğsünü açıp
genişletmedik mi?
Manen göğsünü açıp
peygamberlikle, bilgiyle genişletmedik mi? Bu yüzden
peygamberliğe koyuldun, eziyetlere dayandın, kalbin.
imanla yatıştı.
2- Ve senin yükünü kaldırıp
attık.
Ayet Sana ağır gelen
peygamberlik yükünü hafifletmedik mi? Yahut kafirlerden
çektiği eziyetlere karşı sana tahammül vermedik mi?
3- Öylesine yük ki çökertmişti
belini.
4- Ve adını yücelttik.
Adını, tevhit kelimesinde ve
ezanda, adımızdan sonra andırdık, bu sûretle adını
yüceltmedik mi, iman etmeyi, senin peygamberliğini de
gerçeklemeye bağlamadık mı?
5- Artık şüphe yok ki her
güçlükle berâber bir de kolaylık var.
6- Şüphe yok ki her güçlükle
berâber bir de kolaylık var.
7- Artık sen de ibâdeti
bitirince yorul.
Namazı kıldıktan sonra oturduğun
yerde duaya koyul; yahut farz namazları kılıp
bitirdikten sonra gece namazına kalk; yahut dünya
işlerini yapıp bitirdikten sonra namaza dur. Savaştan
sonra ibadete, yahut nefsinle savaşa giriş, peygamberlik
hizmetini bitirdikten sonra şefaat et tarzında
anlayanlar da olmuştur.
8- Ve ancak Rabbinden iste, ona
doğrul.
Rabbine yalvar, halktan değil,
ondan iste.
95- TÎN SURESİ394[1]
(İbn-i Abbas'tan Medenî olduğu
da rivâyet edilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun Tîn'e ve Zeytûn'a.
Tin, incir anlamına gelir,
zeytun da bildiğimiz zeytindir. Bu iki nesnenin, her
şeyinden faydalanıldığı için Tanrı, bilhassa bunları
andı denmiştir. Tin, Şam'ın, üstüne kurulduğu tepedir,
Zeytun da Beyt-i Makdis'in kurulduğu dağdır diyenler
olmuştur ki bu, Katade'den rivayet edilmiştir. İkreme'ye
göre Tin ve Zeytun iki dağdır; bu dağların birinde
incir, öbüründe zeytin yetiştiği için bu adlarla
adlanmıştır. Tin, Şam mescididir, zeytun da Beyt-i
Makdis'tir; Tin, Cudi tepesinde, Nûh Peygamberin
mescididir, Zeytun, Beyt-i Makdis'tir; Tin, Ka'be'dir,
Zeytun, Mescid-i Aksadır diyenler de olmuştur. İncirin,
Museviliği temsil ettiği söylenegelmiştir. 24. sûrenin
35. ayetinde Müslümanlık, doğuda ve batıda olmıyan
zeytin ağacına benzetilmiştir.
2- Ve Tûr-ı Sînâ'ya.
Tanrının, Mûsa Peygamberle
görüştüğü ve ona tecelli ettiği dağ, Seyna'daki Tûr
dağı.
3- Ve bu emîn şehre.
Mekke.
4- Gerçekten de biz, insanı, en
güzel bir sûrete sâhip olarak yarattık.
İki ayak üstünde yürüyen
yaratık. En güzel yaratık. Akıl, düşünce, anlayış, söz
söyleme kabiliyetleriyle diğer yaratıklardan seçilmiş en
güzel mahluk, insan.
5- Sonra da onu döndürdük,
aşağıların en aşağısına attık.
Aşağıların en aşağısı; kocalık,
akıl azlığı, zayıflık, bunaklık diye tevil edilmiştir.
Cehennem diyenler de vardır ki bu takdirde kafirler
kastedilmededir, nitekim bundan sonraki ayetlerde,
inananlar ve iyi işler yapanlar, bu hükümden istisna
edilmiştir.
6- Ancak inananlar ve iyi
işlerde bulunanlar başka, gerçekten de onlara bitmez
tükenmez, başa kakılmaz bir mükâfat var.
7- Artık dîni yalanlamana sebep
nedir?
8- Allah, hükmedenlerin en
üstünü değil midir?
96- ALAK SURESİ
(2. âyette insanın, kan
pıhtısından yaratıldığı anlatıldığından kan pıhtısı
anlamına gelen Alâk adı verilmiştir. Hz. Muhammed
(s.a.a)'e ilk vahyedilen âyetler bu sûrenin başındaki
âyetlerdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Oku Rabbinin adıyla ki bütün
mahlûkatı yarattı.395[1]
[1] Kur’ân'ı, Besmele ile başla
da oku.
2- İnsanı da bir parça kan
pıhtısından var etti.
3- Oku ve Rabbin, pek büyük bir
kerem sâhibidir.
4- Öyle bir Rab ki kâlemle
öğretmiştir.
5- İnsana bilmediğini
belletmiştir.
6- İş öyle değil, şüphe yok ki
insan, azar elbette.
7- Kendini ihtiyâcı yok görürse.
8- Şüphe yok ki dönüş, Rabbinin
tapısına.
9- Gördün mü nehyedeni. 396[2]
[2] Nehyeden Ebu-Cehl'dir.
10- Bir kulu, namaz kılarsa.
11- Bir düşün, ya o doğru yolu
bulup giderse.
12- Yahut da çekinmeyi
emrederse.
13- Gördün mü sen de, ya öbürü
yalanlar ve yüz çevirirse.
14- Bilmez mi ki Allah, bilir
gerçekten de.
15- İş öyle değil, vaz geçmezse
eğer elbette tutarız perçeminden.
16- Yalan söyleyenin, yanlış
hareket edenin perçeminden.
17- Derken hemdemlerini,
kavmini, kabîlesini çağırır.
18- Biz de yakında zebânileri
çağırırız.
19- İş öyle değil, itâat etme
ona ve artık secde et de yaklaş.
97- KADR SURESİ
(Kadir Gecesinden bahsettiği
için bu ad verilmiştir. Mekkîdir diyenler olduğu gibi
Medenîdir diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Şüphe yok ki indirdik
Kur'ân'ı Kadir gecesi. 397[1]
[1] Bu gece, Kur’ân'ın indiği
gecedir. 2. sûrenin 185. âyetinde, Kur’ân'ın ramazanda
indirildiği açıkça bildirildiğinden bu gece, ramazan
ayının içindedir. O gecenin kadri, şerefi, 3. ayetten
itibaren anlatıldığı gibi pek yüce olduğundan, yahut
kadri yüce Kur’an'ın, kadri yüce olan Peygambere o gece
vahyedildiğinden, o yıl içinde olacak şeyler, o gece
takdir edildiğinden, o gece ibadet etmenin kadri, pek
üstün bulunduğundan bu adla anılmış ve o geceye Kadir
Gecesi denmiştir. Kadr, sıkışmak anlamına da geldiği
cihetle o gece meleklerin yere inmesi, inenlerin
kendilerine bir daha nöbet düşmemek üzere göğe
çıkmaları, yeryüzünde öylesine bir kalabalık meydana
getirir ki ayak basacak yer bulunmaz, bu yüzden Kadir
Gecesi denmiştir diyenler de vardır.
Bazılarına göre Kadir Gecesi,
yalnız asrı saadette vardı. Fakat bu rey, umumi olmayıp
şazdır. Ramazanın on beşinden sonraki tek gecelerden,
yani on yedinci, on dokuzuncu, yirmi birinci, yirmi
üçüncü, yirmi beşinci, yirmi yedinci, yirmi dokuzuncu
gecelerden biridir; on beşinci ve on yedinci geceleri de
bunlara katanlar vardır. Son on gecede Hz. Muhammed
(s.a.a)'in, kendini ibadete verdiği rivayet edilmiştir.
Ebu-Said-il-Hûdri de Hz. Muhammed (s.a.a)'le beraber
itikafa girdiğini, yirminci günü sabahı, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in, Kadir Gecesi bana gösterildi, fakat
unutturuldu, onu, son on gecenin teklerinde arayın;
ancak ben o sabah balçık içine secde ettiğimi gördüm
dediğini söyler ve yirmi birinci gecenin sabahında
yağmur yağıp mescidin damının damladığını bildirip Tanrı
ona rahmet etsin ve esenlikler versin, Rasûlullahın
balçık içine secde ettiğini, hatta alnında toprak eseri
bulunduğunu gördüm der (al-Tecrid, Babu Fazlı
Leylet-ül-Kadr, 126). Şafii, bunu kabul etmiştir.
Hanefiyye'ye göre yirmi yedinci gecedir. İmamiyye, on
dokuzuncu, yirmi birinci, yirmi üçüncü gecelerden biri
yahut her üçü, yahut da bilhassa yirmi üçüncü gece
olduğunda müttefiktir. (Mecma, 2, 612-613). Sufiyye,
gerçek yolcunun, hakıykat yolcusunun, kendi kadrini
bilip öğrenmesine vesile olan, sevgilisi bulunan
rabbinin indindeki derecesini anlatan hususi tecelliye
mazhar olduğu gecedir ki bu da birlik makamına
ulaşmasının iptidasıdır demişlerdir (Ta'rifat, 84).
2- Ve ne bildirdi sana, nedir
Kadir gecesi?
3- Bin aydan daha da hayırlıdır
Kadir gecesi. 398[2]
[2] O geceki ibadet, içinde
Kadir Gecesi bulunmamak şartıyla bin ay yapılan
ibadetten daha yücedir, daha hayırlıdır.
4- O gece melekler ve Rûh,
takdîr edilen her iş için, Rablerinin izniyle inerler.
399[3]
[3] Ruh'tan maksat Cebrâil'dir.
5- Esenliktir, o gece, gün
ışığıncaya dek sürer. 400[4]
[4] O gece esenlikten ibarettir,
hiçbir kötülük o gece inmez. Aynı zamanda melekler de
müminlere selâm verirler.
98- BEYYİNE SURESİ
(1. âyetinde apaçık delil
anlamına gelen bu söz geçtiği için bu adla adlanmıştır.
İlk kelimesi olan Lemyekün adiyle de anılır. Aynı
zamanda 5. ayette geçen "hükümleri sabit doğru
kitaplardaki din" anlamına gelen ve "Kayyime" kelimesi
de sûrenin başka bir adıdır. 6. ve 7. ayetlerdeki
"beriyye - yaratıklar" sözüne bakılarak "Beriyye sûresi"
de denmiştir. Medenidir, Mekki diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Vaz geçemezlerdi kâfirlikten
kitap ehlinden kâfir olanlar ve şirk koşanlar,
kendilerine apaçık kesin bir delil gelmedikçe.
2- Bir kesin delil, bir
peygamber, Allah tarafından, onlara tertemiz sahîfeleri
okumadıkça.
3- O sahîfelerdedir hükmü sâbit
doğru kitaplar.
4- Ve ancak kendilerine apaçık
kesin bir delil geldikten sonradır ki aykırılığa
düştüler, kendilerine kitap verilmiş olanlar.
5- Ve ancak özleri hâlis olarak
ve onun gerçek dînine uyarak Allah'a kulluk etmeleri
emredildi onlara, doğru olmaları emredildi ve namaz
kılmaları ve zekât vermeleri ve işte budur hükümleri
sâbit doğru kitaplardaki din de.
6- Kitap ehlinden kâfir olanlar
ve şirk koşanlar, şüphe yok ki cehennem ateşindedir,
ebedîdir onlar orada, onlardır yaratılmışların en
kötüleri.
7- İnananlar ve iyi işlerde
bulunanlarsa: Onlardır şüphe yok ki yaratılmışların en
hayırlıları.
8- Rablerinin katındaki
mükâfatları, kıyılarından ırmaklar akan ebedî Adn
cennetleridir, ebedîdir onlar orada, Allah râzı olmuştur
onlardan ve onlar da râzı olmuşlardır ondan; ve bu
mükâfat, Rabbinden korkanadır.
99- ZİLZÂL SURESİ
Mekkîdir, sekiz âyettir.
(Sarsıntı anlamına gelen bu söz,
ilk âyette anılır. İbn-i Abbas ve Katâde'ye göre
Medenîdir, Dahhâk ve Atâ'ye göre Mekkîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Yeryüzü, şiddetli bir
depremle sarsılınca.
2- Ve yeryüzü, ağırlıklarını
çıkarınca. 401[1]
[1] Ölüleri, yahut madenleri,
defineleri.
3- Ve insan, ne oluyor ki buna
deyince.
4- O gün, bütün haberlerini
anlatınca.
5- Çünkü Rabbin, vahyetmiştir,
bildirmiştir ona.
6- O gün insanlar, gittikleri
yerden gelirler, yaptıklarını görmek için.
7- Artık kim, bir zerre ağırlığı
hayır yapmışsa görür onu.
8- Ve kim, bir zerre ağırlığı
şer yapmışsa görür onu.
100- ÂDİYÂT SURESİ
(Soluya soluya koşanlar anlamına
gelen bu söz, ilk âyette geçer. On bir âyettir,
Medenîdir, Mekkîdir diyenler de vardır. Amr-ül-Ensâri
oğlu Münzir kumandasında, Kinâne oğullarından Hayy
boyuna bir ordu gönderilmişti. Dönüşleri gecikince
münafıklar, hepsi de öldürülmüştür diye dedikoduya
başladılar, bunun üzerine vahyedildi. Zât-üs-Selâsil
savaşı dolayısıyla vahyedildi diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun soluya soluya
koşanlara. 402[1]
[1] Savaştaki atlar ve atlara
binen savaş erleri.
2- Tırnaklarıyle bastıkça taştan
kıvılcım saçanlara.
3- Sabah çağı, düşmanı
basanlara, derken her yanı toza, dumana boğanlara.
5- Derken düşman topluluğunun tâ
ortasına dalanlara.
6- Şüphe yok ki insan, Rabbine
karşı pek inatçıdır, pek nankördür.
7- Ve şüphe yok ki o, buna
tanıktır.
8- Ve şüphe yok ki insan,
hayrına yarıyan mala-mülke karşı da pek düşkündür, pek
nekestir.
9- Fakat bilmez mi ki
kabirlerdekiler, dışarı çıkınca.
10- Ve gönüllerdekiler, meydana
vurulup bilinince.
11- Şüphe yok ki Rabbin, o gün,
onların her şeyini bilir elbette.
101- KÂRIA SURESİ
(Şiddetli gürültüyle gelip çatan
felâket anlamına gelir ve ilk âyette geçer.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- O şiddetli bir gürültüyle
gelip çatacak, yürekleri koparacak felâket.
2- Nedir o şiddetli bir
gürültüyle gelip çatacak, yürekleri kopacak felâket?
3- Ve ne bildirdi sana, nedir o
şiddetli bir gürültüyle gelip çatacak, yürekleri
koparacak felâket?
4- O gün, insanlar, kendilerini
ateşlere atan, dağılıp uçuşan pervanelere benzerler.
5- Ve dağlar, atılmış renkli
pamuklara döner.
6- Artık kimin ki
terâzilerindeki tartısı ağır gelir.
7- O, hoşnut, râzı bir
geçimdedir.
8- Ve fakat kimin ki
terâzilerdeki tartısı hafif gelir.
9- Onun, ana kucağı gibi
sığınacak yeri, ana yurdu, cehennem uçurumudur.
10- Ve ne bildirdi sana, nedir
cehennem uçurumu?
11- O, pek kızgın bir ateştir.
102- TEKÂSUR SURESİ
(Mal mülk, soy sop çokluğu ile
övünme anlamınna gelir ve ilk âyette geçer. Sekiz
âyettir, Medenîdir, Mekkîdir diyenler de vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Oyaladı mal-mülk çokluğuyla
öğünmek sizleri.
2- Ziyâret edinceye dek
kabirleri.403[1]
[1] Kabirleri ziyaret edip ibret
alıncaya dek. Ölünceye dek. Bu ikinci anlamın şümulü
vardır.
3- İş öyle değil, yakında
bilirsiniz.
4- Sonra da gene iş öyle değil,
yakında bilirsiniz.
5- İş öyle değil, şüphesiz
olarak iyiden-iyiye bir bilseniz.
6- Andolsun ki o koca cehennemi
göreceksiniz.
7- Sonra da andolsun ki
gözlerinizle göreceksiniz.
8- Sonra da andolsun ki o gün
nîmetlerden soruya çekileceksiniz.
103- ASR SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Andolsun zamana.404[1]
[1] Âyetteki "asr" sözü, zamana
delâlet eder. İbn-i Abbas, Kelbi, Cubâi, bu fikri kabul
etmişlerdir. Zaman, bütün olayları gösterdiği için büyük
bir öğüttür, öğütçüdür, terbiyecidir âdeta. İkindi
vaktidir diyenler de vardır.
2- Şüphe yok ki insan, elbette
zararda, ziyanda.
3- Ancak inananlar ve iyi
işlerde bulunanlar ve birbirlerine gerçeği gözetmeyi ve
sabretmeyi tavsiye edenler başka.
104- HUMEZE SURESİ
(İnce ince alay eden kovucular
anlamına gelen bu söz, ilk âyette geçer.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Bütün inceden-inceye alay
eden kovucuların vay hallerine.
2- Öylesine ki mal yığar ve onu
sayar-durur.
3- Sanır ki gerçekten de malı,
onu ebedîleştirir.
4- İş öyle değil, andolsun ki o,
kırıp döken, silip süpüren cehenneme atılır.
5- Ve ne bildirdi sana, o kırıp
döken, silip süpüren cehennem nedir?
6- Allah'ın tutuşturulmuş bir
ateşidir.
7- Öylesine ateş ki yürekleri
sarar, kaplar.
8- Şüphe yok ki üstlerine
kapıları kapanmıştır.
9- Upuzun uzatılmış direklerle.
105- FÎL SURESİ
Habeş kıralı tarafından Yemen
valisi tâyin edilen Ebrehe Yemen'de bir mabet yaptırmış,
Kâ'be yerine Araplar tarafından o mabedin ziyaret
edilmesini sağlamaya çalışmış, fakat bir başarı elde
edememişti. Bunun üzerine Ka'be'yi yıkmaya karar vermiş
ve bir orduyla Mekke'ye gitmişti. Bu ordu, büyük bir
bozguna uğramış, yok olmuştu. Sûre, bu olayı
nakletmektedir. Batı mütercimlerine göre orduda bulaşıcı
bir hastalık zuhur etmiş, ölenlerin cesetlerini kuşlar,
didik didik etmişlerdi. Bu orduda fil bulunduğundan ve
henüz Araplarca umumi bir tarih kabul edilmediğinden o
yıla "Fil yılı" demişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bu
olaydan elli, elli beş gün sonra doğduğu söylenir.
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Fil ashâbına Rabbin ne yaptı,
neler etti, görmedin mi?
2- Düzenlerini boşa çıkarmadı
mı?
3- Ve onlara, çeşitli yerlerden
bölük-bölük, birbiri ardınca kuşlar göndermedi mi?
4- Onları, balçıktan taşlarla
taşladılar.
5- Onlar da içi boş ekin
saplarına, kırılıp ezilmiş samanlara döndüler.
106- KUREYŞ SURESİ
(Sûrenin ilk sözü olan "Li ilâf"
adıyla da anılır. Bundan önceki sûrede bildirilen olay
işaret edilmede ve Kureyş'in, o büyük ordunun ağırlığını
ganîmet olarak elde ettiği anlatılmadadır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Bunu da Kurayş'ın uzlaşması,
hallerinin düzene girmesi için yaptı.
2- Yaz ve kış, alış-veriş için
göçüp konarak yolculuk ederlerken uzlaşıp düzene
girmeleri için.
3- Artık kulluk edin bu evin
Rabbine.
4- Öyle Rab ki doyurdu da
kurtardı sizi açlıktan ve emîn etti sizi korkudan.
107- MÂ'ÛN SURESİ
(İstenen şey ve bilhassa su,
zekât anlamına gelen bu söz, sûrenin son âyetinde geçer.
İlk âyetinde geçen din sözünü alarak "Din sûresi"
diyenler de vardır. Mugıyra oğlu Velid, yahut Harb oğlu
Ebu-Süfyan, yahut da Vâil oğlu Âs hakkındadır. Bâzıları,
bir kısmı Medenîdir ve münafıkların başı Ubeyy oğlu
Abdullah hakkındadır demişlerdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Gördüm mü yalanlayanı dîni?
2- İşte budur o kimse ki horlar
yetîmi.
3- Ve doyurmaz da, önayak olmaz
da doyurmaya yoksulu.
4- Vay hallerine o namaz
kılanların.
5- Öylesine namaz kılanların ki
namazlarını unuturlar.
6- Ve onlar, bütün işlerini
gösteriş için yaparlar.
7- Ve zekât vermeyi menederler.
108- KEVSER SURESİ
(İkreme ve Dahhâk'e göre
Medenîdir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Şüphe yok ki biziz sana
kevseri veren.405[1]
[1] Kevser, cennette bir
nehirdir, bir havuzdur diyenler olduğu gibi bol hayır ve
bereket, kesilmez soy sop, sayılmız ümmet anlamlarına
geldiğini söyleyenler de vardır. Hz. Muhammed
(s.a.a)'in, Kevser'in iki yanında inciden kaplar bulunan
bir ırmak olduğunu, bu kapların yıldızlar kadar sayısız
bulunduğunu söylediğini Buhârî tahric eder (al-Tecrid,
2, Kitâbu Tefsir-il-Kur’ân, 120).
2- Artık namaz kıl Rabbine ve
kurban kes sen.406[2]
[2] Kurban bayramı namazı ve
kurban.
3- Şüphesiz, sana buğzeden yok
mu, odur nesli kesilen.
109- KÂFİRÛN SURESİ
(İnkâr etmek anlamına gelen Cahd
sûresi de denir. Müşriklerin bir kısmı, Hz. Muham-med
(s.a.a)'e, bir yıl sen bizim putlarımıza tap, bir yıl
biz senin Tanrına tapalım demişler, bu sûre bu olay
üzerine vahyedilmiştir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- De ki: Ey kâfirler.
2- Tapmam sizin taptıklarınıza.
3- Ve siz de tapmazsınız benim
taptığıma.
4- Ve ne ben taparım sizin
taptıklarınıza.
5- Ve ne siz taparsınız benim
taptığıma.
6- Size, sizin dîniniz, bana,
benim dînim.
110- NASR SURESİ
(Feth sûresi de denir.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Allah'ın yardımı ve fetih,
gelip çattı mı. 407[1]
[1] Fetihten maksat, Mekke
fethidir.
2- Ve insanların, bölük-bölük,
Allah dînine girdiğini gördün mü.
3- Artık, Rabbine hamd ederek
tenzîh et onu ve yarlıganma dile ondan; şüphe yok ki o,
bütün tövbeleri kabûl eder.
111- TEBBET SURESİ
(Ebu-Leheb ve hurma lifi
anlamına gelen Mesed sûresi de denir)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Elleri kuruyasıca Abû-Leheb
ve kendi, kurudu da. 408[2]
[2] Ebu-Leheb, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in amcasıdır ve Müslümanlığın en büyük
düşmanlarından biridir.
2- Malı da bir fayda vermedi
ona, kazandığı da.
3- Alev-alev yanan bir ateşe
atılacaktır o da.
4- Ve odun hamalı, karısı da.
409[3]
[3] Ebu-Leheb'in karısı Ümmü
Cemil, dikenler toplar, demet yapar, iple bağlayıp
sırtına bağlar, getirir, Hz. Muhammed (s.a.a)'in
geçeceği yollara döşerdi.
5- Hurma lifinden örülmüş bir ip
de güzelim boynunda.
112- İHLÂS SURESİ
(Tanrı'yı bir bilmek, tek
tanımak anlamına Tevhid sûresi dendiği gibi "Kul
hüvallah sûresi" de denir. Medenîdir de diyenler
vardır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- De ki: O Allah, birdir.
2- Her şey ve herkes, ona
muhtaçtır, onun zevali yoktur, birşeye muhtaç değildir.
3- Doğurmaz ve doğmamıştır.
4- Ve ona, bir tek eşit ve
benzer olamaz, yoktur.
113- FALAK SURESİ
(Bâzıları Mekkîdir demişlerdir.
Bu sûreyle bundan sonraki son sûreye "Muavvezeteyn"
denir. Bir Yahûdinin, Hz. Muhammed (s.a.a)'e büyü
yaptığı, bir ipe üfürerek on iki düğüm bağlayıp bir
kuyuya attığı, bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a)'in
hastalandığı ve bu sûrenin indiği, Hz. Muhammed
(s.a.a)'in, Hz. Ali, Ammâr ve Zübeyr'i yollayıp o
kuyunun suyunu boşalttırarak ipi buldurduğu ve bu
âyetler okununca düğümlerin çözülüp Hz. Muhammed
(s.a.a)'in iyileştiği rivâyet edilmişse de buna itiraz
edenler de vardır. Onlara göre eğer Yahûdilerde böyle
bir kudret olsaydı inananların çoğunu hasta ederler,
öldürürlerdi. Kaldı ki Hz. Muhammed (s.a.a), peygamber
olduğu için büyünün kendisine zarar vermemesi gerektir.
Yahûdinin biri, böyle bir şey yapmışsa bile hastalığı
ondan değildir, ancak o ipi buldurmakla hilelerini
meydana çıkarmıştır (Mecma, 2, 633).)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- De ki: Sığınırım karanlığı
yarıp ışıtan sabahın Rabbine.
2- Yarattığı mahlûkların
şerrinden.
3- Çöküp etrafı kapladığı zaman
karanlığın şerrinden.
4- Ve düğümlere üfleyen
kadınların şerrinden.
5- Ve hasetçinin haset ettiği
zaman, şerrinden.
114- NÂS SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- De ki: Sığınırım insanların
Rabbine.
2- İnsanların sâhibine.
3- İnsanların mâbûduna.
4- Gizlice, sinsi-sinsi
vesveseler verenin şerrinden.
5- Öylesine ki insanların
gönüllerine vesveseler sokar.
6- Cinden olsun, insandan olsun,
bu çeşit kişilerin şerrinden.
|