Bu unvan
bir çok kimseyi şaşırtabilir belki; zira
çoğu insanımız şimdiye kadar "Vedâ
Hutbeleri" değil, "Vedâ Hutbesi" ismini
duymuştur. Halbuki aşağıda metinlerini
vereceğimiz üzere, Allah Resulü (s.a.a) "Vedâ
Haccı"nda bir yerde ve sadece bir hutbe
değil, birkaç yerde ve birkaç hutbe
okumuştur. Allah Resulü'nün Veda haccında,
Arafat'ta, Mina'da, "Minada'ki "Hif"
mescidinde, ve "Gadir-i Hum" denen yerde
hutbe okuduğu elimize ulaşan rivayetler
arasında. Ancak bu hutbelerin çoğunun
içeriği birbirine yakın olduğu için,
bazıları bunların tek hutbe olduğunu,
ancak ravilerin bunları naklederken okunan
yerin ve bazı bölümlerin naklinde hata
yaptıkları için bu değişikliğin ortaya
çıktığını söylemektedirler.
Bizce
Allah Resulü, çeşitli yerlerde çeşitli
hutbeler de okumuş olabilir, ama önemli
olduğu için bu hutbelerde benzer konuları,
değişik şekillerde ve bazı ilavelerle de
buyurmuş olabilir. Nitekim her ayrı
hutbede bazı ilavelerin bulunduğunu açıkça
görmekteyiz. Ayrıca bu hutbeleri nakleden
bazı rivayetlerin sonunda yer alan, "Allah
Resulü bu hutbenin benzerini yine okudu ve
benzer cümleleri yine tekrarladı." İlavesi
de bizim bu görüşümüzü te'yid etmektedir.
Burada
bilinmesi gereken husus şudur ki
nakledilen bu yerlerin hepsi kesin olmasa
dahi, veda haccında iki yerde hutbe
okunduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bunlardan
birisi Hac zamanı (Arafat, Mina veya Hîf
mescidinde), diğeri ise Hac amelleri sona
erip Mekke'den ayrıldıkları bir sırada,
Mekke yakınlarında yolların birbirinden
ayrıldığı nokta olan "Gadir-i Hum"
mevkiinde okunmuştur.
Biz
burada Bu hutbeleri sırasıyla, sizlere
nakledeceğiz. Tabi bu arada özellikle
Ehl-i Beyt'ten nakledilen kaynakları
dikkate almakla birlikte, Sünni
kaynaklarda nakledilenlere değinmeği de
ihmal etmeyeceğiz. İnşaallah yeri
geldiğinde göreceğiniz gibi bugün "Veda
Hutbesi" diye meşhur olan hutbe, hatta bir
çok Sünni kaynağa göre bile eksiktir.
Bu
hutbelerde en çok dikkati çeken husus,
Allah Resulü'nün, ister hac sırasında,
ister Gadir-i Hum'da, isterse Medine
dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i
Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'an-ı
Kerim'in yanı sıra Ehl-i Beyti'ni de
ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet
olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları
müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve
bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden
asla ayrılmayacaklarını vurgulamasıdır.
Gerçi
bazı Sünni kaynaklarda bu hutbelerin
bazısında Ehl-i Beyt yerine "Sünnet"
kelimesi zikredildiği görülmektedir. Ancak,
evvela, Ehl-i Beyt kelimesinin
zikredildiği rivayetler daha çoğunluktadır;
saniyen sünnet kelimesini nakleden
rivayetler, Kütüb-i Sütte'nin hiçbirisinde
nakledilmemiştir; sadece imam Malik'in
El-Muvatta'sında senetsiz olarak
zikredilmiştir. Oysa Ehl-i Beyt'i zikreden
hadisler, Kütüb-i Sitte'den Sahih-i
Muslim, Sünen-i Tirmizi, Müsned-i Ahmed b.
Hanbel'de, ve Müstedrek-üs Sahihayn,
Hasais-i Nesai, Sünen-i Beyhakî, Sünen-i
Darimî, Kenz-ül Ummâl, Üsd-ül Gâbe,
Dürr-ül Mensur, Müşkil-ül Âsâr, Tarih-i
Bağdad, Taberânî, Tefsir-i Fahr-i Râzî,
Mecme-üz Zevâid, Feyz-ül Kadir, Tahzib-ül
Âsâr, Hilyet-ül Evliyâ, Sevâik-ül Muhrika,
gibi onlarca meşhur kaynakta, çeşitli
senetlerle nakledilmiştir ki bunların
sayısını İbn-i Hacer-i Mekki yirmi küsür
olarak zikretmektedir. Bu da bu hadisin
mutevatir olduğunu açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Salisen
sünnet kelimesini zikreden rivayetlerin
doğruluğunu kabul etsek dahi, bunun öbür
rivayetlerle hiçbir çelişkisi yoktur;
hatta birbirini tamamlar niteliktedir.
Adeta Allah Resulü, sahih İslam'ı öğrenmek
için Kur'an ve Sünnet'i kaynak olarak
gösterdikten sonra, bunun, yani Kur'an'ın
sahih tefsirini ve Resulullah'ın sahih
sünnetini öğrenmenin en güvenilir
kanalının Ehl-i Beyt'i olduğunu ümmete
öğütlemektedir. Nitekim Ehl-i Beyt'i
devreden çıkararak, Kur'an'ı ve Sünnet'i
öğrenmeğe çalışanların, düştükleri
çelişkileri, hem tarih sayfalarında, hem
de günümüzde müşahede etmekteyiz. Ümit
ediyoruz ki Müslüman kardeşlerimiz, bir
an evvel bu gafletten uyanıp asırlar boyu
unuttukları ve ya unutturuldukları Ehl-i
Beyt gibi tertemiz ve şaibesiz hazineyi
yeniden keşfeder ve Resulullah'ın müekket
tavsiyelerine rağmen Kur'an'dan
ayırdıkları bu emanete yeniden sahip çıkıp
Resulullah'ın sadece kuru bir "sevgi"
değil, onlara "sarılmayı" ve böylece
yanlışlardan korunmayı istediğini
bilmeleridir artık.
Hatırlatmamız gereken bir diğer husus ise
şudur ki Allah Resulü'nün "Gadir-i Hum"da
okuduğu hutbe Ehl-i Beyt'ten gelen
hadislerde çok daha geniş bir şekilde
nakledilmiştir. Ancak biz, bu uzun metnin
yerine Sünni kardeşlerimizle aynı şeyleri
paylaşmak için Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet
rivayetlerinde müştereken nakledilen
bölümleri almayı tercih ettik ve kimseye
itiraz yeri bırakmamak için de her bölümün
kaynağını dipnotta ayrıntılı bir şekilde
zikrettik.
Şunu da
hatırlatmamız gerekir ki bu hutbenin bütün
bölümleri bütün Sünni kaynaklarda
nakledilmemiştir ve dikkat edeceğiniz gibi
biz çeşitli Sünni kaynaklarda nakledilen
bölümleri bir araya getirerek vereceğiz.
Ancak hutbenin bir bölümü var ki (Ehli
Beyt mektebine göre bu, hutbenin en önemli
bölümüdür ve hutbenin okunmasındaki asıl
amaç da zaten o mesajı vermek içindi) bu
bölüm çeşitli Sünni kaynaklarda
mütevatiren nakledilmiştir ki Merhum
Allame Emini "El-Gadir" isimli 11 ciltlik
şaheserinde bu hadisi, 110 sahabiden,
seksen küsür tabiiden, 350'yi aşkın Sünni
kaynağa dayandırarak nakletmektedir.
İsteyen kardeşlerimiz, o eşsiz eserin
birinci cildine müracaat ederek bunları en
ince ayrıntılarına kadar görüp
inceleyebilir. O bölüm şu cümlelerden
ibarettir: "Ey insanlar! Allah benim
mevlamdır, ben de sizin
mevlanız-efendinizim. O halde ben kimin
mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır."
"Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman
olana düşman ol. Ona yardım edene yardım
et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak..."
Ehl-i
Beyt mektebine tabi olanlar, çeşitli
karinelere ve delillere dayanarak buradaki
"Mevlâ" kelimesinin, Resulullah gibi
mu'minler üzerinde her türlü tasarruf
hakkına sahip olan veli-yönetici anlamına
geldiğini, dolayısıyla bu nasla
Resulullah'tan sonra böyle bir yetkinin
Hz. Ali'ye verilip imamet ve hilafete
atandığı görüşündedirler. Ehl-i Sünnet ise,
buradaki "Mevla" kelimesinin dost
anlamında kullanıldığı görüşündedirler.
Ancak biraz öncede belirttiğimiz gibi,
Ehl-i Beyt mektebi taraftarları çeşitli
karine ve delillere dayanarak bunun doğru
olamayacağını yerinde açıklamışlardır.
Fakat burada bizim amacımız bu konuyu
geniş bir şekilde açıklamak olmadığı için,
geniş bilgi sahibi olmak ve bu itirazları
ve geniş cevaplarını öğrenmek isteyen
kardeşlerimizi akaid kitaplarına,
özellikle biraz önce ismini verdiğimiz "El-Gadir"
kitabının birinci cildine müracaat
etmelerini tavsiye ediyoruz.
Şimdi bu
hutbelerin metnini sizlere sunmaya
çalışacağız. Hak Teala gereğince amel
etmeği hepimize nasip buyursun.
1- Arafat'ta Okuduğu Hutbe:
"Hamd
Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan
yardım ve bağışlanma diler, O'na tevbe
ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü
amellerimizden O'na sığınırız. (Yaptığı
amellerinden dolayı) Allah'ın hidayet
ettiği birisini kimse saptıramaz ve (hak
ettiği için) Allah'ın saptırdığı birisini
kimse hidayet edemez. Şahadet ederim ki
Allah'tan başka bir İlah yoktur; tektir ve
şeriki yoktur. Ve şehadet ederim ki
Muhammed O'nun kulu ve Resulü'dür. Ey
Allah'ın kulları, size Allah'tan korkmayı
ve ona itaat etmeyi tavsiye ediyorum.
Hayırlı olanla başlamayı Allah'tan
diliyorum.
Ey
insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz; sizlere
bazı açıklamalarda bulunacağım. Bilmiyorum;
belki bu seneden sonra sizinle burada bir
daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bu gününüz,
bu ayınız, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal
ve saygın ise, Rabb'inize kavuşana dek,
canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da
öyle saygındır; (her tür tecavüzden
korunması gerekir). Yarın Rabbinize
kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her
hal ve hareketten sorguya çekecektir.
Kimin yanında bir emanet varsa onu
sahibine iade etsin.
Ey
insanlar! Artık faiz ve tefeciliğin
kaldırılmıştır. Bu durumda sadece
sermayenizi alabilirsiniz. Ne zulmediniz,
ne de zulme uğrayınız. Allah’ın hükmü
gereği faiz ve tefecilik yasaktır.
Kaldırdığım ilk faiz ise (amcam) Abbas b.
Abdilmuttalib'in faizidir. O devirde
güdülen bütün kan davaları da
kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası
da (amcam-oğlu) Rabîa’nın oğlu Amir b.
Hars b. Abdilmuttalib'in kan davasıdır.
Ka’beye hizmet etmek ve hacılara su
dağıtmak dışında, câhiliyye döneminden
kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Kasten
adam öldürmenin cezası kısastır. Kasta
benzer biçimde; taş ve sopayla adam
öldüren ise 100 deve diyet vermelidir.
Bundan fazlasını talep etmek câhiliyye
adeti sayılır.
Ey
insanlar! Şeytan, bu topraklarınızda,
kendisine tapılacağından umudunu yitirmiş
durumdadır. Ancak bunun dışında,
önemsemediğiniz bir takım amellerinizde
ona uymanıza razı olmuştur.
Ey
insanlar! Haram ayları ertelemek ancak
küfrü artırır. Bununla kâfirler büsbütün
sapıklığa düşerler. Allah’ın haram kıldığı
ayların sayısını denkleştirmek için,
erteledikleri o ayı bir yıl helal, bir yıl
haram sayarlardı. Zaman, göklerin ve yerin
yaratıldığı günkü gibi dönmektedir.
Gerçekten Allah katında (kamerî) ayların
sayısı, Allah indine, gökleri ve yeri
yarattığı gün, Allah'ın kitabında 12 ay
olarak belirlenmiştir. Bunların dördü
haram aylardır: üçü peşpeşe gelir ki
Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem'dir; birisi
ise Cemaziyelevvel ve Şa'ban'ın arasında
yer alan Recep'tir.
Ey
insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde
haklarınız olduğu gibi, onların da sizin
üzerinizde hakları vardır: Sizin onlar
üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir
başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadan
yuvanıza hoşlanmadığınız birisini
almamaları ve bir ahlaksızlıkta
bulunmamalarıdır. Böyle bir şey yaptıkları
takdirde, Allah size, onlara öğüt verme,
yataklarını ayırma ve onlara hafifçe vurma
izni vermiştir. Böyle bir şey yapmadıkları
sürece, onların da sizin üzerinizdeki
hakları, güzel bir biçimde nafakalarını ve
giyimlerini temin etmenizdir. Onlar sizin
nazik yaratılışlı yardımcılarınızdır. Siz
onları Allah’ın birer emaneti olarak
aldınız ve yine Allah adına onların ırz ve
namuslarını helâl edindiniz. Kadınlar
hakkında Allah'tan korkun (onların
haklarını gözetin) ve onlara hayrı tavsiye
edin.
Ey
insanlar! Mu'minler kardeştirler; hiçbir
kimseye (mu'min) kardeşinin malı, rızası
olmadan helal olmaz. Sakın benden sonra
eski günlere dönüp de birbirinizin boynunu
vurmayın. Ben sizin aranızda iki ağır-paha
biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara
sımsıkı sarıldığınız sürece asla
sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim
Ehl-i Beytim. Bunlar havuz başında benimle
buluşuncaya kadar, birbirlerinden asla
ayrılmazlar.
Ey
insanlar! Rabb'iniz birdir. Babanız da
birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız.
Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah
katında en değerli olanınız, O’na saygıda
en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap
olmayana, Allah’a göstereceği saygı
dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur.
Unutmayın burada olanlar, olmayanlara da
bunları iletsin.
Ey
insanlar! Allah her hak sahibine mirastaki
payını vermiştir. Onun için vârise 1/3’ten
fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk kimin
döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden
taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından
başkasının oğlu olduğunu iddia eder,
efendisinden başkasına intisâba kalkarsa;
Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet
edenlerin laneti onun üzerine olsun. Allah
böyle kimselerin ne farz, ne de nâfile
ibâdetlerini kabul eder. Kölelerinizin
haklarına da riayet edin; onlara
yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden
giydirin. Bağışlayamayacağınız bir hata
işlerlerse elinizden çıkarın, ama
cezâlandırmayın.
Ey
insanlar! Bu anlattıklarımı burada
bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın.
Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi
dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup
ta dinleyenlerden daha kavrayışlı ve
anlayışlı olabilir.
Ey
insanlar! Yarın beni sizden soracaklar; ne
diyeceksiniz?"
Orada
bulunan ashâb: “Allah’ın elçiliğini îfâ
ettin. Vazifeni yerine getirdin. Bizlere
tavsiyelerde bulundun, diye şâhitlik
edeceğiz.” Diye cevap verdiklerinde,
Allah’ın Rasûlü (s.a.a) şehâdet parmağını
kaldırdı ve kalabalığın üzerinde
gezdirerek üç defa şöyle buyurdu:
"Allah'ım
Şâhit ol! Allah'ım Şâhit ol! Allah'ım
Şahid ol!"
2-) Minâ'da Okuduğu Hutbe:
Allah'a
hamd u senadan sonra şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar! sözümü dinleyin ve üzerinde
düşünerek (onu anlamaya çalışın)
bilmiyorum belki bu yılımdan sonra bir
daha sizinle burada buluşamam. Sonra devam
şöyle etti:
Acaba,
hangi günün en değerli gün olduğunu
biliyor musunuz?" İnsanlar: "Bu gün" diye
cevap verdiler. "Peki aylardan hangisi?"
diye sorunca yine "bu ay" dediler. "Beldelerden
hangisi, en değerli ve en hürmetli
beldedir?" diye sordu. Onlar da "bu belde
(Mekke)" diye cevap verdiklerinde, şöyle
buyurdu: "Hiç şüphesiz sizin kanlarınız,
mallarınız ve namuslarınız birbirinize
aynı bu günün, bu ayın ve bu beldenin
hürmet ve saygınlığı gibidir ve bu
Rabbimizi mülakat edeceğiniz güne kadar
devam edecektir ki o gün amellerinizden
sizi hesaba çekecektir. Ey insanlar!
Üzerime vazife olanı size tebliğ ettim mi?"
"Evet" deyince, "Allah'ım sen de şahit ol."
buyurdu.
Sonra
şöyle devam etti: "Şunu iyi bilin ki
cahiliyet döneminin göstergelerini ve
bidatlerini veya o zamandan kalan kan ve
mal davalarının hepsini ayaklarım altına
almış bulunuyorum. Kimsenin kimseye takva
dışında bir üstünlüğü yoktur. Gerekeni
size ilettim mi?" "Evet" dediklerinde
şöyle devam etti.: "Allah'ım sende şahit
ol."
"Şunu
bilin ki cahiliyet zamanından kalan her
türlü faizli (borç) kaldırılmıştır. İlk
kaldırılan faiz ise (amcam) Abbas b.
Abdilmuttalib'in faizidir.
Yine
cahiliyet zamanından kalan bütün kanların
(kısas hakkı) kaldırılmıştır; ilk
kaldırılan kan ise (amcamın oğlu) Haris
bin Rabia'nın kanıdır. Acaba gerekeni
tebliğ ettim mi?" "Evet" dediler. O zaman
"Allah'ım sen de şahit ol" diye ekledi.
"Bilin ki
Şeytan sizin bu topraklarınızda
tapılmaktan ümidini kesmiştir. Ama o (çaresiz)
iyi amellerinizi küçümseyip onlarda
ihmalkarlık yapmanıza razı olmakla
yetinmiştir; bilin ki ona itaat etmek, ona
ibadet etmektir.
Ey
insanlar unutmayın ki Müslüman müslümanın
kardeşidir gerçekten. Hiçbir Müslüman'a,
Müslüman birisinin kanı helal olmaz.
Hiçbir Müslüman'a, Müslüman'ın malı, kendi
gönül rızasıyla verdiği hariç, helal olmaz.
Ben,
insanlar "Lailahe illallah" deyinceye
kadar onlarla savaşmaya emredildim. Ama bu
cümleyi söylediklerinde kanları ve
mallarını benden korumuş olurlar; (Allah'ın)
belirlediği bir hak olursa o başka; (kıyamet)
hesapları ise Allah'a aittir. "Ey insanlar
gerekeni tebliğ ettim mi?" "Evet" deyince
şöyle arz ettiler: "Allah'ım sen de şahid
ol!"
"Ey
insanlar! Sözümü ezberleyin ki benden
sonra ondan yararlanasınız. Onu kavramaya
çalışın ki bu vesileyle benden sonra
yücelesiniz.
Aman!
Benden sonra kafirler olarak geri dönüp
dünya için kılıçla birbirinizin boynunu
vurmaya çalışmayın!"
Sonra
şöyle devam ettiler: "Şunu bilin ki ben,
sizin aranızda iki şey (emanet)
bırakıyorum ki eğer onlara sarılırsanız
asla dalalete düşmezsiniz; Allah'ın
kitabını ve Ehl-i Beyt'im olan itretimi.
Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah),
bana haber vermiştir ki bu ikisi, (Kevser)
havuzu başında bana varıncaya kadar asla
birbirinden ayrılmazlar. Unutmayın ki kim
bu ikisine sarılırsa kurtulmuştur ve kim
onlara muhalefet ederse, helak olmuştur.
Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?"
Oradakiler "Evet" deyince, şöyle arz
ettiler: "Allah'ım, sen de şahid ol!"
Sonra
şöyle devam ettiler: "Bilin ki sizden bazı
kişiler havuz başında benim yanıma varid
olacaklar, ancak tanınıp benden
uzaklaştırılacaklar. Ben, "Ya Rabbi,
bunlar benim ashabımdırlar!" diyeceğim.
Cevabımda şöyle denilecek: "Ey Muhammed,
onlar senden sonra yeni şeyler icad
ettiler ve senin sünnetini değiştirdiler.
O zaman ben de şöyle diyeceğim: "Uzak
olsunlar, uzak olsunlar!"
3- Mina'daki Hîf Mescidi'nde Okuduğu Hutbe:
"Allah,
benim sözlerimi duyduğunda (onu iyice)
dinleyip onu duymayanlara ulaştıranın (yüzünü)
nurlandırsın. Ey insanlar, burada olanlar,
olmayanlara da ulaştırsın; zira nice fıkıh
(idrake layık söz) taşıyan vardır ki,
kendisi derinlemesine onu anlamaz. Ve nice
fıkıh taşıyan kimse vardır ki onu
kendisinden daha derin düşünen kimseye
ulaştırır.
Üç şey
vardır ki Müslüman bir kimsenin kalbini
onlardan hiçbir şey saptırmamalıdır: Allah
iç ameli halis kılmak, Müslümanların (hak)
imamlarının hayrını isteyip onlara itaat
etmek ve onların topluluğundan ayrılmamak.
Müslümanların imamlarının daveti bütün
Müslümanları ilgilendirir. Mu'minler
birbirleriyle kardeştirler ve kan ve ırk
açısından eşittirler. Başkalarına karşı
tek el gibidirler. Onların en zayıflarının
bağladığı ahit ve sözleşmeye bile (herkes)
sadık kalmalıdır."
Ardından
şöyle devam ettiler: "Ey insanlar, hiç
şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır-paha
biçilmez emanet bırakıyorum." "Ya
Resulallah, nedir bu iki ağır emanet?"
diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Allah'ın
kitabı ve benim itretim olan Ehl-i Beyt'im;
latif ve her şeyden haberdar olan (Allah),
bana haber verdi ki (Kevser) havzu başında
bana varıncaya kadar bu ikisi asla
birbirlerinden ayrılmazlar; (işaret
parmaklarını birleştirerek) aynı benim şu
iki işaret parmağım gibi. (Yani her
yönleriyle eşittirler.) İşaret ve orta
parmaklarım gibi demiyorum ki birisi
diğerinden farklı olmuş olsun!"
4- Gadir-i Hum'da Okuduğu Hutbe:
Hicretin
onuncu yılında, Zilhiccet-il Haram ayının
on sekizinde
Resulullah (s.a.a) vedâ haccından dönerken
Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki
bir menzilde,
Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının
ayrımında
Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şu ayet nazil oldu:
"Ey
Peygamber, Rabbinden sana indirileni
tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak
olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş
olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır." (Maide, 67)
Bu ayet
indikten sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a)
kervanlara durmalarını ve oracıkta
bineklerinden inmelerini emretti.
İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da
gelip yetiştiler.
Sonra
ashabını, dağılmamaları için oradaki
dikenlerin gölgesinde gölgelenmekten
alıkoydu, ağaçların dibini de diken,
çör-çöpten temizlemelerini buyurduktan
sonra
halkı cemaat namazına davet etti.
Ashap bir
diken ağacının dalları üzerine elbiseler
atarak Resulullah (s.a.a) için bir
gölgelik hazırladılar.
O hazret öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta,
o cemaatla birlikte kıldıktan sonra, hutbe
için ayağa kalktı. Allah'a hamd u senâ ve
insanlara öğüt ve nasihatte bulunduktan
sonra şöyle buyurdu:
"Yakında ben
(İlahî) davete icabet edeceğim; (dünyadan
göçüp gideceğim). Ben de, siz de Allah
katında sorumluyuz. O gün siz Allah'a ne
cevap vereceksiniz?" Oradakiler hep bir
ağızdan:
"Senin
risaletini tebliğ ettiğine, bize nasihat
edip hayrımızı istediğine tanıklık
edeceğiz; Allah seni hayırla
mükafatlandırsın!" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah'tan
başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun
kulu ve peygamberi olduğuna, cennet ve
cehennemin hak olduğuna şehadet ediyor
musunuz? diye sorunca da insanlar, "evet"
dediler. "Bütün bunlara tanıklık ederiz."
Bu defa da, "Benim sesimi duyuyor musunuz?"
diye sordu. Buna da "evet" cevabını
verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a)
şöyle buyurdu:
"Ey insanlar!
Ben sizden önce, sizden ayrılacağım ve siz
Kevser Havuzu'nun başında bana
geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki,
genişliği Busrâ'dan San'â'ya kadardır.
O havuzun kenarında, gökteki yıldızların
sayısınca gümüş kadehler vardır.
Ben orada,
sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha
biçilmez şeyi soracağım. O halde benden
sonra o iki şeye nasıl davranmanız
gerektiğine dikkat edin!"
Bu arada
halkın içinden biri seslenerek, "Ya
Resulullah! O iki paha biçilmez şey nedir?"
diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle
buyurdu:
"Onlardan
biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer
tarafı ise sizin elinizde olan Allah'ın
Kitabı'dır. Ona yapışın; sapmayın ve
değiştirmeyin; diğeri ise, İtretim olan
Ehl-i Beytim'dir. Latif ve her şeyden
haberdar olan (Allah), bu ikisinin (Kevser)
Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar
birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben
Allah'tan bunu istedim. O halde, o
ikisinden öne de geçmeyin, arkaya da
kalmayın; yoksa helak olursunuz. Onlara
bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar
sizden daha bilgilidirler."
Sonra şöyle
devam etti:
"Benim
müminlere kendi nefislerinden daha evla ve
üstün olduğumu (onlar üzerinde tasarruf ve
yetki sahibi olduğumu) bilmiyor musunuz?"
Halk "Evet,
ya Resulullah biliyoruz!"
diyince şöyle buyurdu:
"Benim her
mümine kendi nefsinden daha evla olduğumu
bilmiyor musunuz?" Halk yine "evet,
biliyoruz ya Resulullah!" dediler.
Bunun
üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'nin elinden
tutarak koltuğunun altındaki beyazlık
görününceye kadar kaldırıp
şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de
sizin mevlanız-efendinizim.
O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de
onun mevlasıdır."
"Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman
olana düşman ol.
Ona yardım edene yardım et, onu yalnız
bırakanı yalnız bırak.
Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz
edene buğz et."
Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım sen de
şahid ol"
Ravi
der ki, daha bu ikisi (Resulullah ve Ali)
birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil
oldu: "Bugün size dininizi kemale
erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım
ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim."
(Mâide/3)
Bunun
üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Dini mükemmelleştiren, nimetleri
tamamlayan, benim risaletimden ve Ali'nin
velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir."
Yakubi kendi
Tarih'inde Medine'de nazil olan ayetlerden
bahsederken şöyle yazar: Resulullah'a (s.a.a)
nazil olan en son ayet "Bugün size
dininizi kemale erdirdim" ayetidir. Bu
rivayet sahihtir. Bu ayet, Resulullah (s.a.a)
Gadir-i Hum'da Ali b. Ebi Talib'in velayet
ve hilafetini açıkça herkese duyurduktan
sonra nazil oldu.
Bu törenin
ardından Ömer b. Hattab Hz. Ali'yi görerek
şöyle dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu
sana! Erkek ve kadın her mu'minin
velisi-efendisi oldun."
Başka bir
rivayette ise şöyle geçer: Ömer b. Hattab
Hz. Ali'ye "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in
oğlu!" dedi.
-
Bihar-ül Envâr,
C.37, S.113. Hutbenin son bölümü (Bilin ki
sizden bazi kisiler...), cüzî bir farkla
Ehl-i Sünnet'in Şu kaynaklarında da
nakledilmiştir:
Sahihi Buhâri, Maide
Suresi tefsirinde "... ve kuntu aleyhim
şehîdâ..." babında ve Kitab-ül Enbiya "...
ve ittehazallahu..." babında ve Sahihi
Tirmizi "Saffet-ul Kıyame" ve "...Macâe fî
şa'n-il Haşr..." babları ve Tâhâ Suresi
tefsiri kısmında. Sahihi Buhari, Kitab-ur
Rıkâk, Fi'l Havz bâbı, C.4, S.95 ve
Kitab-ül Fiten "Ma-câe fi kavlillahi Teala"
babı ve Sünen-i İbni Mâce, Kitab-ül
Menâsik, "Hutbet-u yevmin-nehar" babı,
5830. hadis ve Müsned-i Ahmed, C.1, S.453
ve C.3, S.28 ve C.5, S.48. Sahihi Müslim,
Kitab-ül Fezâil, "İsbât-u havz-ı nebiyyina"
babı, C.4, S.1800, 40. hadis.
-
Bihar-ül Envâr, C.37, S.113.
|